5 Mart 2013 Salı

Marxist tarzda sanat nedir ne değildir?


Lise yıllarını insanların boşa harcadıkları yıllar olarak ele alırım. Çünkü lise yılları, insana ne  entelektüel anlamda bir şey katar ne de hayata hazırlar. Üstelik insan iradesi dışında okulda burjuva yalanlarını gerçek sanar ve kendisini ilerletmek için çaba sarf etmez ise düzenin istediği  gibi beyni yıkanmış bir adam olarak yaşamını sürdürür. Tarih derslerinin içeriği konusunda ülkenin politik dönüşümden dolayı halk gene bir nebze daha aydınlanmıştır fakat bu unsur sanatta geçerli değildir. Çünkü sanat, hep burjuva düşünürlerinin hegemonyasında sürmekte ve sanatla uğraşan kimselerde bu hegemonyanın kurbanı olmaktadırlar. Bu Marxistlerin bir eksiğidir. Sırf Anadolu topraklarında yaşayanların değil bir zamanların sosyalist ülkelerinde de sanat ve kültür konularında burjuvazinin hegemonyası hiçbir zaman kırılamamıştır. Dolayısıyla şimdiki yazı başlığımız sanat üzerine olacaktır. Şunu baştan belirteyim ki bir insan yaşadığı bölgenin iyi ve kötü yanlarından etkilenir bu yüzden benim yazım sanatın yüzeysel bir incelemesi olacaktır çünkü bende yaşadığım toplumdan etkileniyorum ve bu yüzden kusursuz bir yazı beklemek doğru olmayacaktır.

Konumuza dönersek hep liselerde duyduğumuz bir şeydir. Sanat sanat içindir mi? Sanat toplum içindir mi? Diye bir şey bize dayatılır ve bu konuda yorum beklenir. İşte tamda bu ayrım lisenin bir zaman kaybı olduğunu kanıtlar. Sanat ne burjuva toplumunda ne de sosyalist toplumda bireysel bir amaç için yapılan bir şey olmamıştır. Sanat her zaman toplum için yapılan bir şey olmuştur ve olacaktır. Sanatı amaç haline getirip yapılan şey sanat değil “fantezidir.”

Bunu ilk duyduğunuzda kulağınıza garip gelmiş olabilir ama öyledir. Çünkü burjuva toplumunda sanat dediğimiz şey kitleleri uyutmak için kullanılan bir araçtır. Bu aracın unsurları genel olarak pazar ekonomisinin çıkarlarına göre biçimlenir. Pazar ekonomisi günümüzde kitleleri uyutmak için yoz bir sanat anlayışını halka dayatmakta ve onun devrimci potansiyelini bastırmak istemektedir. Bu yüzden çıkan ürünler kalitesizdir, çabuk tüketilir özelliğe sahiptir, kolay yapılabilecek veya hatırlanabilecek şekilde yapılır ve son olarak  monotondur. Hatırlayalım pop müzik dinlediğinizde bütün şarkılar birbirine benziyor. Hangisi Demet Akalın, hangisi Hande Yener, hangisi Bengü olduğunu ayırt etmek back ground’undan sıradan bir kişi için çok güç. Bunlar birbirine benzemekte ve monoton bir yapı taşımaktadır. Hepsi cıstak cıstaktır. Ama sanattır çünkü halka yapılır ve Pazar ekonomisinin çıkarlarına uygun adamlar yetiştirilmesini sağlar ayrıca Pazar ekonomisi bunu yaparken bir de kar elde eder yani tam anlamıyla bir taşla iki kuş. Aynı şey Gangnam Style ve Harlem Shake içinde geçerlidir. Unutulmaması gereken bir nokta bunların hepsi çabuk tüketilirdir bundan 10 sene önceki Demet Akalın şarkısını sorsanız halkın büyük kesimi hatırlamaz ama yeni parçası herkesin dilindedir. Sokakta şu sıralar Kolbastı oynayanı görüyor musunuz? Büyük ihtimalle hayır. Ama Harlem Shake neredeyse her yerde. Dikkat edilirse sermaye o kadar çok dinamizme ihtiyacı var ki birkaç ay önce yeri göğü sallayan Gangnam Style dünya üzerindeki hegemonyasını kaybetti bile. Hatta bu yazıyı 1 sene sonra okuyanlar Harlem Shake neydi onu bile hatırlamayacaklardır.(belki ben bile hatırlamayacağım). Bu burjuvazinin güncel sanat anlayışıdır.

Bunun yanında buna tepki olarak doğmuş ve amacı sanat yapmış bir akım mevcuttur. Bu akımın derdi bireyseldir. Topluma mesaj vermek diye bir şey bunlar için söz konusu değildir. Yaptıkları şey, sistem karşında yenilmiş olmalarından dolayı ve sistemi değiştirme amaçları olmaması yüzünden bu insanlar bireyciliğin bataklığına batmıştır. Bu insanların yaptığı sanat değil fantezidir. Anlaşılma gibi bir amaçları yoktur bu kişiler genelde toplum tarafından şöyle betimlenirler “bir ellerinde şarap kapkara bir tabloya bakan anlamsız insanlar sürüsü”. Bu halkın bakış açısından doğrudur ama bu iki kesimde burjuva bataklığına batmıştır. Biri kendisine pazarlanan yoz şeyleri benimseyip lümpen bir kültür geliştirirken diğeri ise kapitalist sistem karşısında çaresizliğini yoz toplumsal sanatı dışlayarak  bireysel fantezi bataklığında yüzer. Bu bireysel akıma örnek olarak sürrealizmi gösterebiliriz.

İşte  sorun burada ortaya çıkıyor. Sormamız gereken sorunun Sanat sanat için ya da Sanat toplum için olmadığını görmüş bulunuyoruz. Soru şöyle olmalı “Sanat hangi sınıfın çıkarı için yapılmalıdır?” Sorun toplumsal değildir çünkü bütün sanat toplum için yapılır. Sorun proletaryanın çıkarına mı yoksa burjuvazinin çıkarına mı yapılacak? İşte ilgilenilmesi gereken nokta budur.

Sanat mevcut bulunduğu üretim ilişkileri ortamına göre şekillenir. Her yeni üretim ilişkileri yeni bir sanat akımını zorunlu kılar. Bunun nedeni eski üretim ilişkilerinin sanat akımlarının yeni üretim ilişkilerine uygun düşmesinin imkansız olduğu içindir. Herkesin aklında tutması gereken şey ise bir üretim ilişkileri sisteminin değiştiğini anlamak ya da değişmek üzere olduğuna dair veriler arıyorsak o bölgedeki sanat akımlarının değişimini fark etmişsek oranın üretim ilişkileri değişmiştir demektir. Tabi ki eski sanat akımları küreselleşmeci (ultra emperyalist) sistemde bir ölçüde cazibesini korurlar bunun nedeni bu sistemin bir önceki üretim biçimlerinden izler taşımasıdır. Ama yeni dönemin koşullarını eski sanat akımlarıyla sürdürmek imkansız olduğu için yeni sanat akımları çıkmıştır ve bunu engellemek imkansızdır. Örnek olarak kapitalist çağda klasik müzik egemen iken onun temellerine oturtularak ortaya çıkmış metal müzik bugün egemenliği ele geçirmiştir. Ve metal müzik içindeki isyanı çıkartan bir yapıya sahip olduğu için sosyalistler bunun yoz uyuşturucu partilerinin baş unsuru olan niteliğini değiştirip devrimcileştirmesi gerekmektedir. Eskiden Shakespeare romanları ile günümüz yoz hastalıklı insan ilişkilerini anlatan romanlar arası fark işte tam bu üretim ilişkileri sisteminin değişmesinden kaynaklanmaktadır.

İki seçenek karşımıza çıkıyor bundan sonra 1- evrimci metod, 2-devrimci metod. Bu metodlardan ilki üretim ilişkilerinin evrilmesinden dolayı olan ve sonuç olarak burjuva kültürünün o yoz havasına ulaşan tarzda sanat eserlerine ulaşmamızı sağlayan çürümenin edebiyatı ve sanatı. İkincisi ise evrimci sanat anlayışları yerine başka bir dünyanın mümkün olabileceğine inananların yaptığı devrimci sanat anlayışı. Bu anlayış mevcut üretim ilişkileri sistemi ve onun sanat anlayışının yerine bir alternatif olarak sosyalist tarzda bir sanat anlayışı tarzını kendilerinde bulanların geliştirdikleri metoddur. Bu ikisi arasında orta yol yoktur ya çürümenin esiri olacağız ya da bu kokuşmuşluğu tarihin çöplüğüne yollayacağız. Biz yollayamazsak bile gelecek kuşaklardan biri eninde sonunda yollayacaktır ve tarih onları hatırlayacaktır bizi değil. Sorun şu neden o kuşak biz olamayalım neden biz hatırlanmayalım? Tarihin çöplüğüne yollanmayı ve burjuvaziyle aynı değerde hatırlanacak olmayı hazmedebiliyor musunuz? İşte bizim kuşağın karşı karşıya kaldığı soru bu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.