4 Kasım 2014 Salı

Devrimin Güncelliği Üzerine: Lucaks ve Brecht

Bir kişiyi, grubu ve kurumu söylediği sözlere, yazdığı yazılara göre değerlendirmememiz gerektiğini aslında hepimiz biliyoruz. Bu kişileri, grupları ve kurumları yaptıkları eyleme göre değerlendirmemizin şart olduğu konusunda aslında çoğumuz hemfikiriz. Lakin bizler için  Marx’ın vakti zamanında belirtmiş olduğu bu olgu, bugün bizim adımıza ne kadar içselleştirilmiş bir şey olarak gözükmektedir?

Bu soruya hemen acele bir şekilde cevap verilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye ve Kürdistan’da bulunan bütün “devrimci” örgütler bu olguyu “içselleştirdiklerini” söyleyeceklerdir. Lakin gene işçi sınıfının içindeki politik mücadele tarihinden kesitlere baktığımızda sırf yazılanlar ve söylenenler üzerinden bir değerlendirme yaparsak en devrimci kişinin Kautsky olacağı kuşku götürmez bir hal almış olur, ancak gerçeklik bunun tam tersidir.
Aşağıda yapacağımız işçi sınıfının, politik mücadele tarihinden vereceğimiz kesitlerle, günümüz sosyalist hareketinin aslında hangi ekolü temsil ettiğini, devrimin güncelliğine dair inancını ve bundan dolayı oluşmuş sanat anlayışını en genel hatlarıyla incelemeye çalışacağız.
Yazımızda neye değinmek istediğimizi biraz açtığımıza göre artık tarihsel örneklere geçebiliriz. Bilindiği gibi Rus burjuvazisinin vakti zamanındaki ideolojik ve örgütsel temsilcilerinden olan Menşeviklerin, Rusya’nın kapitalist yoldan gelişmesi zorunluluğunu mekanik bir şekilde kabul etmeleri yüzünden ortaya çıkan sonuç, Rusya’nın bir an evvel kapitalist gelişmesini tamamlaması gerektiği olmuştu. Menşeviklerin, bu mekanik bakış açısı yüzünden, bu gelişmenin öncü kuvveti mutlaka burjuvazi olmak zorundaydı. Lakin bu gelişme hayli ilerledikten sonra burjuvazi, feodalizmin kalıntılarını saf dışı etmeyi başardığı anda ve onun yerine modern, kapitalist, demokratik bir ülke kurduktan sonra, ancak o zaman proletarya bağımsız bir aktör olarak tarih sahnesine çıkmalıydı. Dolayısıyla proletarya, Menşeviklere göre burjuvazinin yedeği olarak dikkate alınmalıydı.

Görüldüğü gibi bu bakış açısıyla Menşevikler devrimin güncelliği sorununu reddetmekte ve proletaryayı özne olarak görmemektedirler. Haliyle proletaryayı burjuvazinin yedeği olarak gören bu bakış açısının 1.paylaşım savaşında kendi emperyalist ülkelerini destekleyip ‘anavatan savunması’ altında burjuvaziye yedeklenmelerinde şaşılacak bir şey yoktur. İşte Lenin ise bu bakış açısının aksine toplumsal durumu çok iyi değerlendirip devrimin güncel bir sorun olduğu tespit etmiş ve burjuvazinin artık ilerici bir özelliği kalmadığını saptayıp, emperyalizm çağındaki tek devrimci sınıfın proletarya olduğunu belirtmiştir. Lenin bunları saptamakla da yetinmemiş işçi sınıfının ideolojik olarak burjuvazinin etkisinde kalmaması için işçi sınıfının öncü bir partiye ihtiyaç duyduğunu belirtmiş ve öncü partinin işçi sınıfına toplumsal kırılma anlarında yol gösterme sorumluluğunun olduğunu belirtmiştir.

Lenin’e göre devrim, artık 20.yüzyılda bizim irademizden bağımsız bir şekilde güncel bir şeydir. İşte Lenin’in mevcut durumu dahiyane bir şekilde okuyarak ve ona göre bir hazırlık içinde bulunarak 1917 Rusya’sında Ekim devrimi zaferle sonuçlanmıştır. Ekim devriminin zafere ulaşmasında Lenin’in iradesinin yanında Lenin’in iradesinden bağımsız olguları doğru bir şekilde iradi olanla birleştirmesinin yapmış olduğu katkıyı unutmayalım.

Peki Lenin vakti zamanında devrimin güncelliğini tespit edip ona göre hareket ederken, 21. Yüzyıldaki Türkiye ve Kürdistan’daki sosyalist hareketler nasıl bir politik çizgi belirlemiştir? Bu soruya cevap vermeden önce şunu açıklayalım. Lenin’in, devrimin güncelliği tespitini yaparken kullandığı enstrümanlar arasında diyalektik, evrensellik, büyük anlatı, özne, yabancılaşma vardır. Günümüz sosyalist hareketine bakınca illa öncü olarak işçi sınıfı demese bile, günümüz sosyalist hareketi eylemde yani gerçekte tarihin öznesi olarak hangi sınıfı görmektedir? Evrenselci midir? 21.yy’da bir büyük anlatı oluşturabilmiş midir? Diyalektiği ne kadar kullanıyordur? Yoksa mevcut yapıyı(kapitalist sistemi) kabul edip onun içinde mi politika yapıyordur? Yapının değiştirileceğine dair inancı kalmış mıdır?

Bu sorulara cevap vermek gerekirse günümüz sosyalist hareketinin lafta ne kadar diyalektiği, evrenselciliği, büyük anlatıyı, özne olma durumu kabul etse de aslında bunların hiçbirini uygulamamakta ve kendisinin bunları uygulanabileceğine de ihtimal vermemektedir. Üstelik devrimin 20.yy’daki gibi güncel olma durumu 21.yy’da hala mevcut iken. Ezilenciliği, halkçılığı, sola sempati duyan en ileri halk kesimlerini yanlış okuyan günümüz solu bu kesimleri örgütlemek için bu kesimlerin peşine takılmıştır.

Yani günümüzün sosyalist hareketi kendiliğindenciliğin esiri olmuş durumdadır. Yeni çıkan Birleşik Haziran hareketinden tutalım, HDP’sine ve hatta Halk Cephesine hepsi günümüzün Menşevikleridir, hepsi Kauskycidir, hepsi ne kadar farklı görünseler de aynı düzemde siyaset yapmaktadırlar. Çünkü hepsi kültürcüdür, hepsi etnik siyaset üzerinden siyaset yürütmektedir, hepsi devrimin güncelliğini aslında (komünist bir devrimi) reddetmektedirler. Bu kesimlerin tek bir hedefi vardır demokratik reform ve ya devrim. Hiçbirinde evrenselcilik ve büyük anlatı yoktur, hiçbiri aslında kendini öncü olarak görmemektedir, hiçbiri diyalektiği bir yöntem benimsememiştir.
İşte bu yüzden Marx’ın aşağıda belirttiği olgular 21.yy’ın sosyalist hareketleri için bir anlam taşımamaktadır:

“Belli bir çağda devrimci düşüncelerin var olabilmesi için devrimci  bir sınıfın var olması şarttır.”(Marx,Engels,Lenin,Sanat Ve Edebiyat Üzerine,Sayfa:55)

“Kendinden önce egemen olan sınıfın yerine geçen her yeni sınıf, sırf kendi amacına ulaşmak için kendi düşüncelerine evrensellik biçimi vermek ve bunları akılsal, evrensel olarak geçerli biricik düşünceler olarak göstermek zorundadır.” (Marx,Engels,Lenin,Sanat Ve Edebiyat Üzerine,Sayfa:56)

Sosyalist Hareketin İçinde Bulunduğu Durumun Sanata Yansıması: Lukacs’a Karşı Brecht

Sosyalist hareketin içinde bulunduğu bunalım yıllarının haliyle sanat alanında da yansımaları olacaktır. Toplumsal olarak devrimci bir durum altında bulunuyorsak mutlaka bu sanat alanına da yansır. Örnek olarak Ekim devriminin ilk yıllarında Sovyetlerin sinemadaki ilerleyişi ve bir nebze de olsa Gezi ayaklanmasında gördüğümüz sanatsal kıvılcımlar devrimci bir andaki sanatın canlılığına örnektir.

Eğer biz devrimin güncelliğini kabul ediyorsak ve komünist bir toplum kurma yolunda ilerliyorsak mutlaka sanattaki felsefi akımların etkisine bir göz atmalıyız. Felsefi anlamda diyalektiği, hümanizmi, yabancılaşmayı ve evrensel bir insanın özünü benimsemişsek, yani kendimizi tarih yapıcı olarak görüyorsak, bunun sanattaki karşılığı gerçekçilik olmalı ve yeni bir insanın nasıl olması yönünde eserler yaratılmalıdır. Bu tarz aslında Lukacs’ın tarzdır yani büyük anlatının izinden giden devrimci bir anlayıştır.

Komünistlerin içinde bulunduğu çağda devrimin güncelliği devam etmesine rağmen neden sanatta ayağa kalkmayı başaramadığı tartışmalı bir sorudur Ostrovski gibi bir yazar neden 21.yy’da yoktur? Neden Ostrovski’yi ilerletecek bir edebiyatçı çıkmamıştır da Orhan Pamuk gibi biri edebiyatta söz sahibi olmuştur? Mekanik düşünen insanlar bunlara yapısal sorunlar deyip işin işinden sıyrılacaktır halbuki hiç de öyle değildir. Sığ düşünen insanlar, devrimin güncelliğini görmez. Sığ düşünen insanlar günlük toplumsal bunalımlardan ileriye doğru bir çıkarım yapamazlar. Herhangi bir gazeteyi elinize alıp 3. Sayfadaki haberlere baktığınızda orada devrimin güncelliğini görmüyorsanız kendinize komünist demeyin.

Brecht: Kendiliğindenci Hareketin Sanata Yansımış Hali

Sosyalizmin günümüzdeki sorunlarının aslında tarihsel bir arka planı olduğu kuşku götürmez bir gerçek. Bu sorunları yaratanlardan bir tanesi de Brecht’in sanat anlayışıdır. Aşağıda da görecemiz gibi Brecht’in sanat anlayışı, kitleleri değiştirmekten çok kitlelerin peşine takılmanın anlayışıdır.

“Teknikleri bozmakla değil geliştirmekle uğraşır. İnsanın yeniden insan olması yığınlardan bir adım önde gitmekle değil, yığınlara daha derin gömülmekle olur.”(Bertolt Brecht, György Lukacs’karşı)

“Bir öncü, yolu çıkmaza da götürebilir, güvenilir bir yere de. Öylesine önden gidebilir ki, gözden kaybolduğu için ya da benzeri bir nedenle, asıl gövde onu izleyemez.” (Bertolt Brecht, György Lukacs’karşı)

Brecht’in bu anlayışı öncü partinin de, özne olma durumunun da reddidir. Brecht aslında komünist bir sanat anlayışının yerleşeceğini düşünmemektedir onun tek derdi mevcut durumun yansıtılması ve korunmasıdır. Aslında Brecht her ne kadar dünyayı yapan tarihi değiştiren bir halk var dese de gerçekte öyle midir? Halk ne zaman tarihte öncü olmuştur? Halkın ilerici kesimi dediği şey aslında kimdir? Bu sorulara cevap vermek için Brecht’in halkçılık tanımına bakmak gerekiyor.

“Halkçı şu anlama gelir: geniş yığınlarca anlaşılabilir olmak, onların anlatım biçimlerini benimseyip zenginleştirmek/ onların görüş açısını kabul edip bunu pekiştirmek ve düzeltmek/ halkın en ilerici kesimini yansıtarak onun önderliği elde etmesine yardım etmek ve böylelikle öteki kesimlerine de bunu anlatmak/ geleneklerle bağ kurup geliştirmek.” (Bertolt Brecht, György Lukacs’karşı)

Brecht aslında, geniş yığınlar mevcut koşullarda ne kadar anlıyorsa, bu kesimlere anladıklarından fazlasıyla gidilmemesi gerektiğinin teorisini yapmaktadır. Onların görüş açılarının benimsenmesi, pekiştirilmesi, geleneklere bağ kurulması ve düzenlenmesi aslında bu kesimin yeniden üretimdir. Bu kesimin gelenekleriyle bağ kurmak, görüş açılarını kabul etmek aslında küçük burjuvaziyi halkın en ilerici kesimi olarak görüyorum demenin başka bir şeklidir. Bu yüzden Brecht’in yazısındaki bir sürü kafa karışıklığı ve mevcut durumdan duyduğu endişenin nedeni şu anda açığa çıkmış durumda! Brecht’in  komünist bir sanat anlayışının oluşmaması için gösterdiği çabalar ve ‘sanatsal manevralar’ gerçekten insanı hayran bırakıyor:

“Kapitalizmin ilk ağaçlarının dikildiği erken dönemlerde bireyler bireylere ve grup halinde bireylere karşı savaşıyorlardı. Bireyselliklerini belirleyen de bundan başka bir şey değildi. Bizlere şimdi aynı biçimde yapılmış ama doğal olarak bunlardan farklı olacak bireyler yaratmaya, yeniden bireyler yaratmaya devam etmemiz salık veriliyor. Öyleyse?... aileler, içinde bireylerin ‘yetiştiği’ organizmalardır. Özel mülkiyetin kalmasıyla, genellikle kabul edildiği üzere aile bireyleri biçimlendiremez olacağı için böyle hücreler mi yoksa Sovyetler ve fabrikalar mı kurmalıyız? 

Günümüzde bireyleri biçimlendiren ve şüphesiz çok yeni olan bu kurumlar aileye karşılaştırıldığında, tam anlamıyla ‘monte’ edilerek oluşmuşlardır.” (Bertolt Brecht, György Lukacs’karşı)
Brecht böyle diyerek sırf komünist bir sanat anlayışının inşa edilmesine karşı duyduğu çekinceleri dile getirmemektedir aynı zamanda mülk sahiplerinin düşünsel  ‘özgürlüğünü’ de savunmaktadır. Brecht böyle tarihi bir hatayı, bilinçli bir şekilde mi yoksa bilinçsiz bir şekilde mi yaptığı tartışma konusudur. Ancak, proletarya iktidarı ele geçirdiğinde bile burjuvaziden görece güçsüz olduğu bir gerçek değil midir? Burjuvaziyi ideolojik olarak zayıflatmak için onun ideolojik ve sanatsal damarlarını kesmek, Lenin’in uyguladığı bir tarz değil midir?(burjuvazinin basın ve diğer kurumlarını kapatması gibi). Haliyle aşağıda vereceğimiz alıntı ile Brecht hangi sınıfın hakkını savunmaktadır?

“Ama ben, özgürlük edimlerinin de her zaman ciddiye alınması gerektiğine inanıyorum. Bugün hala birçok insan, özgürlükçü edimlerin sırf özgürlükçü oldukları için baskıya uğramasından kaygı duyarak bunlara toptan saldırılmasını hoş karşılamıyorlar, çünkü böyle saldırılarda, mülk sahiplerini anlatmaya yarayan anlatım biçimlerini, mülk sahipleri kendileri ortadan kalktıktan sonra bile korumak niyetini seziyorlar.” (Bertolt Brecht, György Lukacs’karşı)


Özgürlükçü edim nedir? Kime özgürlük hangi kesime özgürlük? Brecht açık açık demese de niyetini belli etmektedir. Sonuç olarak 21.yy’ın komünist hareketi devrimin güncelliğinden hareket edip her anlamda(ekonomik, politik , sanatsal) bir atılım mı yapacak yoksa mevcut yapı içinde kalıp kapitalist sisteme daha mı bağlanacak? Bundan sonra bizim için iki seçenek var: “Ya Kautsky ya Lenin” “Ya Menşevizm ya Bolşevizm” “Ya Lucaks ya Brecht”. İşte asıl sorunumuz bu! Ne kadar kapitalist sistemle bir derdimiz var? Ne kadar Komünistiz?