1 Mayıs 2024 Çarşamba

Emperyalizmi Böl, Parçala, Yönet

 

Kapitalizm emperyalizm aşamasına vardığı andan beri üretim toplam anlamda toplumsallaşmanın sınırına ulaşmıştır. Bu raddeden sonra sınırsız sömürüyle tam toplumsallaşma arasındaki çelişki oldukça derinleşmiştir. Haliyle bu çelişki yeni toplumsal düzene doğru gidilen yolu açmıştır. Sosyal varoluşun mevcut karakteri mali oligarşi ve tekelci büyük burjuvazi tarafından göreve getirilen devlet adamlarında, aydınlarda, bilim adamlarında, büyük, orta, küçük burjuvaziye mensup belli bireylerde bir bilinç ikiliğine yol açmaktadır.

 

Bunlar bir yandan kapitalizm tarafından yoksulluğa itilmiş kitlelerin durumu eleştirirken bu sefaletin nasıl çözülmesi gerektiği konusunda derin bir sessizliğe gömülmektedirler. Tekelci burjuvazinin mali kaynaklarının kısıtlanmasına, sefalet içindeki kitlelerin çıkarına kamulaştırmalar yapılmasına, bankalardaki Hedge fonlarının yasaklanmasına, bankaların sadece mevduat hesabı ve kredi için kullanılmasına karşıdırlar. Böyle olunca azgın sömürü sistemi son sürat devam etmekte ve kitleler bu sömürü çarkı altında kırılmaya devam etmektedir.

 

Sokağa çıkarken bile yasa ve düzenden yana olduklarını beyan eden bu iki bilinçli canlı organizmalar tarihte Kennedy kardeşler, Fulbright, Church'te kendilerini göstermişlerdir. Günümüzde bu iki bilinçli canlı organizmanın temsilcileri Özgür Özeller, Metin Külünkler, Turan Çözmezler en sağda ise Ümit Özdağlardır. En sağdan en sola kadar geniş bir skala içinde bulunan bu iki bilinçli canlı organizmalar ne kadar yalpalarsa yalpalasın sonunda kendilerini mali oligarşinin şefkatli kollarında atmakta herhangi bir sorun görmemektedir. Mali oligarşiye tepkileri önlemez olmayan bu güruhun tepkileri her zaman geriye sarılma olgusuyla karşı karşıyadır.

Tayfun Kahraman örneğinde gördüğümüz gibi bu iki bilinçli organizmalar gaza gelip sokağa çıkabilirler işin işinden çıkamayacaklarını düşündüklerinde o günlerin başbakanıyla bir olup kitle hareketini hizaya getirmeye çalışabilirler. Aralarındaki sınıfsal katmanlarındaki çelişkiden dolayı hapse düşebilirler. Eşleri yasa ve düzenden yana olduğunu açıkça beyan edip Cumhurbaşkanından af dileyebilirler. Aynı gemiden olduklarına dair kapalı kapılar ardında teminat mektupları da yollayabilirler. Bu yüzden bu katmanların ipiyle kuyuya inmemek oldukça önemlidir.

 

Anında size, terörist, çapulcu, vatan haini, provokatör yaftalarıyla saldıracak bir demokrasi ve sokak vizyonları vardır. Batı emperyalist sistemi tarafından yutulmuş bu sahte solcularla mali oligarşi arasında derin ekonomik, politik, kültürel bağlar vardır. Politik lokomotifleri CHP olurken kültürel olarak lümpen değerlerden beslenen bu alçak parazit yapı ekonomik olaraksa uyuşturucu, kumar, fuhuş çarkları içinde "eğlence kültürünün" "fedaileri" olarak görev yapmaktadırlar. Lafta emperyalizmi, kapitalizmi, yoz kültürü eleştirseler de ekonomik olarak aynı kampın hizmetindedirler. Yıkılmakta olan sistemleri yüzünden kafaları bir gidip bir gelse de son kertede emperyalizm safında saf tutmayı seçmektedirler.

 

Burjuva sosyolojisindeki tabakalaşma kavramından esinlenmiş siyasal anlamda kimlik siyasetinin esiri olan bu "sol" güruhun sembolik olarak Taksim'e "çıkmasının" hiçbir önemi yoktur. Sokakta Taksim'de olup bilinçlerindeki teybi geri sarıp siyasal olarak emperyalizm aşamasındaki kapitalizme gerekli darbeleri vurmadıktan sonra kaderleri hep hüsran olmaya devam edecektir.

Alman konsolosluk görevlilerine dosya servis etmeye, F-16 modernizasyonu yapmaya kaldıkları yerden devam etmelerinin bizim açımızdan hiçbir değeri ve önemi yoktur. Üretimin toplumsallaşmasının ve özel mülkiyetin sayılı kişilerin elinde toplanmasının içsel hezeyanını yaşayan bir güruha bizler politik düzeyde yardım edemeyiz.

 

ABD ordusunda görevli eski bir general Lewis W. Wlat sosyalist kampı bölmek için bazı sosyalist örgütlerin ve ülkelerin desteklenmesi gerektiğini savunmuştu. Bu ülkeler arasında Yugoslavya başı çekiyordu. Varşova Paktındayken IMF üyesi olan Romanya ve Yugoslavya'nın başına neler geldiğini biliyoruz.

Benzer şeyler Atlantik sistemine göbekten bağlı olan bütün sol, sosyalist, komünist yapılarında başına gelecektir. Türkiye'de şu an bir tane bile Atlantik sisteminden yana olmayan komünist, sosyalist, sol grup yoktur. Bunlar yaşadıkları iki bilinç bunalımının çok acısını çekeceklerdir.

Bundan dolayı 365 gün hiçbir şey yapmayanların yılın bir günü CHP arkasında Taksim'e çıkmalarının hiçbir önemi yoktur. Sol, politik olarak NATO'yu durdurabilecek bir "barış hareketi" organize edebilseydi o zaman emperyalist ekonomik yapılara, militarist büyük silah devlerine zarar verebilirdi. Böylece ölmekte olan emperyalist sisteme küçükte olsa bir taş atmış olacaktı.

Ancak sol ayağı kırılan atı(emperyalizm) öldürmek yerine umutsuz bir şekilde onu ayağa kaldırmaya çalışıyor. Haliyle acı içinde tepinen atın arka ayaklarından fırlayan tekmelerle yerle bir oluyor. Yanlış teşhisinde ısrar eden solun sonu atın tekmeleriyle aldığı öldürücü darbelerden ötürü atın kaderiyle aynı olacaktır. Eninde sonunda yan yana, koyun koyuna ölecekler ve tarihin tozlu raflarına kaldırılacaklarıdır. Bu 1 Mayıs'ta ayağı kırılan atı tedavi etmeye çalışan bir grup kafadan kontağın çaresizce tepişmesine şahit olacağız.

 

Emperyalizmi Böl, Parçala, Yönet(Divide et impera)

 

Elbette dünyanın lokal bir bölgesindeki akıl tutulması ve siyasal iradenin yokluğu üzerinden karalar bağlamanın anlamı yoktur. Geri bölgeler zaman içinde ileri bölgeleri takip edecektir. Dünyadaki ilerici güçler ve emekçi sınıflar tek bir yumrukla atmacayı(emperyalizmi) alt edemiyorsa atmacayı adım adım yok etmenin yollarını aramalıdır.

 

Emperyalizmle savaş kandırmacalı bir iştir. Atmacayı kandırmak bu işin alameti farikasıdır. Ona saldıracakken saldırmayacakmış gibi göstermek, yaklaşıyorken uzaklaşıyormuş gibi yapmak ve uzaklaşırken yaklaşıyormuş gibi görünmek gerekmektedir.

 

Atmacayı yemle kandırmak, güçlü olduğu anda ondan uzak durmak, politik, ekonomik, askeri durgunluk döneminde onu rahatsız etmek, Atmacanın içi birliğini dağıtmak, ona hazırlanma fırsatı vermeden beklemediği bir anda ortaya çıkıp öldürücü darbeler vurmak gerekir.

 

Arap Baharı adındaki silahlı turuncu karşı devrim dönemlerinde dünyadaki saldırganlığın lokomotifi olan Atmaca artık eski gücünde değildir. Nefes nefese koşan bir koşucu gibi dış etkenlerin ve yorgunluğun etkisi altında olan Atmaca artık maddi- manevi bir boşluk ve güç tükenmesi yaşamaktadır.

 

Rusya’nın Ukrayna’ya beklenmedik taarruzuyla Atmaca için ölüm çanları çalmaya başlamıştı. Öyle ki Rusya’nın Özel Askeri Harekatı başlattığı gün Atmacanın müttefiki Alman istihbaratının(BND) başı Bruno Kahl, Kiev’de mahsur kalmıştı. Çok kutuplu dünyaya giderken hazırlıksız yakalanan Atmaca için bundan sonra hiçbir şey iyiye gitmeyecektir. Atmaca domino etkisiyle darbe üstüne darbe almanın arifesindedir.

 

Atmacaya darbeler peşi sıra atmadan önce Atmacanın tarihsel korkularına ve zaaflarına bakmamız gerekmektedir. Bu yüzden çok kısa bir şekilde Amerikan İç Savaşına göz atmamız gerekmektedir. Kuzey’le Güney arasında savaşın çok çeşitli nedenleri olsa da en önemli nedenlerinden biri gümrük tarifeleri üzerindeki anlaşmazlıktır. Hatta bu yüzden bu savaşı bir gümrük savaşı olarak okuyanlarda mevcuttur. Serbest ticareti savunan Kuzey’le koruyucu sistemi savunan Güney arasındaki savaş Atmacanın kaderini belirlemiş ve Atmacayı bugünlere taşımıştır. İngiltere için bölgedeki kaybettiği gücü yeniden tesis etmek için oldukça önemli olan bu savaşta İngiltere, ABD’nin bölünmesini selamlamış ve Güney’i tanımıştır. Atmacanın uykularını kaçıran bu gelişme 1861 yılının Kasım ayında neredeyse ABD ve İngiltere savaşına yol açacaktı. USS San Jacinto adlı bir ABD savaş gemisi Trent adlı Britanya posta gemisini durdurarak içindeki James Mason ve John Slidell adlı Güney diplomatları tutuklamıştır. Britanya’da derin bir ses getiren bu olay daha sonra diplomatların serbest bırakılmasıyla yatışmıştır. The Times gazetesi bu konu üzerine o tarihlerde şöyle yazmıştır: “ Konfedere devletleri savaşa girmiş bir devlet olarak kabul ettik. Dolayıyla biz, savaşa girmiş iki ülke arasında tarafsız bir güce düşen tüm görev ve sorumlulukları üstlenmiş durumdayız.” Şayet ABD bu savaşta Güney’i yenemeseydi günümüzde kesinlikle emperyalist bir güç olamazdı. Atmacanın zayıf karnı olan iki ülke sendromu durumu atmacanın aleyhine olan bölgelerde ne kadar artarsa Atmaca o denli zayıflar ve kaybetmeye yaklaşır.

 

Sovyetler, Atmacanın bu zaafını bilip Atmaca’yı tek hamlede yutamadığı bölgelerde iki devleti çözüm modelini kullanmıştır. Kuzey Kore- Güney Kore, Güney Yemen-Kuzey Yemen, Kuzey Vietnam- Güney Vietnam.

 

Atmaca istediği kadar Süveyş kanalı kontrol etsin lakin Güney Yemen sayende boğazına ince ama ölümcül bir kılçık takılmıştı. Atmaca Güney Yemen devleti olduğu zamanlarda bölgede asla rahat olmadı. Keza Atmacanın Kuzey Kore düşmanlığı ve kabusu da benzer nedenlerden kaynaklanmaktadır.

 

Atmaca şayet savaş açma kudretine sahip olsaydı ilk önce bölgede kendisi için tehdit unsuru olan ülkelere bir askeri operasyon yapacaktı. Lakin atmacanın bu kudreti olmadığı için  “tanrıya” düşmanlarının onun zayıf noktasını görmemesi için yalvarmaktadır. Bu da Atmaca için dünyada birden fazla Kuzey Kore çıkmasıdır.

 

Atmacanın Kuzey Kore Sendromu

 

Atmaca için en hayati bölgeler şu an Güney Çin denizi bölgesi, kendi cephe gerisi Amerika kıtası ve Süveyş kanalı bölgesidir. Atmacaya burada vurulacak darbeler onun ölümüne neden olacaktır.

Bu yüzden Atmacanın korkusunu gerçeğe dönüştürmenin tam zamanıdır.  Kızıldeniz’deki Yemen mutlaka bölünmeli ve Husilerin kontrol ettikleri bölgelerde kurulacak yeni devlet BRICS devletleri tarafından tanınmalıdır. Keza Çin’in Güney Çin Denizi bölgesinde yapay ada yapması ABD’yi ve onun müttefiki Filipinleri oldukça kaygılandırmaktadır. Filipinlerin önemli bir bölümünü kontrolü altında tutan Maocu Yeni Halk Ordusu yüzünü batıdan ziyade Çin’e dönmelidir. Yeni Halk Ordusu yürüttüğü halk savaşında bütün Filipinleri kurtaramıyorsa Vietnam modelini örnek almalı ve ilk önce iki devlet modelini kabul etmelidir. Yeni Halk Ordusu acilen bağımsız devleti ilan etmeli ve BRICS ülkeleriyle askeri, ekonomik, kültürel, siyasi ilişkiler kurmalıdır. Çok Kutupluluk elini taşın altına koymayı gerektirir. Yeni Halk Ordusu bu süreçte insiyatif almalı BRICS’le diplomatik ilişkiler kurmanın yolunu aramalıdır. Yeni Halk Ordusunun ilan edeceği yeni devletin Çin tarafından tanınması ABD’nin bölgedeki kuşatılmasına katkı sağlayacak ve Tayvan’ın Çin’le birleşme süreci hızlanacaktır. Böylece 21.yy’da kurulmuş ilk sosyalist devlet olma şansı Yeni Halk Ordusunun elindedir.

 

Bunla beraber Kolombiya’da faaliyet gösteren ELN bu süreçte politik olarak yanlış davranmakta ve ABD’yle barışmanın yollarını aramaktadır. ELN şayet ABD ve müttefiklerinin saldırı gücü olsa onu bir kaşık suda boğmak için askeri operasyona girişeceğini unutmaktadır. Barış süreci ABD ve müttefiklerinin gücünden değil zayıflığından ileri gelmektedir. ELN bu tuzağa düşmemeli ve Kolombiya’yı bölmelidir. ELN’nin kuracağı Yeni Kolombiya devleti derhal BRICS ülkeleriyle diplomatik ilişkiler kurmanın yolunu aramalı ve özellikle Rusya’yla askeri, ekonomik, politik ittifakların yolunu aramalıdır. ELN bölgesinde Rusya’nın kuracağı askeri üstte nükleer başlık taşıyan füzelerin yerleştirilmesi ABD için teslim bayrağı çekmekten farksızdır. ELN ve Yeni Halk Ordusunun kuracakları sosyalist devlet sadece emperyalizmin gerilemesine neden olmayacak çok kutuplu dünya sisteminin sola çubuk bükmesine de neden olacaktır. ABD’nin Ukrayna üzerinden gerçekleştirmeye çalıştığı askeri saldırı planları Rusya’nın ani Özel Askeri Operasyonuyla yerle bir olurken ABD’nin dünyadaki saldırı potansiyeli hala mevcuttur. Güç toplamak için mola veren Atmacayı mola alanında vurmak gerekir. Bundan dolayı Atmacaya yakın zamanda Özel Bölgesel Askeri Operasyon yapmak şarttır. Atmaca bu operasyona askeri karşılık vermeye çalışırsa nükleer silahlarla durdurulacak ve çok ağır bir bedel ödense de dünya sonunda emperyalist kapitalist sistemden kurtulup sosyalizm yüzyılına adım atmış olacaktır. Atmacanın kafasını koparmak için bir, iki, üç daha fazla Kuzey Kore!

20 Nisan 2024 Cumartesi

Küresel Barış İçin Tek Seçenek: Rusya’nın Nükleer Taarruz Başlatması

 Durmuyorlar… Tarih sahnesine çıktıkları günden beri kan içmeye devam ediyorlar. Sıradan bir insanın ahlaki, etik, kültürel düşünme kodlarıyla anlayamayacağı bir saldırganlık içindeler. Bütün teknik, teknolojik psikolojik, askeri savaş yöntemleriyle ezilen sınıfların gırtlaklarına çöküyorlar.

 

Sömürücü sınıflar ortaya çıktıklarından beri istila ve yağma savaşlarıyla insanların yakasını bırakmamaktadır. Son 1500 yıl içinde 14.000’in üzerinde savaş çıkmıştır ve çıkmaya devam ediyor. Bu savaşlarda bugünkü dünya nüfusunun neredeyse yarısı kadar insan hayatını kaybetmiştir.3,5- 4 milyar insan bu yağma düzeninin kurbanı olmuştur.

 

Geçmiş sömürücü sınıfların yağma ve katletme özelliğini geliştirerek sahiplenen emperyalizm, uluslararası ilişkilerde ve kendi iç dinamiğinde “zayıf güçlüye hizmet eder” ilkesini uygulamaktadır. Bu düşünme mantığı içinde “barış içinde bir arada yaşama” diye bir şey yoktur. Güçlü olan zayıf olanı her zaman yutmaktadır. Bu azgın canavar ancak karşısında maddi bir güç bulursa kumru rolüne girebilir.


Emperyalizmin Kumruluk Dönemi

 

İkinci Dünya Savaşından sonra milyonlarca insanın ölümüne yol açan ve insanlığı katlanamayacak acılara boğan yağma savaşı dünya halkları arasında öyle bir nefret uyandırmıştı ki, o günlerde hiç kimse açık bir savaş çağrısı yapmayı aklına getiremiyordu. Emperyalist kampın atmacaları bu süreçte kendilerinin güvercin kadar barışçıl bir canlı olduklarının propagandasını yapıyorlardı.

 

Lakin uluslararası sorunların anlaşılması ve çözümlenmesi için toplumsal fenomenlerin köklerine bakmak gerekir. Sorunun kaynağını üretim ilişkilerinde aramak ve bunların belli sınıfların çıkarlarına bağlamak gerekmektedir. Atmaca(emperyalizm) bu süreçte gücü hakkın temeli olarak kavradı:

 

“Zira modern çağda Machiavelli, Hobbes, Spinoza, Bodinus vb. gibi düşünürlerden beri -öncekilerini saymıyoruz bile- güç, hakkın temeli olarak ortaya kondu. Böylelikle siyasetin teorik görüşü ahlaktan kurtarıldı ve sadece siyasetin bağımsız bir ele alınışının postulatı elde edilmiş oldu. Daha sonraları, 18. Yüzyılda Fransa'da ve 19. yüzyılda İngiltere'de, hak tümüyle -ki Aziz Max bundan hiç söz etmez- medeni hukuka, medeni hukuk da tamamen belirli bir güce, özel mülkiyet sahiplerinin gücüne indirgendi; ne var ki bu kesinlikle salt bir söylem olarak kalmadı.”(Marx-Engels, Alman İdeolojisi, Sayfa:275)



Atmaca böylelikle teorik bakımdan politikayı ahlaksal olarak özgürlüğüne kavuşturduğuna inanmaktadır. Kendi yağma düzeninin çıkarına olan her şey Atmaca için tamamen meşrudur. Atmaca, kendi varlığını devam ettirebilmek için bütün araçları ve enstrümanları kullanmakta herhangi bir beis görmemektedir. Atmaca için bu araçları kullanmamak ahlaksızlık, ihanet ve akıl dışıdır. Atmaca için sömürü toplumunun kendini parçalayan çelişkilerinin üstesinden gelebilmek için tek çarenin savaş ve zorbalık olduğunu düşünmektedir.

 

Atmacaya SSCB Müdahalesi



Soğuk savaş döneminde SSCB, Atmacanın savaş çığırtkanlıklarını yaptığı ve bütün dünyanın efendisi olmak istediği bir zamanda “barış” diyerek Atmacayı gerçek anlamda güvercine çevirmek istemekteydi. ABD’li ideolog John R. Swanson “Süpergüçler ve Çok Kutupluluk Pax Americana’dan Pax Sovietica’ya mı?” adlı eserinde SSCB’nin uluslararası alanda oynadığı rolden derin bir endişe duyduğunu itiraf etmiştir. ABD’nin kendi kaynaklarını çok yoğun kullanması nedeniyle ABD ekonomisinin gerileyip yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğu yönünde kendi kampına uyarılarda bulunmuştur. Atmaca, kapitalist ekonominin genel yasalarından olan "kar oranlarının düşme eğilimi yasasını"(1) görmezden gelip ona kafa atmaya hazırlanmaktadır. Umutsuz Atmaca bu uyarının ciddiyetini görüp derhal savaş tamtamlarını çalmış ve 2. Dünya savaşını izleyen 25 senede Atmaca 30’dan fazla savaşa sebep olmuştur. Silah tekelleri için savaş tatlı bir kazanç kapısı olsa da Atmaca için işler bütünsel anlamda iyiye gitmemektedir.  Bulutun yağmur doğurması gibi Atmaca’da savaş doğurmakta ve barış dönemlerini birer soluk alma anı olarak görmektedir.

 

Yaşamı için savaş çıkarmak zorunda olan Atmaca için 1. Dünya Savaşında ölen 10 milyon insan, 2 Dünya Savaşında ölen 54 milyon insan ve milyonlarca kişinin sakat kalması önemli değildir. Atmaca yaşamak için milyarlarca insanı bile gözden çıkarmıştır.

 

Kar oranlarının düşme eğilimi yasasından gücünü almış olan Sovyet “Barış İçinde Bir Arada Yaşama Politikası” Atmacanın savaş çıkarma potansiyelini engelleyerek onu barışçıl bir şekilde tarih sahnesinden silme stratejisi maalesef SSCB’nin yıkılmasıyla hüsranla sonuçlanmıştır. Bundan sonra Atmaca panterleşmiş gerçeklikten kopuk bir şekilde herkese yumruk sallamaya başlamıştır.

 

Atmaca Kendini Dünyanın Efendisi Sanıyor

 

Atmaca gerçeklikten kopuk bir şekilde bütün dünyayı sopayla terbiye etmeye kalkmış ve uluslararası ilişkilerde verdiği sözleri tutmamaya başlamıştır. Halbuki ideolojik yol göstericileri bu süreçte Atmacayı defalarca uyarmıştır. Yol göstericileri Atmacaya “İki evrensel savaşım biçimi olduğunu birincisinin yasaların uygulanması, ikincisinin de kuvvete başvurmak olduğunu” hatırlatmışlardır. Efendilerinin tabiriyle birincisi insanlara özgü bir yolken ikincisi hayvanlara özgü bir yoldur. Lakin Atmaca ince hastalıktan muzdarip olduğu için önünde tek bir seçenek olduğunu düşünmektedir. O da hayvanlara özgü yolu tercih edip mümkün olduğunca kar elde etmektir.

 

Atmaca bu süreçte sosyalist olmayan Rusya’yı çevreleme politikası gütmüştür. Silahlanma ve savaş çıkarma politikasına son sürat devam eden Atmaca, NATO’nun doğuya doğru genişlemeyeceğine dair verdiği sözünü unutmuş ve Rus sınırına doğru bir taarruza kalkmıştır. Rus sınırına doğru kalktığı taarruz sırasında Atmaca dünyanın çeşitli yerlerinde de savaşlar çıkarmış ve ülkeleri işgal etmiştir. Atmacanın bu politikası dünyadaki halkların korkunç ekonomik yükler altında ezilmesine sebep olmuş ve küresel açlık ve yıkım tehlikesi kendini tarihte hiç olmadığı kadar göstermiştir.



Atmaca için Dananın Kuyruğu Ukrayna’da Koptu

 

Atmacayı güzellik uykusundan Rusya, Ukrayna’da emperyalizme attığı fiskeyle uyandırmıştır. Atmaca, SSCB döneminde bile görmediği yok edilme korkusu yaşar hale gelmiştir. Atmaca’nın savaş tamtamları ve savaş projeleri bu sefer sert bir kayaya çarpmış ve akamete uğramıştır. Bu süreç Rusya’nın yönetici eliti arasında da kırılmalara yol açmış kar oranlarının düşme eğilimi yasasıyla savaşmanın anlamsız olduğu yönünde genel bir eğilim oluşmuştur. Rus parlamentosunda açık açık sosyalizme geçiş tartışmaları yapılmaktadır:


 

"Rusya Federasyonu Komünist Partisi Merkez Komitesi Başkanı, Komünist Parti Devlet Duması grup lideri Gennady Zyuganov: Sayın Başkan,

Ve yeni stil ve fikriniz: çıkmaza mı girdi? Kapitalistler sadece çıkmaza girmezler. Çıldırıyorlar. Tek panzehir var çünkü kapitalizm sadece Nazizm, faşizm ve Bandera hareketlerini yaratıyor. Sosyalizmden başka hiçbir şey onu yenemez.

Bu nedenle bir sonraki konuşmanızda sosyalist hedefler belirlemenizi bekliyorum. Birleşik Rusya'nın bile destekleyeceğini düşünüyorum. Vyacheslav Volodin gülümsüyor, bu fikri beğendiğini görebiliyorum. Devlet Duması'ndaki ana konulardaki önemli oturumlara başkanlık eder. Son zamanlardakilerden biri, eğitim üzerine parlak bir oturumdu. Eğitim yasamızı herkes için uygulamaya hazırız...Toplumun konsolidasyonu ve desteği bugün ana konudur. Bandera'nın ve Amerikan küreselizminin destekçileri olan Nazizm'e karşı ortak bir mücadelede ulusal güvenliği ve birliği güçlendirme konusundaki adresinizi ve politikanızı destekleyeceğiz. Bu bir prensip meselesidir ve bizim tarihsel hayatta kalmamızdır.

Teşekkürler.

Vladimir Putin: Çok teşekkür ederim.

Rusya Federasyonu Komünist Partisi üyelerinin tam olarak bu pozisyona bağlı olduklarından şüphem yok. Sosyalist düşünceye gelince, bunda kötü bir şey yok. Bu fikri özellikle ekonomik alanda ete kemiğe büründürmeliyiz. Bazı ülkeler buna özünü vermiştir ve bu, piyasa düzenleme biçimleri vb. ile bağlantılıdır. Bu fikir oldukça etkili bir şekilde çalışıyor. Buna bakmamız gerekiyor.

Devletin katılımı ile ilgili olarak, ilgili tartışma bu katılımın kapsamı ve biçimleri üzerinde odaklanmaktadır. Devletin ekonomik faaliyetlerini nasıl düzenlemesi gerektiğini görmeliyiz. Bunu tartışmalarımız sırasında kesinlikle ele alacağız. Halkın ve ülkenin çıkarlarının tehlikede olduğunu idrak ederek bu çözümleri bulacağımızı düşünüyorum.

Çok teşekkürler."


Putin tarafından sosyalizmin ete kemiğe büründürülmesi ihtiyacı Duma’da bütün dünyaya duyurulmakta ve Atmaca’nın kırmızı çizgiyi geçme girişimlerine nükleer silahlarla yanıt verileceği açıktan söylenmektedir.(2), (3).

 

Lakin Atmaca’nın nükleer silah kullanmaması onun kumruluğundan ya da güvercinliğinden kaynaklanmamaktadır. Nükleer silahların kullanılması Atmacanın sonunu getirecektir. Nükleer topyekûn saldırı Atmacanın cenaze merasimi olacaktır.

 

Rusya Korkma Atmacayı Yok Et

 Günümüz Rus yönetici eliti, SSCB’nin geçmişte insanlığın topkeyûn yıkımına neden olmamak gibi bir düşünceden hareket etmektedir. Lakin Atmacanın kolunu kanadını kırmadan, kafasını koparmadan ne Rusya güvende olacak ne de dünya emekçi halkı sömürüden ve zulümden kurtulabilecektir. Kemal Okuyan SSCB’nin geçmişte yaptığı hatayı şöyle ifade etmektedir:

 

"Sovyetler Birliği ise, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki birçok kesitte bir nükleer savaşı göze alamayacağını hissettirdi. İnsanlığın topyekûn yıkımına izin vermemek gibi soylu bir gerekçeye dayansa da Sovyet liderliği, emperyalist şantajların işe yaramasına izin vermiş oldu, zayıflığını karşı tarafa fazlasıyla gösterirdi."

(Kemal Okuyan, Sovyetler Birliğinin Çözülüşü Üzerine Antitezler)

 

Buradan Rus yönetici elitine ve başta Vladimir Putin’e sesleniyoruz. KORKMA ARKANDAYIZ. Bütün insanlığı kurtarman için Atmaca’nın başını koparman gerekiyor. Dünyanın emekçi halkları fedakarlık konusunda tarihsel deneyim sahibidir. 1500 yılda 4 milyar evladını kaybetmiştir. İleride evlatlarını kaybetmemek için kendisi baldıran zehri içmeye razıdır. Atmaca’nın asla başlatamayacağı bir nükleer saldırıyı dünya halkları adına bir gece baskınıyla düzenlemen gerek. Rusya’nın ve dünya emekçi halklarının kurtuluşu, Rusya’nın alacağı tarihsel karara bağlıdır. Atmacayı ve onda bütünleşmiş emperyalist-kapitalist sistemin sonu ancak topyekûn nükleer taarruzla başarılabilir. Geçmiş dönemlerdeki barışçıl geçiş şansı maalesef artık mevcut değildir. Kruşçev’in Atmacaya dediği: “Мы вас похороним!”(Sizi Gömeceğiz) şiarı şu an maddi zeminini bulmuş durumda. Rusya’nın günümüzde, geçmişte SSCB’nin yaptığı hataları bütün dünya emekçi sınıfları adına tekrarlamayacağına eminiz. Zaferden en ufak bir şüphe duymuyoruz!

мы победим!


Notlar:

 

(1)"Marx Kapital'in üçüncü cildinde "kar oranlarının düşme eğilimi yasasını"nı öne sürmüştür. Marx'a göre kapitalist teknolojik ilerleme mekanizasyona(emeğin sabit sermayeyle ikame edilmesi) yönelik güçlü bir eğilim gösteriyordu. Kapitalist üretim daha da yoğun hale geldikçe, "sermayenin organik bileşimi" artma eğiliminde olacak, bu da kar oranlarını aşağıya çekecekti(Marx 1967 [1894]. 211-216)... Küresel kapitalizm geçmişte, artan maliyetleri birbirini izleyen coğrafi genişleme dalgarıyla baskı altında tutabiliyordu. Önde gelen bir Markist coğrafyacı David Harvey, kapitalizmin bu tarihsel stratejisine "mekansal çözüm" diyor (Harvey 2001). Ancak yirmi birinci yüzyılda küresel kapitalizm "mekansal çözüm"ü sürdürmek için kullanabileceği coğrafi alanları tüketmiş olabilir...Dünya iktisadi büyüme oranı yüzde 2'nin altına düştüğünde, küresel kapitalizmin sürekli iktisadi ve siyasi istikrarsızlıklarla boğuşması olasıdır. Bu tanımlama şekil 6.20'de gösterilen projeksiyonlar küresel kapitalizmin 2030 civarı sonrasında yeni bir büyük krize gireceğini gösteriyor...Önde gelen bazı neoklasik iktisatçılar(Robert Gordon gibi), teknolojik gelişmenin sonsuza dek sürmeyeceğini fark etmeye başlamış durumda. "Toplam faktör üretkenliğinde" son dönemde görülen ivme kaybı tersine döndürülmezse, iktisadi büyüme duracak. İktisadi büyüme durursa kar oranları nihai olarak sıfıra yaklaşacak ve kapitalizm sürdürülebilir bir iktisadi ve toplumsal sistem olarak var olmayacak... 2050 yılına gelindiğinde dünyanın büyük kısmı mevcut küresel kapitalist sistemden tamamen farklı olarak bir veya birkaç farklı iktisadi ve toplumsal sistem altında yaşıyor olacak. Gelecek nesiller, küresel çevreyi temizlemek ve uzun dönemli sürdürülebilirlik sağlayacak yeni sosyoekonomik yollar bulmak konusunda acil bir dünya-tarihsel görevle karşı karşıya kalacak."

(Minqi Li, Çin ve 21. Yüzyıl Krizi)

  

(2)" Rusya'dan Batı'ya uyarı: Nükleer yanıt veririz

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitriy Medvedev, Rusya'daki füze fırlatma rampalarına Batı'nın füzeleriyle saldırı düzenlenmesi halinde Moskova'nın buna nükleer yanıt vereceğini vurguladı.

Telegram hesabından açıklama yapan Medvedev, Batı'nın Ukrayna'ya Rusya'daki fırlatma rampalarını imha etme tavsiyesinde bulunmasına tepki gösterdi.

Rusya topraklarındaki füze fırlatma rampalarına Batı yapımı füzelerle düzenlenecek saldırının kabul edilemez olacağının altını çizen Medvedev, "Bu ne anlama gelir? Sadece tek bir anlamı var, Nükleer Caydırıcılık Alanındaki Rusya Devlet Politikası Esasları'nın 19. maddesiyle karşı karşıya kalma riskini alırlar" diyerek bu türden olası bir saldırının nükleer silah kullanmak için dayanak teşkil edeceği uyarısında bulundu.

 

Bu maddede konvansiyonel silah kullanılarak Rusya'nın varlığını tehdit edecek bir saldırganlık halinde Moskova'nın nükleer silah kullanabileceğinin belirtildiğini anımsatan Medvedev, "Bu bir meşru müdafaa hakkı değil, bize saldıran bir devlete karşı nükleer silah kullanmamızın doğrudan ve açık bir dayanağıdır" ifadelerini kullandı.

Rusya'nın nükleer üçlemesinin savaşa hazırlık durumu en üst seviyede

Savunma Bakanlığı yönetiminin 2024 yılındaki ilk toplantısında konuşan Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, bu yılki ana görevlerden birinin nükleer üçlemenin savaşa hazırlık durumunu en üst seviyede tutulması olduğunu vurgulamıştı.

"Askeri tehditlerin ve askeri-siyasi risklerin doğasını dikkate alarak, Başkomutan (Putin) bize bir dizi öncelikli ve sistemsel görev verdi. En önemlilerinden biri, nükleer üçlemenin savaşa hazırlık durumunu en üst seviyede tutmaktır" diye devam eden Şoygu, bu hususun dünyadaki stratejik dengeyi sağladığının altını çizmişti.

'Nükleer üçleme', bir ordunun havadan, karadan ve denizden nükleer füze fırlatma imkanlarını ifade ediyor. 'Nükleer üçleme' kapsamında stratejik savaş uçakları, kıtalararası balistik füzeler ile füze denizaltıları yer alıyor. Rusya'nın 'nükleer üçlemesi' stratejik füze birliklerini, stratejik savaş uçaklarını ve nükleer denizaltılarını kapsıyor."

 

https://anlatilaninotesi.com.tr/20240111/rusyadan-batiya-uyari-nukleer-yanit-veririz-1079550389.html


(3)"Medvedev: Rusya gerektiğinde nükleer silah kullanmakta hiç tereddüt etmeyecek

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitriy Medvedev gerekli görülmesi halinde Rusya'nın nükleer silah kullanmakta hiç tereddüt etmeyeceği uyarısında bulundu.

Rus sivil toplum kuruluşu 'Znaniye' tarafından düzenlenen etkinlikte konuşan Medvedev, nükleer silah kullanma olasılığına dair açıklamalarda bulundu.

Nükleer silahların Rusya için çok önemli olduğunu kaydeden Medvedev, "Elinizde herhangi bir silah varsa, ki ben eski bir devlet başkanı olarak bunun ne olduğunu biliyorum, onu kullanmakta tereddüt etmeyeceğiniz belirli bir duruma hazırlıklı olmalısınız. Bu faktörlerin hiçbiri, potansiyel rakiplerimiz tarafından hafife alınmamalıdır" dedi.

Dünyanın hasta olduğunu ve muhtemelen yeni bir dünya savaşının eşiğinde bulunduğunu belirten Medvedev, yeni dünya savaşının kaçınılmaz olmadığının ve önlenebileceğinin altını çizdi.

Bu arada Medvedev, dünyada nükleer çatışma yaşanma olasılığının arttığı uyarısında da bulundu.

"Batı'nın Kiev'e silah pompalamaya yönelik eylemleri dünya savaşını yakınlaştırıyor" diyen Medvedev, "Öngörülebilir gelecekte Ukrayna'nın Polonya ve diğer ülkeler tarafından 'sessizce parçalanması', Ukrayna'nın NATO'ya girmesinden veya bir dünya savaşı çıkmasından daha iyidir" ifadelerini kullandı."

 

 

https://anlatilaninotesi.com.tr/20230425/medvedev-rusya-gerektiginde-nukleer-silah-kullanmakta-hic-tereddut-etmeyecek-1070155894.html

 


6 Mart 2023 Pazartesi

DARBE İÇİNDE DARBELER DÖNEMİ

 

Coup d'état kulağa çok şiirsel gelse de Türkçe karşılığı hükümet darbesi ya da darbe olarak ifade edilir. Darbeyi en kaba ve kısa şekilde şöyle: “bir hükümetin ve onun yetkilerinin ele geçirilmesi ve görevden alınması” tanımlayabiliriz. Darbenin kanlı, kansız, yumuşak, sessiz, gizli olması darbenin darbe olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Darbeler, ortaya çıktığı anın üretim biçimine ve onun sahip olduğu üretim ilişkilerinin genel eğilimlerine uygun biçimde oluşur. Bu demek değildir ki darbeleri sadece egemen sınıflar yapar. Üretim biçiminin tel tel dökülmeye başladığı tarihsel anlarda devrimci sınıflarda egemenlere darbe yapabilir. Bu yüzden emekçi sınıflar açısından toptan bir darbe karşıtlığı diye bir şey söz konusu olamaz. Emekçi sınıflar açısından önemli olan, tarihsel bir anda vuku bulan ya da bulacak olan bir darbenin kurmay zekasını kimlerin temsil ettiği ve komuta kademesinin hangi sınıfın ya da sınıfların hizmetinde olduğudur. Tarihsel açıdan yönetim organlarından bilerek uzak tutulan emekçi sınıflar, emperyalizm çağında mali oligarşi ve burjuvazi kadar bu alanlarda ustalığa sahip değildir. Haliyle bu deneyim eksikliği politik arenada belli hatalar ve nesnel gerçekliğinin farkına varılamaması sorunlarını da beraberinde getiriyor. Rekabetçi kapitalizmin hakim olduğu zamanlardan beri proletarya ve emeğiyle var olabilen sınıflar belli politik değişimleri görememektedir. Bu miyopluğun en önemli sebebi ise deneyim eksikliğidir. Bu yazımızda darbe mefhumu üzerinden emekçi sınıfların muzdarip olduğu kronik miyopluğu incelemeye çalışacağız.


Darbeyi illa asker postallarını sokakta görmekle bir tutan zihniyet açısından Louis Bonaparte darbeyi 2 Aralık 1851'de yapmış ve Ulusal Meclisi feshedip başkanlığını kendisi için 10 yıl güvence altına almıştı. Darbeden sonra Napoleon işçi sınıfını hedefleyen açık bir sınıf terörünün egemenliği altında kendisini imparator III. Napoleon olarak ilan etmiş. Böylece Fransa'da Eylül 1870'e kadar sürecek ikinci imparatorluk kurulmuş olacaktı. Halbuki yaygın kanının aksine darbe 2 Aralık 1851’de değil 31 Mayıs 1850 yılında olmuştu. Nasıl ki bir deprem olduğunda onu takip eden artçı sarsıntılar oluyorsa Napoleon’un 1851 darbesi 1850’de yapılmış darbenin artçısıydı. İlk darbe Napoleon’un darbesini tetiklemişti. Marx, 1850 darbesini anlayamayan küçük burjuvaziye zamanında şu şekilde isyan ediyordu:


31 Mayıs 1850 yasası, burjuvazinin " coup d'etat"sı oldu.13 Haziranda "Hele genel oy sistemine bir dokunmaya kalksınlar da görürüz" diye bağıran küçük-burjuva demokratlara gelince, onlar, kendilerine çarpan karşı-devrimci darbenin bir darbe olmadığını, 31 Mayıs yasasının ise bir yasa olmadığını düşünerek kendilerini avutuyorlardı.”(Karl Marx, 18 Brumaire, Syf.73)


1850’li yıllarda Napoleon döneminde yaşanmış olan miyopluğu emekçi sınıflar çok ağır bir bedel ödeyerek atlamışlardı. Günümüze ve yakın tarihe gelecek olursak dünyadaki emekçi sınıfların politik miyopluk sorunundan kurtulamadığını görebiliyoruz. En acı bir şekilde Türkiye’de 27 Mayıs darbesiyle gördüğümüz bu miyopluk zaman içinde katlanarak artmıştır. Darbe vuku bulduktan sonraki yakın dönemde şiddetli olmayan miyopluk aradan geçen onlarca yıl içinde artarak devam etmektedir. Aşağıdaki alıntı miyopluk döneminin hafif olduğu anlara ait bir kesiti tanımlamaktadır.


"27 Mayıs hareketine karakterini veren orta burjuvazi, emperyalizme başından teslim olmuştu. İktidarı işbirlikçi büyük burjuvaziye ve toprak ağalarına bıraktı. Tarih bir kere daha gösterdi ki, emperyalizm ve işbirlikçilerinin iktidarını yıkacak biricik güç, proletarya önderliğinde halkın teşkilatlı gücüdür. Bununla beraber 27 Mayıs'ın getirdiği 1961 Anayasasıyla halkımız sınırlı da olsa, bazı demokratik haklar kazandı ve devrimci fikirlerin hızla yayıldığı elverişli bir ortam doğdu."(TİİKP Davası, Belgeler 1, Sayfa:23)


Miyopluğun düşük dozlu ilerlediği dönemde 27 Mayıs hareketinin sınıfsal özü görece doğru tahlil edilmiş ancak 61 Anayasası kısmında darbeye ilişkin duyulan sempati gözlerden kaçmamaktadır. NATO’cu olan, emperyalizm ve büyük burjuvazi ile hiçbir sorunu olmayan bir hareketin hazırladığı Anayasa’nın “demokratik hakları” hangi sınıfa tanıdığı konusu Marksizmin alfabesine aşina olanlar için oldukça açıktır. Bu elverişli ortama sahip olanların emekçi sınıflar olmadığı tartışmaya açık bir konu değildir. Haliyle bu miyopluk, yaşlılığın gösterdiği komplikasyonlarla artmış ve kendini 27 Mayıs Devrimi şeklinde göstermiştir. Körlüğe doğru giden bu miyop bakış açısından sağlıklı bir görüş elde etmek imkansızıdır. 27 Mayıs’ın sınıfsal kökenini anlamadan mevcut güç mücadelesini anlamak imkansızdır. 27 Mayıs gibi birbiriyle benzemeyen unsurların bir araya gelmesi darbe içinde darbe sürecinin hiç olmadığı kadar uzamasına neden olmuştur.


27 Mayıs'ı gerçekleştiren kadrolar iki grup tur. Dış bağlantıları olmayan yurtsever kişiler ile ABD kontrolünde, CIA bağlantısı olan, gelecekteki politik eylemlerinde netleşecek olan diğer grup. 27 Mayıs'ın temel dinamiklerini Ortadoğu'da ABD eksenli anti-komünist özel savaşın içeriğinde bulmak mümkündür.” (Suat Parlar Osmanlıdan Günümüze Gizli Devlet syf:257)


Çürük bir sebze çorbası kıvamındaki 27 Mayıs darbesinin “devrimin kendi evlatlarını yeme” ilkesine uymasını kaçınılmazdı. Önce ortak düşmanlarını tasfiye eden 27 Mayıs’çılar daha sonra birbirlerini kanlı ya da kansız tasfiye etmişlerdir. 27 Mayıs’ın ilk kurbanlarından emekli büyükelçi komünist Mahmut Dikerdem yaşadığı süreci şöyle açıklamıştır:


"Sami Küçük'e; "Albayım, sizinle meşgul olamadım ama siz de, hiç bana görünmediniz." demiştim. Aynı Albay'ın 27 Mayıs darbesini hazırlayanlardan biri olduğunu, üstelik Dışişleri ile yetkilendirildiğini öğrenince kendi kendime; "Tamam dedim, ben kendisiyle meşgul olamamıştım ama o benimle 'meşgul' olmuş. Herhalde Zorlu ile yakınlığımı görüp beni geri aldırttı". Oysa yanılmışım. Beni görevimden azlettiren başka bir Albaymış ve adı da Alparslan Türkeş'miş. Bunu yurda dönünce öğrenecektim...Örneğin, askerlik hizmetim sırasında tanıdığım ve sonraları da dostluk ilişkileri sürdürdüğüm General Cevdet Sunay -ki o sırada Genelkurmay Başkanıydı- ziyaretine gittiğimde beni çok iyi karşılamış, fakat benim için bir şey yapamayacağını hissettirmişti. Sunay: "Bu albaylara söz geçirmek zor." diyordu."

(Mahmut Dikerdem, Hariciye Çarkı: Anılar, Syf:139-148)


Mahmur Dikerdem’in anılarında kendisini tasfiye eden kişinin Alpaslan Türkeş olduğunu belirtmektedir. Daha sonra Alpaslan Türkeş, NATO’cu olmanın verdiği avantajdan yararlanıp kansız darbenin kurbanı olacaktır. Ondörtler diye bilinen grubun içinde olan Türkeş, Türkiye’deki devlet geleneğine uygun olarak ceza olarak yurt dışına sürülmüştür. Ayrıca Dikerdem’in anılarında darbe içi darbe döneminin son başarılı darbesinin lideri olacak Sunay’ın, albaylardan duyduğu rahatsızlığı gizlememesi oldukça önemlidir. 27 Mayıs’ın NATO kurmay aklı olan Milli Birlik Komitesi, bir grup subay ile darbenin seyri üzerine anlaşmazlığa düşmüştür. İktidarı bırakma yanlısı olmayan, siyasi reformlara karşı çıkan bu subaylar seçim ve demokrasi kisvesi altında MBK komitesi tarafından tasfiye edilecek ve sessiz darbenin(soft coup) kurbanı olacaklardır. İlk darbe içi darbe diye tanımlayacağımız bu darbeden sonra, Albay Talat Aydemir’in başarısız darbesi ona karşı bir darbe somutlaşacak ve 27 Mayısçılar kendi içlerinde Talat Aydemir’in asılmasıyla kanlı darbe ile tanışmış olacaklardı. 27 Mayıs’ın doğal afet boyutundaki darbe için darbe durumu iç ve dış gelişmelerden ötürü duramayacak. En son darbenin ve NATO’nun gözbebeği Cemal Gürsel’in tasfiyesi ile içinden çıkılması güç bir kaos ortamına doğru evrilecekti. Son tasfiye sürecini Suat Parlar şu şekilde ifade etmektedir:

 “Bu arada belirtilen belgenin satır aralan bir gerçeği daha açığa çıkarıyor. Rapor, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’i kastederek “bozulan sağlığının yeni problemlere neden olacağı açıktır. Tedavi fikri hala tartışılmaktadır” diyor ve “durumu”nun “yeni bir Cumhurbaşkanı seçilmesini zorunlu” kılabileceğinden söz ediyor. Cemal Gürsel bu tespitlerden sonra “kuşkulu” biçimde ABD’ye gönderiliyor. Tedavi amacıyla ABD’ye gidecek olan Gürsel’i ziyaret etmek İsteyen 27 Mayısçı tabii senatörlere randevu verilmiyor. 27 Mayısçılar görüşmede ısrar ediyor ve randevusuz olarak Çankaya köşküne gidiyorlar. Amaçları, Gürsel’le görüşerek ABD’ye gitmekten vazgeçirmekti. Bir “tertip” hazırlandığını sezmişlerdir, bu tertibi bozmaya çalışmaktadırlar. ABD’ye yapılacak yolculuk 30.000 feet yükseklikte yapılacak ve 15 saat sürecektir. Gürsel’in bu yolculuğa dayanması zordur. Ancak Gürsel’ in özel doktorluğunu yapan Tuğgeneral Lütfü Vural da yolculuğu onaylamaktadır. Sonuçta yolculuk gerçekleşir ve Gürsel ABD’de “koma”ya girer. Gürsel’in cenazesi Gülhane’ye getirildiğinde de 27 Mayısçı senatörler oradadır, oldukça kuşkuludurlar, “bazı sivil doktorlar”ın da katılımıyla bir rapor düzenlenir ve ilan edilir. Daha sonra kontenjan senatörü Prof. Dr. Ragıp Üner istifa ettirilerek Genel Kurmay Başkanlığından “istifa” eden Orgeneral Cevdet Sunay kontenjan senatörü olur ve birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı seçilir. Operasyon tamamlanmış, ABD imparatorluğu seçimin koşullarını ve seçilmesi muhakkak adayı belirlemiştir. Dickson raporu olarak bilinen belgede bir başka açıklık daha var, buna göre: “Ordu komutanlığı bizim ülkedeki gerçek etkimizi kabule başlamıştır ama askerler adına bazı müdahalelerle bulunulması gözden uzak tutulmamalıdır” deniliyor. 9 Mart’ta tasfiye edilen “milliyetçi-devrimci” alt kadro subay hareketinin ABD tarafından oldukça erken tespit edildiği ve tedbirlerin 1965’ten itibaren alınmaya başlandığı ortaya çıkıyor. 1965 yılının Dev-Kurt planının kaynakları ve o yılla birlikte açılan iç savaşın çizgileri daha da netleşiyor. Ancak 27 Mayıs’m öncü kadroları ile ABD’nin güven problemi olduğu kuşkuludur! Ama ABD’nin 27 Mayıs hareketi, kadrosuna güven duymadığı söylenemez.” (Emin Değer, Uğur Mumcu ve 12 Mart, s. 157). ABD nasıl güven duymasın ki? ABD Dışişleri Bakanlığının 27 Mayıs ihtilalinden bir yıl sonra hazırladığı rapor, darbecilerin karakterine varıncaya kadar açıklıyor. Gizliliği sona erdiği için açıklanan raporda, başta Orgeneral Cemal Gürsel olmak üzere MBK üyelerinin çoğunluğu Amerikan yanlısı olarak nitelendirilmiş.”(Suat Parlar, Kontgerilla Kıskacında Türkiye, syf:345-346)


27 Mayıs’ın has kadroları, Nato veya ABD ekseni dışında çıkmasa bile ABD’nin Türkiye içindeki politik amaçlarına ulaşabilmek için belirlediği hız limitine ayak uyduramadığı için tasfiye edilmişlerdir. ABD’nin kaygısı 27 Mayısçıların sınıfsal aidiyetleri değil ABD’nin o zamanki sınıf mücadelesinin nasıl sürdürülmesi gerektiği yönündeki bakış açısıdır.


Benzer bir durum 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan politik kaos ortamına da rahatlıkla uygulanabilir. ABD’nin 2013 sonrası Rusya ile savaşa hazırlanmasının ortaya çıkardığı politik zorunluluk ABD ve onun suni-peyklerinde radikal ve hızlı bir değişim ihtiyacını gündeme getirmiştir. ABD’nin bu varoluş sorununda kendisine ayak bağı olma ve zaman kaybetmesine sebep olacak bürokrasi ve yargı gibi gerçeklikten kopmuş idealist ayaktakımından kurtulmak için yapılan 15 Temmuz darbesi başarıya ulaşmıştır. Lakin 31 Mayıs 1850 darbesini politik miyopluktan ötürü anlamayan Fransız emekçi sınıflara benzer bir şekilde Türkiye’deki emekçi sınıflarda 15 Temmuz darbesinin “başarısız bir darbe girişimi” olduğu yönünde yanılsamaya kapılmaktadırlar. Kendisine ayak bağı olacak unsurlardan görece kurtulan yumuşak ve kanlı darbe konseptlerini oldukça uyumlu bir şekilde uygulamayı başaran gizli cunta şu anda tarihin çok hızlı akmasından dolayı bağlı olduğu güç odaklarında memnuniyetsizliğe neden olmaktadır. Özellikle Rusya ile ilgili konularda politik atalet gösteren hükümete duyulan öfke oldukça şiddetlidir. Hükümetin seçim kampanyasında seçtiği sloganı “yeter söz milletin” olarak belirlemesi ve seçim gününü 14 Mayıs olarak seçmesi kesinlikle tesadüf değildir. Hükümetin, 27 Mayıs darbesi ile indirilen Menderes üzerinden gönderme yapması oldukça önemlidir. Lakin bir benzerlik yapılacaksa mevcut hükümetle Menderes arasında bir analoji yapılamaz. Menderes ilk darbe ile koltuğundan edilmişti. Haliyle Menderes’in konumuyla Pensilvanya’daki CIA’cı arasında bir analoji yapılabilir. Bu yüzden mevcut hükümetin tarihsel benzeri Menderes değil, Cemal Gürsel’dir. Mevcut hükümetin bir darbe kurbanı olduğu şu an için kesindir. Politik miyopluğa sahip olmayan gözler onun ülkeyi yöneten bir güç olmadığını rahatlıkla görebilir. Şu an için belirsiz olan mevcut hükümetin bir seçim darbesi gibi(soft coup) bir darbe ile mi gideceği yoksa hükümet darbesi ile mi gideceğidir. Cevabı biz değil tarih verecektir. 




29 Eylül 2022 Perşembe

Rusya: Dünya Devriminin Dolaysız Destekçisi

 

Bir önceki yazımızda Brejnev ile Debray’nin askeri yaklaşımlarındaki benzerliklere değinmiştik. Şimdi bu benzerlikleri daha da derinlemesine inceleyip SSCB’nin 20.yy’daki dünyadaki devrimci hareketlerin fikri düzlemdeki yakınlıklarını ele alacağız. Bazı kişilere bu sözler çok iddialı gelebilir ve kafalarda “böyle bir şey nasıl olur”? Soruları canlanabilir, hatta çoğu kişi için bu tarz yakınlıklar tabu olabilir. Ancak nesnel bir gerçeklikle savaşmanın sonunun hüsran olacağını bu tarz düşünen hayal alemindeki Don Kişot’lara bir kez daha hatırlatmak isteriz.


İlk önce SBKP’nin 20.Kongre kararlarının maalesef bütün devrimci dünya kamuoyu tarafından eksik değerlendirildiğini belirtmek isteriz. Evet SBKP’nin 20. Kongre Kararları içte tarihsel bir gerilemeye tekabül ediyordu lakin bu geriliğin aynı ölçüde SSCB’nin dış politikasına sirayet ettiği genellemesi bizleri tarihi hatalı değerlendirmeye ittiğini çok rahatlıkla söylemek zorundayız. Madeni paranın bile iki yüzü var iken SSCB gibi ülkenin “bir anda” yıllardan 1956’da her şart altında gericileştiğini söylemek kişileri ve özneleri burjuva tarih yazımının alanına dahil eder. Evet 1956 yılı buzun çözüldüğü ve çubuğun kapitalist yola kırıldığı bir tarihsel andır. Fakat bu kırılma sürece yayılmıştır ve kendi içinde ilerleme ve gerileme süreçlerini de barındırmaktadır. Kruşçev ile Brejnev dönemi nasıl aynı çizgi üzerinden okunabilir? Ya da Andrapov, Çernenko ve Gorbaçov nasıl aynı potada eritilebilir?


Bir çerçeve çizdiğimize göre bu yazımızın konusu 20. Kongrenin SSCB içindeki iç gericileşmesi olmayacaktır. SSCB’nin genel dış politikası ve ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesine verdiği dolaysız destek olacaktır.


Dış politik değerlendirmemize SSCB’nin Büyük Vatanseverlik Savaşı sonrası kazandığı zaferden sonraki süreci ele alarak başlayacağız. Bilindiği gibi ABD’nin Japonya’ya attığı nükleer bombalardan sonra dünyadaki askeri güç ABD lehine dönmüştü. SSCB, ABD’nin bu kuşatmasını yarmak için Nükleer silah denemelerine başlamış ve 1950’lerin başında ilk nükleer silahlarını geliştirmeye başlamıştır. Kore savaşı süresince iki nükleer güce sahip ülke birbirlerine karşı ilk ‘vekil’ savaşlarını da vermiş oldular.


SORU. -Sovyetler Birliği'nde bir atom bombasının denenmesi dolayısıyla bugünlerde yabancı basında kopan gürültü hakkında ne düşünürsünüz?

YANIT. -Gerçekten, yakında, bizde, atom bombası tiplerinden bir tanesinin deneyi yapılmıştır. ülkemizin saldırgan İngiliz-Amerikan bloku tarafından hücuma uğramasına karşı hazırlanan savunma planı uyarınca gelecekte de çeşitli çapta atom bombalarının deneyleri sürdürülecektir.


SORU. - Üçüncü bir dünya savaşı bugün için mi daha yakındır, iki ya da üç yıl önce mi daha yakındı?

YANIT. -Hayır, [yakın] değildir.


SORU. -Kapitalizm ile komünizmin bir arada yaşaması hangi temel üzerinde mümkündür?

YANIT. - Eğer karşılıklı olarak el birliği etmek isteği bulunuyorsa, eğer yapılan sözleşmeleri yerine getirmeye hazır olurlarsa, eğer başka devletlerin içişlerine karışmamazlık ve eşitlik ilkeleri uygulanırsa, kapitalizm ile komünizm arasında barış içinde bir arada yaşama pekala mümkündür.”(Stalin Son Yazılar)


Görüldüğü gibi Nükleer silahlar dünyadaki savaş mantığını ve pratiğini “devrimci” bir şekilde değiştirmiştir. Nükleer silahların ortaya çıkması yüzünden kapitalist kamp ile sosyalist kamp birbirleri ile bir dünya savaşı düzleminde çatışmaktan özenle kaçınmaktaydı. Ancak minor ve bölgesel savaşlar üzerinden birbirleriyle kesintisiz mücadele etmeye devam etmekteydiler. Bu yüzden ilk olarak Stalin’in kullandığı “barış içinde bir arada yaşama” doktrinini kapitalist kamp ile sosyalist kamp arasındaki bölgesel ve minor savaşların katastrofik yükselişi şeklinde değerlendirmemiz lazım. Stalin gazetecilere bu demeci verirken ABD ile Kore sathında savaşıyordu. Düşünen bir insanın “bu nasıl barış” diye sorması gerekirken bazı sahte sol oluşumlar metinsel düzlem üzerinden hareket edip Stalin’e “uzlaşmacı, sağcı” diye “eleştiri” getirmekten geri durmadı.


Bilindiği gibi insana en acı veren kesiklerin başında kağıt kesiği gelir. Kağıttan kaplan olan emperyalizmin kesiğinin verdiği acıya dayanmak istemeyen “sol” özneler 20. Kongre ile başlayan SSCB’deki iç gericiliği “genelleştirip” SSCB’nin geliştirdiği bütün politik hamleleri mahkum etmeye başlamışlardı. Nasıl bir insanın yaptığı her şey yüzde yüz doğru değil ise SSCB’nin yaptığı her şeyin yanlış, hatalı olamayacağını göremeyecek kadar gözlerini kapamayı seçtiler. Kağıdın kesiğinin meydana vereceği acıdan öyle bir korkmakta ve terörize olmaktadılar ki sorunun kaynağının kendi içsel gerilimleri olduğunu kabul etmemeye kadar durumu ilerletmişlerdi. Emperyalizmin sopası olan kağıt kesiğinin terörize ettiği “özneler” kendilerinin gerilimini “sol” söylem altında maskeleme yolunu tuttu.


Türkiye özgülünde 1956 sonrası meydana gelen bu değişimi en çok eleştiren hareketlerin mevcut konteksteki en sağcı çizgide hareket eden yapılar olduğunu hatırlatmakta fayda var. Halkın Sülalesi ve Aydınlık çevresi 60’ların sonu ve 70’ler sürecinin en sağcı hareketleri olmalarına rağmen metinlerindeki “radikalizm” ile kimse yarışamıyordu. Metinlerindeki radikalizmin sebebinin “kağıt kesiği korkusu” olduğunu aşikardır.


THKP-C’nin 71 sonrası örgütsel yenilgisinden sonra “günah çıkaran” eski THKP-C’liler Aydınlık Gazetesine verdikleri röportajda şöyle demekteydiler:

Aydınlık: THKP-C üzerinde Latin Amerika etkileri ve diğer etkiler nelerdir?

Kamil Dede: Hapishaneye Joao Quaratum'un bir yazısı gelmişti. "Brezilya devrimi ve. Regis Debray”. Kesintisiz Devrim satır satır bu yazı gibiydi. Politikleşmiş askeri savaş kavramı da bu yazıdan alınmıştır.

Necmi Demir: İlk başlarda görüşler tam Che Guevera Lin Biao karışımıydı, eylemler, döneminde Latin Amerika etkisi ağır basıyor. Kaçıştan sonraki Kesintisiz Devrim II-III’de Rusya'ya yaklaşma eğilimi görülüyor.

İlkay Demir: Kesintisiz Devrim II-III' de revizyonist yazar Varga'dan satır satır kopya vardı. Bu yazı Kruşçev'in tezlerine dayanıyor.” (Aydınlık, Yıl:1979)


Bir İnsanın olguları doğru aksettirmesi onu tarihsel süreci ya da hakikati somut bir şekilde değerlendirdiğini göstermez. Eski THKP-C’lilerde benzer bir durum söz konusudur. Evet çoğu metni Sovyetik yayınevlerinden okunup etkilenme sürecine girilmiştir. Evet, Çayan’ın Kesintisiz Devrim II-III metini üzerinde Eugen Varga kitabının etkisi tartışmasız vardır(1 yazının sonunda Varga’nın kitabının benzer yanlarının alıntılarını vereceğiz). Ancak genel sağcı çizginin aksettirdiği gibi “Barış İçinde Bir Arada Yaşama” doktrini Kruşçev’in “icadı” değildir ve sağcı çizginin ifade ettiği bir içeriği kapsamamaktadır. Ne Stalin ne Kruşçev ne de Varga yeni bir dünya savaşı ihtimalini dışlamıştır. Kruşçev’in:


"Bizi sevmiyorsanız, davetlerimizi kabul etmeyin ve sizi görmeye davet etmeyin. Beğenseniz de beğenmeseniz de tarih bizden yana. Sizi gömeceğiz."

(Nikita Kruşçev, Kremlin'deki Bir Resepsiyondaki Konuşması, 17 Kasım 1956)


Söylemi üstü kapalı bir nükleer tehdit ve yeni dünya savaşına yapılmış bir davetiye olduğu kasti olarak sağcılarımız tarafından görmezden gelinmektedir. Kruşçev o kadar “Barış İçinde Bir Arada Yaşama” heveslisi ki Küba’ya balistik füzeler yerleştiriyor ve Emperyalizmin diplomatlarını nükleer silah kullanma ile tehdit ediyor.


SSCB’nin emperyalist kampa topkeyün saldırısı ve ulusal ve sosyalist kurtuluş hareketlerini kesintisiz desteklemesi nükleer güç açısından dünyanın bir numaralı güç olmasıyla bağlantılıdır. Bu da SSCB döneminde Brejnev’in Genel Sekreterliği dönemine denk düşmektedir. SSCB için önemli olan tek şey emperyalist kampı geriletmesidir. Destek verdiği yardım ettiği öznelerin kendisi ile aynı düşünüp düşünmemesinin hiçbir önemi yoktur. Bu durum gerçekten devrimcilik yapmak isteyen özneler için oldukça pozitif bir gelişme iken kağıt kesiğinden terörize olanlar için “niye açıktan destek olmuyor” şeklinde yorumlanmaktadır. Bu beyler, nükleer silahlar çağında açıktan desteğin bir nükleer imha olduğunu göremeyecek kadar kağıt kesiğinden korktukları için kendilerinden politik standartlara uygun bir yorum beklemek oldukça “iyimser” ve saf bir yaklaşım olacaktır.


Jeopolitika her ne kadar burjuvazinin kavram konsepti alanı dahlinde olsa da Çayan’ın aşağıdaki satırları Jeopolitikaya Marksist bir gözden nasıl bakılabileceğinin iyi bir örneğini sunmaktadır.


"Nükleer vurucu güçlerin dünya çapında erişmiş olduğu seviye ve de esas tayin edici olarak da, dev dünya sosyalist blokunun varlığı emperyalistler arası had safhaya ulaşmış olan uzlaşmaz çelişkilerin ekonomik plandan, askeri plana sıçramasına engel olmaktadır. Bir yandan çelişkiler keskinleşip derinleşirken, öte yandan da entegrasyona gidilmektedir."(Mahir Çayan Kesintisi Devrim II-III)


"Vasıtasız İhtiyatlar:

- Kemalist aydın çevre

- Dünya sosyalist bloku

- Sömürge ülkelerdeki, özellikle Ortadoğu'daki milli

kurtuluş hareketleri."

(Mahir Çayan, Stratejik Hedefimiz: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Devrimdir)

Çayan’ın devrimin dolaysız yedeği olarak dünya sosyalist bloğunu görmesi oldukça önemlidir. Keza Ortadoğu’daki milli kurtuluş hareketlerinin ana destekçisinin SSCB olması akıllardan çıkmamalıdır. SSCB’nin içteki gerici politik çizgisine rağmen dünya sathında devrimci mücadelenin gelişmesine ve dünya devrimine isteği dışında sağladığı katkı tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıktır.


SSCB: Ne İstediğiniz de Vermedi?


SSCB’nin dünyadaki devrimci mücadelenin gelişmesine verdiği katkılara birkaç örnek ile değinmekte fayda vardır.


"1970'lerin sonunda, bakanlık ve benim departmanım terörü bir taktik olarak kullanan güçlerle bir dizi ittifaka girdi: Filistin Kurtuluş Örgütü; serbest çalışan Venezüellalı terörist ve suikastçı Ilyich Ramirez Sanchez Çakal Carlos olarak bilinir; ve kendisine Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) adını veren ancak liderleri Andreas Baader ve Ulrike Meinhof'tan sonra Baader-Meinhof çetesi olarak da bilinen Batı Alman terörist grubu. Bu tür ortaklıklara olan hevesimiz, o zamanlar alenen itiraf edebileceğimden çok daha fazla, vakadan vakaya değişiyordu."(Marcus Wolf, Bir İstihbarat Şefinin Anıları, Sayfa: 277)


"Kızıl Tugayların arkasında kim var?

İtalya eski Devlet Başkanı Aldo Moro'nun Kızıl Tugaylar denen tedhiş örgütü tarafından kaçırılması ve sonunda öldürülmesi ile, bu ülkedeki siyasi şiddet olayları doruk noktasına varmıştır. Kızıl Tugaylar, ülkede dehşet yaratmakta, birbiri ardına suikastlerle ülkeyi siyasi kargaşalığa ve istikrarsızlığa sürüklemektedir. Bu terör örgütünün, Çekoslovak gizli servisleri ve KGB tarafından silahla beslendiği ve desteklendiği ortaya çıkmıştır. Kızıl Tugayların mutlaka Sovyetlerle ideolojik görüş birliği içinde olması gerekmemektedir. Tam tersine, Sovyetlerle ideolojik ayrılıklar içinde olması Moskova'nın da işine gelmektedir. Çünkü böylece KGB ve Rusya'nın İtalya'daki terör olaylarıyla somut bağı ve parmağı olduğunu inkar etmek kolaylaşmaktadır. Amaç, bir NATO ülkesini sarsmak ve zayıflatmaktır. Kızıl Tugaylar da KGB'nin elinde bu amaca hizmet eden araçtır."(Aydınlık, Yıl: 1979)


Görüldüğü gibi RAF, Kızıl Tugaylar gibi devrimci mücadele yürüten örgütlere Varşova Paktı ülkelerinin ve SSCB’nin desteği tartışmaya yer bırakmayacak şekilde açıktır. Doğu Alman Dış İstihbarat Servisi HVA’nın eski başkanı Marcus Wolf’un anıları bu konuda tarihsel bir önem ihtiva etmektedir. Gözünün üstünde kaşın var tarzı eleştiri sunma alışkanlığı olanlar tabi ki bu süreci eleştirmeye kalkacaktır. Tabi ki bizim asıl yapmak istediğim şey sizlere bir tarih dersi vermek değildir. Sizlere güncel politik süreçler üzerinde bir değerlendirme de sunmak istiyoruz.


Ukrayna’ya Özel Askeri Operasyon: Kılıçlar Çekildi Bu Bir Nükleer Düello


Bilindiği gibi ABD, SSCB yıkıldığından beri Rusya’yı kuşatma ve bölme politikası altında yerel vekiller kullanarak Rusya’ya saldırmaktadır. Aktörler zaman içinde değişse bile ABD’nin politik hedefleri değişmemektedir. ABD’nin sahadaki son müttefikleri ise Faşist Ukrayna Devleti ve Ukrayna’nın Neo-Nazi paramiliter ordu mensuplarıdır. Rusya’nın başlattığı özel operasyondan önce Rus ve Ruşça konuşan azınlığa etnik soykırım yapan, Rusça konuşulmasını yasaklayan, Sendika binalarında insanları diri diri yakan, Komünist partileri kapatan ve Sovyet sembollerini yasaklayan, Rus azınlığın kafalarını kesip toplu mezarlara gömen terörist bir devletti Ukrayna. Haliyle Rusya şu anda içte kapitalist bir devlet olmasından dolayı gerici yanları olsa da dış politikada dünya devriminin dolaysız müttefiği durumundadır. Rusya kendi varlığını devam ettirmek için ABD’yi ve emperyalizmi geriletecek bütün öznelere kesintisiz destek sunmaya son derece açıktır. Medvedev’in gerekirse nükleer silah kullanabiliriz(2 ilgili kısım notlarda verilecektir) açıklaması artık Rusya’nın geri adım atacak imkanı kalmamasından kaynaklanmaktadır. Rusya için bir adım daha geri adım atmak uçurumdan düşmek demektir. Özellikle Konstantin Yaroshenko’nun Rusya’ya iade edilmesi ve yakında Viktor Bout’un Rusya’ya iade edilecek olması gerçekten devrimcilik yapmak isteyen bütün öznelere inanılmaz bir alan sunmaktadır. Rusya bütün dünyaya “ne istiyorsunuz da vermiyoruz” demektedir. Putin’in aşağıdaki açıklamaları ABD ile politik derdi olan herkese yeşil ışık yakma şeklinde okunmalıdır.


"Rusya Federasyonu Komünist Partisi Merkez Komitesi Başkanı, Komünist Parti Devlet Duması grup lideri Gennady Zyuganov: Sayın Başkan,

Ve yeni stil ve fikriniz: çıkmaza mı girdi? Kapitalistler sadece çıkmaza girmezler. Çıldırıyorlar. Tek panzehir var çünkü kapitalizm sadece Nazizm, faşizm ve Bandera hareketlerini yaratıyor. Sosyalizmden başka hiçbir şey onu yenemez.

Bu nedenle bir sonraki konuşmanızda sosyalist hedefler belirlemenizi bekliyorum. Birleşik Rusya'nın bile destekleyeceğini düşünüyorum. Vyacheslav Volodin gülümsüyor, bu fikri beğendiğini görebiliyorum. Devlet Duması'ndaki ana konulardaki önemli oturumlara başkanlık eder. Son zamanlardakilerden biri, eğitim üzerine parlak bir oturumdu. Eğitim yasamızı herkes için uygulamaya hazırız...Toplumun konsolidasyonu ve desteği bugün ana konudur. Bandera'nın ve Amerikan küreselizminin destekçileri olan Nazizm'e karşı ortak bir mücadelede ulusal güvenliği ve birliği güçlendirme konusundaki adresinizi ve politikanızı destekleyeceğiz. Bu bir prensip meselesidir ve bizim tarihsel hayatta kalmamızdır.

Teşekkürler.

Vladimir Putin: Çok teşekkür ederim.

Rusya Federasyonu Komünist Partisi üyelerinin tam olarak bu pozisyona bağlı olduklarından şüphem yok. Sosyalist düşünceye gelince, bunda kötü bir şey yok. Bu fikri özellikle ekonomik alanda ete kemiğe büründürmeliyiz. Bazı ülkeler buna özünü vermiştir ve bu, piyasa düzenleme biçimleri vb. ile bağlantılıdır. Bu fikir oldukça etkili bir şekilde çalışıyor. Buna bakmamız gerekiyor.

Devletin katılımı ile ilgili olarak, ilgili tartışma bu katılımın kapsamı ve biçimleri üzerinde odaklanmaktadır. Devletin ekonomik faaliyetlerini nasıl düzenlemesi gerektiğini görmeliyiz. Bunu tartışmalarımız sırasında kesinlikle ele alacağız. Halkın ve ülkenin çıkarlarının tehlikede olduğunu idrak ederek bu çözümleri bulacağımızı düşünüyorum.

Çok teşekkürler."


Rusya hem iç hem de dış politikada ABD ve emperyalizmle yaşadığı sorunlar yüzünden keskin bir kopuş yaşamanın eşiğindedir. Ve bu kopuşta dünyadaki bütün devrimci nüve barındıran yapılarla karşılıklı kazan-kazan temelinde ilişkiye girmek istemektedir. Ancak Avro-Komünizmin yereldeki yansıması olan ‘Ortadoğu Sosyalizminin’ temsilcileri tarafından bu olumlu gelişme görmezden gelinmektedir. Kağıt kesiğinden terörize olan emperyalizme biat etmiş bu özneler bu süreçte direkt “sol” söylem maskesi takıp “Rusya”ya “sol”dan saldırıp ABD ile politik olarak aynı düzlemde yer almışlardır. Rusya’ya açıktan karşı çıkmayıp cılız bir şekilde “Donetsk ve Luhansk Halkının Yanındayız” açıklaması yapanlar ise ağzı başka konuşup zihninde AB ve ABD’nin çizdiği koşullarda siyaset yapmaya devam etme niyetleri olduğu için Rusya tarafından hayal kırıklığı ile karşılanmıştır. Toparlarsak geçmişte de günümüzde de devimci bir tutum almaktan kaçınmak için “sol” söylemler piyasaya sürülmekte ve Emperyalist-kapitalist sistemle uzlaşmanın üstü örtülmeye çalışmaktadır. Artık Türkiye’de bütün yapılar ‘Ortadoğu Sosyalizminin’ alanı dahilinde dükkanlarını açmış bulunmaktadırlar. Bu dükkanlar kapanmadan devrimci bir mücadele yürütmek bölgedeki öznelerin içsel dinamikleri yüzünden yakın bir gelecekte pek mümkün görünmemektedir.


Notlar:


1: “BÖLÜM V: KAPİTALİZMİN GENEL KRİZİNİN YENİ (ÜÇÜNCÜ) AŞAMASI
Kasım 1960'ta Moskova'da yapılan Komünist ve İşçi Partileri Temsilcileri Toplantısı tarafından yayınlanan bildiri, Komünist ve İşçi partilerinin programatik belgeleri, SBKP'nin Yirmi İkinci Kongresinde yapılan konuşmalar. ve C.P.U.'nun Programı, mevcut dünya durumunun derinlemesine bir analizini sağlar ve daha fazla gelişme için beklentileri gösterir. Çağımızın ana içeriği, başlangıcı Rusya'daki Büyük Ekim Sosyalist Devrimi olan kapitalizmden sosyalizme geçiştir. Bu, iki karşıt dünya sosyal ve ekonomik sistemi arasındaki mücadele çağıdır, sosyalist devrimler çağı ve ulusal kurtuluş devrimleri çağı, emperyalizmin çöküşü ve sömürgeci sistemin ortadan kaldırılması çağıdır, giderek dünyadaki daha fazla halk sosyalizm ile komünizmin dünya çapındaki zaferi yolundaki çağa giriş yapıyor.”(Eugen Varga 20. Yüzyıl Kapitalizmi)


“Sovyetler Birliği, yalnızca atom silahlarındaki Amerikan tekelini kırmakla kalmadı, aynı zamanda bilim ve teknolojinin bazı çok önemli dallarında, özellikle en modern silahlar alanında ABD'nin önüne geçti; bu, sosyalist dünyanın dünya meselelerinde belirleyici bir rol oynamasını sağlayan önemli bir faktör olmuştur. Bu tesadüfi bir şey değildir, ancak nihai analizde, sosyal sistemin farklı doğasından kaynaklanmaktadır...Kapitalizmin genel krizinin yeni aşamasının belirgin özelliği, bir dünya savaşıyla bağlantılı olarak değil, iki sistem arasındaki rekabet koşullarında, güçler dengesinin giderek daha fazla değiştiği koşullarda ortaya çıkmış olmasıdır. Sosyalizm lehine ve emperyalizmin tüm çelişkilerinde büyük bir şiddetlenme var. Barışsever güçlerin barışçıl bir arada yaşamanın kurulması ve güçlendirilmesi için başarılı mücadelesinin, emperyalistlerin saldırgan eylemleriyle dünya barışını bozmalarına izin vermediği koşullarda, kitlelerin demokrasi, ulusal kurtuluş, sosyalizm ve özgürlük mücadelesinde bir yükseliş durumu mevcuttur...Sosyalist kampın gücü, tüm sosyalist ülkelerin toplamından çok daha fazladır. Sosyalizmin, kapitalist dünyada, sermayeye karşı ekonomik ve politik mücadeleye girişen işçi sınıfının da aralarında bulunduğu güçlü destekçileri vardır. Özellikle Marksist-Leninist partilerin rehberliğinde kapitalist sistemin yıkılması için siyasi mücadele yürüten proletaryanın öncüsü vardır. Sosyalizmin destekçileri arasında toprak ağalarına ve tekelcilere karşı savaşan köylüler, emperyalistlere karşı mücadele eden sömürge halkları ve eski sömürge ülkeleri vb. vardır.”(Eugen Varga 20. Yüzyıl Kapitalizmi)


Kapitalizm ile sosyalizm arasında bir savaş olarak üçüncü bir dünya savaşı, tüm ülkelerin halkları barış mücadelesinde aktifse ve savaş sorununa aklı başında düşünebilen kapitalist devletler tarafından karar verilirse, çıkması pek olası değildir. Modern silahlarla yürütülen bir savaşın, zaferin onları telafi edemeyeceği kadar büyük can ve malzeme kayıplarına yol açabileceğinin, Sovyetler Birliği'nin roketteki üstünlüğünün kanıtlanmış bir gerçek olduğunun ve halkın ezici çoğunluğunun iradesi (büyüyen barış hareketinin gösterdiği gibi) kapitalist sistemin sonu anlamına gelir bunun burjuva devlet adamları tarafından gerçekleştirilmesi bir üçüncü dünya savaşını pek olası kılmaz.”(Eugen Varga 20. Yüzyıl Kapitalizmi)


Ancak militaristlerin sorumsuzca davranışları ve hatta radar sinyallerinin yanlış yorumlanması sonucu, kapitalist ülkelerde şakayıkların iradesine ve aklı başında devlet adamlarının iradesine karşı bir üçüncü dünya savaşı başlatılabilir. Emperyalist ülkelerdeki nefretin kör ettiği silah temininden çıkar sağlayan tekeller, militaristler ve sosyalizm düşmanları, genel ve tam silahsızlanmayı ve gerçek barışçıl bir arada yaşamayı engelliyor ve engellemeye devam edecek...Emperyalist ülkeler ve kapitalist kamptaki muhalif gruplar arasındaki mücadele devam edecektir. Kaçınılmaz muazzam kayıplar ve zafer durumunda olası kazanç arasındaki eşitsizlik ve özellikle kapitalist sistemin kaderine ilişkin korkular, bu gruplar arasında bir savaşın çıkmasını önleyecektir. "Küçük" savaşlar, özellikle yarı-sömürgelerin emperyalist boyunduruktan (Güney Amerika) kurtuluşu için yapılan savaşlar hem olası hem de mümkündür. Gelişmiş kapitalist ülkelerde sermayenin yoğunlaşması ve daha hızlı teknik ilerleme, kalıcı işsizler ordusunun artmasına yol açacak ve sınıf mücadelesini şiddetlendirecektir.”(Eugen Varga 20. Yüzyıl Kapitalizmi)


2:“Medvedev: Rusya’ya katılan toprakları korumak için nükleer dahil her silah kullanılabilir

Medvedev, Telegram hesabından yaptığı açıklamada, "Referandumlar yapılacak ve Donbass cumhuriyetleri ile diğer bölgeler Rusya'ya kabul edilecek. Bağlanacak tüm toprakların koruması, Rusya Silahlı Kuvvetleri tarafından önemli ölçüde güçlendirilecek. Rusya, bu korumanın sağlanması için yalnızca seferberlik imkanlarını değil, stratejik nükleer silahlar ve yeni ilkelere dayanan silahlar da dahil herhangi Rus silahını kullanabileceğini ilan etti" dedi.”(Sputnik Türkiye)