17 Şubat 2013 Pazar

Küreselleşme sürecinde küçük burjuvazinin ekonomik ve kültürel dönüşümü



Küreselleşme sürecinde küçük burjuvazinin
ekonomik ve kültürel dönüşümü

Küreselleşme özellikle son yıllarda gündemde çok yer tutan bir kavram. Küreselleşme bütün toplumları ilgilendiren bir olgudur. Giddens küreselleşmeyi dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması süreci olarak tanımlamaktadır. Küreselleşme dünyadaki bütün insanların yaşamlarının mahrem ve kişisel yönlerini etkilemekte ve bütün toplumları dönüştürmektedir.[1] 

Aslında küreselleşme  yeni bir süreç değil ve kapitalizmle birlikte var olmaya başlayan, onunda eşdeğer bir olgu. Temelleri 16. yüzyıla dayanan ve 19. yüzyılda da dünyaya iyice nüfuz eden kapitalizm, küreselleşme ile çok uluslu egemen güçlerin ekonomi, politika ve kültür gibi hayatın ana bileşenlerini ulus devlet çerçevesinden öteye taşımalarına ve bu şekilde aslında zenginliğin, refahın değil, yoksulluğun yaygınlaşmasına yol açmıştır.
Bu bakış açısıyla, küreselleşmenin günümüzde sermayenin  yeni yüzü, yeni söylemi olduğunu söyleyebiliriz. İnsanları sürekli olarak tüketmeye yönlendiren kapitalizm, küreselleşme ile tüketim ve gösteriş üzerine kurulu görsel varlığını dünyanın her köşesine ulaştırmış ve her coğrafyadan insanları özellikle de proleterleri sömürüp küçük burjuva kesimini hakimiyetine almıştır.

Küreselleşme fenomenini ve küresel güçlerin, küreselleşme sürecini başarıya ulaştırmak için uyguladıkları politikaları anlayabilmek için bir sınıf olarak küçük burjuvaziye bakılması gerektiğini düşünüyorum. Bu düşüncemin temelinde yatan olguyu açıklamak gerekirse; hiçbir sınıf, hiçbir diktatör, hiçbir monark bir ülkeyi ya da bir bölgeyi destekçileri olmadan  kendi başına yönetemez. 20.yy’ın başlarında Rus Çarı sınırsız iktidar sahibi olmasına karşın zengin bürokrat sınıfı arkasına almasaydı Çarlık Rusyasını yönetmek şöyle dursun bir gün bile hükümranlığını sürdüremezdi. Bu olgu diğer bütün ekonomik yönetim biçimleri için de geçerlidir. Kapitalizm de çıktığı günden beri hep bağlaşıklar bularak sömürü faaliyetlerini sürdürmüştür.

Küreselleşme sürecinin başarıya ulaşması için, bütün tekeller, küçük burjuvaziyi egemen küresel güçlerin çıkarına uygun bir şekilde yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Buradaki amaç sömürü düzeninin devamıdır. Dünya’daki akademisyenlerin çoğu da küçük burjuva ve orta sınıfa mensup insanların refah seviyesini yükselterek sömürü düzeninin ebediyete kavuşması için tavsiyelerini dile getirmektedirler. Yoksa tarihsel deneyimlerin ışığında küreselleşme olgusunun başarıya ulaşmasını, yanına küçük burjuvaziyi çekmeden düşünemeyiz. Bazı düşünürler küreselleşmenin sadece egemen çıkar gruplarının yararına olmak zorunda olmadığını ve küreselleşmenin mutlaka yoksul sınıfların aleyhine gelişmeyeceğini savunuyorlar. 

Bu düşünce çok iyi niyetlerle dile getirilmiş olsa bile gerçeği yansıtmıyor. Eğer küreselleşme yoksul sınıfların yararına olan bir oluşum olsa idi ona başka bir ad vermek gerekirdi çünkü o artık küreselleşme olmaktan çıkmış olurdu. A4 kağıdını saf suya sokup 100 dolar olmasını bekleyen kafa ne kadar rasyonel ise yukarıdaki algı da o kadar rasyoneldir. Küreselleşmenin küçük burjuvaziye etkisini incelemeden önce küreselleşme olgusunu açıklamakta fayda var. Çünkü, özneyi açıklamadan nesneyi doğru bir şekilde ifade edemeyiz.
Wallerstein'in de belirttiği gibi, modern dünya sisteminin kökleri 16. yüzyıldadır. O yıllarda özellikle Avrupa ve Amerika'da etkili olan sistem, zamanla bütün yerküreyi kaplayacak şekilde genişledi. [2]

 Wallerstein, kapitalizmin sadece kar amacıyla pazarda alış-veriş yapan firmalar ve bireylerden oluşmadığını, kapitalizm için sistemin sonsuz sermaye birikimi trendinde olması gerektiğini söylüyor. [3]

Ancak, politik iktidarı elinde tutanlar bir dünya imparatorluğunda olduğu gibi çok güçlülerse, onların çıkarları ekonomik üreticilerin çıkarlarına üstün gelir ve sonsuz sermaye birikimi bir öncelik olmaktan çıkar. [4]

Wallerstein’ın bu sözü küreselleşmenin bütün özünü açıklamaktadır. Bu yüzden başka bir küreselleşme mümkün değildir. Yoksulların yararına küreselleşme diye bir şey söz konusu olamaz. Küreselleşmenin tek bir amacı vardır o da sınırsız kar elde etmektir. Bu noktada sorulması gereken soru ise şudur:  küreselleşmeyi gerçekleştirirken merkezileşme üniter bir devlet eliyle mi yürüyecek yoksa merkezileşme bölgelere ayrılmış sistemler eliyle mi yürüyecek?

Kapitalistlerin büyük bir pazara ihtiyaç duymaları sonucu, devletler birlikte çalışma yoluna giderler ve bir işbirliği süreci başlar. Aynı zamanda çıkarlarına düşman devletleri atlatabilir ve çıkarlarına dostça yaklaşan devletlere yanaşabilirler.
Bu ihtimalin gerçekleşmesi, ancak genel işbölümü içinde pek çok devletin var olmasıyla mümkün olur. [5]  

Ohmae de aynı konuya vurgu yaparak, “ Tek çare, feodalizm sonrası modern çağın merkeziyetçi eğilimlerini tersine döndürmek ve ekonomik sarkacın uluslardan bölgelere doğru geri salınmasına izin vermek ya da en iyisi bunu yüreklendirmekdir." demektedir. [6]

Küreselleşme Ohmae’nin dediği gibi merkezileşmeyi yok etmeyecek aksine ademi-merkeziyetçilikte merkeziyetçilik sağlayacaktır. Bu yüzden küreselleşme fenomeni ile sermayenin sınırsız kar edebilmesi için bölgesel merkeziyetçilik küreselleşmenin önemli unsurlarından biridir. Küreselleşme,sınırsız kar biriktirme olgusunu içinde taşımasına rağmen yoksulların ve küçük burjuvazinin yararına bir biçim alabilir mi?  Wallerstein bunun imkansız olduğunu dile getirmektedir. Wallerstein, kapitalistlerin kısmen serbest bir piyasayı daha fazla tercih ettiklerini söyler. Çok büyük sayıda satıcı ve alıcının bulunduğu ve bilgi akışının da mükemmel olduğu bir pazarda alıcı pazarlıklar sonucu satıcının karını en aza indirebilir. Oysa, satıcı her zaman tekel olmak ister. Çünkü ancak o zaman kar oranını yükseltebilir. [7]

Gerçek hayatta ise, mükemmel tekellerden çok kısmi-tekellere rastlıyoruz. Yeni bir ürünün, bir icadın haklarını belirli bir süre için elde etmeye dayanan patent sistemi kısmi-tekeller oluşturmanın yollarından biridir ve bu şekilde ürünler tüketici için çok pahalı, üretici için ise çok karlı bir hale getirilir. [8]

Aslında zaten, hiçbir kapital sahibi bütün kapitalist girişimcilerin başarılı olmasını da istemez. [9] Çünkü bu durumda herbirinin pazardan elde edeceği pay düşük olacaktır. Bu nedenle, firmaların tekrar tekrar "iflas etmesi" sadece zayıf rakipleri ayıklamazla kalmaz, aynı zamanda sermaye birikiminin de olmazsa olmaz koşuludur .[10]

Kısmi-tekellerin kendilerini sürekli tüketmeleri ile bugün merkezsel olan üretimler, yarın çevresel olacaklardır.Wallerstein buna teksil sektörünü örnek veriyor. 1800'lerde merkeze özgü olan tekstil, 2000'li yıllarda en az karlı çevresel üretim süreçlerinden biri haline gelmiştir. Küresel egemen güçler tarafından çevreye aktarılan düşük karlı sektörler nedeniyle de güçsüz çevre ülkeleri hiçbir zaman genel küresel işbölümünü etkileyecek güce ulaşamayıp kendilerne uygun görülen rolü oynamaya devam ederler. Bu süreçte hiç kuşkusuz ki en çok etkilenen kesimler emekçi kitleler ve nispeten düşük gelir seviyesine sahip olsalar da tüketici yelpazesinde büyük bir yere sahip olan küçük burjuvalardır. Kısmi tekellerin süreç içinde çözülüşü küresel ekonomide çevrimsel bir özellik gösterir. Küresel ekonomi içinde yayılan bir sanayi piyasayı canlandırıp sermaye birikimine yol açarak nispi bir istihdam artışına da yol açmış görünecektir. Ancak aşırı üretim nedeniyle satılamayan mallar birikerek, üretimde yavaşlamaya yol açar ve bir ekonomik durgunluk söz konusu olur.

Sonuçta, dünya çapında bir işsizlik ile karşılaşırız. Üreticinin dünya pazarındaki payının da azalmasına neden olacak bu süreçte, üretici maliyetleri düşürme yoluna gider ve daha düşük ücretlerin söz konusu olduğu çevre ülkelere yönelir. Bu durumda hala merkezde kalmaya devam eden sektörlerde maliyet baskısı nedeniyle ücretler düşmeye başlar ve gelişmiş ülkelerin işçi kesimlerinde de bir yoksullaşma başlar. [11]

Kuşkusuz sistem krize girdiği anlarda kendini toparlamak için bazen düşük karlara razı olup karlarının çok küçük bir kısmını proleterlerle ve küçük burjuvalarla paylaşmıştır. Sistemin bu  aynı hat üzerinde giden iniş ve çıkışını Wallerstein zeki bir biçimde şöyle açıklamaktadır:

“ Bütün bir tarihsel süreç, dişleri tek bir yöne doğru hareket eden ve sürekli iki adım yukarı çıkıp sonra bir adım geri gelen bir çark biçimini alır” .[12]

Küreselleşmeyi ana hatlarıyla açıkladıktan sonra dünyada sürecin nasıl geliştiğine bakmamız gerekiyor. Acaba teorinin pratiğe uymadığı gibi bir durum söz konusu mudur? Küreselleşme bütün bu eleştirilere rağmen yoksul ve küçük burjuva kesimlere refah getirdi mi? Bu eleştiriler sırf eleştirmek için eleştirenlerin eleştirileri mi?
Mıchel Chossudovsky IMF politikalarının yoksul ülkelere dayatılmasıyla oradaki yoksul kesime ve küçük burjuvaziye mensup insanların yaşadığı sıkıntıları çok iyi bir şekilde açıklıyor:

“Monetarizmin sonuçları işsizlik, düşük ücretler ve nüfusun büyük kesimlerinin marjinalleşmesi. Sosyal harcamalar kısılıyor ve refah devletinin pek çok kazanımları ortadan kaldırılıyor. Devlet politikaları küçük ve orta ölçekli işletmelerin tahrip edilmesini teşvik ediyor. Gıda tüketimi düzeyinin düşüklüğü ve kötü beslenme zengin ülkelerdeki kent yoksullarını da vuruyor”. [13]

Görüldüğü gibi küreselleşme politikalarının uygulanması yoksulluğu arttırmakta, halkın refah seviyesini düşürmekte, küçük ve orta derece işletmeleri iflasa sürüklemektedir. Üstelik bu olgu küreselleşmenin olmasından dolayı lokal olmaktan öte dünyanın her yeri için kanun haline gelmektedir. Zengin ülkelerdeki kent yoksulları da gelişmekte olan ülkelerdeki (acaba yoksulluğun gelişmekte olduğu mu demeliyiz?) yoksullar gibi sıkıntı çekmektedirler.
Buradan şu yargıya varabiliriz: ‘Zengin bir ülke yoktur. Zengin bir ülkede sadece zengin bir sınıf mevcuttur, nüfusun çoğunluğu ötekileştirilmiştir.’ Ötekileştirilenler bu durumda ne yapabilir, eli kolu bağlı olarak mı durmalı yoksa kendi kurtuluşu için direnme yoluna mı gitmelidir?



Chossudovsky ötekileştirilen insanın bu acımasız sisteme karşı yaptıklarını 1989 Caracas örneği ile açıklıyor. Ona göre Üçüncü Dünya'nın tümünde piyasa güçleri arasındaki etkileşimin ürünü yoksullaşan kitlelerde toplumsal umarsızlık ve umutsuzluk bulunmaktadır.
[14]

Yapısal uyum programı karşıtı isyanlar ve halk ayaklanmaları 1989'da Caracas'da acımasızca bastırılmıştır. ekmek fiyatlarının %200 oranında arttırılması sonrası çıkan ayaklanmalarda Caracas'da üç gün içinde 200'den fazla insan askeri güçlerce öldürülmüştü. [15]

İnsanlar ölme pahasına da olsa direniyorlar çünkü sınırsız sermaye biriktirme olgusunun ve dolayısıyla da küreselleşmenin yarattığı yıkım insanları direnmeye ve zafer kazanmak için mücadeleye itmektedir ve böylece insanlar, başka bir küreselleşme mümkünden, başka bir dünya, başka bir ekonomik sistem ve sınıfsal durum mümküne doğru bir gidiş söz konusu.

Küresel direnişte asıl faktörü oynayacak olan kuşkusuz ki işçi sınıfıdır. Çünkü küreselleşme sürecinde yoksullaşmadan en fazla etkilenen işçi sınıfı olmaktadır ve küçük burjuvazinin yolunu da onlar aydınlatacaktır. Moberg de benzer bir halk hareketinden bahsetmektedir. 1999 Eylülünde Bolivya'da Cochabamba şehrinde içme suyu sisteminin özelleştirilmesine karşı çıkan halk ayaklanması çok uluslu bir Amerikan inşaat şirketine karşı elde edilen başarı olarak tarihe geçmiştir. [16]

Küreselleşme ile ilgili olarak fikir üreten pek çok bilim insanı ve yazarda sınıfsal yaklaşımdan ziyade yaş, cinsiyet yada eğitim durumlarını ön plana çıkaran yaklaşımlar görüyoruz. Bunlardan biri olan Petmann da küreselleşmenin bir sonucu olan kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinden en çok kadın ve çocukların zarar gördüğünü söyleyerek konunun ana ekseninden kaymaktadır. [17]

Gerçekte, Üçüncü Dünya ülkelerinde, kadın, erkek ve her iki cinsiyetten çocuklar aynı biçimde yoksullaştırılmakta ve sömürülmektedir. Engels'in deyişiyle: "... kadınla erkeğin gerçek eşitliği, her ikisinin sermaye yoluyla sömürülmesinin ortadan kaldırılmasından ve özel ev işinin kamusal sanayiye dönüşmesinden sonra gerçekleşebilecektir."[18]

Kadının kurtuluşunun ön koşulu, bütün kadın cinsinin yeniden toplumsal üretime dönmesidir...[19]

Küreselleşmenin olumsuz etkilerine en çok maruz kalanlardan olan küçük burjuvazi neden bağımsız bir pozisyon belirleyemez? Neden işçilerin önderliğine ihtiyaç duyar? Kendi başına kalırsa sonuç nasıl olacaktır? Daha açık ve net bir biçimde söyleyelim küreselleşmeyi durdurmaktan öte yok etmek için işçilerin küçük burjuvaziyi kendi saflarına geçirmesi gerekmektedir. Yoksa küçük burjuvazi küresel tekellerin kendilerine verdiği rüşveti kabul edecek ve sonuç olarak ne kendini kurtaracak ne de işçi sınıfına yardımcı olabilecektir. Küreselleşme küçük burjuvazinin sınıf çıkarlarına da karşıdır amacı küçük burjuvaziyi minimum seviyeye indirmektir. Küçük burjuvazinin kurtuluşu, refaha kavuşması küreselleşen kapitalizm içinde olamaz. Küçük burjuvazinin gerçekte kendi zararına olmasına rağmen küreselleşme sürecinde aldığı sermaye ve sermayenin yaygınlaşması tavrının nedenlerine, küçük burjuvaların dünya ekonomisindeki yeri ve hayatlarını kazanma biçimlerine de  bakmamız gerekiyor.

George Thomson'a göre."Küçük burjuva ideolojisinin belli başlı özellikleri, küçük mülk sahibi olarak küçük burjuvazinin toplum içindeki durumundan kaynaklanır. Sözgelimi, küçük burjuvanın burjuva toplumunda kazanılmış hakları vardır; ama öte yandan da büyük mülk sahipleri tarafından sömürüldüğü için her zaman yıkıma uğrama ve proletaryanın yanına itilme tehlikesi altındadır.

Gorki ise, "Küçük burjuva; uzun yıllar sürecinde oluşmuş düşünce ve alışkanlıkların dar çemberi içinde sıkışıp kalmış, bu çemberlerin dışına çıkamayıp, kurulu makine gibi düşünen bir varlıktır. Ailenin, okulun, kilisenin, "insaniyetçi"edebiyatın etkisi, "kanunların ruhu", burjuva "gelenekleri"denilen bütün şeylerin etkisi küçük burjuvaların kafalarında bir saatin çarklarına benzer. Küçük burjuva düşüncelerinin küçük çarklarını, küçük burjuvanın rahatına düşkünlüğünü harekete getiren bir zemberek, pek karmaşık olmayan bir cihaz yaratır. Küçük burjuvaların bütün duaları belagat niteliklerini hiç kaybetmeyen şu kelimelerden ibarettir: "Tanrım, bize acı!"
Bu dua biraz daha yetiştirilip, devlet ve toplum karşısında bir hak ve istek olarak ifade edilecek olursa, şu şekli alır : "Beni rahat bırakın, dilediğim gibi yaşayayım." [20]

Oysa bugün küçük burjuva hiç de dilediği gibi yaşayamıyor. Küresel ekonominin kıskacında can çekişiyor. Gelir durumlarına bakarsak, kendilerini ve ailelerini ancak geçindirirler. Devlet sektöründe çalışan memurlar da küçük burjuva sınıfından sayılırlar. Üst kademeden olanlar burjuvazi ile sıkı ilişkiler içinde olup sermayenin en sadık işbirlikçilerinden olmuşlardır.

Burjuvazi küçük-burjuvaziden, ekonomik ve politik deneyiminden hareketle, kapitalist rejim altında “düzen”in (yani kitlelerin köleleştirilmesinin) korunması için gerekli olan koşulları kavramayı öğrenmiş olmasıyla ayrılır. Burjuvalar işadamıdır, politika sorularına da katı ticari, sözlere karşı kuşkuyla yaklaşmaya alışkın ve boğayı boynuzundan yakalamayı bilen büyük ticari hesap sahibi insanlardır. [21]  

Homojen bir gelir türü ve aynı sınıf bilincine sahip olmayan küçük burjuvaziyi Wallerstein'in de belirttiği gibi modern dünyada farklı gelir türleri içerisinde ele almak gerekir. Wallerstein beş tür gelir olduğundan bahsetmektedir: Ücret-gelir türünde kişi hanehalkının dışında, belirli bir üretim sürecinde çalışarak bir gelir elde eder. Bu sistemde işveren ihtiyacı olmadığı zamanlarda işçilere ödeme yapmama avantajına sahiptir. Ancak gerektiğinde de hemen işçi istihdam etme garantisi yoktur..Bir diğer gelir türü kırsal kesimde hayatını sürdürecek kadar tarımsal üretim yapılarak elde edilen gelirdir ki modern dünyada düşüş eğilimindedir. Ancak insanların hayatlarını devam ettirmek için zorunlu olarak yaptıkları işler karşılığı kazandıkları gelir de bu grup içinde sayılıyor. Hanehalkının küçük meta üreterek elde ettiği gelir nakit karşılığı sattığı ürünlerden elde ettiği gelirdir ve yoksul ülkelerde yaygındır. Mülkiyet üzerinden kazanılan gelir yani rant da bir diğer gelir çeşidi. Çalışmadan bir mülk yada sermaye sahipliliğinden elde edilir. Son olarak da transfer ödemeleri şeklindeki gelirden bahsedebiliriz. Bu gelir devletin çabası ile gerçekleşir. Hanehalkı içinde bir kuşağın diğerine sağladığı gelir ya da sigorta sisteminden sağlanan gelirler olarak karşımıza çıkar.[22]

Bu sınıflandırmadan da görüyoruz ki küçük burjuvaziyi bu beş tür gelir grubu içinde inceleyebiliriz. Genel olarak proleteryadan daha iyi bir gelir seviyesinde olduğundan, küreselleşmenin getirdiği standardizasyon, piyasaya sunulan mal ve popüler kültür ürünlerine daha fazla maruz kalan küçük burjuva, tarihsel süreçte sahip olduğu yapısal özellikleri nedeniyle kültürel yozlaşmaya da daha fazla uğramaktadır.

Engels, Köylüler Savaşı'nda " Bizim büyük burjuvalarımız, 1870'te tastamam orta burjuvaların 1525'te davrandıkları gibi davranıyorlar. Küçük burjuvalara, zanaatçılara ve dükkancılara gelince, onlar da hep aynı kalacaklardır. Onlar büyük burjuvazi katına yükselmayi umar, proletarya içine düşmekten korkarlar. Korku ile umut arasında, savaşım sırasında postlarını kurtaracak ve sonra da kazananla birleşeceklerdir; onların özelliği budur" demektedir.[23]

Yayınlandığı dönemde yeterli ilgiyi görmeyen Oğuz Atay'ın 'Tutunamayanlar' romanında, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ağırlıklı olarak burjuvanın yanında yer alan küçük burjuva aydın kesimin batılılaşma yönündeki eğilimleri kendine yabancılaşma ve yozlaşma olarak değerlendirilerek alaya alınmaktadır. Uzun bir unutuluş sürecinden sonra, romanın tekrar gündeme getirilip tartışılıyor olması  bize küçük burjuvazinin geleneksel yapısının hiç değişmediğini göstermiyor mu?  

Sınıf bilincinden yoksun, emeğinin değerini bilemeyen, sınıf atlama hevesi içinde olup sürekli kan kaybeden küçük burjuvazi  güncel dünya tarihindeki en dinamik sınıf olan proletaryanın önderliğine ihtiyaç duyar. Doğası gereği geçmişte olduğu gibi gelecekte de yalpalamaya ve proletaryanın kurtuluşuna engel olma potansiyeline sahip yegane sınıf küçük burjuvazidir. Bu yüzden küreselleşmenin geleceğini küçük burjuvazinin yapacağı seçim belirleyecektir. Ya küresel tekellerin egemenliğine girecek ve belli bir zaman periodu içinde yok olacak ya da proletaryanın saflarında ve ezilenler cephesi içinde küresel sermayenin yoksullaştırıcı baskısından kollektif olarak kurtulacaktır.


[1] Giddens, A. (1994) "Modernliğin Sonuçları", Ayrıntı Yayınları, İstanbul, p.62.
[2] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J. Lechner   
       & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford. p.55.
[3] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J. Lechner   
       & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford. p.56.
[4] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J. Lechner   
       & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford. p.57.
[5] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J. Lechner   
       & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford. p.57.
[6] Ohmae, K. (2008) " The End of the Nation State" in F.J. Lechner   & J. Boli (eds) The   
     Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford. p 227.
[7] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J. Lechner   
       & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford.  p.57.
[8] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J. Lechner   
       & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford. pp.55-56.
[9] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J. Lechner   
       & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford. p.58.
[10] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J.     
        Lechner  & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford.   
        p.58.
[11] Wallerstein, I. (2011) " Dünya-Sistemleri Analizi ; Bir Giriş"  bgst Yayınları, İstanbul, pp.60-63
[12] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J.
       Lechner  & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford.
       p.58.
[13] Choussudovsky, M. (2005) " The Globalization of Poverty "  in P.S. Rothenberg (ed) Beyond Borders: Thinking Critically about Global Issues, Worth Publishers. p.454
[14] Choussudovsky, M. (2005) " The Globalization of Poverty "  in P.S. Rothenberg (ed) Beyond Borders: Thinking Critically about Global Issues, Worth Publishers. p.455
[15] Choussudovsky, M. (2005) " The Globalization of Poverty "  in P.S. Rothenberg (ed) Beyond Borders: Thinking Critically about Global Issues, Worth Publishers. p.455
[16] Moberg, D. (2005)" Plunder and Profit" in P.S. Rothenberg (ed) Beyond Borders: Thinking Critically about Global Issues, Worth Publishers. p.446
[17] Petmann,J.J. (2005) " On the Backs of Women and Children" in P.S. Rothenberg (ed) Beyond Borders: Thinking Critically about Global Issues, Worth Publishers. pp.437-39
[18] Marx, Engels, Lenin, (2008) "Kadın ve Aile", Sol Yayınları, Ankara, p.128
[19] Engels, F. (1978)  "Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni", Sol Yayınları, Ankara, p.99
[20] Gorki,M. ( 1980 ) " Küçük Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi", Ortam Yayınları, İstanbul, p.5
[21] Lenin, V.I. (1995) " Seçme Eserler Cilt 6", İnter Yayınları, İstanbul,p. 186
[22] Wallerstein, I. (2011) " Dünya-Sistemleri Analizi ; Bir Giriş"  bgst Yayınları, İstanbul, p.66-71
[23] Engels, F. (1999) "Köylüler Savaşı", Sol Yayınları, Ankara, p. 17

9 Şubat 2013 Cumartesi

Kılavuzu Troçki olanın burnu burjuvaziden kurtulmaz(Brest-Litovsk ve askeri sorunlar)


Lev Troçki kimileri için bir deha, kimileri için bir hain, kimileri için bir Alman casusu olan Sovyet bürokratıdır. Troçki, Stalin’i sevmeyen hizipler tarafından hep örnek gösterilen figürlerden biri olmuştur. Özellikle Sovyetlerin 1991’de yıkılmasından sonra bu hizipler ‘Troçki haklıydı devrim tek ülkede olursa asla başarıya ulaşmıyor’diye veryansın edip Troçki’yi geleceği gören adam olarak ilan ettiler. Bu hiziplerin haksız olduğunu Troçki’nin Hayatım kitabının eleştirel bir okumasıyla çürütebiliriz. Troçki eğer Sovyetlerin mutlak hakimi olsa ne gibi felaketler çıkacığını aşağıda göreceğiz. (Bir makale yazdığımızdan dolayı Troçki’nin bu hatalarını Brest dönemi ve Kolçak sorunu ile sınırlandırmış bulunmaktayız. Buna rağmen makale çok uzun olacaktır). Troçki Brest’te barış yapmamak için can atarken siperlerin durumu şöyle idi:

“Brest-Litovsk’a giderken cephe çizgisini ilk olarak geçiyordum, siperlerde bulunan ve bizim gibi düşünen arkadaşlar, Almanya’nın korkunç isteklerine karşı, pek önemli olmasa bile bir gösteri düzenleyecek durumda değildiler: siperler hemen hemen boştu. Buchanan- Kerenskiy sınamasından sonra, kimse savaş hazırlığı sözünü ağzına almıyordu artık. Barış, nasıl olursa olsun barış!” (Troçki,hayatım,sayfa:404,Yazın Yayıncılık)

Düşünün cephede siperler boş ve Troçki barış yapmamak ve işi yokuşa sürmek için elinden geleni yapıyor. Bu ne demektir? Alman işgaline ortam hazırlamak ve Alman emperyalizmine yardım etmektir. Troçki’nin işi yokuşa sürüklemesinin akışı şöyle gerçekleşmiştir:

“ General Hoffman’ın kurmayı esirler için Ruski Vestnik adında bir gazete çıkarıyordu: bu gazete ilk zamanlar bolşevikleri göklere çıkarmaktaydı. “Okuyucumlarımız, diye yazıyordu Hoffman, bizden Troçki’nin kim olduğunu soruyorlar…” Ve insanın yüreğine işleyen sözlerle benim Çarlığa karşı verdiğim savaşı anlatıyor, Almanca kitabım Russland in der Revolution’u anıyordu. “Devrim dünyası mutlu kaçışını büyük bir coşku ile öğrenmişti.” Ve daha ötede şunlar yazılıyordu: “Çarizmin devrilişinden sonra, Troçki uzun yıllar kaldığı sürgünden döndü ve az sonra da Çar rejiminin gizli taraftarları onu hapse attılar.” Sözün kısası, Prusya’da Bavyera prensi Leopold ile Hoffman’dan daha coşkun devrimci bulunumazdı. Bu sevgi uzun sürmeyecekti. 7 şubat toplantısında, ki hiç de dostça bir toplantı değildi, şunları söyledim Alman ve Avusturya-Macaristan resmi basınının bize vaktinden önce övgüler düzmüş olmasından üzüntü duymaya başladık. Barış görüşmelerinin iyi yürümesi için hiç de zorunlu değildi bu.” (Troçki,hayatım,sayfa:386,Yazın Yayıncılık)

Diplomasiden bi haber Troçki bütün barış görüşmelerinde onu bunu bozarak işi yokuşa sürüklüyordu. Hatta kendisine nezaketen yapılan kitaplarınız karşılığı şu insanlara ayrıcalık tanıyın denilen diplomatik teklifi getiren Almanı tersliyordu. Troçki’nin bu tutumu ancak masaya oturan güçlü bir taraf iken yapılacak bir harekettir. Yoksa sonuçları felaket olacaktır. Troçki şu sözleriye kime hizmet etmektedir?

“Brest-Litovsk’a işte bu düşüncelerle ve şöyle özetlenebilecek formülle geliyordum:savaşı keseceğiz, askerkere tezkere vereceğiz, ama barışı imzalamayacağız.” (Troçki,hayatım,sayfa:405,Yazın Yayıncılık)

Cephede asker yok iken üstelik bunun üstüne askere tezkere verip cepheyi bomboş bırakma planı yapan Troçki’ye sormak lazım barış yapmadığın takdirde Almanların saldırmayacağının bir garantisi var mı? Yok tabi ki ama burada  Troçki’nin can simidi burada devriye giriyor ‘Dünya devrimi!’

“Lenin’e durumu  yazı ile bildirdim “Moskova’ya geldiğinizde görüşürüz” diye cevap verdi. Kanıtlarımı ortaya koyduğum zaman da şöyle dedi:
Lenin-Eğer general Hoffman üzerimize yürüyebilecek durumda değilse pek ala. Ama bu umut azdır. Bayera kulak’ları arasından seçme alaylar çıkarabilirler. Bize karşı bu kadarı yetmez mi? Siz kendiniz söylüyorsunuz ki siperler boşalmıştır. Ya Almanlar saldırıya geçerlerse?
Troçki- O zaman barışı imzalamak zorunda kalırız. Ama herkes anlar ki başka çaremiz kalmamıştır. Bizim Hohenzollern’le gizli ilişkilerimiz masalı da böylece ortadan kalkmış olur.
Lenin- Doğru, bunun da yararı var elbet. Ama çok tehlikeli. Alman devriminin zaferi için bizim mahvolmamız gerekiyorsa, bunu yapamayız. Alman devrimi bizimkilerden çok daha önemli olacaktır. Ama ne zaman olacak bu devrim? Kimse bilmez. Bu gün için dünyada bizim devrimimizden daha önemli bir şey yoktur. Ne yapıp yapıp onu kurtarmak gerekir.” (Troçki,hayatım,sayfa:405-406,Yazın Yayıncılık)

Lenin, Troçki’nin bizzat kendi satırlarıyla yazdığı cümlelerde bile Sürekli devrime karşı çıkıyor. Troçkistlere sormak lazım. Nasıl Troçki okuyup Lenin’le Troçki’nin aynı düşündüğüne kanaat getiriyorsunuz? Pes! Troçki bazı şeyleri gizliyor. Almanlar şu sözü söyledikten sonra neden saldırmasınlar?

“Hiç şüphesiz Kühlmann, kuliste kendilerine, bizim zaten birkaç haftalık ömrümüz olduğunu, bu kısa süreden yararlanarak, sonuçları bolşeviklerden sonra gelecek olanların sırtına çökecek bir “Alman” barışını çabucak elde etmek gerektiğini söylemekte idi.” (Troçki,hayatım,sayfa:397,Yazın Yayıncılık)

Troçki bu koşullara rağmen barış yapmıyor ve utanmadan Lenin’le aynı düşünüyorum diyor.

“ Parti içinde çekişme günden güne kızışıyordu. Sonradan yayılan sözlerin tersine, çatışma benimle Lenin arasında değil, Lenin’le partinin yönetici örgütünün ezici çoğunluğu arasında idi. Tartışma konusu olan belli başlı sorular şunlardı: Bu gün için bir devrim savaşı yapabilir miydik ve genel olarak devrimci bir hükümetin emperyalistlerle bir anlaşma yapması doğru olur muydu? Bu iki noktada tastamam ve aynen Lenin’in yanında idim, ikimiz de birinci soruya hayır, ikincisine evet diyorduk.” (Troçki,hayatım,sayfa:406,Yazın Yayıncılık)

Troçki yalan söylüyor madem aynı görüşteydin neden barış antlaşmasını imzalamadın? Diye sormak gerek. Aşağıda da göreceğimiz gibi 20.yy’ın Brütüs’ü(Troçki) Lenin’i arkadan bıçaklayacaktı:

“ 17 Şubatta merkez komite toplantısında Lenin oylama yaptı “Bir Alman saldırısı karşısında kalırsak ve Almanya’da bir devrimci ayaklanma olmazsa, barış yapacak mıyız?” Böyle temel bir soruda, Buharin ve taraftarları çekimser oy kullandılar. Krestinskiy de onlara katıldı. Yoffe hayır dedi. Lenin ve ben evet dedik. Ertesi sabah Lenin’in barışı imzalamaya hazır olduğumuzu bildiren bir telgraf çekilmesi için yaptığı öneriye karşı oy kullandım.” (Troçki,hayatım,sayfa:412,Yazın Yayıncılık)

Ne kadar da aynı görüşten olan insanların birbirlerine yapacakları hareketleri yapıyor Troçki Lenin’e. Tabi ki biz “Stalin’i seven insanlar kötü niyetliyiz” o yüzden böyle şeyler yapıyoruz hiç “iyi niyetli bir insan” buradan benim çıkardığım sonucu çıkarır mı? Polyanacılığın gereği yok. Troçki Lenin’i rakibi olrak görmekte ve her fırsatta onun kuyusunu kazmak istemektedir. Troçki’nin işi mundar ettikten sonra kankası Buharin’in ona sarılıp ağlaması bir fayda getirmiyor:

“ Toplantıdan çıktığımızda, Smolnıy’in uzun koridorunda Buharin beni yakaladı, kollarını boynuma dolayıp boşandı, hüngür hüngür ağlamaya başladı.
-  Biz ne yapıyoruz! Diyordu, partiyi tezek yığını haline getirdik! Gözü suludur Buharin’in genellikle, natüralist deyimleri de sever. Ama bu sefer durum sahiden kötüydü. Devrim örsle çekiç arasında kalmıştı.” (Troçki,hayatım,sayfa:414,Yazın Yayıncılık)

“ Deleglerimiz 3 Martta barış andlaşmasını okumadan imza etti. Clemenceau’nun düşündüğünden de beter bir şeydi bu Brest barışı, darağacı düğümü gibi bir şey. 22 Martta Reichstag andlaşmayı onayladı.” (Troçki,hayatım,sayfa:414,Yazın Yayıncılık)

Troçki’yi üstün ileri görüşlülüğünden dolayı tebrik ediyorum bir insan ancak bu kadar iyi ülkesine hizmet eder! 
Görüldüğü gibi önder Troçki olsa imiş Sovyetler 2 sene yaşaması bile mucize olacakmış. Troçki kontrol altında bu kadar felakete yol açıyorken, siz düşünün bu akıl hastanesinden kaçmış adamın Sovyetlerin başında olsa ülkenin geleceği nasıl olabilirdi diye?

Hastahane kaçkınından Stalin’e saldırılar

“ Stalin’in tutumu neydi? Her zaman olduğu gibi, bir tutumu yoktu. Bekliyor ve bir şeyler tasarlıyordu. Bana başıyla Lenin’i gösterip “İhtiyar barış sevdasında, ama yapamayacak” diyordu. Sonra Lenin’e koşuyor, şüphesiz onun için bana söylediklerini benim için de ona söylüyordu. Stalin hiçbir yerde ağzını açmıyordu. Sözüne kulak asılmazdı. Benim baş kaygım, yani bu barış işindeki tutumumuzun dünya proletaryası tarafından iyice anlaşılması noktasındaki didinişim, onun gözünde ikinci sıradan bir işti. Onu ilgilendiren “bir tek ülkede barış”dı, nitekim sonraları da “tek bir ülkede sosyalizm” diyecekti. Son oylamada Lenin’e oy vermişti. Ancak birkaç yıl sonradır ki, Troçkizme karşı daha iyi savaşabilmek için, Brest olayları üzerine bir görüş edinmek gereğini duymuştur.” (Troçki,hayatım,sayfa:417,Yazın Yayıncılık)

Daha önceki Troçki eleştirilerimizde Stalin’in tek bir ülkede sosyalizm derken bunun nihai zaferi dışlamadığını söylemiştik. Ayrıca bu düşüncenin Lenin’e ait olduğunu da bildirmiştik. Üstelik şaşılacak bir şey söz konusu, yukarıda Troçki Lenin’le dialogunu verirken bunun tek ülkede sosyalizm düşüncesini yansıttığını nasıl anlamıyor? Herhalde yanlışlıkla koydu diye düşünmeden kendimi alamıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse Troçki ne yazdığını bilmeyen bir dengesizdir. Stalin’in adını duyunca kuduz köpekler gibi ona buna saldırmakta ve Stalin’in olmayan teorileri, Stalin’inmiş gibi gösterip Stalin’e hakaret etmektedir. Halbuki bu teori Lenin’in teorisidir. Bu Troçkinin ilk yanlışıdır. İkinciye aşağıda değineceğiz ama önce Lenin’in bu konudaki görüşünü verelim:

 Bununla birlikte, daha gelişmiş ülkelerde sosyalist devrim zafere ulaşıncaya dek dayanmak, sadece bu düşünceye olan güvenin yardımıyla dayanmak kolay değil, Batı Avrupalı kapitalist güçler, kısmen bilerek, ve kısmen bilinçsizce, ülkeyi ellerinden geldiği kadar yıkıma uğratmak için Rusya'daki iç savaş unsurlarını kullanarak bizi geriye püskürtmek için yapabilecekleri her şeyi yaptılar. Biraz da şöyle tartışıyorlardı. "Eğer Rusya'daki devrimci düzeni yıkamazsak, her halükarda, onun sosyalizme doğru ilerlemesini engelleyeceğiz:". Batı Avrupalı kapitalist ülkeler sosyalizme doğru gelişimlerini tamamlayıncaya dek dayanabilecek miyiz? Onlar bu gelişimlerini, sosyalizmin yavaş yavaş "olgunlaşması" yoluyla değil, bazı ülkelerin diğerlerini sömürmesi yoluyla, emperyalist savaşta yenilen ülkelerden ilkinin sömürülmesi ile birlikte Doğunun tümünün sömürülmesi yoluyla  tamamlıyorlar.  Mücadelenin sonucu Rusya'nın, Hindistan'ın, Çin'in vb. dünya nüfusunun ezici çoğunluğunu meydana getirmeleri olayına bağlıdır. Ve birkaç yıldan beri de inanılmaz bir hızla kurtuluşu için mücadeleye sürüklenen bu nüfus çoğunluğudur; bu bakımdan, dünya çapındaki mücadelenin sonucundan hiç kuşku duyulamaz. Bu anlamda sosyalizmin kesin zaferi, mutlak bir biçimde ve bütünüyle güvence altına alınmıştır. Ama bizi ilgilendiren hiç de sosyalizmin kaçınılmaz nihai zaferi değildir. Bizi, Rusya komünist partisini, Rusya Sovyetleri iktidarını ilgilendiren, Batı Avrupa'nın karşı-devrimci devletlerinin bizi ezmesini engellemek için izlememiz gereken taktiktir.” (Lenin,İşçi Sınıfı ve Köylülük,Az Olsun Temiz Olsun,Sayfa:461-464,Sol Yayınları)

Lenin’in görüşü çok net. Şimdiki konumuz ise yukarıdaki ikinci hata olan Stalin’in tutumu olmadığına yönelik eleştiridir. İdrak yoksunu Troçki 11 Şubatta masadan kalkarken bundan bir ay önce 11 Ocakta Stalin görüşünü dile getirmişti:

“Stalin yoldaş, devrimci savaş şiarını kabul etmekle emperyalizmin eline koz verdiğimiz görüşündedir. Troçki’nin tavrını bir görüş açısı olarak nitelendirmek imkansızdır. Batıda devrimci bir hareket yoktur, devrimci bir hareketi söz konusu yapan hiçbir olgu mevcut değildir, bu sadece potansiyel olarak vardır; fakat biz saldırı pratiğimizde potansiyellere güvenmeyiz. Almanlar bir saldırı başlattıklarında, bu bizde karşı-devrimi güçlendirecektir. Almanya kendi Kornilov birliklerine ‘Muhafızlar’ sahip olduğu için, saldırabilcektir. Ekim’de emperyalizme karşı kutsal savaştan söz ediyorduk, çünkü bize tek başına ‘barış’ sözcüğünün bile, Batıda devrimi başlatacağı söyleniyordu. Ancak bu doğrulanmadı. Bizim gerçekleştirilmesi için zamana ihtiyacımız var. Eğer Troçki’nin politikasını kabul edersek, Batıdaki devrimci hareket için en kötü koşulları yaratmış oluruz. Bu yüzden Stalin yoldaş, Lenin’in Almanlarla barış yapma teklifinin kabul edilmesini öneriyor.”(Stalin Eserler cilt:4,sayfa:38,RSDİP(B) Merkez Komitesi Oturumunda Almanlarla Barış Sorunu Üzerine Konuşma,11 Ocak 1918, İnter yayınları)

“Biz kötü niyetliyiz!” Hay Allah görüyormusunuz gene “Troçki’yi yanlış anladık” Troçki’yi sevenlere sözüm şudur: Sizi gidi yalana tapıcılar sizi! Stalin’le aranızdaki sorun şimdi anlaşıldı çünkü o yalan söylemiyordu ve bu da sizin inançlarınıza aykırı tabi. İşte şimdi taşlar yerine oturdu!

Akıl Hastanesinden Kaçmış Bir Adamın Halüsinasyonları

“Voroşilov’un resmi biyografisinde 1914-1917 arası boş bırakılmıştır; bugünkü yöneticilerin pek çoğu için de böyledir. Çünkü bunlar savaş yıllarında yurtsever kesilmişler, devrimci eylemden ellerini çekmişlerdir.” (Troçki,hayatım,sayfa:463,Yazın Yayıncılık)

“Bunlar aşırı devrimci demokratlardı, ama hiçbir zaman enternasyonalist olmamışlardı. Genel bir kural olarak şöyle bir şey söylenebilir, bolşeviklerin savaş yıllarında yurtsever ve Şubat devriminden sonra demokrat olanları şimdi Stalin nasyonel sosyalizminin partizanları olmuşlardır. Voroşilov da bunlardan birisidir.” (Troçki,hayatım,sayfa:463-464,Yazın Yayıncılık)

Ah be Troçki! Ah be halüsinasyon gören meczup! Kendi anılarını Voroşilov’la karıştırıyorsun. Yemin ederim Sovyetler zamanında yaşasaydım bunun akli dengesi yoktur diye suikaste kurban gitmene karşı çıkardım. Bak bakalım Lenin amcan senin için ne diyor?

“Peki, ya bu yenilgi “şiarı”nın yerine ne önerilme isteniyor? “Ne zafer, ne yenilgi” parolası. Fakat bu, “anavatan savunması” parolasının değişik bir yazımından başka bir şey değildir! Bu ise, sorunu kendi hükümetine karşı ezilen sınıfların mücadelesi alanına değil, hükümetler arası savaş alanına taşımak demektir.Bukovoyed ve Troçki ile birlikte “ÖK”cılar “Ne zafer, ne yenilgi” parolasını savunurken tümüyle ve bütünüyle David’in zemininde duruyorlar! Savaştan önce İtalyan sosyal-demokratları kitle grevi sorununu ortaya attıklarında burjuvazi –kendi açısından son derece haklı olarak- şu yanıtı verdi: Bu vatana ihanet olacak ve sizlere de hainlere davranıldığı gibi davranılacaktır. Bu gerçektir, tıpkı siperde askerlerin kardeşleşmesinin vatana ihanet anlamına geldiği gibi. Kim Bukvoyed gibi “vatana ihanet”e ve Zyemkovski gibi “Rusya’nın çöküşü”ne karşı yazılar yazıyorsa, o proleter bakış açısını değil burjuva bakış açısını savunuyor demektir. Bir proleter “vatana ihanet” etmeden kendi emperyalist “büyük”gücünün çöküşüne katkıda bulunmadan, ne kendi hükümetine bir darbe vurabilir, ne de kardeşine “bizimle” savaş içinde olan “yabancı” ülkenin proleterlerine gerçekten alini uzatabilir. Kim “Ne zafer, ne yenilgi” şiarını savunuyorsa, o bilerek ya da bilmeyerek bir şovenisttir, en iyi ihtimalle uzlaşmacı bir küçük-burjuva, ama her halükarda proleter politikanın bir düşmanı, bugünkü hükümetlerin, bügünkü egemen sınıfların bir yandaşıdır.”(Lenin,Seçme eserler cilt:5,sayfa:156-158,İnter yayınları)

Bu garip atışmanın nedeni ise Troçki’nin Çariçin’de Stalin ve Voroşilov’la yaşadığı polemiktir. Aralarındaki sorun Troçki’nin en çok cepheneyi Çariçin’e(Stalingrad) göndermelerine rağmen neden Stalin’in hala zafer kazanmadığı yönünde yaptığı eleştiriden gelmekte. Ve Troçki tartışma sonunda elinizdekiyle yetinin demektedir. Ayrıca “emirlerime” uyulması yönünde Voroşilov ve Stalin’i tehdit etmektedir. Stalin, Lenin’e mektubunda şöyle demektedir:

“ Eğer bize pilotlarla birlikte uçak, tank ve onbeşlik toplar vermezseniz, o zaman Çariçin cephesi tutunamayacaktır ve demiryolunu uzun bir süre için kaybedeceğiz”(Stalin, Eserler cilt:4,sayfa:117,İnter Yayınları)

Lenin bir zaman sonra Stalin’e hak vermiştir:

“ Stalin bu gün geldi; Çaritsin’deki birliklerimizin kazandıkları üç büyük zaferin haberini getirdi.(1) Stalin üstün değerde ve eşsiz savaşçılar saydığı Voroşilov ve Minin’i yerlerinde kalmaya ve merkezin emirlerini tamamıyla uymaya razı etmiştir; bunların hoşnutsuzluklarının tek nedeni, Stalin’e göre, fişek ve cephane gönderilmesinde görülen gecikmeler ya da bunların hiç gönderilmemesidir, maneviyatı pek iyi olan ikiyüzbin kişilik güçlü bir ordu olan Kafkas ordusu da sırf bu yüzden kaybedilmiştir.(2) Stalin güney cephesinde çalışmayı çok istiyor. Düşüncesinin doğruluğunu iş başında ispat edebileceğini umuyor.”  (Troçki,hayatım,sayfa:467,Yazın Yayıncılık)

Troçki Lenin’den bu alıntıyı verdiğinde iki dipnot koyuyor ve Stalin’i kıskanıyor:

“ 1 Bu “zaferler” gerçekte ikinci sıradan başarılardan başka bir şey değildi.
  2 Bu partizan ordusu dövüşecek halde değildi ve ilk yumrukla dağılıvermişti.” (Troçki,hayatım,sayfa:467,Yazın Yayıncılık)

İlk dipnot kıskançlığın bir göstergesidir. İkincisi ise daha ağır bir suçun yani orduyu savaşamayacak durumda bıraktığı için Stalin’in doğru uyarılarını dinlemediği için Troçki suçludur. Troçki Stalin’in sözde küçük zaferine göndermede bulunuyor fakat Kolçak sorununda takındığı tutum Uralları Kolçak’a bırakıp Volga’nın Kolçak’ın eline geçmesine sebep olacak planı, askeri ve diplomatik başarısızlıklarında da aynı sert eleştirileri kendisi için yapmıyor. Hep ‘hataydı’ ‘hatamı kabul ediyorum’ gibi laflarla işten sıyrılmaya çalışıyor. Ayrıca Kolçak konusunda hatasını kabul ettikten sonra (bknz: Troçki, hayatım,sayfa:476) bir bakıyorsunuz iki sayfa çeviriyorsunuz “Benim savunduğum plan bunun tam tersiydi” diye bir fırıldaklığa şahit oluyorsunuz. Ama biliyoruz ki Sovyetler Birliği Troçki’nin elinde olsa 2 sene bile duramazdı. Bir insan ancak hain ise bu kadar kusur ve hatası olur.

Troçki’nin Bolşevik olma hezeyanı

“Lenin demişti ki, Troçki, menşeviklerle anlaşmasının mümkün olmadığını anladığı günden beri “en iyi bolşeviktir””. (Troçki,hayatım,sayfa:356,Yazın Yayıncılık)

Troçki, bu iddiasını kanıtlamak için Stalin’e suç atıp 1 Kasım 1917’deki konuşmaları sakladığı için bilinmediğinden dem vuruyor. Senelerden 2013’te Troçki’nin iddiasını araştırmak için Lenin’in toplu eserlerinin ingilizcesine baktım. Ve gördüğüm kadarıyla ingilizcesinde bile 1 Kasım 1917’deki yazıda Troçki’nin en iyi bolşevik olduğundan bahsetmiyor hatta yazıda Troçki’nin adı bile yok! İşin ilginci ne Sovyetler Birliği kaldı ne de Stalin şayet öyle bir yazı olsa Stalin düşmanları tarafından çoktan açığa çıkarılmış olması lazımdı. Ama okuyucuya bilinemezde bırakmak istemiyorum o yüzden Troçki’ninde çok sevdiği yazılardan olan Lenin’in vasiyetinden bir parça aktarıp bu tartışmayı da kapatacağım:

“Merkez komitesinin öteki üyelerinin kişisel yetenekleri üzerinde tek tek durmayacağım. Ancak bu arada, Zinovyev ile Kamenev’in Ekim olayının tabii ki rastlantısal olmadığına değineceğim. Fakat nasıl Troçki’nin Bolşevik olmadığını kişisel bir suç olarak hesaba katmazsak, bu olayı Zinovyev ile Kamenev’in kişisel suçu olarak hesaba katamayız”(Lenin, 25 Aralık 1922)

Lenin burada sırf Bolşevik olmadığı için suçlayamayız diyor. Oysa ki daha önceki yazılarıma bakarsak Lenin’in bu kadroyu tasfiye etmek istediğini görebiliriz. Konumuz bu olmadığı için ve daha önce de tartıştığımız için bu konu hakkında şimdilik daha fazla yazmayacağım. Ama en azından Lenin vasiyeti, Troçki’nin sözde açıklanmayan, gizlenen metin iddiasını çürütmeye yeter. Sovyetleri yıkmak için diplomatik, askeri, ajanlık işlerine giren Troçki’nin pratik alanda yaptığı hatalarının bir kısmını inceledik. Sormak istiyorum bu kadar hatası olan bir adam Lenin’den sonra ya da Lenin’i devirip iktidara gelse Sovyetler kaç yıl dayanabilirdi? Yalana tapıcıların yaptığı gibi cevabı yanlış seçmemeniz dileğiyle.