26 Ocak 2013 Cumartesi

EZLN’nin Rüyalar Alemindeki Sosyalizmi


Latin Amerika, günümüzde dünyadaki en hareketli devrimci mücadelenin yürütüldüğü alanların başında gelir. Bu kıtadaki hareketler genellikle Maoist olma özelliğini taşımaktadır. Bu hareket içinden Meksika’daki EZLN hareketinin yeri bir başkadır. Bu hareket sosyalist blokun yıkılmasından sonra 1994’te son biçimini almış olmasının yanında Sovyet tipi devrimcilikten uzak olmasıyla günümüzün silahlı devrimci mücadelesinde önemli bir yerde durmaktadır. EZLN  neo-liberalizme karşı mücadelesiyle tanınan bir örgüttür. Finans kapitalin egemenleri tarafından pompalanan küreselleşmenin olumlu olacağı olgusuna karşı, belki de modern zamanın neo-emperyalizmi olan bu sürece karşı, EZLN’nin aldığı tutum birçok kesimin, küreselleşme ve bunun ekonomik ağayı olan neo-liberalizm’in gerçekte ne olduğu konusunda ciddi bir aydınlanmasını sağlamıştır. Burada dikkat edilmesi gereken unsur, EZLN Sovyet tipi devrim stratejisini bırakıp yerine, yeni bir strateji ile başka bir sosyalizm kurmanın mümkün olduğunu iddia etmekle proletaryanın ve müttefiklerinin çıkarlarını sağlayabilme potansiyeline sahip olabilir mi? EZLN hareketinin başarısı bu sorunun cevabına bağlıdır. EZLN ne kadar sosyalisttir ne kadar neo-narodniktir?  Narodnizm ile dünyadaki ürünleri yaratan sınıfın lehinde bir sonuç alınması mümkün müdür? EZLN kendini narodniklikle ayırmadığı sürece neo-liberal hareketten kendini ayırabilir mi? İşte bütün bu sorular mücadelenin başarısını tayin edecek temel sorunlardır. EZLN’nin neden narodnik özelliklere sahip olduğunu incelemeye başlarsak. Narodnik hareket küçük burjuva devrimci özelliğe sahip Çarlık Rusya’sında faaliyet sürdürmüş bir oluşumdur. Amacı mülksüz köylülüğe toprak vererek herkesi toprak sahibi yapmak ve bu dağıtımla sosyalizmi kurmaktır. Narodnik hareketin sorunu burada yatmaktadır. Narodniklerin bu düşüncesi ile ancak kapitalizmin gelişmesini sağlamaya yarayan bir sonuç doğacı kesindir. Çünkü mülkiyet hakkını kaldırmadan herkesi toprak sahibi yapmak kapitalizmi geliştirecek bir unsurdur ve nihai olarak zaman içinde dağıtılan topraklar gene bazı insanların tekelinde toplanacaktır. Narodniklerin bu yaptıkları ancak tarihin çarklarını geri sarmaktan başka bir şey olmayacaktı. Bundan dolayı narodnikler Bolşevikler tarafından eleştirilmişlerdi. EZLN ile narodnizm arasında bağlantı kurmak gerekirse önce egemen sınıfa karşı sol söylemlerle bir eleştirinin olması gerekir bu da EZLN’de mevcuttur:

EZLN’deki Narodnizm

“ Güneydoğu milli sermayesinin üçte ikisi enerji sektörüne ayrıldı. Ama bu ülke sadece beş yıllık planlardan sıkıntı çekmiyor, o, bu tür yağma ve işletme deneyimlerini yüz yıllardır yaşıyor. Tıpkı bugünkü gibi, keresteler, meyveler, hayvanlar ve insanlar, çok eskiden de, metropollere akıyordu. Tüm muz cumhuriyetlerinde olduğu gibi, neo-liberalizm ve ‘liberal devrim’ söylemleriyle, Güneydoğu, ihtiyaç malzemelerini, el zanaatlarını beş yüz yıldan beri yaptığı gibi, ithal ediyor ve kapitalizmin temel ürününü ihraç ediyor: sefalet ve ölüm.” (Ya Basta! Artık Yeter!, İsyancı Komutan Yardımcısı Marcos,Belge yayınları,sayfa:46)

Mevcut sistem eleştirisi narodnizmin ilk aşamasını temsil ediyordu. ikinci ihtiyaç nesnemiz  köylü sloganıdır:

“Köylünün tarım için tek bir ağacı kesemediği topraklarda dinamitler patlıyor, ağaçlar birbiri ardına devriliyor. Her kesilmiş ağaç onlara en azından on maaşları kadar bir paraya ve hapis cezasına mal oluyor. Yoksul ağaç kesemez; her seferinde biraz daha yabancı olan ellerin arasındaki petrolcü hayvan ise, evet. Köylün yaşamak için kesiyor; hayvan yağmalamak için kesiyor.” (Ya Basta! Artık Yeter!, İsyancı Komutan Yardımcısı Marcos,Belge yayınları,sayfa:43)

Bir sonraki aşamada bir sosyalizm iddiası gelmesi gerekmektedir :

“Sosyalizm öldü. Yaşasın sermaye. Radyo, basın televizyon hep bunu söylüyor, akla geri dönmüş ve pişman olmuş bazı eski sosyalistler bunu tekrarlıyor. Ama herkes umutsuzluğun ve konformizmin sesini dinlemiyor. Herkes kendini cesaretsizliğin kızağında kaymaya bırakmıyor. Çoğunluk, milyonlar, iktidarın sesini dinlememeye devam ediyor, ve duyamıyorlar, onlar, kulaklarının içine ölümün ve sefaletin çığlıklarını atan kan ve gözyaşlarıyla sağırlaşmışlar. Ama bir dinlenme anında, çünkü bu hala mümkün, başka bir sesi dinliyorlar, yukarıya ait olmayan, aşağılardan esen, dağlardaki yerlinin yüreğinde doğan bir rüzgarla taşınan ve onlara adaletten, özgürlükten bahseden, onlara sosyalizmden bahseden, umuttan, dünyadaki yegane umuttan bahseden sesi.” (Ya Basta! Artık Yeter!, İsyancı Komutan Yardımcısı Marcos,Belge yayınları,sayfa:56)

EZLN ilginç bir şekilde günümüzde sosyalizmin ölmediğini dile getirmektedir. Fakat aşağıda da göreceğimiz gibi EZLN her ne kadar sosyalizm ölmediğini savunsa da kendisinin izlediği taktiğin bizzat sosyalizmi mezara koymanın bir başka biçimi olduğunu, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde unutuyor.

EZLN’nin Doğasında Olan İşbirlikçilik 1

“Silahlı mücadele biçimimiz haklıdır ve doğrudur. Eğer tüfekleri almamış olsaydık, yönetim, hiçbir zaman, topraklarımızdaki yerlilerle ilgilenmeyecekti ve biz hala sefalet ve terkediliş içinde olacaktık. Şimdi ise, yönetim yerlilerin ve köylülerin sorunlarına çok kafa yoruyor, ve böyle olması iyidir. Ama Meksika’nın Chiapas yoksullarının sesini dinlemesi için Zapatist tüfeklerin konuşması gerekmektedir” (Ya Basta! Artık Yeter!, İsyancı Komutan Yardımcısı Marcos,Belge yayınları,sayfa:102)

Çok önemli bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor EZLN yukarıdaki alıntıda silah kullanmayı meşrulaştırmada hükümetin dikkatini çekme konsepti ile bağdaştırıyor. Gerçek bir sosyalist örgütün silah kullanmayı meşrulaştırması ise hükümetin dikkatini çekmek için değil bizzat hükümetin burjuvazinin uşağı olduğunu açıklayıp bunun yerine sömürüsüz bir toplum kurma yolunda iktidar talep etmek ve bu iktidarı almak için tek yol olan silahlı mücadeleye girişmek. Şeklinde bir yol haritasıyla silahlı mücadelenin meşrulaştırılması olmalıydı. EZLN’nin yaptığı egemen sömürücü gücü kabul etmekten başka bir anlam taşımıyor.

“ Meksika tarihinde, halkın çıkarlarıyla ve iradesiyle ilgisi olmayan diktatörlere karşı bir halk devriminin zaten olduğunu hiç kimsenin unutmaması gerekmektedir. Ve bu devrimin ardından, Meksikalılar 39. Maddesi ‘halk, her zaman, yönetim biçimini feshetmek ya da değiştirmek hakkına mutlak olarak sahiptir’ olan bir anayasayı onaylamıştır. İşte bu yüzden, Federal Birlik güçlerini, hizmet etmek zorunda oldukları halkın bu talebine karşılık vererek, sorumlu bir biçimde, politik görevlerini yerine getirmeye çağırıyoruz. Anayasayı uygulamadıkları ve 39. Maddeye uymadıkları sürece, silahları konuşturmaktan başka çözüm yolumuz olmayacaktır.” (Ya Basta! Artık Yeter!, İsyancı Komutan Yardımcısı Marcos,Belge yayınları,sayfa:98)

EZLN egemen güç olarak hükümeti tanımakla kalmıyor burjuva anayasını kendine referans alıyor ve bu yasadan hareketle direnmeyi meşru kılıyor. EZLN dikkat etmesi gereken hususu gözden kaçırmıştır. Burjuvazinin yönetimindeki devletler eğer o ülkenin geleneğinde bir direniş geleneği varsa, burjuvazi kendisini egemen kılmak için bazı sembolik önemdeki ve halkın yüreğini okşamak için bazı sempatik önermeleri anayasaya yazar. Bu sembolik önemdeki kanunları hep ‘ama’lar takip eder. Örnek olarak Türkiye’de toplantı ve gösteri hürriyeti vardır ama yasaya bir ‘ama’ ekleyerek o hakkı engellerler. Yunanistan’daki direniş yasası benzer bir sembolik haktır. Meksika’daki bu madde de semboliktir. Bu davranışla EZLN işin sınıfsal özelliği kaybettirmekte ve burjuva devletinin bütün yasalarının ancak burjuvazinin lehine çıkacağı ilkesini ayaklar altına almaktır. EZLN’nin bu hareketi, düzen içinde kalmanın bir başka şekilde söylenmesidir.

EZLN’nin Doğasında Olan İşbirlikçilik 2

“Federal hükümet ise EZLN’yi herhangi bir biçimde tanımayı bile reddediyor. O halde, biz de, EZLN’mizin ‘savaşan güç’ olarak tanınmasını sağlamak ve bu biçimde, tüm uluslar arası anlaşmalar çerçevesinde oturtmak için, şu andan itibaran, uluslar arası mahkemelere başvuracağımızı ilan ediyoruz… Dışlama ve nefret bize yöneldiğinde, zaten iktidarın ağzındaydı. Güvensizlik bir konum, biz bunu yaşıyoruz ve beşyüzyıldır ölüyoruz. Değişen nedir? Bizim ikilemimiz ‘demokratik’ bir seçim ya da şiddet arasında değildir. Gerçek seçim, bizim için, onurlu bir barış ya da onurlu bir savaş içindir.” (Ya Basta! Artık Yeter!, İsyancı Komutan Yardımcısı Marcos,Belge yayınları,sayfa:123-124)

EZLN sırf Meksika hükümetiyle işbirlikçilik içine girmiyor ayrıca çok eleştirdiği neo-liberal politkaların hakkını savunmakla yükümlü mahkemelere başvurarak hak talebinde bulunuyor O zaman EZLN’ye sormak lazım bu nasıl neo-liberalizm karşıtlığı? Tıpkı Narodniklerin İngilizlerle işbirliği altında Bolşeviklere karşı iç savaşta savaşması ve işbirliğine girmesi gibi EZLN’de işbirliğini başka bir bağlamda küresel güçlerle oluşturuyor.

EZLN’nin Devrim Karşıtlığı

“Meksika’daki devrimci dönüşümün, kelime anlamıyla bir eylemin meyvesi olmayacağını düşünüyoruz. Yani, gerçek anlamıyla, bir askeri ya da sivil bir devrim olmayacak. Aslolarak, birçok sosyal cephe üzerinde, çeşitli yöntemlerle, değişik sosyal formlar altında ve çeşitli derecede katılımlarla ve sorumluluklarla gerçekleşen bir mücadelenin sonuçlandırdığı bir devrim olacak. Bu sonuç, belli bir sosyal öneri taşıyan bir partiye, bir örgüte ya da örgütler topluluğuna ait olmayacak, ama çeşitli politik öneriler içinde sağlanan demokratik çözüm alanına ait olacak. Bu demokratik çözüm alanı, şimdiden tarihsel olarak ayrılamayan üç temel kaide ile hudutlanacak: ağırlıkta olan sosyal talebi belirlemek için demokrasi, şu ya da bu öneriyi seçmek için özgürlük, ve tüm önerilerin kendilerini koruyabilmeleri için adalet.” (Ya Basta! Artık Yeter!, İsyancı Komutan Yardımcısı Marcos,Belge yayınları,sayfa:109)

EZLN bu tutumuyla açıkça proletarya diktatörlüğüne karşı tutum takınmış oluyor. Bir Marxist örgütün hiç kullanmayacağı saf demokrasi,adalet,özgürlük laflarını kullanıyor. O zaman EZLN’ye sormak lazım sosyal talep olarak burjuvazinin lehine olan bir şey toplum tarafından benimsenirse ne yapacaksınız? Kabul mü edeceksiniz? EZLN devrimi dışlayarak demokratik çözümü ön plana koyarak burjuvazinin tahakkümünü kabul etmekte ve bir sosyal demokrat partiden farksız hareket etmektedir.

EZLN’nin mücadelesinin Sınıf Savaşımından Ücret savaşımına dönüşümü

“ADALET! ÖZGÜRLÜK! DEMOKRASİ! İşte üç zincirin üç anahtarı. Onurlu ve iyi ücretli bir iş hakkı için adalet. Egemenden ve onun sözcülerinden bağımsız olarak örgütlenebilme hakkı için özgürlük. İktidar bize itaat etsin diye talepte bulunma hakkı için demokrasi. İşte, bu toprakların en küçükleri olan bizlerin istediği şeyler. İşte istediklerimiz: üç hak, üç savaş, üç güneş. Tek bir gelecek: yeni bir Meksika’nınki.” (Ya Basta! Artık Yeter!, İsyancı Komutan Yardımcısı Marcos,Belge yayınları,sayfa:255)

EZLN’nin bu burjuva demokratik talepleri için yürüttüğü savaşım yüzünden neden neo-liberal mahkemelere başvurduğunu anlamak şimdi daha kolay. Bir zamanlar narodnikler nasıl sözde sosyalist ise EZLN’de bugün odur. EZLN sosyalizmi bu talepleriyle anca rüyasında görür.

EZLN’nin Rüyalar Alemindeki Sosyalizmi

“Rüyalarımızda, başka bir dünya görmüştük. Gerçek bir dünya, halen yaşadığımızdan radikal olarak daha adaletli bir dünya. Bu dünyanın silaha ihtiyacı olmadığını, orada barışın, adaletin ve özgürlüğün hakim olduğunu,hem de öyle bir doğallıkla ki, onlardan uzak bir şey gibi değil, ekmek, kuşlar, hava ve su dermiş gibi, ses ve kitap dermiş gibi bahsedildiğini düşledik. Ve bu dünyada sağduyu ve çoğunluğun iradesi hakimdi, ve yönetenler düşünen kişilerdi, itaat ederek yönetiliyorlardı; bu hakiki dünya geçmişe ait bir rüya değildi, bize atalarımızdan gelmiyordu. Geleceğin dünyasıydı, atacağımız bir sonraki adımdı. İşte böyle yürümeye koyulduk, evimizi aydınlatması için, tarlalarımızı büyütsün, çocuklarımızın kalbini yıkasın, terimizi silsin, tarihimizi temizlesin ve herkes için olsun diye bu rüyayı masamıza taşımak için yola koyulduk. İstediğimiz budur. Ne daha az, ne daha çok.”(Ya Basta! Artık Yeter!, İsyancı Komuntan Yardımcısı Marcos,Belge yayınları,sayfa:196-197)

EZLN romantik duygularla hareket ediyor ama gerçek şu ki EZLN istediği kadar yola koyulsun bu taleplerle halkının boğazlanmasından başka bir sonuç elde edemeyecek. Ve anca rüyasında böyle bir dünyada yaşayabilecek. Ne daha az, ne daha çok. Sonuç olarak bütün Marxist örgütler Narodnik rüyalarından uyanıp gerçek kurtuluşa nasıl gidilir diye kafa yorsalar dünyadaki devrimci proletarya için daha hayırlı olacaktır. Saçma sapan talepler için onla bunla işbirliği yaparak, onun bunun egemenliğini kabul edip, onun bunun kanunu kendine referans almak yerine.

20 Ocak 2013 Pazar

HANGİ SINIF İÇİN DEMOKRASİ İSTEDİĞİMİZİN FARKINDA MIYIZ?


Şu son zamanlarda etrafta ciddi biçimde “demokrasi” “eşitlik” “özgürlük” lafları dolaşmakta herkes özgürlüğümüzü kısıyorlar bize zulm ediyorlar ne demokratikiz ne eşitiz nede özgürüz diyorlar. hatta bundan dolayı bu ülkede faşizm egemen olmuş. liberalizm‘in ve demokrasi‘nin rafa kaldırıldığını ve DİKTATORYA altında yaşadığımızı bile iddia edenler var.Bir noktada haklılar şu anda diktatorya var ama liberalizm‘de diktatorya olabilir mi olursa nasıl bir diktatoryadır sorusu yanıt bekliyor.İşte bunu açıklamaya başladık mı “eşitlik” “özgürlük” ve “demokrasi” kavramlarını açıklamış ve ne diktatoryası kime eşitlik kime özgürlük kime demokrasi var olduğunu açıklamış olacağız .(bütün alıntılarımı Leninden ve Marxist bakış açısıyla vereceğimi şimdiden belirteyim)

İlk önce diktatorya “Diktatörlük, doğrudan doğruya zora dayanan ve hiçbir yasa ile bağlı olmayan bir iktidardır.”(Lenin,Proleter Devrim ve Dönek Kautsky,Sayfa:19,İnter yayınları)

Tanım çok açık ve net kanımca kimse buna karşı çıkmayacaktır peki bu diktatörlük niye kurulur amacı nedir ?kurulunca ne elde edilmiş olur demokrasi bu diktatörlük altında olabilir mi cumhuriyette diktatörlük olabilir mi? Hepsi kafamızda olan mevcut sorulardır ama önce şunu açıklamak gerekir  “HANGİ SINIF İÇİN DEMOKRASİ VE DİKTATÖRLÜK”

“ İkincisi, açıkça yanlış bu. Bir liberalin genel olarak "demokrasi"den söz etmesi doğaldır. Bir marksist ise: "hangi sınıf için?" diye sormaktan hiçbir zaman geri kalmayacaktır. Örneğin, ilkçağ kölelerinin ayaklanmaları ve hatta büyük kaynaşmalarının, ilkçağ devletinin özünü, yani köleciler diktatörlüğünü hemen açığa vurduklarını herkes -ve "tarihçi " Kautsky de- bilir. Bu diktatörlük, köle sahipleri arasındaki, onlar için demokrasiyi ortadan kaldırıyor muydu? Herkes bilir ki, hayır.” (Lenin,Proleter Devrim ve Dönek Kautsky,Sayfa:17,İnter yayınları)

Buradan da anlaşılacağı gibi diktatörlük bir sınıfı ezmek ve kendi çıkarlarını uygulamak için kurulur ve bu hiçbir yasa ile bağlı olmayan zora dayanan bir oluşumdur ve bu sınıfın temsilcileri arasında eşitliği ortadan kaldırmaz bu sınıfın üyeleri arasında demokrasi devam eder.Çok güzel bir şekilde diktatörlüğü açıkladıktan sonra gelelim günümüz kapitalist ve cumhuriyetle yönetilen toplumlarında demokrasi ve eşitliğin nasıl olduğuna ve bir diktatorya yönetimi altında olup olmadığına

“ Burjuva rejim (yani toprak ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin henüz varlığını sürdürdüğü rejim) ve burjuva demokrasisi rejimi dönemindeki "özgürlük ve eşitlik" biçimsel olarak kalırlar; bunlar gerçekte (biçimsel olarak özgür, biçimsel olarak eşit haklara sahip) işçilerin ücretli köleliği ve sermayenin mutlak iktidarı; emeğin sermaye tarafından ezilmesi anlamına gelirler. “.”(Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü,Sayfa:169,Sol yayınları)


Anlaşıldığı gibi sermeyenin mutlak egemenliği olduğu için diktatoryadır çünkü diktatörlük kesin egemenlik esasına dayanır peki neden biçimsel özgürlük denmektedir Şimdi bunu açıklayalım:

“Zengin köylüler, kulaklar, birinci yolu seçecek, işçilere karşı, yoksullara karşı, kapitalistler ve toprak sahipleri ile ittifak yaparak, talihlerini denemek isteyeceklerdir. Ama Rusya'da, bu köylüler azınlıkta kalacaklardır. Çoğunluk, kapitalistlerin iktidarının yeniden kurulmasına karşı, "zenginler için daha da zenginleşme özgürlüğü"ne karşı, "yoksul için açlıktan kıvranma özgürlüğü"ne karşı, "eşitlik" (buğday fazlalarını alan tokun, aç ile eşitliği) üzerindeki cafcaflı sözlerle, bu kargışlı kapitalist "özgürlük"ü (açlıktan ölme özgürlüğü) maskelemeye yarayan yalana karşı, işçiler ile ittifak yapmadan yana olacaktır.”(Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü,Sayfa:167-168, Sol yayınları)

Biçimseldir çünkü görünüşte eşittir biri zengindir biri fakir biçimseldir çünkü biri açtır biri gereğinden fazla tok. Aç insanın tek özgürlüğü açlıktan ölme özgürlüğüdür. Kapitalizmde bir diktatoryal yönetim olduğunu ve kendi sınıfı altında eşit demokratik ve özgür olduğunu açığa kavuşturduğumuza göre bunun diğer diktatoryal yönetimlerden farkı nedir?

“ Her yumurcak,krallık ile cumhuriyetin iki ayrı hükümet biçimi olduğunu bilir. Bu iki hükümet biçiminin her ikisinin de, kapitalist rejimdeki bütün öbür geçici "hükümet biçimleri" gibi, burjuva devletin, yani burjuvazi diktatörlüğünün çeşitlerinden başka bir şey olmadıklarını Bay Kautsky'ye tanıtlamak gerek.” (Lenin,Proleter Devrim ve Dönek Kautsky,Sayfa:20,İnter yayınları)

Görüldüğü gibi burjuvazinin yönetimi için hangisi uygunsa ona yönelik bir hükümet biçimi uygulanmaktadır. Yani bizim cumhuriyet ile yönetiliyor dediğimiz modern devletlerimiz sadece azınlık sınıfının çıkarlarını korumakla görevli bir devletin hükümet biçimidir ve ona göre yönetilecektir. Kraliyetten farkı Şekil yönündedir özü aynıdır: her ne koşulda olsun burjuvaziye hizmet.  Artık kimse bu açıklamalardan sonra diktatörlüğe gidiyoruz eşitliğimiz demokrasimiz tehdit altında özgürlük kalmadı ne olacak bizim halimiz gibi sloganlara kulak vermeyecektir çünkü kapitalizmin özünde diktatörlük vardır burjuva sınıfının üyesi değilsen aç kalma hakkından başka hiçbir hakkın bulunmamaktadır peki günümüzün ergenekoncuları neden eşitlik ,demokrasi diye ayağa kalkmaktadır çünkü kapitalizmin genel kuralı gereği sömürücü sınıf zaman içinde azalır bu azalmada sınıftan çıkacak olan grup üyeleri mevcut haklarını kaybetmemek için çırpınır bunun için mücadele eder ve bunun için desteğe ihtiyaç duyar desteği proletaryadan yada yoksul köylülükten bulmaya çalışır. Bu sınıfın geleceği bu yığınları kendine çekmeyi becerebilmesine bağlıdır( bu yüzden proleterleri ve yoksul köylülüğü eşitlik ve demokrasiyle kandırmaya çalışır). Fakat proleterler bu sınıfın(ergenekoncuların) ve karşısındakilerin(iktidardakiler) oyununa gelmemelidir çünkü proleterler hiçbir zaman bu kesimleri destekledimi rahata erişemeyecektir. Proleterler için tek yol kendi diktatoryalarını kurup (yani çalışanın rahat edeceği düzen) için mücadele etmelidirler kendi devrimci teorileri onların özgürlüğünün temel taşıdır mücadele onların rahata erişmelerinin zorlu ama tek yoludur proleterler bu mücadelede yılmamalıdır yoksa tek özgürlükleri aç kalma özgürlükleri olacaktır ve Lenin'in sözleri akıllarından çıkmamalıdır.

"Devrimin ne zaman ve hangi koşullar altında gerçekleşeceği, belli bir sınıfın isteğine bağlı değildir; ama yığınlar içerisinde yürütülen devrimci çalışma hiç bir zaman boşa gitmez. Yığınları sosyalizmin zaferine hazırlayan tek eylem türü budur. " (Lenin, Marx Engels Marksizm,Sayfa:301,Sol yayınları)

Son olarak demokrasi,özgürlük,eşitliğin hangi sınıf için olduğu akıldan çıkmamalıdır. Proleterler için, özgürlüğün ve demokrasinin tek yolu vardır o da devrimdir ve bunu yapabilmek için emekçilerin çıkarına hizmet edecek tek diktatorya biçimi olan, proletarya diktatörlüğünü kurmak ve onu yaşatmak gerekmektedir.Bu yazıyı yazmamdaki amaç proleterlerin mevcut olduğu bilinç seviyesinin düşüklüğü ve kendi çıkarlarına olmayan şeyleri bilinçsizlikten ötürü yürekten destekleyip benimsemeleridir yazım sadece sloganlara takılmadan neyin ne olduğunu açıklamaktan ibarettir ve hangi sınıfı destekliyorsak sınıfımızın sonuçta kazanması ve kaybetmesi bizim geleceğimizi belirleyecektir biz sınıfsız olamayız ancak hangi sınıfı ne için desteklediğimizi saf haliyle bilmeliyiz ve bu yüzden bunun bilincinde olup ona göre destek vermeli ve mücadeleden sonra başımıza gelecek sonuçların bari bizim lehimize olan bir şey yüzünden gelmesi için yazılmıştır.

7 Ocak 2013 Pazartesi

Pragmatikliğin ve tutarsızlığın kendi içinde içselleştirilmiş hali: Mao Ze Dung




Mao Ze Dung dünya devrimci hareketine damgasını vurmuş önemli bir figür olmasının ötesinde yarattığı teorik ve pratik miras dünya devrimci hareketini geçmişte etkilemiş ve şimdi de etkilemektedir. Mao’nun dünya devrimci hareketine olumlu etkilerinden ötürü her devrimcinin Mao’nun mücadeleye sunduğu katkılarından dolayı teşekkür etmesi gerekmektedir. Bunun yanında yarattığı muğlak ekonomik teorilerinden ve aşırı pragmatikliğinin getirdiği devrimci vebadan ötürü eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Mao’u eleştireceğimiz ilk konuya gelirsek, Anadolu coğrafyasındaki, devrimci hareket içindeki genel kanı, Stalin’in Çin devrimine yardım etmediği ve devrimin gerçekleşmesinin önünde engel olduğu ve Mao’nun buna rağmen devrimi gerçekleştirdiği yönünde bir algı mevcuttur. Bu algının yanlış olduğunu bizzat Mao’da görüyoruz. Yalnız devrim zamanında bile Sovyetler olmasa Çin’de devrim olamazdı diyen Mao’nun, Sovyet İktisadının eleştirisi kitabında Stalin’i Marksizm-Leninizm’den saptığını söylemesinde yatan olgunun mantıki bir açıklaması olduğunu düşünmüyorum 1939’dan ve daha sonraki döneme ilişkin Mao’nun Stalin ve Sovyetler algısı aşağıdaki gibidir:

Mao’nun tarihsel süreçler içinde değişen Stalin ve Soveyetler Birliği algısı:

“Aralık ayının yirmi birinde Stalin yoldaş altmış yaşında olacak. Stalin yoldaşın doğum gününün, dünyanın dört bir yanında bu olaydan haberli olan bütün devrimci insanların yüreğinde sıcak ve coşkun kutlama duyguları uyandıracağından emin olabiliriz. Stalin'i kutlamak bir formalite değildir. Stalin'i kutlamak demek, onu ve onun davasını desteklemek, sosyalizmin zaferini desteklemek, Stalin'in insanlığa gösterdiği ilerleme yolunu, desteklemek ve sevilen bir dostu desteklemek demektir. Çünkü bugün insanlığın büyük çoğunluğu acı çekmektedir ve insanlık kendisini acı çekmekten, ancak Stalin'in gösterdiği yolda ilerlemekle ve onun yardımıyla kurtarabilir. Tarihimizin en acılı bir döneminde yaşadığımız bugünlerde, biz Çin halkı, başkalarının yardımına acil bir ihtiyaç duyuyoruz. Kasideler Kitabı'nda şöyle bir söz vardır: "Kuşlar, sesleri; dostlarında yankı bulsun diye öterler". Bu söz, bizim şimdiki durumumuza tamamen uymaktadır. Öyleyse, bizim dostlarımız kimlerdir? Çin halkının, kendi kendini dost ilan eden bazı sözde dostları vardır, hatta bazı Çinlileri bile düşünmeden bunları dost kabul ederler. Ama böyle dostlar, olsa olsa Tang Hanedanının "tatlı dilli bir cani" olarak ün salan baş veziri Li Lin-fu'yla aynı kefeye konulabilir. Gerçekten de bunlar, "tatlı dilli birer cani olan dostlardır". Kimdir bunlar? Bunlar, Çin'e yakınlık taslayan emperyalistlerdir. Buna karşılık, başka türden dostlar da vardın bize gerçekten yakınlık duyan ve bizi kardeş bilen dostlar da vardır. Bunlar kimlerdir? Bunlar Sovyet halkı ve Stalin'dir. Sovyetler Birliği dışında hiç bir ülke Çin'deki imtiyazlarından vazgeçmedi; sadece Sovyetler Birliği vazgeçti. Birinci Büyük Devrimimiz sırasında bütün emperyalistler bize karşı çıktılar; sadece Sovyetler Birliği bize yardım etti. Japonya'ya Karşı Direnme Savaşı patlak verdiğinden bu yana hiç bir emperyalist ülke hükümeti bize gerçekten yardımda bulunmadı; Çin'e uçağıyla, malzemesiyle sadece Sovyetler Birliği yardımda bulundu. Mesele yeterince açık değil mi? Çin milletinin ve Çin halkının kurtuluş davasına, gerçek yardımı önderleri ve halkıyla, sosyalist düşünürleri, devlet adamları ve işçileriyle ancak sosyalizmin anavatanı yapabilir ve onların yardımı olmadan davamız nihaî zafere ulaşamaz. Stalin, Çin halkının kurtuluş davasının gerçek dostudur. Ayrılık tohumları ekmek için girişilen hiç bir çaba, hiç bir yalan ve iftira, Çin halkının Stalin'e olan yürekten sevgi ve saygısını ye bizim Sovyetler Birliği'yle olan gerçek dostluğumuzu sarsamaz”
(Mao Ze Dung,Seçme Eserler cilt:2,Çin Halkının Dostu Stalin,sayfa:321-322,eriş yayınları)

Mao 1939’da Stalin’i ve Sovyetleri bir güzel övüyor. Çin devriminden 1 sene önce Maonun yaptığı Sovyet övgüsü çok düşündürücüdür:

“Çin Komünist Partisi, Sovyetler Birliği Komünist Partisi örnek alınarak kurulmuş ve geliştirilmiş bir partidir..Dolayısıyla her ülkenin devrimci güçleri ve aynı şekilde bütün ülkelerin devrimci güçleri birleşmeli, Sovyetler Birliği’nin önderliğinde antiemperyalist bir birleşik cephe oluşturmalı ve doğru siyasetler izlemelidirler, yoksa zaferin kazanılması mümkün olmaz.”(Mao Ze Dung,Seçme Eserler IV,Dünyanın Devrimci Güçleri Birleşin Emperyalist Saldırıya Karşı Savaşın,sayfa:271-272)

“Ekim Devrimi’nin parlak güneşi bizleri aydınlatıyor. Uzun zamandan beri acı çeken Çin halkı, kurtuluşunu kazanmak zorundadır ve kazanacağına kesinlikle inanmaktadır. Geçmişte daima tecrit edilmiş olan Çin’in devrimci mücadelesi Ekim Devrimi’nin zaferinden bu yana kendini hiç de tecrit edilmiş hissetmemektedir. Biz, bütün dünyadaki Komünist Partilerin ve işçi sınıfının desteğine sahibiz. Bu nokta, Çin devriminin müjdecisi olan emperyalizme karşı Sovyetlerler Birliği ile ittifak siyasetini benimseyen Dr. Sun Yatsen tarafından kavranmıştı. Dr. Sun Yatsen ölüm döşeğinde vasiyetinin bir parçası olarak Sovyetler Birliği’ne bir mektup yazmıştı. Sun Yatsen’in siyasetine ihanet eden, emperyalist karşı devrimci cephenin yanında yer alan ve kendi ülkesinin halkının karşısına dikilen, Guomindang’ın Çan Kayşek haydut çetesidir.” .”(Mao Ze Dung,Seçme Eserler IV,Dünyanın Devrimci Güçleri Birleşin Emperyalist Saldırıya Karşı Savaşın,sayfa:273)

Kötü niyetli olsak son alıntıdan sonra Mao’yu tarihsel gelişme süreci içinde benimsediği Stalin karşıtı tutumu yüzünden bu yazısından yola çıkarak ona kendi deyimiyle karşı devrimci diyebilirdik ama bu yapılan tarihsel metot açısından doğru olmazdı. Burada önemli olan devrimden bir sene önce bile Sovyetlerin Çin’deki devrimci mücadeleyi desteklediğinin bizzat Mao tarafından kabul edilmesidir. Devrimden birkaç ay öncesine gelirsek bakalım Mao’nun Stalin ve Sovyetle ilgili düşünceleri nasıl değişti:

“Birinci Dünya Savaşı yeryüzünü sarstı. Ruslar Ekim Devrimi’ni yaptılar ve dünyanın ilk sosyalist devletini kurdular. Büyük Rus proletaryasının ve emekçi halkının o güne kadar gizli kalmış ve yabancıların gözünden kaçmış devrimci gücü Lenin’in ve Stalin’in önderliğinde bir volkan gibi patladı; Çinliler ve bütün insanlık, Rusları yeni bir ışık altında görmeye başladı. İşte ancak o zamandır ki, Çinlilerin düşüncesinde ve hayatlarında yepyeni bir çağ başladı. Evrensel gerçeği, Marksizm-Leninizmi buldular ve Çin’in çehresi değişmeye başladı. Çinliler, Marksizmi Ruslar aracılığıyla buldular. Ekim Devrimi’nden önce Çinliler sadece Lenin’i ve Stalin’i değil Marks’ı ve Engels’i bile bilmiyorlardı. .”(Mao Ze Dung,Seçme Eserler IV,Demokratik Halk Diktatörlüğü Üzerine,sayfa:390)

“Bir düşünün:Eğer Sovyetler Birliği olmasaydı; Japon emperyalizmi yenilgiye uğratılmış olmasaydı; Halk demokrasileri kurulmasaydı, Doğu’nun ezilen milletleri mücadeleye girişmeseydi; ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya ve öteki kapitalist ülkelerdeki halk kitleleri gerici yöneticilere karşı mücadele etmeselerdi; eğer bütün bunlar bir arada gerçekleşmeseydi, tepemizdeki uluslar arası gerici güçler kesinlikle şimdikinden kat kat güçlü olurlardı. Bu koşullarda zaferi kazanabilirmiydik? Elbette hayır.” .”(Mao Ze Dung,Seçme Eserler IV,Demokratik Halk Diktatörlüğü Üzerine,sayfa:394)

Mao övgüde vites düşürse bile hala Sovyetlerin ve Stalin’in hakkını teslim ediyor. Mao devrim anından yaklaşık 1 ay önce 30 Eylül 1949’da bile Sovyetlerle ittifaktan bahsediyor. Bu yüzden Stalin’in ve Sovyetlerin Çin devrimine bu kadar katkısından sonra yapılan eleştiriler benim için bir anlam taşımıyor. Mao’nun aşağıda Stalin’ e söylediği şu sözlerinin içinde nankörlük tohumları vardır:

“Kitap, bir mülkiyet sisteminin bir diğerine dönüşmesi, bir üretim ilişkileri türünün bir diğerine dönüşmesi kavramları yerine, ‘tekrar ilişkiye girmek’, ‘uygunluk göstermek’ gibi muğlak terimler kullanıyor. Kitap, bu açılardan, ciddi hata ve yanlışlar yapmış ve Marksizm-Leninizm’den kısmi olarak sapmıştır.”(Mao Ze Dung,Sovyet İktisadının Eleştirisi,Birikim yayınları,sayfa:115)

Stalin’in SSCB’de  Sosyalizmin İktisadi Sorunları isimli kitabına Marksizminden sapmış demek Mao gibi tutarsız teorileri olan bir insanın haddine değildir! Aşağıda Mao’nun dediklerinde mi? Yoksa Stalin’in dediklerinde mi? Sorun olduğunu inceleyeceğiz. Mao’ya sormak gerekirdi vaktinde  “Madem Marksizmden sapmış idi neden bunca zaman onu övdün?”

“Stalin’in SSCB’de Sosyalizmin İktisadi Sorunları, diğer eserleri gibi hatalı iddiaları içermektedir” (Mao Ze Dung,Sovyet İktisadının Eleştirisi,Birikim yayınları,sayfa:112)

Hadi Marx’ı Engels’i Sovyetlerden öğrendin Stalin’in diğer eserlerindeki hataları da yeni mi okudun da Stalin’in düşüncelerin yanlış olduğu kanısına vardın? Eğer yeni okumadıysan neden geçmişte Stalin’i övdün de övdün? Bu bölüm Mao’nun pragmatikliğinin bir sonucu olarak siyasette rüzgar hangi yerden esiyorsa o yöne doğru savrulmasının bir örneği olabilir. 20. Kongreden sonra revizyonist Sovyetleri eleştirmek başka şeydir. Stalin’i itibarsızlaştırmak başka şeydir. İkinci bölüme geçersek bu bölümde  Mao’nun Sovyet iktisadını eleştirirken nasıl büyük bir hata yaptığını ve kendini revizyonist Kruşçev ile nasıl aynı yerde bulduğunu inceleyeceğiz ve tartışmada tarihsel gerçeklerden giderek kimin haklı olduğunu göreceğiz:

Mao’nun kitabındaki ekonomik çelişki

“Uzun yıllar sonra, halk komünlerinin mülkiyeti tüm halkın mülkiyetine dönüşünce, tüm ülke, bölünmez bir tüm halk mülkiyeti sistemi haline gelecek. Bu, üretim güçlerinin gelişmesini büyük ölçüde mahmuzlayacak. Bir süre için bu, sosyalist bir tüm halk mülkiyeti sistemi halinde kalacak, ve ancak bir süre sonra komünist bir tüm halk mülkiyeti sistemi haline gelecek. Böylece, halk mülkiyetinin kendisi emeğe göre dağılımdan, ihtiyaca göre dağılıma geçecek” .”(Mao Ze Dung,Sovyet İktisadının Eleştirisi,Birikim yayınları,sayfa:68)

“Marx dağılım ‘Dağılım her şeyden önce üretim araçlarının dağılımı olmalıdır:Üretim araçları kimin elindedir? Belirleyici soru budur.” (Mao Ze Dung,Sovyet İktisadının Eleştirisi,Birikim yayınları,sayfa:80)

“Kitap kolektif mülkiyetten tüm halkın bölünmez mülkiyetine geçmenin gerekli olduğunu söylüyor. Fakat bizim bakış açımıza göre, ilk önce kolektif mülkiyeti tüm halkın sosyalist mülkiyetine çevirmek gerekmektedir; yani tarımsal üretim araçlarını tümüyle devlet mülkiyetine geçirmek ve köylüleri tümüyle devlet için ücret karşılığı çalışmak üzere aynı tarzda sözleşmiş işçiler haline çevirmek.” (Mao Ze Dung,Sovyet İktisadının Eleştirisi,Birikim yayınları,sayfa:107)

Bu noktaya kadar Stalin’in yaptıklarının yetersiz ve eksik olduğunu belirtip. Adeta boynuz kulağı geçer hesabı Stalin’e sen yanlış yapıyorsun bu iş böyle olmaz diyor. Mao herhalde ilerde hatasını anlamış olacak ki bu dedikleriyle çelişkiye düşmek pahasına yukarıda söylediklerinin tam tersini aynı kitabın başka bölümünde söylemektedir. O zaman Mao’ya sormak lazım hani üretim araçları kimin elindeyse belirleyici olan o oluyordu?  Yoksa Marx mı haksızdı? Mao acaba Marx haksızdır da mı karar kıldı bu sefer?

-Mao’nun Kruşçev ile fikir birliği

İlginç gelmiş olabilir ama Mao Stalin’in yaptıklarını yetersiz bulduğu için komünist bir halk mülkiyetine geçmek için çözüm yolu olarak Kruşçev’le aynı rotayı öneriyor:

“Üretim araçlarının alınıp satılması hiçbir şekilde mülkiyetin niteliğini değiştirmez. İkinci olarak kitap, değer yasasının üretim alanında ve dolaşım sürecinde değişik işlevler gördüğünü kabul etmeliydi. Bu iddiaların hiçbiri Stalin’inkilerle çelişmez. Stalin ile Kruşçev arasındaki gerçek bir fark, Stalin’in kolektif çiftliklere traktör, v.b gibi üretim araçlarının satılmasına karşı çıkmasına rağmen, Kruşçev’in bunları satmasıdır.” (Mao Ze Dung,Sovyet İktisadının Eleştirisi,Birikim yayınları,sayfa:113)

“Eğer tarım ürünleri metalardan oluşmuşken, sanayi ürünleri de metalardan oluşmazsa değişim nasıl yapılacak? Eğer ‘ülkemiz’ kelimesinin yerini ‘Çin’ alırsa, paragrafı okumak daha da ilginç oluyor. Çin’de sadece tüketim malları değil, aynı zamanda tarımsal üretim araçları da arz edilmeli. Stalin köylülere hiçbir zaman üretim araçları satmadı. Kruşçev bunu değiştirdi.” (Mao Ze Dung,Sovyet İktisadının Eleştirisi,Birikim yayınları,sayfa:159)

Herhalde Mao Sovyetler Birliği Komünist Partisinin 20. Kongre’den sonra oluşmuş olan partiyi ve kadrosunu örnek almış olsa gerek. Hani üretim araçlarının dağılımı her şeyi belirler idi? Üretim araçlarının alınıp satılması mülkiyetin niteliğini değiştirmiyorsa o zaman mülkiyetin niteliğini değiştiren şey nedir? Mao, Stalin’in kitabını dikkatli okumuş olsa idi üretim araçlarının dağılımının nasıl mülkiyet sistemini etkilediğini görecekti:

“Burada sözkonusu olan yalnızca genel olarak teknik değildir; gerçek şudur ki, teknik, hareketsiz kalamaz, durmadan yetkinleşmek zorundadır; eski teknik ıskartaya çıkartılmalı ve sırası gelince daha yeni bir tekniğe yerini bırakacak olan, yeni bir teknik ile değiştirilmelidir. Aksi halde, sosyalist tarımımızın gelişmesi düşünülemez, büyük rekolteler, tarımsal ürünlerin bolluğu düşünülemez. Ancak yüzbinlerce tekerli traktörü ıskartaya çıkarmak ve onların yerine paletli traktör koymak, zamanı geçmiş onbinlerce biçerdöveri yenileri ile değiştirmek, örneğin sanayi bitkileri için yeni makineler icat etmek ne demektir? Bunlar, ancak altı ya da sekiz yılda geri alınabilecek milyarlar düzeyinde bulunan masraflar demektir. Kolhozlarımız, milyoner kolhozlar da olsalar, bu masrafları karşılayabilirler mi? Hayır karşılayamazlar,  çünkü ancak altı ya da sekiz yılda geri alınabilecek milyarlar sarf edecek durumda değildirler. Bu masrafları yalnız devlet yüklenebilir; çünkü yalnız o, eski makinelerin ıskartaya çıkartılıp yenileri ile değiştirilmesinin yaratacağı zararlara tahammül edebilecek durumdadır; yalnız o, bu zararlara altı ya da sekiz yıl dayanacak ve masraflarının geri alınması için bu sürenin geçmesini bekleyebilecek durumdadır. Bütün bunlardan sonra MTİ'nin kolhozlara öz malları olarak satılmasını istemenin anlamı nedir? Bunun anlamı, kolhozlara olağanüstü zararlar verdirmek, onları iflâs ettirmek, tarımın makineleşmesini tehlikeye sokmak, kolhoz üretiminin düzününü yavaşlatmaktır. Buradan şu sonuç çıkar: MTİ'nin kolhozlara satılmasını önermekle, Sanina ve Venger yoldaşlar, geriye bir adım atıyorlar ve tarihin çarkını geriye döndürmeye uğraşıyorlar”(Stalin, Son Yazılar,sayfa:148-149,sol yayınları)


“Bir an için Sanina ve Venger yoldaşların önerisini kabul ettiğimizi ve kolhozlara öz malları olarak esas üretim araçlarını, Makine ve Traktör İstasyonlarını satmayı kabul ettiğimizi düşünelim. Bunun sonucu ne olur? Bunun sonucu şu olur ki, önce, kolhozlar başlıca üretim araçlarının sahibi olurlar, yani ülkedeki hiç bir işletmenin sahip bulunmadığı olağanüstü bir duruma girmiş bulunurlar, çünkü bilindiği gibi ulusallaşmış işletmeler bile ülkemizde üretim araçlarının mülkiyetine sahip değillerdir. Kolhozların bu olağanüstü durumunu, nasıl, hangi ilerleme ve ileriye gidiş düşüncesi ile haklı gösterebiliriz? Bu durumun, kolhoz mülkiyetinin, ulusal mülkiyet düzeyine yükseltilmesine katkıda bulunduğu, toplumumuzun sosyalizmden komünizme geçişini hızlandırdığı söylenebilir mi? Bu durumun, ancak, kolhoz mülkiyetini ulusal mülkiyetten uzaklaştırabileceği ve komünizme yaklaştırmak yerine bizi ondan uzaklaştırmaya varacağını söylemek daha doğru olmaz mı?” (Stalin, Son Yazılar,sayfa:149,sol yayınları)

Bir an olsun kendimi Brejnev’in konuşmasını dinler gibi oldum. Brejnev meşhur bir konuşmasında artık komünist aşamaya geçmiş bulunmaktayız diye böbürlenmekte idi fakat değil komünist aşama daha sosyalist aşamada bile değildi o dönemde Sovyetler Birliği.Çünkü, kapitalizm Kruşçev’in açtığı o derin yarıktan içeri girmiş ve kapitalizmin restorasyonu başlamış idi. Görüldüğü üzere Mao tarihsel olarak Marxist başladığı yola maalesef şartların gereği Marxist olarak sonlandıramıyor. Devrim pratiği konusunda yarattığı kazanımlarından dolayı önünde saygıyla eğiliyorum ama sosyalist inşadaki tutumundan ötürü kendisini eleştirmekteyim. Bazı insanlar iyi bir savaşçı olamaz ama iyi bir yönetici olabilir bazıları da iyi bir yönetici olamaz ama iyi bir savaşçı olabilir. Mao Ze Dung ise tarihte ancak iyi bir savaşçıya örnek olabilir daha ötesi değil.