24 Eylül 2012 Pazartesi

Ulusal Sorun Karmaşası ve Günümüz Proletaryasının görevi

“Marksizm son derece derinliği olan, son derece karmaşık bir doktirindir”(Mahir Çayan,Kesintisiz devrim I,önsöz)

 Yukarıdaki söz ulusal sorun üzerine olan bunalımı son derece iyi açıklamaktadır.Ulusal sorunun bu kadar karmaşık hale gelmesinin nedeni tabi ki ulusal kurtuluş savaşlarının burjuva içeriğinde gizlidir.Bu içerik iki taraflı yanlış etkiye neden olur. İlk etki ezen ulusun burjuva şovenist etkisi ve ezilen ulus düşmanlığı, ikincisi ise burjuva içeriğe sahip olduğu için kendini sosyalist sananların ulusal kurtuluş savaşlarını küçümsemesi ve ezilen ulusa sırt çevirmesi. İlk önce bu sapmaların nedeni olan ulusal kurtuluş savaşının burjuva içeriğini ve bunun proletarya açısından önemini vurgulayım. Lenin ulusal mücadelenin burjuva içeriğini şöyle açıklamaktadır: 

“Bütün dünyada kapitalizmin feodalizme karşı sonal zaferi dönemi,ulusal hareketlerle ilgili olmuştur.Bu hareketin iktisadi temeli,meta üretiminin,tam zaferini sağlamak için yurtiçi pazarı ele geçirmek zorunda olması,aynı dili konuşan bir halkın yaşadığı bölgeleri siyasal bakımdan birleştirme zorunda olması gereğinde yatar,ve bu dilin gelişmesini ve yazınsal alanda kök salmasını önleyen bütün engeller ortadan kaldırılmalıdır....onun için, her ulusal hareketin eğilimi,modern kapitalizmin gereksinimlerinin en iyi karşılanabileceği ulusal devletlerin oluşumuna doğru bir eğilimdir.En derin iktisadi etkenler bizi bu amaca doğru sürükler,ve bundan ötürü,bütün batı avrupa için,hayır,bütün uygar dünya için kapitalist dönemin tipik,normal devleti,ulusal devlettir.”(Ulusların kaderlerini tayin hakkı,ulusların kaderini tayin etmesi nedir?, sayfa:55).

Ulus devletlerin proletarya açısından önemi ise şöyledir:

“Sosyalist devrim, yalnızca büyük bir grev, sokak gösterileri ya da açlıktan doğan kargaşalıklar ya da bir askeri ayaklanma ya da sömürge isyanı dolayısıyla patlak vermeyebilir; bu devrim, Dreyfus skandalı ya da Zavern olayı gibi bir siyasal bunalım, ya da ezilen bir ulusun ayrılmak için yaptığı bir referandum vb. vesilesiyle de başlayabilir.” (Ulusların kaderlerini tayin hakkı,sosyalist devrim ve demokrasi uğruna savaşım,sayfa:143) “Ulusların kaderlerini tayin etme ilkesini kabul etmiş olan 1896 Londra Sosyalist Enternasyonal Kongresi kararı, yukarıdaki tezler temel alınarak tamamlanmalı ve şu noktalar açıklığa kavuşturulmalıdır: (1) bu istemin emperyalizm altında özel bir ivedilik kazanmış olması; (2) söz konusu istem dahil, siyasal demokrasinin tüm istemlerinin, siyasal geleneksel niteliği ve sınıf içeriği; (3) ezen ulusların sosyal-demokratlarının görevlerini, ezilen ulusların sosyal-demokratlarınınkilerden ayırdetme gereği; (4) ulusların kaderlerini tayin etme hakkının oportünistler ve kautskiciler tarafından tutarsız ve yalnızca sözde kalacak bir biçimde kabul edilişi, bunun da siyasal anlam bakımından ikiyüzlü bir tutum olduğu; (5) şovenlerle "kendi" ulusları tarafından ezilen sömürgelerin ve ulusların ayrılma özgürlüğünü tanımayan sosyal-demokratların, özellikle büyük devletlerin (Büyük-Rus, AngloAmerikan, Alman, Fransız, İtalyan, Japon) sosyal-demokratlarının, gerçekte aynı niteliği taşıdıkları; (6) söz konusu olan istemin ve siyasal demokrasinin tüm temel istemlerinin, burjuva hükümetleri devirmek ve sosyalizmi gerçekleştirmek uğruna devrimci yığın savaşına doğrudan doğruya bağlı kılma gereği.”(ulusların kaderlerini tayin hakkı sayfa:154-155).

 Görüldüğü gibi Lenin ulusal kurtuluş savaşlarını sosyalizme gitmenin bir aşaması olarak görmüştür. Bu sosyalizme gitmek için bir basamaktır. “Nasıl ki, insanlık, sınıfların ortadan kalktığı döneme ancak ezilen sınıfın diktatörlüğünün sürdüğü bir geçiş dönemini aşarak ulaşabilirse, ulusların kaçınılmaz olan bütünleşmesine de, ancak bütün ezilen ulusların kurtulduğu, yani ezen ulustan ayrılma özgürlüğüne kavuştuğu bir geçiş dönemini aşarak varabilir.” (ulusların kaderlerini tayin hakkı, ulusların kaderin tayin etme hakkı önemi ve bu hakkın federasyon ile ilgisi, sayfa:145)

 Ezen ulus burjuvazisi için ise bu sadece bir pazar sorunudur. Bunun için bu pazarı elinde tutmak için elinden geleni yapacaktır ve kendi faşist güruhlarına milliyetçi nefret düşünceleri ekecek ve kendi statükosunu kendi diktatörlüğünü kaybetmemek için kullanacaktır. Taki ezilen ulus burjuvazisi halkı kendi etrafında toplayana kadar.

 “Efendi bir ulusun burjuvazisi, ister küçük, ister büyük olsun, önemli değil, rakibinin hakkından “daha çabuk” ve “ daha korkusuzca” gelme olanağı kazanır “Güçler” birleşir ve “başka ırktan” burjuvaziye karşı, baskı biçiminde yozlaşan, bir dizi kısıtlayıcı önlemler uygulamaya başlanır. Savaşım, iktisadi alandan siyasal alana aktarılmıştır. Yer değiştirme özgürlüğünün kısıtlanması, dilin kullanılmasına karşı engeller, seçim haklarının kısıtlanması, okul sayısının azaltılması, dinsel inançlara karşı engeller vb. yanlızca egemen ulusun burjuva sınıflarının çıkarına yaramakla kalmaz, ama egemen bürokrasinin özgül ereklerine, deyim yerindeyse kast ereklerine yararlar. Ama sonuçlar bakımından bunun hiçbir önemi yoktur;burjuva sınıflar ve bürokrasi, bu konuda el ele yürürler. Ezilen ulusun dörtbir yandan sıkıştırılan burjuvazisi, elbette harekete geçer “Kendi halkı”na başvurur ve kendi sorununu tüm halkın sorunuymuş gibi göstererek, avaz avaz “vatan”ı yardıma çağırmaya başlar. Kendi yurttaşları arasından, kendisi için… “vatan” yararına bir ordu toplar. Ve “halk”, çağrılara her zaman kayıtsız kalmaz, onun bayrağı yöresinde toplanır: yukarıdan gelen baskı onu da ezer ve onda da hoşnutsuzluk uyandırır”(Josef Stalin,Marksizm ve ulusal sorun ve sömürge sorunu,sayfa:22,sol yayınları)

 Bu alıntının ana fikri efendi ulusun, Pazar sorunu yüzünden hem ezilen ulus burjuvazisine hem de halkına baskı uyguladığıdır. Dikkat edilmesi gereken nokta, Stalin’in “ulusal kurtuluş savaşı halkın sorunu değildir” gibi bir mana bu metinden çıkamaz.Bu metinde Stalin’in demek istediği şey, “ulusal savaştan daha ilerici bir aşama olan sosyalist aşamanın mevcut olmasıdan dolayı biliçli proletarya için o gün sosyalist devrim için savaşmak günün güncel sorunudur.” Zaten Stalin sayfa:24’te şöyle diyor: “Ama bundan, proletaryanın milliyetlerin ezilmesi siyasetine karşı savaşmaması gerektiği sonucu çıkmaz.” ”(Josef Stalin,Marksizm ve ulusal sorun ve sömürge sorunu) Ezen ulus burjuvazisi ezilen halkı baskı altına tutmak için ne yapar?

 “Ama baskı siyaseti bunula da yetinmez. Bu siyaset, ezme “sistem”inden çoğu kez, ulusları birbirine karşı kışkırtma “sistem”ine, insan kırımları ve pogromlar “sistem”ine geçer.” (Josef Stalin,Marksizm ve ulusal sorun ve sömürge sorunu,sayfa:24)

 Basit bir örnek T.C hükümeti aldığı yenilgiler üzerine BDP binalarını yakıp, Alevi ailelerin evlerini işaretleyip pogrom sinyalini vererek halkları tehdit etmişti ve hala etmektedir.Artık elideki son silah olarak onu görmektedir. Bilinmelidir ki T.C devleti için artık iş işten geçmiştir pogrom yaparsa bu onun sonu olacağının bilincindedir.Sadece kısmi saldırılar yapıp taciz etmektedir.Ama asla bu saldırılar küçümsenmemelidir. Bu saldırılar karşısıda gösterilen tepkiler yerindedir. T.C’ye bu konuda göz açtırılmamalıdır, göz açtırılırsa sonuç felaket olacaktır.Çünkü yenilgiden gözü dönmüş, ezilen uluslara ve proletaryaya karşı Terör devleti olan T.C kan akıtmak için fırsat kollamaktadır. Konumuzu başka bir alana çevirirsek, herhangi bir yerde sosyalist bir yönetim kurulduktan sonra proletaryanın uluslara karşı siyaseti ne olmadır? Dil ve öğretim sorunu nasıl çözülecek? Hala kendi kaderini tayin koşulsuz desteklenecek mi?

 “Ulusal kültürün kurulmasını, ulusal dilde okul ve derslerin gelişmesini ve ülke insanlarından oluşan kadroların yetiştirilmesini, sosyalizmin kuruluşu ile, proleter kültürün kuruluşu ile nasıl bağdaştırmalı? Burada üstesinden gelinmez bir çelişki yok mu? Elbette yok. Biz proleter bir kültür kuruyoruz. Bu tastamam böyle. Ama içeriği bakımından sosyalist olan proleter kültürün, sosyalist kuruluş içine çekilmiş çeşitli haklardan, dilin, varlık koşullarını vb. çeşitliliğine göre, birçok biçimler aldığı ve birçok ifade araçlarına başvurduğu da doğru. İçeriği bakımından proleter, biçimi bakımından ulusal. Sosyalizmin kendisine doğru yürüdüğü , tüm insanlığın ortak kültürü, işte böyle bir kültürdür. Proleter kültür, ulusal kültürü yoketmez; ona bir içerik kazandırır. Ulusal kültür sloganı, burjuvazi iktidarda kaldığı ve ulusların pekişmesi burjuva düzen koruması altında gerçekleştiği sürece, burjuva bir slogan oldu. Proletarya iktidara geçtiği ve ulusların pekişmesi sovyet iktidarı koruması altında gerçekleşmeye başladığı zaman, ulusal kültür sloganı proleter bir slogan durumuna geldi. Bu iki ayrı durum arasındaki ilke ayrılığını anlamamış biri, ne Leninizmden, ne de Leninizim açısından ulusal sorunun özünden, hiçbir zaman, hiçbir şey anlamayacaktır.” (Josef Stalin,Marksizm ve ulusal sorun ve sömürge sorunu,sayfa:237-238)

 Görüldüğü üzere proleter kültür, ulusal kültüre yeni bir biçim veriyor. Ulusal soruna, sosyalist aşamada self-determinasyon’nun nasıl olacağı şeklinde bir açılım yapmak gerekiyor.Bunun nedeni self-determinasyonun sosyalist anavatanın ve proletaryanın çıkarlarına göre değişime uğramasıdır. En belirgin örneği Türkiye’deki durumdur. Neden Mustafa Kemal’e destek olundu da Şeyh Sait olayında tarafsız kalındı? Bu konuda uzun uzun alıntı yapmayacağım ilgilenenlerler Stalin’den alıntı yaptığım kitabın “Çin Konusunda”(1 ağustos 1927) isimli kısmı okusunlar. Bu kısımda emperyalizmi yardığı ve sovyetlerin güçlenmesine fırsat verdiği için Ankara o zaman desteklenmiştir diyor. Böylece sosyalist aşamada ulusların kaderi konusundaki ana fikri verdikten sonra ilgili alıntıyı verelim.

“Halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkından başka, bir de işçi sınıfının kendi iktidarını pekiştirme hakkı olduğunu ve kaderini serbestçe tayin etme hakkının bu hakka bağımlı bulunduğunu anımsamak iyi olur. Kaderini serbestçe tayin etme hakkı, öbür hakla, iktidara gelmiş bulunan işçi sınıfının kendi iktidarını pekiştirme yüce hakkı ile çelişebilir. Bu durumda, şunu açıkça söylemek gerekir ki, kaderlerini serbestçe tayin etme hakkı, işçi sınıfının kendi diktatörlüğünü gerçekleştirme hakkının uygulanmaya konması karşısında ne bir engel olabilir, ne de olmalıdır. Birincisi, ikinciye boyun eğmelidir.” (Josef Stalin,Marksizm ve ulusal sorun ve sömürge sorunu,sayfa:193)

 Genel olarak Ulusal sorunun Marksist anlayışı böyledir.Umarım bu yazı ulusal sorun üzerine yaşanan kafa karışıklığını çözmede yardımcı olur. Unutmayalım “Başka bir ulusu ezen ulus özgür olamaz…”

8 Eylül 2012 Cumartesi

Bu ülkeyi düşünün ve kimin "Terörist" olduğuna siz karar verin

Bu ülkeyi düşünün ve kimin "Terörist" olduğuna siz karar verin Bir ülke düşünün: Son 10 yılda 10.804 işçi ölmüş ve 14.665 işçi sakat kalmış olsun. Son 10 yılda hapishanelerde 2897 kişi tecritten ve kötü koşullardan dolayı ölmüş olsun. İnsanları, konsere gitti,dergi dağıttı,pikniğe gitti,1 mayısa katıldı,Mahir Çayan’ı andı,facebook’ta yazı paylaştı, diye bahanelerle hapse atmış olsun. Mahkemeleri, tek kanıt olarak gizli tanık sunmasına rağmen gizli tanığın o molotov atan değildi demesine rağmen puşi taktığı için bir gence 11 yıl hapis cezası vermiş olsun. Hükümeti, kimyasal silahlarla gerçekleştirilen “hayata dönüş” isimli katliamı iktidara gelmeden önce “biz katliamlara karşı olduğumuz için iktidar talep ediyoruz” demesine rağmen AHİM’de bu katliamı savunması ve böylece katliama ortak olması, bu da yetmezmiş gibi savaş döneminde bile kullanılması yasak olan kimyasal silahları gerillaya ve sivil halka karşı kullanması. 1994’ten bu güne kadar 437 kişinin bu kimyasal silahlardan dolayı ölmüş olması, ayrıca taş attı,baklava çaldı vs. ile çocukları hapse atması bide yetmezmiş gibi onlara Pozantı ve Osmaniye’de tecavüz etmesi ve tek geçim kaynağı sınır ticareti olan insanların üzerine bomba yağdırıp onları katletmesi. Son 10 yılda 177 çocuğun ölümden devletin sorumlu olması. Her yıl 1 yaşını doldurmadan 60 bin ve 5 yaşını doldurmadan 72 bin çocuğun ölmesi ve 1 Milyon çocuğun sokakta yaşamaya mahkum edilmesi. Ayrıca bu ülkede 10 Milyon insanın açlık sınırında yaşamaya mahkum edilmiş olması. Ülkede mutsuzluk yüzünden 10 yılda 27.269 kişinin intihar etmesi. Bu ülkede kullanılan sloganlar nedir: “Eski düzen geride kaldı insanlar artık özgür bir biçimde yazıyor çiziyor,Ekonomimiz ilerliyor bölgesel bir güç olduk,faili meçhul artık yok,katliamlara karşı mücadele ediyoruz,insanlarımız daha iyi koşullarda yaşıyor,Eskisine göre daha demokratik ve daha mutlu bir ülkeyiz.” Bu sloganların hiçbirisinin doğru olmadığını yukarıdaki olaylar ve yazamadığım daha milyonlarca örnek gösteriyor.Peki bu ülkenin sömürücü önderleri ne ile uğraşıyor çok basit gelişmelerinin heybetini göstermek için oraya buraya cami yapmak, nedeni ise ülkede ciddi oranda cami açığının olması imiş! Bakalım rakamlar ne diyor: Hastane sayısı:1220 Okul sayısı:67 bin Mevcut Cami sayısı 80 BİN! Bu ülkenin bütün sorunları bitti tek derdi Cami kaldı.Aslında bu olanlarla cami yapımı arasında bir bağ mevcut.Sömürücü sistemler toplumsal gelişmenin kriz aşamasına gireceği ya da girdiği dönemlerde iktidarı elinde tutup isyan olmaması için ya dini ya da milliyetçiliği halk kesimlerini kandırmak için empoze ederler ve buna uygun girişimlerde bulunurlar.Cami yapımı da T.C’nin koşullarına uyarlanmış bir projenin bir parçasıdır.Her kapitalist sistemdeki iktidar, iktidara gelmeden önce sorunları biz çözeceğiz diye vaatlerde bulunup halkı kandırmaya çalışır.Bunu yapmasının nedeni sömürü düzeninin devam etmesi içindir.Bilindiği üzere her yeni gelen iktidar bir öncekine göre daha baskıcı ,daha despot, daha çok sömüren ya da sömürmek için fırsat kollayan konumdadır.O yüzden devleti yeniden keşfetmeye gerek yok. Sömürücü devlet her zaman katliam yapar,eğitimsiz bırakır,aç bırakır,sefalete mahkum eder,sokağa atar, tecavüz eder, halkı uyuşturucuya boğar, onu insanlıktan çıkarmak için fiziksel ve psikolojik baskı uygular ve bu zulüm düzenine karşı çıkanlara ise kontr-gerilla operasyonu olarak “TERÖRİST”,” PROVAKOTÖR” ilan eder.Bunun nedeni ise kitlelerin güveninin kazanılmaması içindir.Tek bir sorum olacak: TERÖRİST KİM? Yukarıdaki zulmü uygulayanlar mı? Yoksa zulme başkaldıranlar mı?