24 Mayıs 2017 Çarşamba

Devrimin Güncelliği Versus Ortalama Sol

Spesifik tarihsel örneklere bakarak, bugünkü belli olayları bütünsel bir bakış açısıyla kavramımıza neden olabilecek korelasyonları saptayabiliriz. Özellikle Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da(Bakur) yaşayan işçi ve emekçi sınıfların genelinde idealist bir tarih anlayışı hakim olduğu için, materyalist tarih anlayışı ile yorumlanmış belli tarihsel olguları bilmek ve bu olguları güncel reel-politik ile benzer yanlarını bulup açığa çıkarmak, proletaryanın, emperyalizme ve oligarşiye karşı içinde bulunduğu iktidar mücadelesini zafere ulaştırmak için kilit bir rol oynamaktadır.
Yukarıdaki dediklerimizden yola çıkarak Bulgar Marksist teorisyen Dimitir Blagoev’in Jön-Türkler üzerine yaptığı belli başlı değerlendirmeleri tekrardan hatırlamalıyız.

Dimitir Blagoev’in, Jön-Türkler Üzerine Tezleri

Dimitir Blagoev 1908 Jön-Türk devrimini analiz ederken, idealist tarih yazımının papağan gibi tekrarladığı “monarşi-meşrutiyet” anlayışları arasındaki savaşım olarak ifade etmek yerine, 1908 devrimini sınıfsal bir temel üzerinden değerlendirmiştir. Blagoev, devrimi yapan Jön-Türk komitelerini oluşturan kişilerin sınıfsal aidiyetlerini ve hedeflerini tespit edip, komitelerin başlıca askeri beylerden, paşalardan, sultanın yakınlarından, prenslerden, büyük toprak sahibi kimselerden oluştuğunu belirtiyordu. Özetle devrimin motor gücü II. Abdülahmit ile aynı sınıfsal kökten gelmekteydi ancak feodal sınıflar, II.Abdülhamit’in “aşırı” güçlenmesinden rahatsız olmuşlardı. Padişah artık feodal sınıfların egemenliğini ve çıkarını savunacak durumda değildi. Devrimin sınıfsal özünden dolayı devrim askeri ayaklanma biçiminde yapılmıştı. Bu yüzden Jön-Türk devrimi bir sosyal devrimden ziyade politik devrimdir.

 “Başta bir numaralı feodal en büyük çiftlikçi sultan olmakla Türkiye çiftlikçileri egemenliğini bütünüyle kaybedeceğinden korktu. Devrim önce imparatorluğu, yani Türkiye çiftlikçi sınıfını kurtarması gerekiyordu ve imparatorluğun iktidara doğrudan doğruya katılması sayesinde bu sınıfı kalkındırması gerekiyordu. Başka deyişle 1876 “Osmanlı” anayasasıyla sultanın mutlak idaresini sınırlandırmak suretiyle izlediği amaca ulaşmış oldu.” (Dimitir Blagoev, Seçmeler, Temel Yayınlar)

Özetle devrim bitmiş bir devrim değildi kadük bir devrimdi. Devrimden sonra egemen sınıfların hiç kanlı çarpışmalara girmemesinin sebebi devrimin söz konusu sınıfsal karakterinden gelmektedir. 1876 Anayasası kabul edilince devrimi eyleyen özneler için “her şey” bitmişti. Jön-Türk partisi o zamanlarda yavaş yavaş ayağa kalkan proletaryanın, kendiliğinden gelme yığınsal grevlerinden hoşnutsuzluk duyuyor ve grevleri bastırmak için çaba harcıyordu. Aynı zamanda ulusal burjuva devrimci akımlarını ve proletaryanın kendiliğinden gelme hareketini kendi tarafına çekip sınıf egemenliğini, sömürgeci, ulusal ve askeri hedeflerini gerçekleştirme yolunda kullanmaya çalışıyordu. Böylelikle Jön-Türkler partisi devrimin gelişimini ve gidişatını engellemek için elinden geleni yapıyordu. Dimitir Blagoev,   Jön-Türklerin politik perspektifini ve tarihsel sınırlarını söyle belirtiyordu:

“1876 anayasasında en önemli molan şu ki, Osmanlı ulusu dışında başka hiçbir ulusun varlığını tanımaz. Doğaldır ki, bu ulusların özerkliğini, Türk İmparatorluğu sınırları içinde bunların ayrı ayrı bir ulus olarak gelişmesini tanımlıyor demektir. Başka deyişle 1876 anayasası yalnız bir ulusun varlığını Osmanlı ulusunu tanır, yani bu anayasa eski imparatorluğun sadece yeni bir giysisidir. Rusya ve Avusturya gibi büyük devletlerin istilacı akınlarını durduracak olan bir Balkan ulusları federasyonunun anayasası değildir…Buraya kadar söylenenlere özet olarak diyebiliriz ki, egemen Türk çiftlikçilerinin temsilcisi Genç Türkler partisi 1876 anayasasından ve bir Osmanlı meşruti-monarşi merkeziyet imparatorluğu ülküsünden daha öteye gidemeyecektir. Fakat, öte yandan bu parti yeni devrimci güçlerin varlığını sahneye çıkardı, bugün bütün gücüyle kapatmaya çalıştığı devrim kapılarını açtı. Ne var ki, devrimin bundan böyle gelişimi ve başarılı sonuçları yalnız proletaryanın katılma derecesine işçi devrimi biçimine girme derecesine bağlıdır.” (Dimitir Blagoev, Seçmeler, Temel Yayınlar)

Görüldüğü gibi Jön-Türk devrimi, devrimi eyleyen öznelerin sınıfsal aidiyetlerinin “sınırlarından” dolayı daha fazla ilerleyememiş ve daha sonraki tarihsel gelişmelerle birlikte “hayal” ettikleri “dünya düzeni”nin reel düzlemde hiçbir karşılığının olmadığı açığa çıkmıştı. Elbette bizim girişi Jön-Türk devrimi ile yapmamız boşuna değildi. Amacımız tarihin, olgular üzerinden değil, devrimci sınıfın(ya da sınıfların) gelecekteki siyasal eğilimlerinin değişme potansiyeli üzerinden yapıldığı ve ilerlediğidir. İşte tam bu noktada sorunu tarihsel düzlemden alıp reel-politik düzleme getirmemiz gerekiyor. Ortalama ve altı solun referandum hezeyanından, hayır demenin güncel politikada neye karşılık geldiğine, devrimci sınıfların reel düzlemde izlemesi gereken politik stratejiye değinmek yazımızın temel hedefidir.

Sol Referandumda Hayır Diyerek Oligarşinin Tuzağına Düştü

Ortalama kafa yapısına sahip bir insan ancak maddenin görünüşü ile yetinir ya da elinde olmayan nedenlerden ötürü yetinmektedir. Yakın geçmişe dönüp referandum tartışmalarına baktığımızda ana slogan “başkanlığa hayır” “diktatörü durduralım” şeklinde ifadesini bulmuştu. Kendini “yeni bir dünyanın yaratıcısı” sayan “öznelerin” görünenle yetinip politik hattını görünen üzerinden kurgulaması, ya sınıfsal öngörüsüzlük ya da sınıfsal anlamda ait olduğu sınıfa ihanetten başka bir şey değildir. Hayatı ve toplumu sınıfsal ilişkiler üzerinden yorumlayıp değiştirme iddiasında olan öznelerin sınıf dışı bir yorum ile referandumda hayır demeleri tam anlamıyla ideolojik olarak oligarşinin bir kanadına yaslanıp kendilerini onların dümen suyuna bırakmaktan başka bir şey değildir. Hayatı bilimsel sosyalizmin bakış açısından kavrayan, yorumlayan ve değiştirmek isteyen bir kişi ya da parti, “kişisel bir diktatörlüğün” olamayacağı diktatörlüğün sınıfsal olduğu ve belli sınıfın ya da sınıfların egemenliği dışında bir iktidar anlayışının mümkün olmadığını bilir ve buna uygun olarak referandum sürecini yorumlardı.

“Kişisel ve sınırsız otokratik yetkisinden dolayı bütün, tüm yasaları yalnız Çar yapar, tüm memurları yalnız çar atar. Oysa çarın kendisi, tüm Rus yasalarını ve tüm Rus memurlarını tanıyamaz. Ülkede olup biteni de bilemez. O en önemli ve saygın birkaç düzine memurun istediklerini onaylamakla yetinir. Ne kadar isterse istesin, tek bir insan Rusya kadar büyük bir ülkeyi yönetemez. Rusya’yı yöneten çar değildir -tek bir insanın otokrasisinin ancak sözü edilebilir-.” (Lenin, İşçi Sınıf ve Köylülük, Sayfa:59)

Görüldüğü gibi Çar bile tek başına “diktatör” olamazken ve bu diktatörlük bir sözden ibaret ise sosyalizm iddiasındaki sol neden bu şiarlar üzerinden “hayır” deyip kendi kitlesini düzene konsidile etmeyi tercih etti? Halbuki referandumda hayır demek Tayyip Erdoğan’ın oligarşi içinde aşırı güçlenmesinden rahatsız olan bazı oligarkların onun gücünü sınırlamak için aldığı politik tutumdan başka neydi? Bu olgunun 1876 Anayasasına geri dönmek için Jön-Türklerin 1908’de yaptığı girişimden sınıfsal tutum alma açısından ne farkı var? Sosyalist olduğunu iddia eden sol, referandumda hayır demelerini özetle “yığınlar sokağa dökülmek için yanıp tutuşmuyorlar, referandumda hayır diyerek günden güne güçlenip ilerleyen zamanlarda güçlü bir toplumsal muhalefet olabiliriz.” Diyerek savunmaya çalıştı. Ancak böyle diyerek bile görünenle yetinmenin sınırlarının dışına çıkamayan sol, referandumda neden oligarşinin bir kanadının peşinden gittiğini açıklayamamaktadır. Reel-politik düzlemi 1917’nin Menşevikleri gibi değerlendiren sol, böylece devrim iddiasının olmadığını kabul etmiştir.  Sosyalist Solun referandumda hayır demesi mevcut devrimci durumun yadsınması ve iktidarın proletarya ve emekçi sınıflar tarafından alınabileceği görüşünün fiiliyatta reddinden başka bir şey değildir. O halde şimdi solun de facto kabul ettiği devrimci durumun olmadığına dair görüşlerini nesnel gerçeklik üzerinden inceleyelim.

Devrimci Durum Var Mı? Devrimin Güncelliği Mevcut Mu?

Lenin, devrimci durumu, devrimci krizi ve ayaklanma için uygun zamanı tahlil ederken hiçbir zaman sınıfların olgusal gelişmişlik düzeyi ve seviyesi üzerinden düşünmemiştir. Lenin her zaman devrimci sınıfın politik eğiliminin hangi yöne doğru evrildiğini nesnel gerçeklik üzerinden analiz edip ona göre politik tutum almıştır. Yani Bolşevizmin alameti farikası, mevcut durum ile sınırlı düşünmek ve günceli tahlil etmek değil, geleceğin nasıl şekilleneceğini öngörmek ve bunu proletaryanın ve emekçi sınıfların lehine sonuçlanmasını sağlamaktır. Lenin ayaklanma için uygun koşulları sıralıyor:

“1) Tüm ulus çapında devrimin yükselmesi; 2) eski hükümetin, örneğin “koalisyon” hükümetinin moral ve politik açıdan tam iflası; 3) tüm ara katmanların, yani daha dün hükümeti tamamen desteklemesine rağmen onu artık pek desteklemeyen insanların kapında büyük yalpalamalar.” (Lenin,Seçme Eserler Cilt:6)

Yukarıda Lenin’in saydığı maddeler üzerinden Türkiye’deki mevcut durumu analiz edersek şu anda bir devrimci krizin yaşandığını kabul etmemiz gerekmektedir. Mevcut hükümetin moral olarak iflas ettiği tartışma bırakmayacak kadar açık bir halde olduğu kesindir. Destekçileri arasındaki yalpalama hiç olmadığı kadar yüksektir ve devrim hiç olmadığı kadar güncel hale gelmiştir. Hükümet içindeki pek çok kesimin birbirine düşmesi, iç tartışmalarını kendi gazete köşelerinde ve twitter’da bile açık açık tartışmaları, Olağanüstü Kongrelerindeki liste tartışmaları, sürekli ve kesintisiz bir şekilde devam eden kadro tasfiyeleri, eski yol arkadaşları Fethullahçılarla yaşadıkları politik mücadeleler şu andaki hükümetin moral ve politik açıdan iflas ettiğini saptamak için yeterlidir.

“17-25 Aralık 2013 günlerinde açığa çıkacaktı. İş aynı işti, sadece aktörler değişmişti. Cemaatçilerin elinden İsrail bağlantılı kara para trafiği alınmış, yerine İran bağlantılı Rıza Zerrab gibi mafya bozuntuları geçmişti. Bu daha sonraki bir hikaye, ama kavganın boyutlarına bakmak gerek.”
(Setenay Berdan ,Yeni Evrenin Devrimleri,Sayfa:136)

Devletin ekonomik ve politik olarak iflas ettiğine en iyi kanıt, eski “yoldaşları” Fethullaçılarla yaşadıkları kaçakçılık yolları üzerine çıkan pazar kavgası ve daha sonra aralarındaki bu krizin antagonist bir çatışma şekline evrilmesiyle birbirleriyle yaşadıkları çatışmadır. Aralarında yaşadıkları Pazar sorunu ve ezilen sınıfları “kontrol” altında tutma konusunda yaşadıkları görüş ayrılıkları kendini darbe girişimi altında ete kemiğe büründürecekti. Genel kanının aksine yaşanılan darbe girişimi salt Fethullahçı komplocu bir örgütün planı olmaktan ziyade oligarşinin yönetememe krizinin bir sonucuydu. Oligarşi yükselen toplumsal hoşnutsuzluğun ve ezilen sınıfların artık böyle yaşamak istemediğinin farkındadır. Ezilen sınıfları kontrol altında tutmak için oligarşinin çeşitli kanatları arasında görüş ayrılıkları zaman içinde birbirleriyle çatışmalarına neden olacak tarzda gelişmiştir. Özellikle bizim gibi yeni-sömürgecilikle yönetilen ülkemizde ordu dışa yönelik değil içe yönelik dizayn edilmiştir. Bizim gibi ülkelerde orduların tek bir amacı vardır o da yeri ve zamanı geldiğinde darbe yapmaktır. Ezilen sınıflar, oligarşinin iktidarına tehdit oluşturduğunda ve oligarşi bu hoşnutsuzluğu diğer baskı aygıtlarıyla durduramadığı süreçlerde ordu devreye sokulur. Özetle sorun Fethullahçı bir komplodan ziyade oligarşi içindeki krizi soğurtmaya yönelik verilen “farklı” cevaplardır. En basitinden Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın yapıyor oldukları açlık grevi eyleminde onların tutuklanmasına neden olan savcının “Gezi ve Tekel gibi ayaklanma çıkmasını sağlıyorlar” sözü Türkiye’de ayaklanmanın ve devrimin güncel olduğunu göstermeye yeter de artar bile. Emperyalizm ve oligarşi şu anda Türkiye’de bir ayaklanma beklemektedir(1) ve bu ayaklanmaya karşı bir darbe girişimi hazırlamaktadır.(2)

Peki oligarşi bile Türkiye’deki emekçi sınıflardan bir ayaklanma beklerken, neden ezilen sınıflara mensup bazı kişi ve kurumlar Türkiye’de gelişmekte olan ayaklanmayı görememektedirler? Bu soruyu tam anlamıyla cevaplamaya çalışsak bir kitap yazmamız gerekir. Ancak Sosyalist solun devrimi ve ayaklanmayı güncel görememesini kendilerinin savundukları belli başlı argümanların politik olarak neye karşılık geldiğini irdeleyerek, devrim ve ayaklanma korkularının altında yatan nedeni açıklayacağız.

Ortalama Sol diyor ki: “Yığınlar sokağa dökülmek için yanıp tutuşmuyorlar. Aşırı-gerici basının, çamur medyasının son derece yaygın bir durum alması kötümserliği doğrulayan belirtilerden biridir."

Sol, bu sözleri söyleyerek oligarşiye karşı duyduğu amansız korkuyu itiraf etmekte, politik olayların Marksist değerlendirmesinin yerine küçük burjuva aydın gözlemciliğini kendine ölçü olarak almaktadır. Yukarıda da değindiğimiz gibi tarihsel süreci olgular üzerinden okumamanın ne kadar anti-marksist bir çizgi olduğunu ortalama sosyalist solun, kitlelere sunduğu bu argümanda da görmekteyiz.  Ortalama sol için her şey kapkaradır. Sınıf savaşımının ve olayların akışının siyasal tahlilinin yerini, yığınların ruhsal durumu üstüne öznel izlenimler almaktadır.  Siyasal sağlamlığın, kitlelerin devrimci yöne doğru eğilimlerinin özellikle devrimin kritik anlarını belirleyen bir etken oluşturduğunu "tam zamanında" unutmaktadır. Ortalama sola göre kitlelerin ayaklanmaya niyeti yoktur! Bu argümanlarını desteklemek için Ortalama Sol şu argümanı kullanıyor.

Ortalama Sol diyor ki: “Kitleler arasında genele yayılmış bir umutsuzluk var. Kitleler bir umut ve çıkış yolu kendilerine bulamıyorlar.”

Aslında devrimci durumu tersten de olsa ortalama sol itiraf etmektedir. Ezilen yığınlar arasında umutsuzluk olmadan, yıkılmanın eşiğine gelmiş bir kapitalist toplumu tahlil etmek olanaklı mıdır? Kitleler zamanının gelmesini bekleyen bilinçli öğeler ile umutsuzluğa düşmüş ya da umutsuzluğa düşmeye hazır bilinçsiz öğeler arasında bölünmemiş midir? Lenin kitlelerin içinde bulunduğu umutsuzluk üzerinden devrimi güncel görmemiş miydi? Ekim devrimi umutlu yığınlar tarafından mı yapıldı? Ortalama sol, 2017’de tekrardan Menşevik argümanları piyasaya sürerek devrime giden yolda ipe un sermek için elinden geleni yapmaktadır. Artık emperyalizm ve oligarşinin bile açık açık tahlil ettiği “devrimci krizi” ortalama sol kafasını kuma gömerek, bu krizin sonuçlarından kendini korumaya çalışıyor. Bu konu üzerine bir de Lenin’e kulak verelim:

“Ezilen yığınlar arasında umutsuzluk olmadan, çöküntünün eşiğinde bulunan bir kapitalist toplumu kavramak olanaklı mıdır? İçinde bilinçsiz öğelerin çok kalabalık olduğu yığınların umutsuzluğu, her türden ağıların tüketiminin her artışında kendi kendini ifade etmemesi olanaklı mı?”
(Lenin, Seçme Eserler Cilt:6)

Ortalama Sol durmuyor (tutabilene aşk olsun) içinde olduğu politik tutarsızlığa daha da tutarsızlık ekleyerek “yoluna” devam ediyor ve şöyle diyor:

Ortalama Sol diyor ki: “Günden güne güçlenmeliyiz. Güçlü bir toplumsal muhalefet hareketi olmaya çalışmalıyız. Neden her şeyi bir olasılık üzerinden değerlendirip tehlikeye atalım?”

Tabiri caiz ise dananın kuyruğu tam anlamıyla burada kopuyor. İktidar perspektifine sahip olmayan her özne gibi ortalama sol da “toplumsal muhalefet” hareketi olmayı kendine misyon biçiyor. Böylece çarpık kapitalist düzene karşıt bir alternatif dünya görüşünün olmadığını itiraf eden ortalama sol, bütün sorunların çözümünü düzen içi bir muhalif hareket olmakta görüyor. Bütün bunlar "anayasal hayallerin" ve ahmaklığın şampiyonlarından gelmiş ifadelere benziyor. Toplumsal muhalif bir hareket ile ne halkın geçim sıkıntısı, ne de iktidarın proletarya ve emekçi sınıflara devri ile ilgili bir soruna çözüm bulabiliriz. Bir düşünün KHK’lar ile işinden atılan akademisyenlerin yaptıkları açlık grevi yüzünden ayaklanma kabusu gören bir iktidar altında yaşayan emekçi sınıflar için bu düzen içinde “muhalif” olma şansı var mıdır? En ufak bir “demokratik” hak talebini vermesi durumunda bile iktidarın ayaklarının altından kayacaklarının farkında olan faşist-oligarşik düzende “muhalefet hareketi” olma hayali kurmak neye karşılık gelir? Ortalama Sol’a sormak lazım: “Argümanlarınız IŞİD’e karşı demokratik mücadele yürütüyoruz demek kadar size saçma gelmiyor mu?” Ortalama sol kendi gerçekliği ile yüzleşmemek için çırpınıyor ancak çırpındıkça kendi küçük-burjuva bataklığında daha çok batıyor.

Ortalama Sol diyor ki: “Bir Marksist Parti ayaklanmayı askeri bir komploya indirgeyemez. Halk arasında çoğunluğa sahip değiliz ve bu koşul mevcut değil ise ayaklanma da mümkün değildir.”

Ortalama Sol çaresiz bir şekilde kendi kafasındaki gerçekliği nesnel gerçeklik olarak göstermeye çalışmaktadır. Tarihin hangi devrinde ortalama solun kafasındaki gibi bir güvence ile bir ayaklanma çıktı ya da başarıya ulaştı?  Marksizm son derece derinliği olan ve karmaşık bir öğreti olsa da Lenin’in aşağıdaki alıntısı ayaklanma konusunda “Marksizmin amentüsüdür” bakalım Ortalama Sol’un kurgusu ile M-L gerçekliği birbiriyle örtüşüyor mu?

Böyle konuşabilen insanlar ya gerçeği bilerek değiştirmektedirler ya da devrimin gerçek durumunu hiç hesaba katmaksızın, her halde, Bolşevik Partisinin bütün ülkede oyların tam tamına yarıdan bir fazlasına sahip olduğu yolunda önceden bir güvence elde etmek isteyen onmaz formalistlerdir. Tarih, hiç bir zaman, hiç bir devrimde böyle güvenceler vermemiştir, kesinlikle veremez de. Böyle bir isteği dile getirmek dinleyicilerle alay etmektir, bu kendisinin gerçekten kaçışını gizlemek demektir."    (Lenin, Seçme Eserler Cilt:6)
Ortalama Sol’un hayal alemi ile gerçekliğin birbiriyle örtüşmediğini tespit ettiğimize göre. Güncel durumda Türkiye’de devrimci krizin hat safhada olduğu ve ayaklanmanın öngününde olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Elbette her devrimci kriz ve ayaklanma zaferle sonuçlanmak zorunda olmasa bile bize düşen görev gelişmekte olan ayaklanmaya kendi sınıf perspektifimizden hazırlanmalıyız. Eğer bu sürece hakkı ile hazırlanamaz isek emperyalist ve oligarşik kuvvetler ayaklanmayı kendi potasında eritmeye çalışacaktır. Bu çabaları ayaklanmayı manipüle etme ya da zor yoluyla(kitlesel katliamlar, darbe vs.) bastırmaya çalışacaktır. Özetle tarihsel meşruluk düzleminden bir milim bile sapmadan kendi sınıf çıkarımız gereği bazı gerçekleri itiraf edip yazımızı sonlandıralım.
İTİRAF EDİYORUZ! Savcılar, yargıçlar, bizi mahkum etmeye çalışan egemen sınıflar! Rahatlayın!.. Evet, biz suçların en büyüğünü işledik!.. Ülkemizin her yanını işgal ettiler, her metrekaresini üsleri, tankları, topları, nükleer bombaları ve füzeleriyle donattılar. Onları biz çağırmadık!..
İTİRAF EDİYORUZ: Emperyalistleri, ayak izlerine kadar ülkemizden silmek için, bağımsızlık şiarını haykırma suçunu işledik! ''Kemer sıkma'' diye diye, halkımızın boğazına İMF zincirini doladılar. İMF ile masaya biz oturmadık. İpotek anlaşmalarına biz imza atmadık!
İTİRAF EDİYORUZ: Beşikteki bebekten evdeki emekliye kadar, halkımızın kanını kene gibi emenlerin korkulu rüyası olma suçunu işledik! Coplarıyla, süngüleriyle, zindanları ve yasalarıyla faşizm, halkımızın üzerinde terör estirdi. Bu faşist devleti biz kurmadık.
İTİRAF EDİYORUZ: Faşist devleti yıkıp, her türlü güzelliğin boy vereceği, devrimci halk iktidarını kurmak için savaşmak suçunu işledik! Ülkemizin sokakları, fabrikaları, köyleri, okulları işgal edildi. Maraş'ta hamile kadınları ağaçlara çivileyen, çocukları katledenler biz değildik!
İTİRAF EDİYORUZ: Halkı canından, evinde, yurdundan, okulundan eden CIA uşaklarını, sermayenin faşist sürülerini cezalalandırma suçunu işledik! Açlar ordusunu, işsizler ordusunu biz yaratmadık. İntiharı, fuhuşu, uyuşturucuyu biz yaymadık. Rüşveti, yolsuzluğu, ahlaksızlığı erdem sayan biz değildik!
İTİRAF EDİYORUZ: Çürümenin, yozlaşmanın, kokuşmanın karşısında olma, emeği en yüce değer sayma suçunu işledik. Bir gece vakti halkımızın şafağı karartıldı. İnsanlarımız kan uykularından çığlık çığlığa uyandırıldı. Bir anda insanlar sokaklardan toplanırken, emirlerini yağdıran beş Yankee işbirlikçisi biz değildik
İTİRAF EDİYORUZ: Biz halkız, sırtımıza saplanan 12 Eylül hançerine karşı direnme suçunu işledik! Ellerinde manyetoları, falaka sopaları, askılarıyla geldiler. Adsız insan kanlarıyla dolu işkence yuvalarını biz yaratmadık!
İTİRAF EDİYORUZ: Ana karnındaki bebekten ak sakallı dedelere kadar elektrik verenlerden hesap sorma suçunu işledik!
İŞTE SUÇLARIMIZ!..
TÜM DÜNYAYA İLAN EDİYORUZ Kİ: BU SUÇLARI İŞLEMEYE DEVAM EDECEĞİZ!.”(Haklıyız Kazanacağız)



Dipnotlar:
1-https://tr.sputniknews.com/abd/201705111028431355-abd-turkiye-bu-yil-gerilim-artabilir/

2-http://odatv.com/bu-yil-turkiyede-darbe-ihtimali-yuksek-0202171200.html