19 Ocak 2016 Salı

Ziya Ulusoy’daki Gizli Sosyal Şovenizm


Bir kişinin kendisi hakkında düşündüğü ve söyledikleri ile gerçekte ne olduğu ve de ne yaptığının birbiriyle aynı olmadığını çoğu insan teoride de olsa kabul etmektedir. Ancak iş, kişilerin kendisine ya da ait olduğu kurumlara gelince bu ideolojik bakış açısı unutulmakta ve tabiri caiz ise gerçeklik sümen altı edilmektedir. Büyük görev ve mesuliyetlerin aynı zamanda büyük tehlike ve sıkıntıları beraberinde getireceği bir gerçeklik ise, büyük laflar etmek ve yüksek politika yapmakta beraberinde büyük sorunları ortaya çıkaracağı kesindir. Bundan dolayı birey, bir kurumu “sosyal şoven” diye suçlarken kendi kurumuna ya da kendisine bakmadığı takdirde yaptığı eleştirinin hiçbir kıymeti harbiyesi bulunmamaktadır. Ne demek istediğimizi daha da somutlarsak Marksist Teoride Ziya Ulusoy imzasıyla yayımlanan “Yürüyüş’ün İnceltilmiş Sosyal Şovenizmi" başlıklı yazısı yukarıda bahsettiğimiz şeyin pratik olarak somutlaşmış halidir. Bu yazımızda Yürüyüş dergisini savunmaktan ziyade Ziya Ulusoy’daki ve üyesi olduğu ESP’deki gizli sosyal şovenizmi açıklamaya çalışacağız.

Yürüyüş’e Yapılan Haksız eleştiriler:

Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün Dev-Sol geleneğinden “farkını” ortaya koymak için yazısında çeşitli iddialar ortaya atmıştır ancak düzenli bir şekilde Yürüyüş okuyan biri Ziya Ulusoy’un yazdıklarıyla gerçekliğin uyuşmadığını hemen anlayacaktır. Yürüyüş dergisi, Mahir Çayan’ın ideolojik görüşlerini ve daha sonraki Dev-Sol geleneğinin bu ideolojik görüş açısını yorumlamasını herhangi bir güncel değerlendirmeye tabi tutmadan noktasına ve virgülüne kadar kabul ettiği bütün herkesin bildiği bir gerçekliktir. Ancak Ziya Ulusoy bütün herkesin bildiği bu gerçekliği değiştirerek mevcut durumun doğru bir değerlendirmesini kasti olarak yapmamaktadır.

Ziya Ulusoy’un iddiası:Haklıyız Kazanacağız adlı savunma yine de antiemperyalist mücadeleyi faşizme karşı mücadeleye tabi biçimde ele alıyordu. Yürüyüş’ün yaptığı gibi bütün kendini antiemperyalist sayan güçleri birleştirme görevini önüne koymuyordu. Yürüyüş ise, antiemperyalizmi ulusal kurtuluşçu bakışla ele alıyor, bütün diğer görevleri ona tabi kılıyor, önceliği her kim kendini antiemperyalist ilan etmişse bütün bu güçleri birleştirmeye veren görüşü vazediyor.” (Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün İnceltilmiş Sosyal Şovenizmi)

Gerçekte olan: “Faşizmle yönetilen yeni-sömürge bir ülkede egemenlerin göstermelik olarak tanıdığı kısmi hak ve özgürlükler hayata geçmez. Halka karşı açılan savaşta kendi yasalarını dahi çiğneyen faşizme karşı silahlı mücadele temeldir. Faşizmi yıkacak anti-oligarşik, anti-emperyalist devrimi gerçekleştirecek olan halk savaşı stratejisidir.”(Yürüyüş, Sayı:440,Sayfa:4)

Görüldüğü gibi Ziya Ulusoy, Dev-Sol’un “Haklıyız Kazanacağız” adlı savunması ile Yürüyüş’ün güncel görüşünün farklı olduğunu iddia etmektedir. Lakin Yürüyüş’te tıpkı “Haklıyız Kazanacağız” daki savunma gibi anti-emperyalist mücadeleyi faşizme karşı mücadele ekseninde ele almaktadır. “Haklıyız Kazanacağız” metnini okuyanlar bilir yukarıdaki Yürüyüş’ten alıntıladığımız kısım “Haklıyız Kazancağız”daki ilgili yerlerin bire bir kopyası gibidir. Bu yüzden Ziya Ulusoy’un eleştirisi gerçeği yansıtmamaktadır. Ziya Ulusoy’un bir başka iddiasına geçelim.

Ziya Ulusoy’un iddiası: “KUÖH’ne karşı ideolojik mücadeleyi, sosyal şovenizme karşı ideolojik mücadeleden öne çıkarıyor. “Kürt milliyetçi hareket” diye aşağılıyor… Dev-Sol geleneği, KUÖH’ne olumlu yönden bakıyordu. Savunmada ulusal özgürlükçülüğün sosyalistlikten farkı vurgulanırken “küçük burjuva milliyetçiliği tabanındaki hareket” kavramı kullanılıyordu.” (Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün İnceltilmiş Sosyal Şovenizmi)

Gerçekte olan: “Kürt milliyetçi hareket ise başlangıçta ML’den etkilenmiş, ancak ayrı örgütlenmeyi, ayrı devrimi savunan küçük burjuva milliyetçi bir hareket olarak ortaya çıkmıştır.(Yürüyüş, Sayı 391, Sayfa:23)

Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün Kürt Hareketine bakış açısını “milliyetçi burjuva hareket” olarak iddia etmekte ve böylece Dev-Sol geleneğinden sözde farklı olduğunu belirtmektedir. Ancak Yürüyüş’te, Kürt hareketinin sosyalist hareketten farkını vurgularken tıpkı Dev-Sol döneminde olduğu bu hareketi “küçük burjuva” olarak görmekte ve değerlendirmektedir. Özetle Ziya Ulusoy’un iddia ettiği gibi Kürt Hareketine yaklaşım farkı Yürüyüş Dergisinde bulunmamaktadır. Bir diğer iddiaya geçelim şimdi.

Ziya Ulusoy’un iddiası: “Ama yeni-sömürgecilik sisteminde de emperyalistler örneğin devrimi ezmek için açık işgal yapıncaya değin, devrimin sınıfsal yanının ağır basacağını belirtiliyor.” (Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün İnceltilmiş Sosyal Şovenizmi)

Gerçekte olan: “Çok uluslu yeni-sömürgelerde ulusal-baskının ekonomik sosyal temeli, emperyalizm ve oligarşi olduğu için, UKKTH, emperyalizm ve oligarşinin yıkılmasından geçer. UKKTH, ancak bu koşulla pratikleşebilir. Buna paralel olarak da, ezilen ulusun işçi ve emekçilerinin ulusal ve sosyal kurtuluşu aynı mücadele potasında iç içe geçmiştir. …Mesele şudur; aslında ulusal kurtuluş mücadelesi anti-emperyalist, anti-oligarşik bir muhtevada olması gerektiğinden dolayı, sınıfsal bir özellik kazanmıştır. Ezilen ulus milliyetçiliğinin dar görüşlülüğü, bunun görmezden gelinmesine yol açmaktadır.”(Yürüyüş,Sayı:133,Sayfa:28)

Çok ilginç bir şekilde Ziya Ulusoy, Yürüyüş dergisini “sınıfsal yanının zayıf olmasıyla” eleştirmektedir. Ancak okuyucular eğer Ziya Ulusoy’un bu yazısını okurlarsa yazıda bir sınıf vurgusu ve sınıf perspektifi göremeyeceklerdir. Ziya Ulusoy’un kendisinde olamayan nitelikleri neden Yürüyüş’ten beklediğini gerçekten anlamadık. Sınıfsallığı başkalarına uygulamak ne kadar Marksizmin alanı dahilindedir? Ayrıca Yürüyüş Dergisi hem Kürdistan için hem de batı için yaptığı değerlendirmelerde ESP’den her zaman daha sınıf eksenli bir bakış açısına sahip olmuştur. Bu yüzden yapılan bu eleştiriyi Ziya Ulusoy’un yapmasının hiçbir haklı yanı bulunmamaktadır.

Ziya Ulusoy’un Kendisinde Olmayan Özelliği Başkalarına Önermesi:

“Örneğin Lenin ezilen ulusların özgürlüğü sorununda her iki ulustan proletaryanın nasıl tavır takınması gerektiğine işaret eder. Ezen ulus proletaryasının ayrılma özgürlüğünü savunmaya ağırlık vermesi, ezilen ulus proletaryasının birleşme özgürlüğünü savunmaya ağırlık vermesi gerektiğini vurgular.” (Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün İnceltilmiş Sosyal Şovenizmi)

Okuduğunuz kısım bir çoğunuzu şaşırtmış olabilir ancak teoride yüzde yüz doğru olan bu sözleri Ziya Ulusoy söylüyor. Leninistler, her zaman ezen ulus proletaryasının, ezilen ulusun ayrılma özgürlüğünün ajitasyonunu yapması gerektiğini söylemişlerdir. Böylece Leninist Parti, güncel siyasi çizgisini belirlerken Kürdistan’daki durumu yukarıdaki gibi ele almış, kendi sorumluluğunu yerine getirip hep tam hak eşitliğine dayalı UKKTH ilkesinden hareket etmiştir. Bu ilke yüzünden ezen ulusun, özerkliğin ve federasyonun propagandasını yapamayacağını şayet yaptığı takdirde UKKTH ilkesini çiğneyeceğini, bunu yapan kişi veya kurumların sosyal-şoven anlayışla hareket ettiklerini belirtmiştir. Şimdi başa dönelim, Ziya Ulusoy’un da belirttiği gibi “ezen ulus ayrılma özgürlüğünü savunur”. Lakin Ziya Ulusoy’un mensubu olduğu ESP’de, yukarıda açıklanmış olan Marksist bakış açısını göremiyoruz. 

Partimiz, Kürt halkının kendi ülkesinde kendi kendisini yönetmesini, bunun hangi biçimde yapacağını kendisinin karar vermesini en doğal, en meşru ve en demokratik hak olarak görüyor. Bunun biçimi ne olacaksa, özyönetim mi olacak, yoksa ayrı devlet biçiminde mi olacak, en nihayetinde Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını sonuna kadar destekliyoruz. Programatik görüş açısından biz halk cumhuriyetleri birliğini esas alıyoruz. Ama özyönetim ilanının doğrudan demokrasinin ileri bir örneği olarak, güncel bir ihtiyaca yanıt verdiğini düşünüyoruz. Bugün Kürt özgürlük hareketi, demokratik kolektif haklarının kabulü bakımından belki de olabilecek en geri noktadan bir biçim öneriyor. Hem Kürt halkının kendi kaderini tayininde bir biçim olarak, hem de daha ileri taleplerin elde edilmesinde önemli basamak olması itibariyle destekliyoruz. Bunun inşa edilmesi sürecinde de bütün emeğimizi ve çabamızı ortaya koyacağımızı kongrede ifade etmiştik… Sosyalist yurtseverler olarak Kürdistan’da bulunduğumuz her kentte özyönetim direnişlerinde yer aldık. Direnişlerin büyümesi için de elimizden gelen emeği ortaya koyduk. Bundan sonra da böyle olacak. Batı bakımından ise esas olarak sorumluluğumuzu, işçilere, emekçilere, kadınlara, gençlere özyönetim fikrini anlatmak, hem doğrudan demokrasinin örneği olarak, hem de Kürt halkının kendi ülkesinde nasıl yönetileceğine kendisinin karar vermesinin meşru hak olduğu gerçeğinden hareketle aydınlatma çalışması olduğunu düşünüyoruz.”(Sultan Ulusoy) (1)

Sultan Ulusoy’un belirttiği şey UKKTH değildir. Eğer ESP, tam hak eşitliğine dayalı ayrılma hakkının propagandasını yapmıyorsa(ki metinlerinde yapmadığı ortaya çıkıyor)  UKKTH’nı savunmuyor demektir. Özerkliği, özyönetimi Kürt hareketi istiyor diye savunmak ESP’yi sosyal şoven yapmaktan alı koymayacaktır. Çünkü özerklik olsa bile Türk burjuvazisinin Kürdistan üzerindeki egemen rolü devam edecektir. ESP tam hak eşitliğine dayalı ayrılma hakkını savunmadığı, propagandasını yapmadığı, Kürt hareketinin peşinden sürüklendiği için ezen ulusun proletaryasının bu konudaki taşıması gereken misyonunu yerine getirememektedir. Böylece görünüşte ne kadar “enternasyonalist” olsa da ESP’nin bu politikası ezen ulusun ayrılacağını devam ettirecek bir politika olduğu için ESP aslında sosyal-şoven niteliğe sahip bir partidir. Görüldüğü gibi Ziya Ulusoy’un yazdıkları ile ESP’nin güncel politikası birbiriyle çelişmektedir. Ziya Ulusoy, ESP’den bağımsız bir kişi değildir. Bu yüzden ESP’nin politikaları Ziya Ulusoy’u da bağlamaktadır. Kürt hareketi ile birlikte hareket etmek bir yapıyı sosyal-şoven nitelikte olmasından alı koymaz. Bu yüzden Yürüyüş ne kadar sosyal-şoven ise ESP’de o kadar sosyal-şovendir. Leninistler ise bu konuyu aşağıdaki gibi açıklamaktadırlar.

İster tüm Kürdistan toprağı üzerinde ister ayrı ayrı parçalarda gerçeklesin, özerklik uluslararasında tam hak eşitliğini sağlamaz.” (Ulusal Soruna Leninist Bakış, Sayfa: 33, Yeni Dönem Yayıncılık)

Kürdistan ulusal hareketinin burada eleştirileceği yön egemen ulusla yapılması düşünülen bir anlaşmanın, Kürdistan’ın ilhakına son vermemesi, tam hak eşitliğine dayanmaması, Kürt ulusunun ayrılma hakkını içermemesidir. Kendini bazı kültürel haklar ve sınırlı politik haklara bağlamasıdır. Bu UKKTH değildir ve olamaz. Böyle bir sonuç Kürt halkına özgürlük getirmez. Bu durumda UKH’nin yapması gereken şey özgürlük mücadelesini sonuna dek götürmek ve birleşik devrimi öne çıkarmaktır… eğer Türkiye sosyalist hareketi tam da enternasyonal bir tavır anlamına gelen Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı yönünde bir ajitasyon yapmazsa, sosyal-şoven  bir konuma düşer. Asıl eleştirilmesi gereken UKKTH ilkesine bağlı kalmayan Türkiye sosyalist hareketi içindeki sosyal-şoven eğilimlerdir.” .”(Ulusal Soruna Leninist Bakış, Sayfa:15, Yeni Dönem Yayıncılık)

Ziya Ulusoy’un Kafa Karışıklığı: Kürdistan Hem Sömürge Hem de İlhak Nasıl Olabiliyor?

“İrlanda, diğer sömürgelerden farklı olarak İngiliz emperyalizminin “iç sömürgesiydi”. Kuzey Kürdistan’da Türk burjuvazisinin “iç sömürgesidir.” (Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün İnceltilmiş Sosyal Şovenizmi)

Ziya Ulusoy, şaşırtıcı olmayan bir şekilde Kürdistan gerçekliğini doğru bir şekilde tahlil edemiyor. Böylece Kürdistan’ın Türkiye’nin sömürgesi olduğu şeklinde yanlış bir görüş ortaya atıyor. Ancak Kürdistan, Türkiye’nin sömürgesi değildir. Kürdistan, Türkiye tarafından ilk başta politik daha sonra da ekonomik olarak ilhak edilmiştir. Bunun için sömürge ve ilhak kavramlarını açıklamamız gerekmektedir. Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde uygulanan sömürgecilik ekonomik temel açısından, sömürgelerde bulunan ham maddelerin, sömürgeci devletlerde işlendikten sonra tekrar sömürge ülkelere taşınması üzerinde kuruluydu. Yani sömürge ülke ile sömürgeci ülke arasında üretim biçimi olarak aynı gelişme düzeyinde olmaması gerekirdi. Aynı zamanda bu eşitsiz ekonomik temel kendini sosyal, idari, siyasal ve kültürel alanda da sömürge ülke ile sömürgeci ülke arasında belli bir farklılığın olmasına yol açmıştır. Bunları biraz olsun somutlaştırırsak, sömürgeleri olan bir ülke, sömürge ülkeye bir “genel vali” atayarak yönetmiş, sömürge ülke için ayrı yasalar çıkartmış, kendi yurttaşı ile sömürge ülkenin yurttaşını yasalar karşısında eşitsiz kılmış, sömürge ülkenin mensuplarını sömürge sahibi ülkenin seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanımamış, ayrı bir kimlik kullandırmıştır. Bununla birlikte Sömürgeci ülkelerin kendi sermayeleri varken sömürge ülkelerin kendi sermayeleri yoktur ve mali sermaye altında siyasal bağımlılık koşulu dışında hiçbir sömürge valisi sermaye sahibi olamaz.

Özetle bir ülke için sömürge tespiti yapılıyorsa, bu örgütler için ayrı örgütlenmeyi gerektirir(sömürgeci ve sömürge ülke olmak üzere) ve bu birleşik devrimin reddi demektir. Çünkü iki ülke arasındaki koşullar farklıdır. Bu yüzden ESP’nin ideolojik olarak savunduğu “sömürge Kürdistan” ve “birleşik devrim” tezleri tamamen eklektik bir yapıya sahiptir. Olayı bütüncül alan bir yaklaşım “ilhak edilmiş Kürdistan” ve “birleşik devrim” tespiti yapmak zorundadır.

Bu yüzden Kürdistan sömürge değildir. Çünkü sömürgeci devletin güçlü bir sermayesi varken sömürge ülkenin bundan yoksun olması gerekmektedir ancak Kürdistan burjuvazisinin sermaye birikimi mevcuttur ve Türk burjuvazisi ile iç içe geçmiştir. Ayrıca sömürgeci ülke ile sömürge ülkenin iki ayrı Pazar olması gerekirken Kürdistan için bu durumun bir gerçekliği bulunmamaktadır. Buna ek olarak siyasal, sosyal, anayasal yönden de Kürdistan sömürge bir ülkeye benzememektedir. Bu yüzden Kürdistan, Lenin’in aşağıdaki ilhak tanımına uymaktadır.

İlhak kavramı genellikle şunları içerir: (1) Zor kavramını (zorla kendine bağlama); (2) başka bir ulus tarafından ezilme kavramını ("yabancı" bölgelerin ülke topraklarına katılması vb.), ve, bazen de (3) statükonun bozulması kavramı”(Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, İlhak Nedir?)

Leninistler, bu konuda aşağıdaki doğru tespiti yapmaktadırlar.

“Kürdistan’da geçmişte sömürgeci ülkelerle, sömürge ülkeler arasında var olan farklı üretim biçimi olgusu yoktur. Kürt ulusunu ezen uluslarla, bu uluslar tarafından ezilen Kürt ulusu aynı üretim biçimi olan kapitalist üretim biçimine dayanıyorlar. Böylece geçmiş zaman sömürgelerinde görülen en önemli etken, Kürdistan ile ezen devlet arasında görülmüyor.” .”(Ulusal Soruna Leninist Bakış, Sayfa:29, Yeni Dönem Yayıncılık)

Şimdi Ziya Ulusoy’un kafa karışıklığına gelelim. Bir ülke hem nasıl ilhak edilmiş ve aynı zamanda sömürgeleştirmiş oluyor bunun cevabını gerçekten çok merak ediyoruz.

“Birleşik devrimin Türkiye’de temel sorunu faşist diktatörlüğü yıkmak, işçi sınıfının bütün emekçi ve ezilen sınıf, inanç, cins ve kesimlerinin politik özgürlüğünü gerçekleştirmektir. Sömürgeci-ilhakçı boyunduruğu tasfiye, kirli-sömürgeci savaş düzeyine dek şiddetlenmiş bu boyunduruğu yıkmak ve ürettiği şovenist zehirlenmeye karşı mücadele, antifaşist mücadelenin Türkiye tarafında öne çıkan görevi haline gelmiştir.” (Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün İnceltilmiş Sosyal Şovenizmi)

Yukarıda değindik bir ülke hem sömürge hem ilhak olamaz ikisinden biri olmak zorunda. Ziya Ulusoy, Marksist literatüre yeni bir “trajedi” ekliyor. Ancak metinde bundan daha talihsiz bir tanım var. “kirli-sömürgeci savaş” diye tanımladığı ya da genel anlamda “kirli savaş” diye kullanılan tanım sosyal-şovenizm için turnusol kağıdıdır. İster bu tanıma sömürgeci eklensin ya da direkt kirli savaş olarak kullanılsın, bu tanımı kullanan kişi ya da kurum sosyal-şovenizmini ele verir. Daha önce Emeğin Bayrağının düştüğü tuzağa şimdi de Ziya Ulusoy düşmekte.

“Emeğin Bayrağından hemen sayı 112’de yazılanları aktararak başlayalım: “Krizin Faturasını Krizi Yaratanlar Ödesin” üst başlığı altında karşı karşıya olunan krizin nedenlerini üç maddede toplamışlar: 1)Kredibilitenin düşmesi, 2)Kirli Savaş, 3)Devletin Yağmalanması… İkinci sebep olarak ele aldığı Kirli savaş kavramı üzerine birazcık bile düşünmemiş ve moda kavramlarla olguyu açıklamaya devam etmiş. Oysa ki, onun Kirli Savaş diye nitelendirdiği, Kürt Ulusal Savaşıdır ve bu savaşın çıkmasındaki büyük etken Kürt Ulusal Hareketidir.”(Baki Yaş, Ekonomizmin Eleştirisi, Sayfa:111,112)

Ziya Ulusoy’un bütün çabası “kirli-sömürgeci savaş” demesiyle bir çırpıda tersine dönmektedir. Çünkü bu savaşın çıkmasındaki en büyük etken Kürt Ulusal Hareketi olduğu için bu savaştan “Kirli” diye bahsetmek aslında bu savaşı meşru görmemenin bir yansımasıdır. Haliyle bu savaş meşru görünmeyince “enternasyonal” bir dayanışmadan bahsetmek imkansızdır. Ziya Ulusoy istediği kadar görünüşte Kürt hareketine destek sunsun aslında bu tabiri ile sosyal-şovenizme saplanmıştır.

Tarih Ziya Ulusoy’u Değillerken

“1993’ten itibaren PKK’nin ateşkesler başlatmasını reformizmle ve uzlaşıcılıkla eleştiren Yürüyüş, 1999’dan itibaren de PKK’yi ideolojik-siyasi teslimiyetle suçlamakta. Bu suçlamasına bağlı olarak Oslo sürecini de, 2013’te başlatılan süreci de, emperyalizmin belirleyiciliğindeki olgu olarak eleştiriyor. Oysa 2004’te PKK’nin yeniden başlattığı silahlı mücadele, emperyalist tasfiye girişimine başkaldırının da ifadesiydi ve Türk egemen sınıflarını da emperyalizmi de ateşkes ve “görüşme sürecine”ne zorladı.” (Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün İnceltilmiş Sosyal Şovenizmi)

Ziya Ulusoy 2004 yılında PKK’nin başlattığı silahlı mücadele için emperyalist tasfiye girişimine karşı başkaldırının ifadesiydi diyebilmektedir. Ancak ESP’nin 2004 yılındaki görüşleri Ziya Ulusoy’un belirttiğinin 180 derece zıddıydı. Sedat Şenoğlu’nun derlediği Postmodern Hiçlik kitabında Öcalan için “uzlaşmacı” ve ideolojik olarak AB’nin yörüngesindedir tespitleri mevcut. Özetle Yürüyüş’ün, Kürt Hareketi için “ABD emperyalizmine karşı yersiz hayaller kuruyorsunuz” tespitini o zamanlar ESP yapmaktaydı. Özetle hangisi doğru? 2004’ten sonraki Ziya Ulusoy mu? Yoksa 2004’ten önceki mi? Kendi kendini değillemenin en güzel örneği aşağıdaki gibidir.

Öcalan’ın doktrinin politik özü, işte bu “sınıflı toplum güçleri’nin “uzlaşması” stratejisine dayalı olduğu için teorisinin ucu, gerekli olduğu her durumda kolayca oraya doğru bükülüyor… Tıpkı AB’nin ve ABD’nin yaptığı ya da yapmaya çalıştığı gibi “Apocu doktrin’in politik klavuzu AB’dirBiz bu “gerçekliğin” en acı yanını onun ABD emperyalizmi hakkında beslediği “hayal”lerde buluyoruz. Savunmasında şöyle yazıyor Öcalan; “Daha önce rejim ayrımı yapmadan işbirlikçilere verdiği desteği giderek daha çok insan hakları ve demokratik gelişmelere bağlamaya çalışmaktadır. Zaten kapitalizmin talancı karakterinden uzaklaşması buna bağlıdır.” Peki ya 11 Eylül? Öncesini bir yana bırakalım da, 11 Eylül sonrasında ABD emperyalizminin Hristiyan faşist bir resmi ideoloji geliştirmeye çalışarak “insan hakları” ve demokrasinin canına okumaya başlaması da ne oluyor? Afganistan’da ne oldu, Şimdi Irak’ta, Kürdistan’da ve Ortadoğu’da ne oluyor?”(Postmodern Hiçlik, 2004,  Derleyen: Sedat Şenoğlu, Sayfa:167-169, Ceylan Yayınları)


Sonuç olarak Ziya Ulusoy’un “Yürüyüş’ün İnceltilmiş Sosyal Şovenizmi" yazsında bir sürü yanlış tespit ve haksız eleştiri mevcuttur. Bir kişi Yürüyüş’ü sosyal-şovenizmle eleştirirken önce kendisine bakması gerekmektedir. Yazımızda bir takım olguları elimizden geldiğince açıklamaya çalıştık. Yürüyüş ile ESP’nin  birbirlerinden bu kadar çok nefret etmelerinin nedeni ideolojik farklılık olmaktan ziyade politik hegemonya mücadelesidir. Özetle aynılar aynı yerdedir. Düşman kardeşler birbirlerinden ne kadar haz etmese de sosyal-şovenizm konusunda aynı yerde durmaktadırlar. 

Dipnotlar: