22 Nisan 2020 Çarşamba

Türkiye Devriminin Yolu vol:III

Türkiye Devriminin Yolu vol:III

Hepimizin de bildiği gibi maddi güç maddi güç tarafından alt edilir. Herhangi bir sınıfın politik ve ekonomik meşruiyeti de bağlı bulunduğu konjonktürden ayrı düşünülemez. Bu yüzden meşruluğu anakronik bir yaklaşımla okumak yerine güncel politik anda neye tekabül ettiğini tespit etmek oldukça önemlidir. Clausewitz’in meşhur sözünü hatırlamakta fayda var: “Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır.”  Görüldüğü üzere Clausewitz’in zamanında çığır açan ama şu anda gerçekliği tam anlamıyla ifade etmekten uzak olan bu sözü bize savaşın bir araç olduğunu hatırlatmaktadır. Günümüzde kitleleri, halkları, sınıfları, ekonomik, ideolojik, politik ve zor aygıtlarıyla olmak üzere emperyalist kapitalist sistem çeşitli baskı araçlarını kendi “müseses nizamını” devam ettirmek için kullanmaktadır. Lakin günümüzde artık kitlelerin bilinci bütün çabalarına rağmen “tam anlamıyla” kontrol atlında tutulamıyor ve emperyalist kapitalist sistem devrimci bir krizle karşı karşıya kalıyor. Emperyalist-kapitalist sistem artık kitlelerin özlemlerine uygun bir yaşam tahayyülüne cevap veremiyor ve halkların gözünde “yeni Ortaçağın” ekonomik ve politik temsilcileri olarak görülüp bir an önce tarih sahnesinden indirilmesi gereken siyasal ve ekonomik kadavralar olarak bir izlenime sahip oluyor. Kitleler emperyalist-kapitalist sistemin alandaki “zaferlerini” tali olarak görmekte aslında stratejik olarak çöküşlerini kavramaktadırlar.

“Yüz savaşta yüz zafer kazanmak ustalığın en doruk noktası değildir. Düşmanı savaşmadan yenmek ustalığın en doruk noktasıdır."
(Sun Tzu)

"Stratejik etkenlerin çoğunu kendi safında bulunduran kimse daha savaşa girmeden karargâhta kazanmış; bunların azını elinde tutan kimse daha savaşa girmeden yenilmiş sayılır - hele hiç bulundurmayanların vay haline. Bu noktadan hareketle, yenen ile yenileni hemen görebilirsin."
(Sun Tzu)

Emperyalist-kapitalist sistemin zor aygıtları güncel kontekste sürekli “cephede” kazandık “savaşta” kazandık gibi ucuz hamaset edebiyatına sarılmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Lakin kitleler binlerce yıllık sınıf savaşımının deneyimiyle yüz savaşa girip yüz zafer kazanmanın bir önemi olmadığını ve “düşmanın” “karargahta” yenileceğini çok net bir şekilde bilmektedirler. “Savaşta kazandık masada kaybettik” lafı nasıl Osmanlı toplum yapısının çöküşünü sembolize ediyorsa şu anda emperyalist-kapitalist sisteminin zor aygıtlarının boş hamasetleri de aynı çöküşün farklı bir anına karşılık gelmektedir. Bu sefer çöküş tek bir devlet ekseninde değil bütün dünyadaki bir çöküşe karşılık gelmektedir. Bu yüzden devrimin öngününde olan proletarya ve emekçi sınıfların doğru bir düşman ve mücadele tahlili yapması kendi zaferleri için elzemdir. Bu yazıdaki amacımız emperyalist-kapitalist sisteme karşı yönelteceğimiz namlunun yönünü tayin etmekten başka bir amaç taşımamaktadır. Bambudan sopalarla dönemin güçlü sömürücü sınıflarına karşı indirdiğimiz darbelerdeki berraklık ve zafer şu andaki namlumuzun yönünde “tekrardan” vücut bulmaktadır. Hologramdan kaplanlara karşı iktidar ve zaferimiz namlunun ucundadır. Doğru politik ve stratejik hamlelerle düşmanı alt etmeye çok yaklaştık. Bunun için belli tespitler ışında bu sürecin nasıl olacağına dair değerlendirmelerimizi sizlere sunuyoruz. Bunun için emperyalist sistemin içinde bulunan sınıfları, bunların birbiriyle olan sınıf mücadelelerini ve emperyalist zinciri kıracak hem kendini hem de emperyalist-kapitalist sistemi yok edecek “öznenin” mücadele edimine bakmamız gerekmektedir.

“Eskiden proletarya devriminin, yalnızca, belirli bir ülkenin iç gelişmesinin bir sonucu olduğu düşünülürdü. Artık bu görüş de yetersizdir. Şimdi proletarya devriminin, her şeyden önce, emperyalizmin dünya sistemindeki çelişkilerinin gelişmesi sonucu, emperyalist cephe zincirinin şu ya da bu ülkede kırılmasının sonucu olarak düşünülmesi gerekir.(Stalin, Leninizmin İlkeleri)

Stalin’in yukarıdaki tespitleri bizleri aydınlatmaya hala devam etmektedir. Emperyalist cephe zincirinin nereden kırılacağını tespit etmek ve ona göre konumlanmak bizi rüzgarda savrulan yaprak durumundan kurtaracak ve karanlıkta dokuna dokuna yolumuzu aramak gibi “ütopik” çaresizliğe karşı  bir panzehir işlevi görecektir. Stalin gene aynı kitapta emperyalizm ve proletarya devrimi çağının başlıca dört çelişmesi olduğunu belirtmişti: 1.Proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişme 2.Mali gruplar ve emperyalist devletler arasındaki çelişme 3.Emperyalizmle ezilen milliyetler arasındaki çelişme 4. Sosyalist ülkelerle kapitalist sistem arasındaki çelişme. Ezilen milliyetlerle emperyalizm arasındaki çelişme günümüzde ön plana çıkmış ve belirleyici bir önem kazanmıştır. Emperyalizmin jandarmalığını ise geçmişte ABD emperyalizmi yapmaktaydı(aşağıda konuyu daha detaylı inceleyeceğiz). Böylece ABD emperyalizmi ile dünya halkları arasındaki çelişme baş çelişme niteliğini kazanmıştı.  Şu anda bütün dünyada mücadele, temelde sosyalizmin güçleri ile kapitalizmin güçleri arasındaki mücadeledir.  Ayrıca milli kurtuluş mücadeleleri, çağımızda dünya proleter devriminin bir parçasıdır. İşte bu nedenlerle bugün dünyamızın temel çelişmesi, emperyalist-kapitalist sistem ile sosyalizm arasındaki çelişmedir. Baş çelişme ise üç emperyal devlet(ABD. Rusya ve Çin sosyal emperyalizmi ile dünya halkları arasındaki mücadeledir). Baş çelişme bize en fazla tecrit etmemiz gereken düşmanı belirlemeye yaramaktadır. Bu da tabi ki “barış kisvesi” altında “Bir Kuşak Bir Yol Projesinin” “mimarı”  Xi Jinping öncülüğündeki “yeni çarlardan” başkası değildir. Şu anda azgın ve yayılmacı tarzı ile pazar avcılığına başlayan Neo-Hitlerci Çin sosyal emperyalzmi bütün Ortadoğuyu ve Avrupa’yı ele geçirmeye çalışmaktadır. Baş çelişme, belli bir aşamada güçler arasındaki dengeyi hesaba katarak tespit edilir. Bu yaşadığımız tarihi aşamanın stratejisini belirlemektir. Başka bir deyişle baş çelişme, devrimde güçlerin mevzilenmesini ve esas darbenin doğrultusunu(baş düşman ve ittifaklar meselesini) ortaya koyar. Temel çelişme belirlenmeden, baş çelişme üzerinde fikir yürütülemeyeceği için ilk önce temel çelişmeyi açıklamak durumundaydık. İşçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki temel çelişmenin çözümü bu düğümü çözecek strateji üç emperyal süper devlete karşı ezilen halkların bu baskı ve sömürü kuvvetlerine karşı bulundukları yerelde iç savaş konsepti ile cevap vermesinde yatmaktadır.

 “Siyasal stratejinin görevi, her şeyden önce Marksizmin teori ve programından hareketle ve bütün ülkelerin işçilerinin devrimci mücadele tecrübesini göz önüne alarak belirli bir tarihi dönemindeki ana yönünü bir şekilde tespit etmektir.”(Stalin, Strateji ve Taktik)

Görüldüğü gibi, baş çelişme temel çelişmeyi tespit etmeden tayin edilemez. Her şeyden önce ülke gerçeği bulunmalıdır. İkincisi, baş çelişme dünyadaki devrim ile karşı devrim arasındaki cepheleşmeye sımsıkı bağlıdır. Mao Ze Dung’a göre esas darbenin yolunu gösteren baş çelişme, bu yerelde üç emperyal süper devletle ezilen halklar arasındaki milli çelişme baş çelişme haline gelmiştir. Emperyalizmin gizli işgali altındaki sözde “bağımsız” ve “milli” devletin gerçek yüzü emperyalist güç ilişkilerinin değişmeye başladığı şu tarihsel anlarda kitlelerin bilincinde daha da berrak bir hal almaktadır. Devrimci bir kriz kitlelere yüzlerce kitap okusa edinemeyeceği bilinci günler altında kazanmasını sağlamaktadır. Covid-19 “pandemisi” ve emperyalist “güçlerin” bu “virüs” karşındaki Ortaçağ yöntemlerinden medet umması adete kitlelerin gözünde “kral çıplak” nidalarının  yükselmesine neden olmaktadır. Kara Ölüm’deki maske ucubesi şu andaki “bilimsel” kurulların “tek çaresi” olarak ortaya çıkmakta ve çözüm olarak “sabun” önermektedirler. İbni Sina’nın sirkesinden medet uman emperyalist-kapitalist sistemin yaşam dışılığı kitlelerin alttan alta hoşnutsuzluğu ile beraber ilerlemektedir. Emperyalist-kapitalist sistem arabayı uçuruma doğru sürürek falezlerden aşağıya yuvarlanmak üzeredir. Covid-19’dan önce sözde ölümsüzlüğü bulan emperyalist-kapitalist sistemin bilim insanları saçma sapan gribin bir türevi olan virüse aşı geliştirememe başarısının altına imzalarını atmışlardır. Ayrıca o çok propagandasını yaptıkları “açlıkla mücadele” yalanına kitlelerin inancı kalmamaktadır. Sözde sosyalist sistemlerde oluşan “kıtlıklar” mevcut teknolojiden kuvvet almış emperyalist-kapitalist sistemde katastrofik bir şekilde ortalıkta dolanmaktadır. Açlık şu anda bütün emperyalist-kapitalist sistemlerde çoğunluktadır. İkinci Dünya Savaşından sonraki üç emperyal süper devlet arasındaki çelişmenin keskinleşmesi ve hegemonya mücadelesine karşı milli çelişmemiz baş çelişme olmaktadır. Bütün çelişkilerin çözümü bu çelişkinin çözümüne bağlıdır. Bilindiği gibi gönülden herkesi birden devirmek geçer lakin herkesi birden devirmeye kalkanların kimseyi deviremeyeceği ve kendilerinin devrileceği de açıktır. Milli çelişmenin ağır bastığı dönemlerde, buna uygun bir ittifak siyaseti izlemezsek politik düzlemde hezimete uğrayacağımız kesindir.

“Kurşunlarımız baş düşmanı vuracağı yerde ikinci dereceden düşmanlarımızı ve hatta müttefiklerimiz vurur. Bu da baş düşmanı vuramamak ve cephede israf etmek anlamına gelir. Bu düşman kampında ve düşman cephesinde zorla bulunan herkesi ve bugün düşman olduğumuz ancak yarın dostumuz olabilecek kimseleri kendi saflarımıza çekememek anlamına da gelir.”(Mao Ze Dung, Seçme Eserler Cilt:1)

İttifak unsurlarımız baş düşmanlarımızla birleştikleri ve teslimiyet gösterdikleri yerde ve ölçüde onlara da darbe indirecek, direndikleri yerde ve ölçüde onları destekleyeceğiz. Bu ittifakın bileşenleri ise(parti düzlemi üzerinden konuşmadığımıza dikkat ediniz) şu anda işçi sınıfı ile bütün emekçi sınıflardır.      

 “Emperyalizm böyle bir ülkeye savaş açtığı zaman, bir avuç hain dışındaki bütün sınıflar, emperyalizme karşı ulusal bir savaş vermek için, geçici bir süre birleşirler. Bu gibi zamanlarda emperyalizm ile bu ülke arasındaki çelişki, baş çelişki olur ve ülkedeki çeşitli sınıflar arasındaki çelişkiler (feodal sistem ile büyük halk kitleleri arasındaki baş çelişki de dahil) geçici olarak ikincil duruma düşer. Çin'de, 1840 Afyon Savaşı 1894 Çin-Japon Savaşı, 1900 Yi Ho Tuan Savaşı ve bugün Çin-Japon Savaşında durum budur. Ama başka bir durumda, çelişkiler konum değiştirir. Emperyalizm, sömürüsünü sürdürmek için, savaş baskısını tam uygulamayıp, işine geldiği ölçüde nispeten yumuşak siyasal, ekonomik ve kültürel önlemleri benimserse, bu yarı-sömürge ülkelerdeki egemen sınıflar, emperyalizm ile anlaşarak, büyük halk kitlelerini birlikte sömürmek üzere bir ittifak kurarlar. Bu gibi zamanlarda, genellikle, halk kitleleri, emperyalizm ile feodal sınıfın kurduğu ittifaka karşı başkaldırarak iç savaşa girişir. Emperyalistler ise doğrudan doğruya harekete geçmeksizin, halkın sömürülmesi ve ezilmesi için, bu ülkelerin gericilerine dolaylı yardım yollarını benimserler. Böylece iç çelişki, iyice şiddetlenir. Çin'deki, 1911 Devrim Savaşı, 1924-1927 Devrim Savaşı ve 1927'den beri süren Tarımsal Devrim Savaşında durum budur. Yarı-sömürge ülkelerdeki çeşitli gerici egemen topluluklar arasındaki iç savaşlar da (Çin'deki savaş ağaları arasındaki savaşlar gibi) aynı kategoriye girer. Devrimci bir iç savaş, emperyalizm ile ortaklarını —içteki gericileri— tehdit eder bir duruma geldi mi, emperyalizm, egemenliğini sürdürmek için yukarıda söylenilenden başka yolları da benimsemekten çekinmez. Ya devrimci cepheyi içeriden bölmeye çalışır, ya da içteki gericilere yardım için silahlı kuvvetler gönderir. Böyle zamanlarda, yabancı [olan] emperyalizm ile yerli [olan] gericilik, açıkça, bir kutupta; büyük halk kitlesi öteki kutupta toplanır ve böylece öteki çelişkilerin gelişmesini belirleyen ya da etkileyen baş çelişki meydana gelmiş olur.”                                                                                    
(Mao Ze Dung, Çelişki Üzerine)

Mao Ze Dung’un yukarıdaki sözleri baş çelişmeyi çözmek için bir klavuz işlevi görmektedir. Baş çelişmeyi tespit ederken dikkat etmemiz gereken şey olgular üzerinden düşünmek değil eğilimler üzerinden hareket etmektir. Eğer Lenin olgular üzerinden hareket etse idi Ekim Devrim olmayacaktı. Eğilimi görme sorununu ideolojik olarak yaşayan Menşevikler Nisan 1917’de Lenin, ‘devrimin öngünündeyiz’ dediğinde ona “deli” “blanquist” “80.000 kişi ile 150 milyonluk ülkede nasıl iktidarı alacaksın?” gibi gayet olgulardan ve rasyonal akıldan temellerini alan eleştiriler yapmışlardı. Lakin Rasyonal ve olgusal düşünme ve ona göre politika yapma politik andaki değişen eğilimi görmekten aciz olduğu için zafer kazanan politik hat Lenin’in savunduğu hat oldu. Bundan dolayı yeni menşevizmin temsilcileri şu anda “ülkede ABD’nin gizli işgali var” “her yerde ABD üssü var” “en saldırgan güç ABD” tek bir emperyalist kuvvet var o da ABD emperyalizmidir.” Gibi beylik ve ezberin hüküm sürdüğü ve aslında yanlış olan bir politik okuma yapmaktadırlar. ABD’nin gizli işgalinin ve üslerinin olduğu doğrudur lakin ABD şu anda “saldırgan” değil savunmaya geçmiş kendi nüfus alanlarını elde tutmaya çalışan kendi zincirinin izin verdiği ölçüde “saldırıya” geçen aslında “savunmada” olan gerileyen bir emperyalist güçtür. ABD nüfus alanı olan Avrupa’yı, Ortadoğu’yu, Latin Amerika’yı Çin sosyal emperyalizmine kaptırmamak için canla başla mücadele etmektedir. Tarihten örnek vermek gerekirse İkinci Dünya Savaşından önce, iktidarda olsun veya olmasın her ülkede Alman emperyalistleri ve ajanları baş düşman olarak alınmaktaydı. Çünkü saldırgan emperyal kuvvet Alman emperyalistleriydi. 70’lerde Yunanistan’ı yöneten Karamanlis ve benzer dönemlerde Türkiye’de hükümet organının başında olan Ecevit hükümeti Avrupa güdümünde bir politik hattın temsilcileriydi lakin iki ülkedeki  baş düşman ABD ve Sovyet Sosyal Emperyalizmi(özellikler Sovyetler) idi. Çünkü saldırgan güç bu ikisi özellikle Sovyet sosyal emperyalizminden oluşmaktaydı. Şimdi ise onun tarihsel devamı olan Rusya üç emperyal kuvvet arasında en zayıf güç durumunda ve aslında Çin sosyal emperyalizminin Avrupa’yı ele geçirmesine karşı bir tampon ve kalkan işlevi görmektedir. Lakin o tampon ve kalkan deliktir ve Çin sosyal emperyalizmi çok rahat bir şekilde şu anda Ortadoğu ve Avrupa’yı çaktırmadan “kuşatma” altında almıştır. Tekerlek kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur. Marksistlerin görevi tekerleği kırmadan doğru yoldan ilerlemektir. Bu yüzden şu anda Çin sosyal emperyalizminin gerçek yüzüne uygun mücadele hattı kurulmaz ise gelecekte söyleneceklerin ve yapılacak politikaların bir anlamı olmayacaktır.                                                                                                                     
Baş Düşmanımız Üç Emperyal Süper Devlet ve Başta Çin Sosyal Emperyalizmidir!

Bugün bu yerelde kapıdan kovulmaya çalışılan bir kurt vardır. Bu kurt, ABD emperyalizmidir. Kaplan ise, artık evin bacasında değildir. Ezilen halkımız kurdu kovmak için mücadele  ederken, kaplan bacadan süzülmüş evin mutfağına inmiştir. Şimdi dişlerini bilemekte, tırnaklarını göstermekte ve evin tek efendisi olmaya hazırlanmaktadır. Kaplanın rakibi olan kurt kocamıştır, bütün dünya halklarından yediği dayaklar yüzünden yaralanmış, birçok dişi dökülmüştür. Kurt, bu yerelde de önemli darbeler yemiştir ve eskisi gibi hükümferman değildir. Gerek kaplan, gerekse onunla işbirliği eden revizyonist çakallar, Türkiye halkının yalnız kocamış kurdu evden atmak için mücadele etmesini istiyorlar. Kaplan, kurtla beraber kendisinin de baş düşman olarak görülmesini istemiyor. Böylece o, rakibi olan kurt evden kovulurken evin tek efendisi olmayı ve çakalların faşist diktatörlüğünü kurmayı planlamaktadır. Bu kaplan Çin sosyal emperyalizmden başkası değildir.  Çin’e sosyal emperyalist tespitini ilk olarak yapmadığımızı ifade etmem gerekiyor. Hindistan’ın 3/1’inde kızıl siyasi iktidar kurmuş Naksalitler’de Çin’i sosyal emperyalist olarak görmektedir.(1)   Görüldüğü gibi baş düşman siyasi bir kavramdır. Devrime belirli bir anda karşı çıkan en önemli gücü ifade etmektedir. Bu sebeple baş düşmanı hakim sınıflar içinde ağır basan emperyalist veya en fazla sömüren en çok sermayesi olan emperyalist olarak tespit etmiyoruz. Belli bir emperyalistin askeri üslerinin bulunması da mutlaka o emperyalistin baş düşman olmasını gerektirmez. Bırakalım askeri üs bulunmasını Çin toprağının bir parçası olan Tayvan adası, ABD’nin askeri işgali altındaydı. Bu topraklar üzerinde zamanında otuz milyon Çinli yaşamaktaydı. Fakat Çin, baş düşman olarak ABD emperyalizmini değil o dönemde Sovyet sosyal emperyalizmini görüyordu. Daha da çarpıcı bir örnek verelim. İkinci Dünya Savaşında, Japon emperyalistleri saldırdığı zaman Vietnam bir Fransız sömürgesiydi. Bu durumda Vietnam devrimcileri baş düşmana karşı ortak mücadeleye çağırdılar Ho Şi Minh bu olayı şu sözlerle anlatmaktadır:

“9 Marttan önce birkaç defa Vietnam Birliği Fransızları Japonlara karşı ittifak yapmaya davet etti.”                 
(Ho Şi Minh, Milli Kurutuluş Savaşımız, Toplum Yayınları, Sayfa:76)
                                                                                                                                               
Fransa’nın bu “ittifak” teklifini kabul etmesinden bağımsız Ho Şi Minh’in doğru baş düşman tahlili bütün devrimciler için dersler bulunduruyor. Çin sosyal emperyalizmi şu anda dünyanın en büyük ihracatçısı ve dünyanın ikinci büyük ekonomisidir.(2) Aynı zamanda sıkışan ekonomisindeki krizi aşmak için yeni Pazar alanları aramakta ve bölgesel kışkırtıcılığı yaymaktadır. Çin sosyal emperyalizminin Işid’e karşı örtülü desteği bu süreçlerde hep göz ardı edilmiştir.(3) Blackwater hamiliğinde tekelci kapitalistlerin önemli bir kanadının mali oligarşiye diz çöktürme girişimi olan bir kuşak bir yol projesinin ne kadar “barışçıl” olduğunu takdiri sizlerindir. Bilindiği gibi Blackwater şirketi Irak’ın ABD tarafından işgalinde kilit rol oynamış bir “güvenlik” “şirketidir”. Arkasına Blackwater’ı almış “barışçıl” sosyal emperyalist yolcuların istihbarat kuvvetleri bu projeyi şu şekilde lanse etmektedirler:

Medeniyetin önemli doğum yerlerinden biri olan “Üç Kıta Beş Deniz”i içinde barındıran Ortadoğu, süregelen savaşlardan çok acı çekti. Ortadoğu’nun güvenliğini uzun vadeli kargaşaya dönüştüren büyük ülkelerin oyunları, etnik ve dini çatışmalar, aşırıcılık yanlısı güçler gibi faktörler de bu kargaşanın temelinde yatıyor. Ortadoğu’daki güvenlik sorunun çözümünde kritik nokta ise kalkınma. İstikrar ve kalkınma arayışı, söz konusu bölgenin genel eğilimine ve halkın iradesine yansıyor. 
Çin, barışçıl gelişmeyi, gelişme aracılığıyla istikrar ve barışı hızlandırmayı, işbirliği ve ortak kazanca dayalı uluslararası ilişkiyi savunuyor. Böylece Çin ve Ortadoğu’nun, kavram ve vizyon hakkında birçok ortak konuda fikir birliğine varması mümkündür. Ortak istişare, ortak inşa ve ortak paylaşım ilkesine bağlı olan “Kuşak Yol” inisiyatifinin ilan edilmesiyle birlikte, Çin ve Ortadoğu arasında, bölgesel kalkınma vizyonu ve bu vizyonun uygulanmasında daha fazla fikir birlikleri oluştu...
 Çin, 18 Arap ülkesi ile “Kuşak Yol” işbirliğine imza attı, 7 Arap ülkesi AIIB’nin (Asya Altyapı Yatırım Bankası) kurucu üyesi oldu. Bu sayede iki taraf arasındaki altyapı, üretim kapasitesi, enerji ve finans alanlarındaki iş birliği istikrarlı bir şekilde ilerlemeye devam ediyor... Çin ve Türkiye inisiyatifi uyumlaştırmaya ilişkin bir mutabakat muhtırası imzaladı. İki tarafın üretim kapasitesi ve altyapı işbirliği parlak ve umut vericidir. Ankara-İstanbul yüksek hızlı demiryolunun ikinci etabı, Çin şirketleri tarafından yapılan ilk denizaşırı yüksek hızlı tren hattıdır.  İsrail’in de “Kuşak Yol”a tutumu olumlu oldu, Çinli şirketler İsrail’de birçok altyapı projesine imza attı ve iki ülke “Yenilikçi ve kapsamlı bir ortaklık ilişkisi” kurdu.”(5)

Yeni Naziler bu “barışçıl” niyetleri ile dünyayı ele geçirmeye çalışmaktadırlar. Halbuki bu sosyal emperyalistlere ekonomik anlamda verecek her taviz onları dizginlemekten öte daha da saldırgan hale getirmektedir. Hitler’e İngiliz emperyalizmi tarafından verilen tavizlerin onu dizginlemekten öte daha da saldırgan hale getirdiği tarihsel bir gerçektir. Dünya’daki emperyal kuvvetlerin Çin ile pasif agresif “ticaret savaşları” Çin sosyal emperyalizminin katlanarak güçlenmesini sağlamaktadır. Türkiye’deki  emperyalizme göbekten bağlı işbirlikçi burjuvazi bekle-gör ve emperyalistler arasında şantaj politikası ile herkese mavi boncuk dağıtarak şu anda Çin sosyal emperyalizminin yayılmacı politikalarına göz kırpmaktadır:

Xi, modern İpek Yolu projesi olarak bilinen 'Bir Kuşak ve Bir Yol' girişimi için düzenlenen zirvenin kapanış konuşmasını yaptı. Tüm Kuşak ve Yol işbirliği projelerinde ortak pazar kurallarının uygulanacağını söyleyen Xi, imza atılan girişimin çevre dostu ve yüksek kaliteli bir gelişim göstereceğinin altını çizdi. İlgilenen tüm ülkeleri 'Kuşak ve Yol' girişimine davet ettiklerini belirten Çin lideri konuşmasını "Giderek daha fazla sayıda dost ülke Kuşak ve Yol işbirliğine katılacak. Bu işbirliği daha kaliteli ve parlak beklentilere cevap verecek" şeklinde sonlandırdı... TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, Kuşak ve Yol inisiyatifinin Türkiye ile Çin arasında ekonomik ve ticari işbirliğinde hızlandırıcı rol oynadığını belirtti. Simone Kaslowski Beijing (Pekin)'de devam eden 2. Kuşak ve Yol Uluslararası İşbirliği Forumu'nu önemli bir diyalog platformu olarak niteledi ve yeni ticari işbirliği fırsatları aramak için TÜSİAD heyetinin zirveye katıldığını söyledi. Çin'in Türkiye'nin üçüncü büyük ticaret ortağı olduğuna dikkat çeken Kaslowski, Türkiye'de yatırım yapan Çinli şirket sayısının artığını ve Çin'den gelen yatırımın Türkiye ekonomisinde çok önemli rol oynadığını kaydetti.”(6)

 Merkezi Görevimiz Üç Emperyal Süper Devlete Karşı İç Savaşı Örgütleme Görevidir

Üç emperyal süper devleti baş düşman almak hakim sınıflara karşı mücadeleden vazgeçmek değildir. Baş düşman tespitimiz hakim sınıflara karşı  özellikle hangi noktada mücadele edeceğimizi tayin edecektir. Böylece sınıf mücadelesinde körler gibi davranmayacak en başta çözmemiz gereken güçlere darbe indireceğiz. Merkezi görevimiz üç emperyal süper devlete karşı iç savaşı örgütlemek için mücadeledir. Çin sosyal emperyalizmi başta 5g teknolojisi olmak üzere bütün dünyadaki ezilen halkları kontrol altında tutmaya çalışmakta, meta ve sermaye ihraç ederek yeni pazarları ele geçirmeye ve yağmalamaya çalışmaktadır. Çin “ayısının”  5g teknolojisi konunun “uzmanı” olan “bilim adamları” tarafından bile bir ölüm makinası olduğu utangaç bir şekilde kabul edilmekte ve “barışçıl” kuvvetlerin yeni toplama kampı ve soykırım modelleri ifşa olmuş durumdadır.
“Bununla birlikte, WHO, Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC) ile birlikte (mobil sinyallerinin bir parçası olan) 
tüm radyo frekansı radyasyonunu "muhtemelen kanserojen" olarak sınıflandırmıştır... 
Bununla birlikte, AB'ye 5G'nin sunulmasının durdurulmasını isteyen bir grup bilim adamı ve doktor var.”(7)
 
Buna karşı dünya halkları tehlikenin farkında olarak baz istasyonları imha etmeye başlamışlardır.(8) 
Baz istayonları ve 5G ile mücadele dünyadaki ezilen halkların Çin sosyal emperyalizmine karşı başlatmış olduğu için savaşın bir cephesini oluşturmaktadır. 
Çin sosyal emperyalizminin yayılmacılığına ve onun içteki beşinci kolu olan özellikle Perinçek ve 
“yerli” uşaklarına karşı her alanda mücadele etmek merkezi görevimizi oluşturmaktadır. 
Perinçek’in şu anda “millici” kılıfa girmiş olduğu pozlar zamanında ona karşı yapılan bir “ayıbın” kötü bir tekrarı olmaktan öteye gidemiyor. 
Sayın beşinci kol Perinçek siz ve “millicilik” ayıp oluyor gerçekten ayıp oluyor!
 
"Bu kadar yüzsüzlük artık ayıp oluyor. H. Birliği şefleri iki gün önce Aydınlık'tan öğrendiklerini 
gene Aydınlık'a taş atmak için kullanmaya kalkıyor ve gülünç oluyorlar."
(Doğu Perinçek, Türkiye Devriminin Yolu)
                            
Dipnotlar:



8: https://www.bbc.com/news/technology-52281315