22 Aralık 2012 Cumartesi

Metin Kayaoğlu’ndan Aydınlanmadan bunalıma! Kronik gericilik yıllarının doğurduğu bunalım teorilerine iyi bir örnek


Metin Kayaoğlu’nun Teori ve Politika’nın 60. Sayısında çıkan “Marksizmin Furkanı İslamın Ayıracı” isimli yazısında Marksizmi dinle yakınlaştırmaya çalışmakta ve kendince dini Marksizmin tekeline sokmaya çalışmaktadır. Bunu kanıtlamak için Marksizmin daha önce Aydınlanmacı ve ulusalcı akımların etkisinde olduğunu dile getirerek yapmakta ve bunun yerine çözüm olarak yerine dinin konulmasını önermektedir ve kendince ciddi bir Aydınlanma eleştirisi vermektedir.

“Türkiye’de Marksistler, yeterince laik, ateist, ulusalcı, kozmopolit ve ideolojik modernist olmuşlardır. Bu sıfatlarla Marksizim ne kadar mümkünse, “dinsel, teist, yerel” Marksizm de en azından o kadar mümkündür.” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:7)

Sorunda zaten bu bir insan laik ve ulusalcı olup Marksist olamaz. Ateizmi bir burjuvanın ateizmine benzemez onun ateizmi “Marksist ateizmdir” o yüzden tek bir ateist tanımı yapmak Marksist düşünceye uygun değildir ve bu aydınlanmadan izler taşımaktadır. Modernist olgusunda ise Marksistler modernizmi güncel koşullar içinde en gelişmiş üretim biçimi olarak algılarlar ve Marksistler için modern olmanın tek bir koşulu vardır o da sosyalist sistemde yaşamak ve sosyalist yaşam tarzını benimseyip ona uygun davranmaktır. Bu kendini daha sonra daha üst sistem olan Komünizme götürecektir o zamana kadar modern algısı sosyalist tarz bir algıdır. Yani yazarın anladığı tarz bir modernizim Marksizme uygun değildir. Bu yüzdende bir Marksist, yazarın anladığı tarzda bir modernist olamaz. Olursa Marksist değildir. Bundan dolayı yazarın birinci önermesindeki Marksizim mümkün olmadığı için ikinci önermesindeki Marksizimde mümkün değildir. Marksist modernite ilgili daha fazla bilgi için okuyucuların “G.Osipov, Toplumbilim” isimli kitabı okumalarını öneririm. Yazarın içindeki aydınlanma düşmanlığına rağmen yazıda ciddi aydınlanmacı öğeleri görmek beni gerçekten şaşırttı aşağıda bu noktalara değinip yazarın aydınlanma eleştirisi yapabilecek durumda olup olmadığını sorgulayacağız.

Yazardaki Aydınlanma Esintileri
“Bu çalışma, bir islami yönelimle alaşım olanaklarını sınama üzerinedir. Aradığımız, oluşmakta olduğuna ilişkin işaretler gördüğümüz ezilenlerin(devrimci) İslamıdır. Biz, Marksizmin içinden yoldaşlaşma sürecindekilere el uzatıyoruz.(Kahinler, kolumuzu kaptıracağımızı söyleyecek!)” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:8)

Yazar “Kahinler, kolumuzu kaptıracağımızı söyleyecek!”sözü ile Kahinlere bir aşağılamada bulunuyor. Bildiğim kadarıyla ,kahinlikten nefret, aydınlanmanın temel yapıtaşlarından biridir. Her ne kadar yazar burada aydınlanmacılardan da bahsetse kahinlik olgusuna karşı aldığı tutum onu aydınlanmacılarla aynı safta tutuyor. Lenin asla kahinliğe karşı çıkmamıştı görüldüğü üzere:

“Mucizeli kahinlik bir masaldır. Ama bilimsel kahinlik bir olgudur. Ve, çevremizdeki utanç verici kederler ve hatta umutsuzlukla pek sık karşı karşıya geldiğimiz şu günlerde doğru çıkan bilimsel bir kehaneti anımsamakta yarar vardır.”(Lenin,Marx Engels Marksizm,Kahince sözler,sayfa:408,sol yayınları) Marksist tarzdan kahinliğe bakış böyledir. Şimdi diğer aydınlanmacı bakışlarına değinelim.

“Marksizm, özgülleşmenin çok önemli bir kaynağı temin etti. Ama Aleviler Markist saflara Aleviliklerinden soyunma koşuluyla kabul edildiler. Nesnel karşılığı olduğu için Alevilik kendini çeşitli yollarla burada da gösterdi gerçi, ama amaç Marksizmin bu gelişmeye maruz kalması olmamalıydı” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:15)

“Sünni Müslüman ezilen kitleye dönük Marksist ilgi bazı önemli itirazlarla karşılaşacaktır: Bu kitle esas olarak işçi ve emekçilerden oluşan, dolayısıyla Sünni Müslüman olarak nitelenmesi gerekmeyen bir kitledir. İlişkilenme gerekirse, dininden ayırt edilerek ilişkilenmelidir. Gerici bir dinsel inancın varlığı koşullarında bu kitle, gericiliğin önder güçlerinin hegemonyasından kurtulamaz. Üstelik, bu kitle ideolojik kimliğiyle ezilen değil ezen konumundadır.” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:15)

“Bu anlamda, örneğin, “ortak sınıf paydası” ezilenin öznellik niteliğine kayıtsızlıktır, ve cevabını almıştır ve alacaktır.” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:16)

Yazarın yaptığı şey kimlik siyasetidir ve kimlik siyaseti de aydınlanmadan alınmış bir olgudur. Bir Marksist sınıf siyaseti güder kimlik siyaseti değil. Sünni ezilen müslümanı kazanamazsanız devrim yapamazsınız çünkü kimlik siyaseti ile ezilen alevi veya kürt bujuvazisini özel mülkiyetin kaldırılmasına ikna edemezsiniz çünkü bir kişi nasıl yaşarsa öyle düşünür. Sünni proletaryadan da ümidinizi kestiğinizde yaptığınız şey, küçük burjuva tarzı bir devrimci maceracılıktır. Bunun sonucunda ya ulusal kurtuluş savaşı veren birleşik cephe siyasetine dahil olursunuz ya da ezilen bir grubun burjuva demokratik hakları üzerine mücadele eden bir grubun siyasi temsilcisi olursunuz ama asla proletaryanın ve onun ideolojisi olan Marksizmin, sesi, bayrağı ve çıkarı için mücadele edenlerin temsilcisi olmazsınız. Karşı aydınlanmadaki aydınlanmayı tespit ettikten sonra proletaryanın tarihsel kazanımlara karşı yapılmış çarpıtmaları açıklayalım.

Proletaryanın tarihsel kazanımlarına yapılmış hakaretler
“Bir anlamda, her ne kadar, aksi ve geleneksel anlayış yaygın olarak dile getirilmeye devam edilse de, işçilerin ötekiler ve köylüler üzerindeki hegemonyası değil, komünist partinin işçiler ve öteki bütün ezilenler üzerindeki hegemonyası ima edilmektedir böylelikle.” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:13)

Bu yapılan Marksizmin liberal bir tahrifatıdır. Bu konu Stalin zamanında da tartışılmış ve bugün bile hiç kimse Stalin’in söylediği“S.S.C.B bir proletarya diktatörlüğüdür, parti diktatörlüğü değil” tezini çürütememiştir. Bu yüzden okuyuculardan bu önemli konuda yapacağımız uzun alıntılardan dolayı özür dileriz.

Örneğin Sorin şöyle diyor: "Proletarya diktatörlüğü, Partimizin diktatörlüğüdür." Görüldüğü gibi bu tez,"Parti diktatörlüğü"nü, proletarya diktatörlüğüyle özdeşleştiriyor. Leninizm zeminini terketmeden, bu özdeşleştirmeye doğru denebilir mi? Hayır, denemez.” (Stalin,Leninizmin Sorunları,sayfa:165,İnter yayınları)

“Birincisi. Lenin'in Komintern II. Kongresi'ndeki konuşmasından yukarıya aktarılan alıntıda Lenin, partinin önder rolünü asla proletarya diktatörlüğüyle özdeşleştirmiyor. O sadece, "yalnızca sınıf bilinçli azınlığın (yani partinin —J. St.) geniş işçi kitlelerini yönetip önderlik edebileceği"nden, işte bu anlamda "proletarya diktatörlüğünden, esasında onun örgütlü ve sınıf bilinçli azınlığını anladığı"mızdan söz ediyor.” (Stalin,Leninizmin Sorunları,sayfa:165, İnter yayınları)

“İkincisi. Proletaryanın kitle örgütlerinin bir tek de olsa hiçbir önemli kararı, Parti'nin yönergeleri olmaksızın alınmaz. Bu tamamen doğrudur. Ancak bu, proletarya diktatörlüğünün, Parti'nin yönergelerinde tükendiği [sadece bunlardan ibaret olduğu —ÇN] anlamına mı gelir? Bu, Parti'nin yönergelerinin bu sebepten ötürü proletarya diktatörlüğüyle özdeşleştirilebileceği anlamına mı gelir? Elbette değil. Proletarya diktatörlüğü, Parti'nin yönergeleri, artı bu talimatların proletaryanın kitle örgütleri tarafından uygulanması, artı halk tarafından hayata geçirilmesinden oluşur. Görüldüğü gibi burada, proletarya diktatörlüğünün hiç de önemsiz olmayan bir momentini oluşturan bir dizi geçişler ve ara basamaklar söz konusudur. Parti'nin yönergeleri ile, onların hayata geçirilmesi arasında, bundan dolayı, yönetilenlerin irade ve eylemleri, sınıfın irade ve eylemleri, böylesi talimatları desteklemeye hazır olmaları (ya da reddetmeleri), bu talimatları uygulama yetenekleri (ya da yeteneksizlikleri), bu talimattan tam da durumun gerektirdiği gibi uygulama yetenekleri (ya da yeteneksizlikleri) yatar.” (Stalin,Leninizmin Sorunları,sayfa:166, İnter yayınları)

“Üçüncüsü. "Proletarya diktatörlüğü", diyor Lenin, "zafer kazanmış ve siyasi iktidarı ele geçirmiş olan proletaryanın sınıf mücadelesidir" (Bkz. Lenin, Bütün Eserler, C. 24, s. 311, Rusça). Bu sınıf mücadelesi ifadesini nerede bulabilir? Devrilmiş burjuvazinin saldırılarına ya da yabancı burjuvazinin müdahalesine karşı proletaryanın bir dizi silahlı eyleminde ifadesini bulabilir. Proletaryanın iktidarı henüz sağlamlaşmadıysa, iç savaşta ifadesini bulabilir. İktidar sağlamlaştıktan sonra, bu esere geniş kitleleri de çekerek proletaryanın geniş kapsamlı örgütlenme ve inşa çalışmasında ifadesini bulabilir. Bütün bu hallerde aktör, sınıf olarak proletaryadır… Genelde o bu eylemleri sadece yönetir, ve bunu da sınıfın desteğine sahip olduğu ölçüde yapar. Çünkü Parti sınıfla örtüşemez, sınıfın yerine geçemez. Çünkü Parti, tüm önemli, önder rolüne rağmen, yine de sınıfın bir parçası olarak kalır. Bu yüzden, kim Parti'nin önder rolünü proletarya diktatörlüğüyle özdeşleştirirse, o, sınıfın yerine Parti'yi geçirmiş olur.” (Stalin,Leninizmin Sorunları,sayfa:166-167, İnter yayınları)

Bu nedenlerden dolayı yazarın yaptığı proletaryanın tarihine bir hakarettir. Doğru olan bir şeyi bozma girşimidir. Temelsiz argümanı vur kaç özelliği taşımaktadır. Yazarın diğer bir saptırmasına değinirsek şöyle desek herhalde yerinde olur ‘Bu konuda Troçkiden sonraki en inandırıcı çarpıtma’

“Marx-Engels’in Komunist Manifesto’daki bütün ülkelerin işçilerine dönük birleşme çağrısına ezilen halklar da katılmıştır. Bunun Marksizmin içinde bir devrim olduğu daha net anlaşılmaktadır, açıktır. Marksizm sürekli kendi sınırları dışına çıkmıştır.” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:13)

Yazarın teorik felaketi hat safhalarda bakalım Marx bu konuda ne diyor:

Köylülerin sömürüsü, sanayi proletaryasının sömürüsünden yalnızca sömürünün biçimiyle ayırdedilir. Sömüren aynıdır: Sermaye. Tek tek kapitalistler, tek tek köylüleri, ipotekler yolu ile ve tefecilik yolu ile sömürürler. Kapitalist sınıfı, köylü sınıfı, devlet vergisi yolu ile sömürür. Köylülüğün mülkiyet hakkı,sermayenin bugüne dek onu büyüsü altında tutmak için kullandığı tılsım,onu sanayi proletaryasının karşısına dikmek için öne sürdüğü bahanedir.ancak sermayenin yıkılması köylülüğü kalkındırabilir;ancak sermayeye karşı bir hükümet,bir proleter hükümet onun ekonomik sefaletine,sosyal zilletine son verebilir.anayasal cumhuriyet onun birleşik sömürücülerinin diktatörlüğüdür;sosyal demokratik,kızıl cumhuriyet onun müttefiklerinin diktatörlüğüdür."( Karl Marx, Fransada Sınıf Mücadeleleri, 13 haziran 1849’un sonuçları, sayfa 136-137)

Bir insan Marx’ın düşüncesini sırf Manifestodan öğrenmeye kalkarsa sonu felakettir. Yazarın bu teorik hatası konusunda ne desek boş.

Kuran’da materyalizm arama gafleti

“Materyalist yaklaşım Kuran’da materyalizm bulur” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:20)

Bu bakış saçmadır çünkü Marx ile Engels’in şu lafından her şeyden materyalizm bulunabileceği bize gösterilmiştir:

“Bu bakımdan ahlak, din metafizik ve ideolojinin tüm geri kalan kısmı ve bunlara tekabül eden bilinç biçimleri, artık o özerk görünümlerini yitirirler. Bunların tarihi yoktur, gelişmeleri yoktur, tersine maddi üretimlerini ve karşılıklı ilişkilerini geliştiren insanlar, kendilerine özgü olan bu gerçek ile birlikte hem düşüncelerini, hem de düşüncelerinin ürünlerini değiştirirler. Yaşamı belirleyen bilinç değil, tersine bilinci belirleyen yaşamdır.” (Marx-Engels,Alman İdeolojisi,sayfa:45-46,sol yayınları)

Bu yüzden dinlerin çıkışı konusunda araştırma yapan biri Kuran’danda materyalist şeyler bulur ama yazarın dediği gibi bir materyalizm bulmak imkansızdır. Aşağıda görüldüğü gibi:

“ Kıvılcımlı bu bağlamda şöyle der:
“ Hala ‘cennet’ ideali, Allah ülküsüyle; inanılmaz bir imanla hayata muhalefete sarılan köylü uluslar-halklar ve yığınlar, tarafından savunuluşu resmi sosyalizmlerce, değme Marksistlerce ve laiklerce anlaşılmaz kalır… “Ve Muhammed’in görünmeyen bir Allah ve Melekleriyle konuşması – vahiy alması- göğe çıkıp bütün Allah sistemini görmesi – peygamberleri tanıması- biraz laikleşmiş veya maddeciliğe ulaşmış beyinlere ‘saçmalık’ olarak görünür.”
Anlatıldığına göre kendini sorgulayanYahudilere Muhammed, bulutların görevli melekler tarafından kamçıyla hareket ettirildiğini, gök gürültüsünün de meleklerin bulutlara bağırması olduğunu söylemiş. Bu anlatımın, günümüz malumatı bakımından saçmalığı açık, ancak bu gibi örneklerin bile mecazi olduğu söylenebilir. Nitekim, Yahudiler de bu anlatımdan ikna olmuştur anlattığına göre… Yani, ortak bir simgeler ve mecazlar düzenine göre konuşuyor Muhammed.” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:21-22)

Yukarıda söylediğimiz gibi çok üstelersen herşeyden materyalizm bulursun ama bu onun özünde idealist olduğu gerçeğini değiştirmez bu anlatılanda buna iyi bir örnektir. Mecazlar yoluyla ite kaka materyalizm bulmak! Tam anlamıyla emek ziyanı. İlla Materyalizm aranacaksa bunu Muhammed’in düşmanlarında arayabiliriz ve rahatlıkla buluruz.

“Görüldüğü gibi, İslamı, bugünün rasyonalitesi ve apaçık gerçeklerle eleştirdiğini sananlara ilk cevap bizzat Kuran’dan geliyor. Muhammed’in peygamberliğini ilan ettiği zaman da benzer ya da aynı itirazlar, aynı tarz ve şekilde dile getirilmiştir. Sağduyunun akıllı itirazlarınız Peygamber karşılayamamış ve sadece herkes gibi bir insan olduğunu söyleyebilmiş. Zamanın egemenleri, bu nasıl Allah’mış ki, kendine inananlar zavallı bir ömür sürüyor, inananlarını nasıl oluyor da korumuyor,diyormuş; Kuran’dan öğreniyoruz. Muhammed’in buna cevabı ikili: Bir yandan, Allah’ın inananlarını sevgili kullarını bu dünyada sınamaya aldığını söylüyor. Diğer yandan, öte dünyada inananlara mutlu ve iyi bir yaşam müjdeliyor ve inanmayanlara azap duygusu yapıyor.Ama sağduyuyu tatmin edemiyor hiçbir zaman…” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:24)

Anlaşıldığı üzere Muhammed'in düşmanları Muhammedin mistik yorumlarına gayet materyalist tarzda eleştiriler getirirken Muhammedin cevabı gene idealizmin pençesinden kurtulamıyor ve metafizik boyutlarına yeni boyutlar katıyor. Eğer amaç materyalist aramak ise bu Muhammed değil aksine Muhammedin düşmanları olmalıdır ama burada amaç farklı.
İpe sapa gelmez bir iddiada İslamdaki ateizm konusu

“Sorunu aşmak için bir tersine çevirme işlemi önerilecektir. Bazı düzlemlerde islamın aslında teist değil ateist olduğu, Marksizmin ise teist olduğu…”(Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:32)

Açıklamaya bile değmez ama birazdan aşağıda islamda ateizme değineceğim.

“İlk hristiyanlar gibi ilk Müslümanlar da “Biz atalarımızı bir din üzerine bulduk. Onları izleyeceğiz diyen Mekke egemenleri tarafından ateizmle suçlandı. Çünkü “ateizm daima geçerli tanrısallık kavramının”, aynı anlamda verili iktidar ilişkilerinin “inkarı olmuştur. ”” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:32-33)

Açıklama eksik burada herkesin anladığı ateizm yok. Buradaki ateizm mevcut dinin tanrılarını reddetme anlamındaki ateizmdir. Tanrı tanımazlık değildir. Herkes kavramların tarihini bilmeyebilir bu kadar kelimelerin etimolojik kökenlerini kimse bilmek zorunda değil. Yapılan tam anlamıyla kitlelerin manipülasyonudur ve çok kaba bir biçimde söylersek burjuvazinin en sevdiği yöntemlerden biridir. Bir Marksist diğer konular üzerine gereksiz bir şekilde sayfalar yazıp bu konu üzerinde iki satır bir şey yazıp ucunu açık bırakıyorsa bu kötü niyet göstergesidir.

Kuran, Allah’ın varlığını materyalist argümanlarla ortaya koyuyor. Teist bir materyalizmin örneğini veriyor.. Kuran’da mucize materyalizmin , doğanın öznesizliğinin kendisidir.”Mucize, ‘aciz bırakılan şey’demektir. Allah dışında özneliğe heves eden hiçbir varlık olamaz; her şey acizdir, her şey, maddenin Allah tarafından vazedilen yasalarına tabidir.” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:33)

“Kuran’ın materyalist manifestosu şu ayetlerdedir: “Göklerin ve yerin mülkü O’na aittir. Çocuk edinmemiştir. Mülkiyetinde ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış ve yarattığı her şeyin doğasını ve kapasitesini belirlemiştir.”(Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:34)

Burada tek kelime ile “idealist bir jakobenlik” vardır idealist alandan materyalist alan üzerinde hakimiyet kurma konusu vardır. Yani materyalizmin esamesi bile okunmuyor burada manifestosu nereden çıksın!

Bolşevizme haksız bir hakaret

“Rusya’da Bolşeviklerle Menşeviklerin arasında ortaya çıkan partiye üyelik ölçütleri tartışmasının “dinsel” olmadığı ileri sürebilir mi? Eğer, dinsel olmayan- aynı anlama gelmek üzere, ideo-politik örgüsü gevşek- bir partiden söz edilecekse, tam da Menşeviklerin savunduğu görüş geçerli olmalıydı. Lenin havariler arıyordu; Martov akıllı veya romantik taraftarlar” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:43)

Baştan aşağıya hakaret bunu kanıtlayacak örnekler vermeli. Bu haliyle hakaret olarak kalıyor neden bu konuda alıntı yapamadığını ben söyleyeyim çünkü yok öyle bir şey yazar fantezi aleminde yaşıyor.

SONUÇ

“İdeolojisiz hiçbir toplum olmaz ve ideoloji, ne bilimsel biçimlere ne de bilime bağlıdır. İdeoloji, Marksizm gibi “düşünülmüş” örneklerinde bile “derinden bilinç dışıdır”. O halde, Marksizmimizde, bilinç dışı için bir yer bırakalım. Marksizmin bilinç dışından da geçtiğini kabul edelim.. Din bir tür ideoloji olarak bilinçaltında işliyorsa, varsın bizim bilinçaltımızda bu egemenliğe girsin.” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:44)

Din egemenliğinde Marksizm! Bu tam anlamıyla ihanettir. Hiçbir altyapısı olmayan bu tezi aklı selim sahibi kişilerin vicdanına bırakıyorum. Yoldaş Gonzalo neyin tahrifat olduğunu neyin gereklilik olduğunu çok güzel bir şekilde açıklıyor:

“Marks’ın bu muhteşem eseri, yeryüzünün görmüş olduğu ve göreceği en yüksek kavrayıştır. Başta sınıfımız ve halklar olmak üzere, insanları dünyayı dönüştürmek için teorik ve pratik bir araç ile ilk kez kuşandıran dünya görüşü, bilimsel ideolojidir.” (Başkan Gonzalo konuşuyor,sayfa:5,Belge yayınları)

“Marks bize şunu öğretmiştir: “Din halkın afyonudur”. Bu bugün bütün gücüyle geçerli olan Marksist bir tezdir ve yarın da öyle olmaya devam edecektir. Marks,dinin, sömürünün ürünü olan toplumsal bir olgu olduğunu, ve sömürü ortadan kaldırılıp yeni bir toplum ortaya çıktıkça kendi kendine söneceğini de belirtmiştir… Marks’ın tesis ettiği kanun kendini dayatacaktır: sömürü ve baskı yerle bir edilip yok oldukça, din ortadan kaybolacaktır. Papalık, sömürücü sınıflara hizmet ettiği için, ve gelecekteki, sömürücü bir sınıf olmadığı için, Papalık hayatta kalmayacak ve dinin kendisi yok olacaktır. O zamana kadar, yeni objektif şartlar içerisinde ilerleyen insanlık, açık bilimsel ve dünyayı dönüştürücü bir bilinç elde edene dek, dini inanç özgürlüğü tanıma zorundadır.”(Başkan Gonzalo konuşuyor,sayfa:9-10,Belge yayınları)

Görüldüğü gibi bir Marksistin yapması gereken dinin egemenliğine girmek değil dini söndürmek için yollar aramaktır. Bu yapılan Marksizmin katlidir. Teoriyi güncel koşullara uyarlamanın ötesinde teoriyi güncel yollardan revize etmenin ve opotunizmin dümen suyuna girmenin bir örneğidir ya da talihsizce yazılmış bir yazıdır. Ne yazarsak yazalım ne dersek diyelim son sözü Proletarya söyleyecek o ne derse, ne yaparsa öyle olacak. Bu konuda daha fazla tartışmanın gereği yok proletarya sokağa dökülmedikçe yapılanlar ütopya üretmekten öteye geçemeyecek.Bu yüzden yapılan şey emek israfıdır. Yazarın islami hayranlığından ötürü daha fazla israf etmemesini öneriyor ve yaptığı israftan ötürü günaha girdiğini hatırlatıp kendisinin üzerinde Allah'ın selamının daimi olmasını dileyip yazıya son veriyoruz.

10 Aralık 2012 Pazartesi

Oksimoron Bir Yazıdan Çıkarılan Büyük Kurgular Her Zaman Tarihin Çöplüğüne Yollanır(Samuel P. Huntington ürerine)


Huntington’ın yazdığı medeniyetler çatışması tezi aslında toplumdaki bir boşluğu doldurdu. O boşluk, insanların gerçeklikten uzak metafizik olgulara olan zaafının sosyal bilimlerde yeterince etkili bir şekilde günümüzde bir karşılığı olmamasından kaynaklanıyordu. Sonunda isteklerini uygulatacak bir çılgın buldular. Bu çılgının ve tarihin çöplüğüne gidecek talihsizin ismi Huntington idi. Huntington hizmetkarı olduğu tekellerin çıkarlarına uygun olan çalışmasında insanoğluna(sazanoğluna) gelecekte kimin kimle çatışacağını şöyle buyuruyor:

“Medeniyet kimliği, gelecekte gittikçe artan bir şekilde ehemmiyet kazanacak ve dünya büyük ölçüde, belli başlı yedi veya sekiz medeniyet arasındaki etkileşime şekillenecektir. Bunların içine, Batı, Konfüçyus, Japon, İslam,Hint,Slav-Ortadoks, Latin Amerika ve muhtemelen Afrika medeniyetleri giriyor. Geleceğin en mühim mücadeleleri, bu medeniyetlerin birini diğerinden ayıran kültürel fay kırıkları boyunca meydana gelecektir.”     ( Samuel P. Huntington,Medeniyetler Çatışması,Vadi yayınları,sayfa:26)

Gerçekten insan bu cümleden sonra dünya ne kadar homojen olmuş diye düşünmeden edemiyor. Sanki günümüzde ekonomik çıkarları için aynı kültüre ya da yakın kültürlere mensup devletler birbirini satmıyor. Örnek olarak İslam medeniyeti tarihinde ve günümüzde ne zaman yek vücut hareket etti? Bu görülmüş bir şey midir? Bu söylediğim şey diğer bütün medeniyetler için geçerlidir. Medeniyetler hiçbir zaman ortak hareket etmemiştir aynı kültürden gelseler bile bu böyledir. Kendi ülkelerindeki burjuvazinin ekonomik çıkarlarının yarattığı rüzgar nereye gidiyorsa medeniyetlerde oraya gidiyor. Bu yüzden Huntington’ın anladığı anlamdaki medeniyet daha dünya üzerinde görülmedi. Sabret Huntigton 1 milyon yıl sonra senin dediğin olacak!

“Farklılıklar illâ da çatışma demek değildir ve mücadelede kesin olarak şiddet kullanılacağı anlamına gelmez. Gerçi yüzyıllar boyunca en uzun ve şiddetli çatışmaları, medeniyetler arasındaki farklılıklar oluşturmuştur.” ( Samuel P. Huntington,Medeniyetler Çatışması,Vadi yayınları,sayfa:26)

Huntington bir anda 180 derece dönüşle kendini tam ters istikamette bulup sonra yanlış yere gittiğini düşünüp bir 180 derece daha dönüp kendini aynı yerde buluyor. Kendi zigzaglarını bir tarafa bırakırsak. Huntington Osmanlının aynı ya da  benzer medeniyetten gelen Safevilerle(Huntington bu farkı anlamayacak kadar cahil olduğu için ikisini de aynı kefeye koyuyor ona göre ikisi de İslam.Şii ve Sünni diye bir ayrım gözetmiyor medeniyetler çatışmasında) neden savaştığını bu yukarıdaki sözle nasıl açıklayabilir? Ya da Haçlı seferlerinde bir takım müslüman grupların haçlılara yardım etmesini ve onları desteklemesini, en şiddetli çatışmaların medeniyetler arasındaki farklardan dolayı ortaya çıktığı tezi ile nasıl iddia edebilir?  Gelelim başka bir garipliğe:

“Eski Sovyetler Birliği'ndeki komünistler demokrat, zenginler fakir ve fakirler zengin olabildi; fakat Ruslar Estonyalı veya Azeriler Ermeni olamadılar. Sınıf ve ideoloji mücadelelerindeki anahtar soru, "Sen hangi taraftasın?" biçimindeydi ve insanlar taraflar arasında tercihte bulunabilir, bulunur ve taraf değiştirebilirdi. Medeniyetler arasındaki çatışmalarda ise bu soru, "Sen nesin?" şeklindedir. Bu ise bir veridir ve değiştirilemez. Bosna'dan Kafkasya ve Sudan'a kadar bildiğimiz gibi, söz konusu soruya verilecek yanlış bir cevap kafaya yenecek bir kurşun anlamına gelebiliyor. Hatta, etnisiteden daha fazla olarak din, insanlar arasında keskin ve dışlayıcı şekilde bir ayırım yapıyor. Bir insan yarı Fransız ve yarı Arap ve aynı anda iki ülkenin bile vatandaşı olabilir. Bundan daha zor olan şey, yarı Katolik ve yarı Müslüman olmaktır.” . ( Samuel P. Huntington,Medeniyetler Çatışması,Vadi yayınları,sayfa:28)

“İran, Pakistan, Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan ve Afganistan gibi Arap olmayan 10 Müslüman ülkeyi bir araya getiren Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın temelini de kültür ve din oluşturuyor. Esas olarak 1960'larda Türkiye, Pakistan ve İran tarafından kurulan bu teşkilatın diriltilmesi ve genişletilmesindeki nedenlerden biri, bu ülkelerdeki muhtelif liderlerin, Avrupa Topluluğu'na kabul edilme şanslarının olmadığını kavramalarıdır.” ( Samuel P. Huntington,Medeniyetler Çatışması,Vadi yayınları,sayfa:30)

Huntington 1. Alıntıda “Sen nesin?” sorusunun önemli olduğunu “Sen hangi taraftasın?” sorusunun önemini yitirdiğini ispatlamak için elinden geleni yapıyor. İki aktörü ele alalım,ve yargıç Huntington sorsun “Ey Türkiye sen nesin?”diye sorduğunda Türkiye’nin cevabı basittir “Ben Müslümanım”. Yargıç Huntington  İran’a dönsün ve sorsun “Ey İran sen nesin?” İran cevaplasın “Ben Müslümanım”. Huntigton bu sefer dünyanın sırrını çözdüğünden emin bir şekilde ikisine birden soruyor “Siz aynı yerde duruyorsunuz o zaman dimi?”desin İran kızsın “Ben o kafirle aynı yerde durur muyum hiç. Ben Suriye'de Esat’ı destekliyorum ve arkama Rusya’yı alıyorum” Türkiye İran bir kızdığı için bin kızsın ve şöyle desin “Olmaz one minute Sayın Huntington! Benim ülkem dünyada islamiyetin doğru uygulandığı tek ülke o yüzden biz Suriye’de ÖSO’yu destekliyoruz ve kafir Esat’ın gitmesi için cihat ortağı olarak arkamıza A.B.D’yi alıyoruz”.Görüldüğü gibi içine ironik olaylar gizlediğimiz yazıdan bile hala dünyada “sen hangi taraftasın?” sorusu “sen kimsin?” demekten daha önemli bu yüzden 2. Alıntının konjonktürel bir şey olduğu sonucu çıkıyor. Unutmayalım, Sermayenin, çıkarı gereği yatmayacağı adam yoktur. Sermayeyi kim daha çok kar kazandıracağına ikna ederse sermaye o yöne savrulur ,ne olduğu, kim olduğu onun için önemli değildir. Sermaye doğası gereği şöyle der “ışığı kapayınca hepsi aynı.” Maalesef görüldüğü gibi sermaye, Huntington kadar ahlakçı kesilemedi! İşte Huntington’a göre bütün sorun bu! Gelelim Huntington’ın oksimoron yanına bütün yazısında çatışmaların medeniyetler arasında çıkacağı konusunda yakındı durdu. Bakalım bu alıntısında çatışmaların çıkma sebebini kültür olarak mı açıklayacak yoksa ekonomik olarak mı? Uzun yapacağımız alıntıdan ötürü okuyucudan özür dileriz.

“ Batı, enerji kaynağından ötürü İran(Basra) körfezi ülkelerine karşı şiddetli biçimde bağımlı hale geldi; petrol zengini Müslüman ülkeler, para zengini ve istedikleri anda da silah zengini oldular. Batı tarafından vücuda getirilen İsrail ile Araplar arasında çeşitli savaşlar meydana geldi. Fransa, 1950’li yılların büyük kısmında Cezayir’de kanlı ve insafsız bir savaş yürüttü; İngiliz ve Fransız kuvvetleri 1956’da Mısır’a saldırdı; Amerikan güçleri, 1958’de Lübnan’a girdi; Amerikan güçleri, bilahare tekrar Lübnan’a yöneldi, Libya’ya saldırdı ve İran’la çeşitli askeri çatışmalara girişti; asgari üç orta-doğu hükümeti tarafından desteklenen Arap ve İslam teröristler hafif silahlar kullanarak batılı uçak ve tesisleri bombaladılar ve batılıları rehin tuttular. Araplar ve batı arasındaki bu savaş, 1990’da birleşik devletlerin, bazı Arap memleketlerini diğerinin saldırısına karşı savunmak için İran körfezine büyük bir ordu göndermesiyle zirveye ulaştı. NATO planlaması da akıbetinde, gittikçe artan bir şekilde güney tribünündeki potansiyel tehditler ve istikrarsızlığa yönelmiştir. Batı ve İslam arasında, asırlardan beri devam eden bu askeri etkileşimin zeval bulma ihtimali pek yoktur. Bu daha öldürücü olabilirdi. Körfez savaşı, Saddam Hüseyin’in İsrail’e saldırmış olması ve batıya cesaretle karşı çıkması bir kısım Arapları mağrur etti. Batının İran körfezindeki askeri varlığı, karşı konulmaz askeri üstünlüğü ve onların kendi mukadderatlarını tayin etme hususundaki yetersizliklerinden ileri gelen, gücenikliğin ve tahkir edilmişliğin beslediği bir hayli öfke de bıraktı. Petrol ihracatçısı olanlarına ilaveten, otokratik hükümet biçimlerinin zayıfladığı ve demokrasiye geçme çabalarının güçlendiği birçok Arap ülkesi, ekonomik ve sosyal seviyesini yükseltiyor. Arap siyasi sistemlerindeki bazı açılmalar şimdiden meydana çıkmaktadır. Bu açılmalardan esas faydalananlar İslamcı hareketler olmuştur. Kısacası, Arap dünyasında, Batılı demokrasi batı aleyhtarı siyasi güçleri kuvvetlendiriyor. Bu geçici bir vakıa olabilir; fakat İslam ülkeleriyle batı arasındaki ilişkileri kesinlikle müşkilata sokacaktır. ( Samuel P. Huntington,Medeniyetler Çatışması,Vadi yayınları,sayfa:32-33)

Huntington’a sormak lazım çatışmalar kültürel mi yoksa ekonomik mi? Bir sayfada dediğin bir sayfada tutmuyor Mösyö Huntington bu nasıl ilişki böyle? Huntington’ın sayfa:40’ta değindiği “batının askeri gücü rakipsizdir” kısmına değinmek bile istemiyorum tarih bunun böyle olmadığını bize gösterdi. Düzenli orduların Gerilla karşısındaki yenilgileri ne çabuk unutuldu böyle. Sayın Huntington Vietnam sana ne ifade ediyor? Amerikanın sistem değiştirdiğini ne çabuk unuttun böyle. Amerikan’ın amacı bir yeri fethetmek mi? Yoksa sosyal konrolu ele geçirmek mi? Batı’dan nasıl yek vücut olarak bahsedebilirsin Türkiye’de bilinmez ama Almanya ile İngiltere günümüzde neredeyse birbirini boğazlayacak konuma geldi. Aralarındaki çelişkinin derinleşmesi sana bir şey ifade etmiyor mu? Son olarak yapacağım şu alıntı Amerikanın neden Afganistan ve Irak operasyonunu yaptığını açıklamaya yetecek:

“"Hedef askeri fetih değil, sosyal kontroldür" diye açıklıyordu US Army War College'den William Olson…Arjantin Genel Kurmayı ile birlikte ABD ordusu ortak bir manevra düzenliyor. Basına göre Arjantin silahlı kuvvetlerinin bir kriz bölgesine hızlı aktarımı denenmiş. Burada varsayılan kriz bölgesi Pinochet'nin devrilmesinden sonra gündeme gelebilecek olan politik çatışmalara sahne olacak komşu ülke Şili'ydi, böylesi bir durumda Arjantin Pentagon'un yönlendiriciliği altında Şili'yi kontrol altına alacaktı. Yani ABD açısından "düşük şiddette" bir çatışma ama, Şili açısından oldukça yüksek şiddette... "Düşük Şiddette Çarpışmaların" hedefi, diğer süper gücün geri püskürtülmesinden çok, kendi ekonomik çıkarlarının kabul ettirilmesine yöneliktir. "Latin Amerika'da insanları, stratejik yeraltı kaynaklarını, toprakları denetlemek zorundayız" deniliyor”(Gaby Weber, Gerilla Bilanço Çıkarıyor,sayfa:20-21,belge yayınları)

Görüldüğü gibi Amerika, Afganistan ve Irak’ta kendi çıkarları için işgal planı hazırladı. Daha sonra bu ülkelerden askeri olarak geri çekildi. Daha fazla kar edebilecek iken askeri olarak tam manasıyla başarılı olamadığı için tahmin ettiğinden daha küçük karlarla sosyal kontrolü sağladı. Bu yüzden bir sosyal bilimci için öne çıkarılması gereken konu Amerikanın yenilmez askeri gücü değil nasıl sosyal kontrolü sağladığıdır. Vietnam’da askeri açıdan haşat olmasına rağmen zaman içinde sosyal kontrolü sağlamayı Amerika başarmıştır. Bu yüzden gerçeklerden uzak, oksimoron, ciddi manada şovenizm kokan, delileri peşinden sürükleme yeteneğine sahip yazısını, tarihsel karşılaştırmalar yaparak, değil medeniyetlerin gelecekteki çatışmalarını bir gün sonraki çatışmalarını bile tahmin etmekten uzak yazısını, proletarya için sosyal bilim yapan insanlar olarak tarihin çöplüğüne yolluyoruz. Engels’in Konut Sorunu’nda dediği “Bizim modern burjuvalardan daha kabasına rastlanmamıştır.” Kısmını “Bizim modern burjuva teorisyenlerden daha kötü sosyal bilimi uygulayanına rastlanmamıştır.” şeklinde çevirirsek sanırım yanlış olmaz. 

25 Kasım 2012 Pazar

Bir Küçük Burjuva Fantezisi “Savaş Karşıtlığı”


Genel olarak her toplumun kabul ettiği değerler sisteminin içerisinde, bir insan öldüğünde o insan için üzüntü duyulur ya da ilk öldüğü ana şahit olmuş biri varsa o ölüyü görmekten çekinir(kazada ölmüş biri için çoğu insanın yaptığı eylem). İnsanların kendine sorması gereken soru neden aynı şeyi diğer canlılar için göstermediğidir. Örnek olarak bir balık yediğimizde balığı parçalara ayırmamıza rağmen bazen insanların en keyifli anları o balığı yediğimiz zaman içinde oluyor ve bunda kimse bir gariplik görmüyor. Eğer amaç bir canın gitmiş olmasından dolayı üzüntü duymak ise neden biz o balık için üzülmüyoruz diye kendi kendime sormadan edemiyorum. Bu konu tabi ki benim uzmanı olmadığım bir konu ve başka sosyal bilimcilerin araştırma konusu ama ben bu konuya şöyle cevap vermeyi tercih ediyorum. İnsanlar yaşadıkları toplumda o toplumun değer yargılarını ister istemez benimserler. Adam öldürmenin kötü bir şey olduğu konusu, sistemin barış içinde olduğu zamanlarda egemen sınıfın mensuplarının kendilerine gelecek bir saldırıya karşı, çok uzun bir zaman içinde ezilen sınıfların, egemen sınıflara bir şey yapmamaları için ezilen sınıflara dayatılan ve benimsetilen bir düşüncedir. Burada çok önemli bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyorum ne sosyalist toplumda, ne komünist toplumda adam öldürmek sistemin düzgün işlediği zamanlarda hoş bir şey olarak görülür ve yapan varsa cezalandırılır. Bunun nedeni sosyalist toplumda ezilen sınıfların dayanışması ve bu olgudan dolayı kendi sınıfına karşı bir hareket olmadığı zamanlarda adam öldürmenin sınıf çıkarlarıyla örtüşmemesi, komünist toplumlarda ise sömürücü sınıfların tamamen yeryüzünden kazınmasından ötürü insanların kollektif yaşamalarından ve dayanışma üzerine kurulu üretim biçiminden ötürü adam öldürmek hoş karşılanmaz. Her üretim biçiminin adam öldürme konusundaki algı farklarına rağmen barış döneminde adam öldürmek kötü bir olgudur. Can alıcı soruyu sormamız gerekirse “Adam öldürmek insanlar için bir tabu ise neden hala insanlar ölüyor?” Bu sorunun cevabını ikiye ayırabiliriz 1-kişisel çatışmalar(konumuz dışıdır) 2- Egemen olma iddiasındaki sınıfların veya aynı sınıfın içindeki grupların mücadeleleri. İkinci kısım bizim ilgi alanımızdır çünkü buradaki çatışmalardan savaşlar çıkmaktadır. Bir Kapitalist kendi çıkarı adına halkı yanına çekip savaştırmak için çabalar durur. Karl Liebknekt bu durumu şöyle açıklamaktadır:

“Hristiyanca-Taze,dindar,neşeli,özgür- yeniden savaşçılık oynanır. Ah Tanrı bütün bunlar o denli gülünç ki, gerçekten ciddi olarak söz edilemez. Çocuklara silah kullanmak da öğretiliyor: Duadan sonra ateş etmek. Evet baylar, bu biraz tehlikeli değil mi? Proletaryanın çocuklarına silah kullanmayı öğretmekten biraz olsun korkmuyor musunuz? 5.000 çocuk alınıp götürülür, pek çok atış talimi ve başka aşırı milliyetçi yurtsever talimler yaptırılır ve gençlik, insan yaşamlarını yıkmış olma düşüncesi karşısında yeterince çoşkuya kapıldığından ya da hiç olmazsa bunun nasıl yapılacağını öğrendiğinde, işte tam da o anda dinsel duygu doruğa ulaşır. Ve bunun sonunda, başı çeken şu Landrat efendiler, şu papaz efendiler, şu öğretmen efendiler ve sonra da, tıpkı şarkıda olduğu gibi: Ve sonra da bay teğmen, teğmen ,teğmen, Ve sonra bay teğmen. Bütün olaya mührünü basan bay teğmen gelir: Allah’ın belası! Günahsız! Böylelikle papaz efendiyle Landrat efendilerin ve daha bilmem kimin eşliğinde bay teğmen, proleter gençliği bugünkü toplumsal düzenle uyuşturma çalışmasını üstlenecektir.” (Karl Liebknecht,Seçme Yazılar Militarizme Karşı Sınıf Mücadelesi,sayfa:21-23,Belge Yayınları)

Görüldüğü gibi Kapitalist toplumda o sınıfın mensupları ve hizmetkarları, halkı belirli araçlarla ve yöntemlerle kandırarak kendi sınıf çıkarları için savaşmaya zorlamaktadır. Karl Liebknecht’in vurguladığı “bu biraz tehlikeli değil mi? Proletaryanın çocuklarına silah kullanmayı öğretmekten biraz olsun korkmuyor musunuz?” kısmı tam anlamıyla Proleterlerin bir gün kendi sınıf çıkarları için savaşmayacağının garantisi var mıdır? Diye sormanın ayrı bir şeklidir. Bu alıntı bize biraz yol gösterdi şimdi bu konudaki en önemli alıntımızı yapalım. Bir Marksist’in savaşa bakış açısı nasıl olmalıdır? Lenin’den dinleyelim:

“Marksizm, yani modern bilimsel sosyalizm açısından, savaşın nasıl değerlendirilmesi ve savaşa karşı takınılacak tutum üzerinde sosyalistlerin girişecekleri tartışmalarda asıl sorun şudur: Niçin savaşılıyor, savaşı tezgahlayanlar, yönetenler hangi sınıftandır? Biz marksistler, her türlü savaşın gözü kapalı karşıtı olanların sınıfına dahil değiliz. Diyoruz ki: bizim amacımız, sosyalist bir toplum sistemine ulaşmaktır; bu sistem, insanlığın sınıflara ayrılmasını, insanın insan, ulusun ulus tarafından sömürülmesini yok ederek, eninde sonunda savaş olanağını ve olasılığını da ortadan kaldıracaktır… Savaştan savaşa fark vardır. Savaşı hangi tarihsel koşulların doğurduğunu, hangi sınıfların yönettiğini ve hangi amaçlar için savaşıldığını iyice bilmemiz gerekir.(Lenin, Sosyalizm ve Savaş,Savaş ve Devrim, sayfa:114,Sol Yayınları)

Lenin’den anladığımız kadarıyla savaş sınıflara ayrılmış toplumda engellenemez bunun yanında bir sosyalist, bir hümanist gibi düşünemez ve her savaşın karşıtı olamaz savaşı hangi sınıfların yönettiğine dikkat eder ve savaş durumunu devrimin çıkarları için kullanması gerektiğini bilir. Uzun süren savaşların yolaçtığı yıkım devrimi hızlandıran bir faktördür ve bu faktör uzun süren savaşlardan sonra imzanan barış antlaşmalarıyla bile kalkmaz her sosyalist örgütün savaş durumundan faydalanması gerekir.

“Savaş ne kadar uzun sürerse o kadar şiddetlenir ve olağanüstü çaba ve özveri istenen halk yığınlarının faaliyetlerini, hükümetler kendi elleriyle isteklendirmiş olurlar. Savaş da, tarihteki öteki bunalımlar gibi, büyük yıkımlar ve insan yaşamındaki ani değişmeler gibi, bazı kimseleri sersemletir ve yıkar, ama bazılarının da gözlerini açar ve çelikleştirir. Barış yapılması, bütün bu sıkıntılara ve bütün bu çelişkilerin büyümesine son vermek şöyle dursun, birçok bakımdan bu sıkıntıların yoksul halk yığınları tarafından daha şiddetli ve çabuk duyulmasına yol açar. Kısacası, ileri ülkelerin çoğunda ve büyük Avrupa devletlerinde bir devrim durumu meydana gelir.”( Lenin,Sosyalizm ve Savaş,İkinci Enternasyonelin Çöküşü,sayfa:104,Sol Yayınları)

Dikkat edilirse görülecektir. Uzun süreli savaş sonucunda bir devrim durumunun meydana gelme olasılığı vardır. Tabi ki Lenin, Sosyalizm ve Savaş kitabında her devrim durumu devrimi meydana getirmez diyor. Ama bir sosyalistin görevi devrim için elinden ne geliyorsa yapmaktır. O yüzden,bir Sosyalistin görevi, savaşları bir an önce bitirmek değil savaşların uzun sürmesini bekleyip savaş bölgesindeki üretim ilişkilerini sosyalist bir ilişkiye dönmesi için gereken adımları atmaktır.Hedefi tanımlamak gerekirse 'savaşan burjuva gruplar arasında tarafsız kalmak, savaşan burjuva gruplar halkı zorla askere alıyorsa askere gitmemek ve proletaryanın sınıf çıkarları gereği bu savaş durumunu devrimci duruma dönüştürüp sosyalist devrimi gerçekleştirmek' en iyi böyle tanımlarız. Buradan asla savaş karşıtlığı gibi bir sonuç çıkmamalıdır. Savaşları bitirmek sınıflara ayrılmış bir toplumda imkansızdır.Tıpkı Stalin’in Son Yazılar’ında  “Savaşların  kaçınılmazlığını yok etmek için, emperyalizmi yıkmak gerekir” dediği gibi. Bir sosyalist asla statükocu gibi davranamaz “savaş yıkım getirecek insanlar zorluk çekecek biz ne olursa olsun her savaşa karşı durmalıyız” demek, burjuvazinin savaşsız sömürme ütopyasının sol söylemlerle ambalajlanıp pazarlanmasından başka bir şey değildir. Bu gibi grupların Suriye konusunda Marksistlere yapacakları eleştiriler şöyle olmaktadır:

“Suriye’de devrimci bir durum yok bu savaşın ezilenlere faydası yok, bu yüzden savaş ne olursa olsun bitmeli, bu Amerika’nın dünyayı paylaşma projesidir ve bu projenin durması lazımdır, Esat burada desteklenmelidir bir an önce barış gelmelidir. Sizin yaptığınız sol maceracılıktan başka bir şey değildir vs.”

Savaşın politikaların başka araçlarla devamı olduğu Clausewitz’den beri bilinmektedir. Amerikanın proje üretmesini Amerika’yı yıkmadan durduramazsınız.Dünyadaki savaşların bitmesini komünizm gelmeden noktalayamazsınız. Bu yüzden Esat’ın desteklenmesini savaşların sona ermesi düşüncesiyle bağdaştıramazsınız. Sol sapmacı iftiranızı proletaryaya ve müttefiklerine karşı duyduğunuz güvensizlikten başka bir şeyle açıklayamazsınız. Şu alıntı Marksistlere yapılan iftirayı açıklamaktadır:

 Kitle çizgisi, marksist olduğunu söyleyen her fraksiyonun ideolojik görüşüne göre (marksist veya oportünist ideolojiye göre) değişik yollar çizer. Örneğin, ekonomizmin çizdiği kitle çizgisi ile leninizmin çizdiği kitle çizgisi apayrıdır. Ekonomizmin kitle çizgisi, kuyrukçu bir kitle çizgisidir. Ve leninist kitle çizgisi onun için bir "sol sapma", "sol maceracılıktır" Ve bu düşünceye göre de Lenin ve bolşevikler, "Blanquistler", "Anarşistler" ve maceracılardır. Aynı şekilde Çin'de, kuyrukçu Çen Tu Hiseu'ye göre, Mao Tse-Tung ve arkadaşları, kitle çizgisinin dışına düşmüş olan sekterlerdir, çünkü o evrede proletaryaya değil, Çin milli burjuvazisine öncülük tanınması gerekmektedir. Ve Güney Amerika'daki oportünist komünist partilerine göre de, Fidel, Guevara ve arkadaşları, "maceraperestler" ve Küba'daki marksist devrimci hareketi baltalayan hainlerdir (!). 
      Türkiye'de ise, II. Enternasyonal'in "takipçilik ideolojisi"ni derinleştirmekte olan sağ sapmaya göre, proleter devrimci çizgi "sol oportünizmin" ve "maceracılığın" yoludur. 
      Açıktır ki, kendi görüş1erini ve çizgilerini kabul etmeyen, onların pasifizmine ayak uydurmayan kişi, her çeşit sağ sapmaya göre "sol maceracı" ve "sekter"dir. Ve gençlik kesimindeki proleter devrimcileri değerlendirmede, teslimiyet oportünizminin dilinde "Gauchiste" sözcüğü, sağ sapmanın ağzında "küçük-burjuva maceracıları" olarak şekillenmektedir. Lenin'in belirttiği gibi, ister sağdan gelsin, ister soldan, temelin yanlış analizine dayanan bütün görüşler, nihai olarak çakışır. 
      1903-1905 Rusya'sında, "Sosyal Demokratik İşçi Partisinde, işçiler henüz yer almamıştır, parti sadece aydınlara dayanmaktadır" diyerek Çarlığa karşı mücadelede liberal burjuvazinin o evrede öncü bir rol oynamasını savunarak, aksini ileri süren leninist çizgiyi maceracılıkla suçlayan Axelrod'un kitle çizgisi ne kadar devrimci idiyse, 1970 Türkiye'sinde, "proletarya öncülüğünün objektif şartları demokratik devrim için olgunlaşmamıştır", "içinde bulunduğumuz aşama, henüz sosyalist aydın kadroların meydana gelmesi aşamasıdır" diyerek emperyalizme ve feodalizme karşı mücadelenin bu evresinde küçük-burjuvazinin ön planda rol oynamasını savunan sağ görüşün kitle çizgisi de o kadar devrimcidir. 
Ve Lenin, ne kadar  maceraperestse,  sağ görüşün  "maceracılıkla"  suçladığı  militanlar  da  o  kadar maceracıdırlar!.. “(Mahir Çayan,Bütün Yazılar, Sağ Sapma Devrimci Pratik ve Teori)

Mahir Çayan’ın dediklerine katılmamak elde değil. Untumayalım pasifizmle hiçbir yere varılmaz Savaşan kaybedebilir ama savaşmayan çoktan kaybetmiştir. Bekleyelim, görelim Suriye proletaryasının son sözü ve ne olacak?

17 Kasım 2012 Cumartesi

Bir fırıldağın anotomisi: Lev Troçki


Burjuvazinin en sevdiği kişiliktir, kararsızlık ve fırıldaklık. Bu özellikleri karşılayan tarihteki
En başarılı kişilerden biri herhalde Troçki’dir. Buna en iyi örnek Troçki’nin SBKP’sindeki 1926 tarihinde yaptığı konuşmasıdır. Troçki bu konuşmasında NEP politikasını ve köylülüğün
Rolünü yadsıdığı iddialarına karşı yanlış anlaşıldığını ve köylülükle çatışmanın ancak ileri bir aşamada yaşanabileceğini söylediğini belirtiyor. Aşağıdaki alıntısının gelecek zaman kipiyle yazıldığına dikkat edilmesi gerektiğinden bahsedip kendisinin gerçek Bolşevik olduğunu ispatlamak için elinden geleni yapıyor.

“İşçi sınıfı iktidarı ele aldıktan sonra yalnızca onu devrimci mücadelesinin başında destekleyen burjuvazinin bütün gruplarıyla değil, hatta iktidara gelmesine yardım eden köylülüğün geniş kitleleri ile de düşmanca bir çatışma içinde olacaktır.”(Tek ülkede sosyalizm mi, dünya devrimi mi?,Stalin, Zinovyev, Troçki, Troçki’nin konuşması,sayfa:69)

Acaba Leninist teori bu konuda ne diyor köylülükle çatışma içinde olacağız mı diyor? Tabi ki hayır Troçki burada açık bir şekilde Leninizme ihanet ediyor.

“Küçük köylüye karşı görevimiz, ilk önce, mülkünün ve bireysel işletmesinin kooperatif işletmeye geçmesini sağlamaktır, onu buna zorlayarak değil, tersine örnekler göstererek ikna ederek ve toplumun yardımlarını emrine sunarak… Biz, ancak, onların rızalarına karşı, zora başvurarak, mülkiyet ilişkilerine müdahalede bulunmayacağımıza dair onlara söz verebiliriz.” (Lenin,İşçi ve Köylü İttifakı, Mosova Parti Militanları Toplantısı. Küçük-Burjuva Demokrasisine Karşı Proletaryanın Tutumu Üzerine Rapor,Sayfa:60-61,Sol yayınları)

“Orta köylüye gelince, biz şöyle diyoruz: hiçbir durumda asla zora başvurma yok.”
(Lenin,İşçi ve Köylü İttifakı, Mosova Parti Militanları Toplantısı. Küçük-Burjuva Demokrasisine Karşı Proletaryanın Tutumu Üzerine Rapor,Sayfa:61,Sol yayınları)

“Köylü “büyük işletmeye geri gelirse, ben yeniden çiftlik yanaşması olacağım” diye düşünüyor. Tabi ki, yanılıyor. Ama köylüde, büyük işletmeyle ilgili fikirler, kinle, büyük toprak sahiplerinin halka yaptığı zulmün anılarıyla karışmıştır. Bu duygu daha devam ediyor, henüz ölmedi. Burada özellikle, eşyanın özü gereği, şiddet metotlarıyla hiçbir şey elde edemeyeceğimiz gerçeğine dayanmalıyız. Ekonomik görev, burada, bambaşka şekilde konmalıdır. Yapının temellerine hiç el dokundurmadan, aşağı indirilebilecek bir çatı düşünülemez. Kentlerde kapitalistlerin meydana getirdiği doruk, burada mevcut değil. Burada şiddete başvurmak, her şeyi berbat etmek anlamına gelecektir.”
(Lenin,İşçi ve Köylü İttifakı,RK(B)P VIII Kongresi. Köylerde Çalışma Üzerine Rapor ,Sayfa:96-97,Sol yayınları)

Görüldüğü gibi köylülerle değil şimdi çatışmak ilerde çatışmak bile aptalcadır. Zor yoluyla köylülüğe sosyalizmin benimsetilmemesi Leninizmin temel ilkesidir. Zor kullanarak çatışma çıkarmak felakate neden olacak bir hata yapmak demektir. Sovyetlerde zamanında bu hatayı bazı görevlilerin yaptığı, köylülere zor kullanarak onları sosyalizme geçirmeye çalıştığı bir tarihsel olgudur. Stalin zor yoluyla köylülüğü sosyalizme geçirmeye çalışanları “Başarı sarhoşluğu üzerine” isimli yazısında eleştirmiş, bu kişilerin kendisinin altında çalıştığı için sorumluğu üzerine almış ve gerçek bir Marxist’in yapması gerektiği gibi davranarak özeleştiri verip yapılanların çok büyük bir hata ve Leninizmin çiğnenmesi olarak belirtmiştir.Ama sonucun orta periodta felakete sürüklenmesine engel olamamıştır. Bir anlamda Troçki’nin ileride köylülerle çatışma içinde olacağı tezi felaket getirmiştir. Komünist partinin görevi köylülerle çatışma yaratacak ortam yaratmak yerine bunu yok etmektir. Troçki’nin çatışma çıkmasını dört gözle beklemesi ve gelecekle ilgili çatışma kehanetleri ancak proletarya diktatörlüğün bir an önce sonunun gelmesi için bir temenniden başka bir şey değildir.
Troçki gene çarpıtmada son hız devam ediyor:

“ “Bolşevikleri destekliyoruz, fakat komünistlere karşıyız”. Bu ne demektir? Bu orta köylülüğün belirli bir aşamada işçi devrimine Rus tipi yüz çevirmesi demektir.”(Tek ülkede sosyalizm mi, dünya devrimi mi?,Stalin, Zinovyev, Troçki, Troçki’nin konuşması,sayfa:71)

Bunun böyle olmadığını Lenin şöyle açıklıyor:

“Uygulamada özel aşırılıkları kışkırtacak her şeyden kaçınmak gerekir. Şurada, burada, kendilerine komünist süsü veren ve bizi aldatan ikbal avcıları, serüvenciler bize yapışmış durumdalar; saflarımıza sızdılar. Çünkü komünistler şimdi iktidardadır; çünkü daha namuslu “devlet hizmetkarları”, geri fikirlerinden ötürü bizimle çalışmak istemediler, oysa ikbal avcılarının ne fikirleri, ne namusları var. Ancak iktidara ulaşmayı dileyen bu insanlar, tabanda zorbalığı uyguluyorlar ve iyi bir şey yaptıklarını sanıyorlar. Oysa, bu, gerçekte, kimi zaman öyle durumlar yaratıyor ki, o zaman köylüler “Yaşasın Sovyet iktidarı, fakat kahrolsun komünizm” diyorlar. Ilımlılık yoksunluğunun, aceleciliğin, aşırılığın ne büyük zararlar getirdiğini unutmamalıyız.” (Lenin,İşçi ve Köylü İttifakı,RK(B)P VIII Kongresi. Köylerde Çalışma Üzerine Rapor ,Sayfa:95,Sol yayınları)

Bir tek Troçki bundan köylülerin işçi devrimine karşı oldukları sonucunu çıkarır. Aksine köylülük işçi devriminden yana tavır takındığı için  “Yaşasın Sovyetler” demekte ona zor uygulayan anti-Leninistler için “Kahrolsun Komünistler” demekte. Görüldüğü gibi köylüye şiddet uygulama sevdası felakatten başka bir şey doğurmuyor.Troçki gibi köylülükle çatışma
ve zor kullanma meraklılarına köylülük “Kahrolsun” demekten başka bir şey söylemiyor.
Gelelim Lenin’in bir zamanlar Troçki ile köylülük konusunda görüş ayrılığının olamadığını belirttiği yazısına acaba Lenin’in bunu yazmasının nedeni ne olabilir?.

Troçki zeki bir adamdı,yetenekliydi,çok büyük bir etkileme gücüne sahipti.Lenin bile onunla amansızca mücadele etmiş olmasına rağmen,pravda’da köylü sorunu hakkında Troçki ile fikir ayrılığı olmadığını yayımlatmak zorunda kalmıştı.Stalin’in gerçekleri yansıtmadığı için bundan hiç hoşnut kalmayarak Lenin’e geldiğini hatırlıyorum.Lenin onu “ne yapmamamı istiyorsunuz? troçki yüzde yüzü köylülerden oluşan silahlı ellerin desteğinde.ülke zaten tam anlamıyla bir bozgunun içerisinde,bir de biz herkesin önüne kendi üst düzey kavgalarımızı mı ortaya sereceğiz?”(feliks çuyev,molotov anlatıyor sayfa:198)

Zengin köylülerin desteğindeki Troçki ile çatışmanın manalı olmayacağını düşündüğü için Lenin’in böyle bir yazı yazmış olduğunu Molotov bize açıklıyor. Zaten Molotov açıklamasa bile yukarıdaki tartışmalardan aynı görüşe sahip olmadığı gün gibi açık değil mi? Köylülük konusu bir tarafa bırakırsak Troçki'nin sürekli devrimine gelirsek bakalım Troçki nasıl köylü konusunda olduğu gibi bir dansöz edasıyla sürekli devrim konusunda da dönüp duruyor.

“Yoldaşlar, benim “sürekli devrim teorisi” sorununu öne sürmek gibi bir niyetim yok. Şimdiki
Tartışma konularıyla bu teorinin- hem doğrularıyla, hem de eksik ve yanlışlarıyla- hiçbir ilişkisi yoktur. Her durumda ne 1925’deki muhalefet, e de 1923’deki muhalefet, son zamanlarda çok hararetli bir şekilde uğraşılan Sürekli Devrim Teorisi için en ufak bir sorumluluğu bile taşımamaktadır. Ben de soruna artık kapanmış gözüyle bakıyorum.” (Tek ülkede sosyalizm mi, dünya devrimi mi?,Stalin, Zinovyev, Troçki, Troçki’nin konuşması,sayfa:69)
Yalan söylüyorsun Mösyö Troçki konuya kapanmış gözüyle bakmıyorsun!

“ “Sosyalist devrimin tam zaferi bir tek ülkede düşünülemez. Hiç olmazsa birkaç gelişmiş ülke ile ki bunlara Rusya’yı katamayız, çok yoğun bir beraber çalışmayı gerektirmektedir.” Lenin 8 kasım 1918” (Tek ülkede sosyalizm mi, dünya devrimi mi?,Stalin, Zinovyev, Troçki, Troçki’nin konuşması,sayfa:77)

“ “Kendilerini zeki bulan ve hatta kendilerini sosyalist olarak nitelendiren safsatacı insanlar(bu kautskistlerlere ve suchanow taraftarlarına karşı söylenmiştir) olduğunu biliyorum; bunlar ülkelerde devrim patlamadan önce iktidarı ele almamak gerektiğini iddia ettiler. Ama bu şekilde konuşmalar ile devrimden saptıklarını ve burjuvazinin tarafına geçtiklerini sezinlemiyorlar. Emekçi sınıflar, devrimi dünya ölçüsünde sonuçlandırıncaya kadar beklemek, emekçi sınıfların kendi beklentileri içinde uyuşup kalmalarını demektir. Yani donmaya varıncaya dek beklemek demektir. Çok saçma…”
Özür dilerim, arkasından şu cümleler gelmektedir:
“Çok saçma. Devrim, zorluğu herkesçe bilinene bir şeydir. Ki son zaferi elde etmek, yalnız dünya düzeyinde ve yalnız bütün ülkelerin işçilerinin ortak çabaları ile olasıdır.”(Lenin,cilt15,s.287,14 mayıs 1918)” (Tek ülkede sosyalizm mi, dünya devrimi mi?,Stalin, Zinovyev, Troçki, Troçki’nin konuşması,sayfa:78-79)

Troçkinin alıntılarında bir tuhaflık sezinlediniz mi? Lenin burada nihai açıdan diyor. Tek ülkede sosyalizm nihai açıdan dünya devrimine karşı mı bunu aşağıda göreceğiz(Troçkiye göre öyle olduğunu biliyoruz ama bakalım gerçek ne?) İkinci bir konuya gelirsek Troçki burada alıntının altını vermedikleri için alıntıyı verenleri ahlaksızlıkla gizli bir şekilde itham ediyor. Şimdi aşağıda yapacağımız Troçki'nin yaptığı Lenin alıntısı ile Troçki aynı yukarıda eleştirdiği Kişilerle aynı yerde kendisini buluyor. O da manayı çarptıracak şekilde metni tahrif ediyor.

“Lenin 1922 yılında şöyle demişti “Biz sosyalist ekonominin temelini tam anlamıyla atmış değiliz. Çürümek üzere olan kapitalizmin düşman güçleri bu temeli halen elimizden çekip alabilirler. Bu açık olarak bilinmeli ve itiraf edilmelidir. Çünkü hayalden ve özellikle yüksek yerlerde dolaşıp baş dönmesinden daha tehlikeli bir şey yoktur. Acı gerçeğin tanınmasında biraz haksızlığa da neden olsa korkacak hiçbir şey yoktur. Çünkü biz Marksizmin en doğal gerçeği olan, sosyalizmin zaferi için birkaç gelişmiş ülke işçilerinin birlikte çabalarının gerekli olduğunu gerçeğini devamlı ilan ve tekrar ettik.” Lenin, Toplu Eserler, cilt,xx/2,s.487,Rusça baskı) (Tek ülkede sosyalizm mi, dünya devrimi mi?,Stalin, Zinovyev, Troçki, Troçki’nin konuşması,sayfa:81)

Bu metni Troçki'den okusaydım Lenin’in sürekli devrimi desteklediğine inanacaktım bakalım bu alıntının bir üst satırında Lenin nelerden bahsediyor?

“Sovyet türü bir devlet yarattık ve bununla dünya tarihinde yeni bir çağı başlattık: burjuva egemenliği çağının yerini alacak olan proletaryanın siyasal egemenliği çağı. Bunu da hiç kimse elimizden alamaz; Sovyet türü devletin son rötuşları ancak birkaç ülkenin işçi sınıfının pratik deneyimlerinin yardımıyla yapılacak olsa da kazanımımız bakidir.”(Lenin,Komintern, ,bir gazetecinin notları yüksek bir dağa tırmanmak, umutsuzluğun zararları, ticaretin faydaları, menşeviklere karşı tutum vb. üzerine,agora kitaplığı,sayfa:241)

Dikkat edelim “son rötuşları” diyor Lenin. Aynı şeyi tekrarlamamak için aşağıda sosyalizmin zaferi diyor yani nihai açıdan sosyalizmin zaferi dediği kuşku götürmez. Troçki burada kendi değerlerine göre ahlaksızlık olan şeyin aynısını yapıyor. Troçki ısrarla Sovyet devletinin bu zamana kadar ayakta kalmasını bir türlü anlamıyor yiğitliğin elden gitmemesi için bunu 1 aylık Bavyera sosyalist cumhuriyetinin Alman devletini yıpratmasına bağlıyor.O bir aylık devrimin  bile Sovyetleri ayakta tutmaya yettiğine işaret ediyor. Çok alıntı yaptığım için okuyucuyu alıntılarla daha fazla boğmak istemiyorum bu yüzden bu kısmın sayfa numarasnı verip Lenin’in görüşüne geçeceğim “(Tek ülkede sosyalizm mi, dünya devrimi mi?,Stalin, Zinovyev, Troçki, Troçki’nin konuşması,sayfa:71)
Şayet Almanya'da devrim başarılı olmuş olsa idi acaba dünya devrimi başarılı olabilecek mi idi? Lenin bunun imkansız olduğunu söylüyor
“Alman devrimi gidişi pek çok kimselerin düşündüğünden daha erken olacağını ummamıza izin verse bile, dünya sosyalist devrimi belki de yakında olmayacaktır.” (Lenin,İşçi ve Köylü İttifakı, Mosova Parti Militanları Toplantısı. Küçük-Burjuva Demokrasisine Karşı Proletaryanın Tutumu Üzerine Rapor,Sayfa:79,Sol yayınları).Görüldüğü gibi Almanya’da devrim olmuş olsa bile dünya devrimi olamayacağından Troçki’ye göre yıkım kaçınılmaz olacaktı. Her ne kadar kendisini pasifist diye tanımlamasa da, Soveyetlerin o güne kadar ayakta durduğunu kendi teorisine göre ispatlamak için gülünç bir şekilde 1 aylık Bavyera sosyalist cumhuriyetine de bel bağlasa da teorisi ve o güne kadar Sovyetlerin ayakta durmasını açıklamaya yetmiyor ve bunalımlı teorisi ve histerik yenilgi korkusu yüzünden aynı konuşmasında kendi ile çelişkiye düşüyor. Lenin her ne kadar Almanya’da devrim olsa bile dünya devrimi büyük ihtimalle olamayacak dese bile histerik Troçki madem dünya devrimi olamayacak acaba biz erken mi dünyaya geldik? diye soruyor ve histerisini dünyaya erken gelmiş olamayız dünya devrimi olacak diye noktalıyor.(Lenin’in bütün yazılarına rağmen)

“Öyleyse bunca tahminleriniz niye? Bu zaman süresince Avrupa’da neler olacağını size soruyorum. Sadece teorik açıdan bakılırsa kaç seçenek söz konusudur. Ya Avrupa, şimdi olduğu gibi, savaş öncesi düzeyde seyredecektir, işçi sınıfı ile burjuvazi sağa sola dalgalanacaklar ve birbirlerini dengede tutacaklardır. Ama “denge” mutlak olmadığı için kararsız olarak nitelendiriyoruz. Bu durum yirmi, otuz, kırk yıl devam edemez. Bu(denge) ya bir tarafa ya da öbür tarafa doğru belirlenmelidir. Kapitalizmin yeniden güçlü bir denge edinebileceğine inanmıyor musunuz? Avrupa kapitalizminin yeni bir yükseliş dönemini yeniden kendi kendini üretmesine inanıyor musunuz? Eğer bunun olasılığına inanıyorsanız(ama ben kapitalizmin bu gibi şanslarının olduğuna inanmıyorum), eğer buna kısa bir süre içinde olsa teorik olarak olanak verilse, o zaman demektir ki, kapitalizm Avrupa ve dünya ölçüsünde kendi tarihsel misyonunu henüz yerine getirmemiştir; o zaman bugünkü kapitalizm emperyalist ve çürüyen kapitalizm değil, aksine kendisini geliştiren, ekonomiyi ve kültürü ilerleten bir kapitalizmdir. Bu da bizim daha çok erken dünyaya geldiğimiz anlamına gelir.”(Tek ülkede sosyalizm mi, dünya devrimi mi?,Stalin, Zinovyev, Troçki, Troçki’nin konuşması,sayfa:87-88)

Troçki açık açık pasifizm yapıp bu pasifizmini devrimcilikle örtmeye çalışmakta ve bunun için dünya devrimi zamanı geldi demektedir.Biz Lenin’den okuduğumuz kadarıyla ve sonrasında Troçkinin söylediklerine bakarak Troçki’ye “pes artık” demekten başka bir şey diyemiyoruz.
Gelelim Troçkinin tek ülkede sosyalizm düşüncesi dünya ölçeğinde bir devrimi dıştalar mantığına bunun yanlış olduğunu en iyi Stalin’in şu yazısına bakarak anlıyoruz.

Ama Parti, tek ülkede sosyalizmin zaferi probleminin bununla bitmediğini biliyordu. Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin kuruluşu, insanlık tarihindeki, en büyük dönüm noktası, SSCB işçi sınıfı ve köylülerinin dünya çapında tarihi öneme sahip bir zaferi olacaktı. Ama bu yine de SSCB'nin bir iç işiydi ve sosyalizmin zaferi probleminin sadece bir kısmını oluşturuyordu. Problemin öbür kısmını, sorunun uluslar arası yanı oluşturuyordu. Tek ülkede sosyalizmin zaferi önermesini gerekçelendirirken, Stalin yoldaş tekrar tekrar, bu sorunun iki yönünün,iç yönünün ve uluslararası yönünün birbirinden ayırdedilmesi gerektiğine işaret etti. Sorunun iç yönü bakımından, yani ülke içindeki sınıfların karşılıklı ilişkileri bakımından, Sovyetler Birliği'nin işçi sınıfı ve köylülüğü, kendi burjuvazisini iktisadi bakımdan tamamen yenilgiye uğratılabilir ve tam sosyalist toplumu kurabilirdi. Ama sorunun bir de uluslararası yönü,yani dış ilişkiler alanı; Sovyetler Birliği ile kapitalist ülkeler arasındaki, Sovyet halkı ile, Sovyet sisteminden nefret eden ve Sovyetler Birliği'ne yeniden silahlı müdahalede bulunmak, SSCB'nde kapitalizmi restore etme çabalarına yeniden girişmek için fırsat kollayan uluslar arası burjuvazi arasındaki ilişkiler alanı vardı. Ve SSCB şimdilik tek sosyalizm ülkesi olduğu, ama diğer ülkeler hala kapitalist kaldığı için, Sovyetler Birliği'nin kapitalist kuşatması sürmekte ve bu da kapitalist müdahale tehlikesini ortaya çıkarmaktaydı. Bu kapitalist kuşatma varolduğu sürece, kapitalist müdahale tehlikesinin ortadan kalkmayacağı açıktı. Sovyet halkı tek başına, kendi gücüyle bu dış tehlikeyi, SSCB'ne kapitalist müdahale tehlikesini ortadan kaldırabilir miydi? Hayır, kaldıramazdı, çünkü kapitalist müdahale tehlikesini ortadan kaldırmak için, kapitalist kuşatmayı ortadan kaldırmak gerekirdi, ve kapitalist kuşatmayı ortadan kaldırmak ise ancak en azından bir ülkede muzaffer proleter devrimin bir sonucu olarak mümkündü. Bundan çıkan sonuç şuydu: Kapitalist iktisat sisteminin ortadan kaldırılması ve sosyalist iktisat sisteminin kurulmasında ifadesini bulan SSCB'nde sosyalizmin zaferi, buna rağmen, yabancı silahlı müdahale tehlikesi, kapitalizmi restore etme teşebbüsleri tehlikesi ortadan kaldırmak ise ancak en azından birkaç ülkede muzaffer proleter devrimin bir sonucu olarak mümkündü. Bundan çıkan sonuç şuydu: Kapitalist iktisat sisteminin ortadan kaldırılması ve sosyalist iktisat sisteminin kurulmasında ifadesini bulan SSCB'nde sosyalizmin zaferi, buna rağmen, yabancı silahlı müdahale tehlikesi, kapitalizmi restore etme teşebbüsleri tehlikesi ortadan kalkmadıkça, sosyalizm ülkesi bu tehlikeye karşı bir garantiye hala sahip olmadıkça, nihai zafer olarak görülemezdi.”(Stalin,Eserler cilt:15,sayfa310-311,İnter yayınları)

Görüldüğü gibi Troçki tahrifat yapıyor tek ülkede sosyalizm düşüncesinin sosyalizmin nihai zaferini dıştaladığını iddia ediyor ve yalan söylüyor.Yani Troçki’nin Lenin’den alıntıladığı nihai zaferin dünyanın bütün ülkeleri ile birlikte olacağı tezi tek ülkede sosyalizmin tezidir. Lenin bunu “Avrupa birleşik devletleri sloganı üzerine” açıklamıştır ve “Devrimin iki çizgisi üzerine” isimli makalesinde de Troçki’nin sürekli devrimi ile alay etmiştir. Lenin’in tek ülkede sosyalizm ile ilgili yazıları daha artırılabilir ama bu kadarı şimdilik benim gözümde yeterlidir.

Sonuç olarak Troçki hayatı boyunca döndü,döndü,döndü ve son döndüğü taraf olan burjuvaziye büyülenmiş gözlerle bakıp onun önünde büyük bir saygıyla eğilip yeni efendisine içten bir şekilde hizmetinizdeyim dedikten sonra nihai olarak bu dönüşünü sonlandırdı ve adını tarihe altın harflerle proletaryaya ihanet çetesinin en başarılı teorisyenlerinden biri olarak yazdırdı.

14 Kasım 2012 Çarşamba

Lenin'in Buharin Üzerine Yazdığı Önemli Bir Mektubu


                                                                 58
                                                 INESSA ARMAND’A
Sevgili dost,
“anayurdun savunması” konusunda,görüşlerimizde bir ayrılık var mı,yok mu bilmiyorum.Marx’ın Anısına adanan makaleler topluluğundaki yazımla* bugünkü sözlerim arasında çelişme buluyorsun ama,ikisinden de belirli bir bölüm aktarmadan yapıyorsun bunu.Buna cevap veremeyeceğim.Marx’ın anısına adanan makaleler topluluğunu daha almadım.Onda yazdıklarımı haliyle kelimesi kelimesine hatırlayamam.Yeri geldikçe gerekli bölümleri buraya almaksızın sizin savınıza karşılık veremem.Ama genellikle bana öyle geldi ki,siz savınızı biraz tek taraflı ve formalistçe öne sürüyorsunuz:Komünist Manifestosu’ndan bir yer aktarıyorsunuz(çalışan insanın yurdu yoktur)ve onu neredeyse kayıtsız şartsız,milli savaşların tanınmamasını bile içine alacak şekilde uygulamak istiyorsunuz.Marksizmin bütün ruhu,bütün sistemi,her önermenin a)yalnız tarihi bakımdan,b)ancak diğerleri ile ilgili olarak,c)tarihin somut denemeleri yönünden incelenmesini ister.Anayurt,tarihi bir kavramdır.Anayurt,bir çağda,ya da daha doğrusu milletin onu ezenleri devirmek için mücadele ettiği anda bir şeydir,milli hareketlerin çok gerilerde kaldığı anda başka bir şey “Üç tip ülke”için(kendi kaderini tayin üzerindeki tezimizin 6.paragrafı**)anayurt üzerine tek bir önerme olmayacağı gibi,onun savunması konusunda da her türlü şartlar altında da aynı şeyler uygulanamaz.Komünist Manifestosu’nda çalışan insanın yurdu yoktur deniyor.Doğru.Ama orada yalnız bu söylenmiyor.Orada,milli devletler kurulduğu zaman,proletaryanın oynayacağı rolün bir özellik kazanacağı da söyleniyor.İlk önermeyi(çalışan insanın yurdu yoktur)alıp bunun ikincisiyle(işçiler,burjuvazi ile aynı anlamda olmamakla birlikte milli bir sınıf teşkil eder)ilişkisini unutmak pek yanlış olacaktır.Öyleyse bu ilişki nerededir?Bence bu ilişki şu gerçektedir ki,demokratik bir harekette(böyle bir anda,böyle somut şartlar içinde)proletarya bunu desteklemeyi reddedemez(ve bunun sonucu milli bir savaşta anayurdun savunmasını destekler).Marx ve Engels Komünist Manifestosu’nda çalışan insanın yurdu yoktur diyorlar.Fakat aynı Marx çok defalar milli bir savaş için çağrıda bulundu:Marx 1848’de Engels 1859’da(po ve ren kitabının sonunda Almanların milli duygularının kıvılcımlandığı anda onları milli bir savaş vermeğe çağırdı).Engels 1891’de Fransızlar(boulanger)+Aleksandr III’ün Almnlara karşı giriştikleri tehditler ve savaş hazırlıkları karşısında “anayurdun savunması” gereğini hiç itirazsız kabul etti.Marx ile Engels,bugün başka,yarın başka şey söyleyecek,kafası karmakarışık kişiler miydi?Hayır.Bence milli bir savaşta “anayurdun savunması”Marksizmin gereklerine tamamen uygundur.1891’de Alman sosyal demokratlarının,Boulanger+Aleksandr III’e karşı anayurtlarını savunmaları gerekirdi.Bu,özelliği olan bir milli savaştı.Bunu söylerken,tesadüfen Yuri’ye karşı yazdığım makalede***söylediklerimi tekrar ediyorum.Her nedense sen bunun sözünü etmiyorsun.Bana öyle geliyor ki,burada ortaya atılan sorun üzerine de ve benim Marksizm anlayışımı bütünüyle(ya da neredeyse bütünüyle)aydınlatacak bir çok önermeler var o makalemde...
Radek’e gelince... “yani Radek ile kavgama”(???!!!).Geçen bahar Grigori**** ile bir tartışmamız oldu;o sıradaki politik durumu hiç anlamıyor ve bana Zimmervald Solu’ndan ayrıldığım için çatıyordu.Pek budalaca bir şey.Zimmervald Solu ile bağlantı da şarta bağlı değildir.İkincisi,Radek ile genel bir “kopma” olmadı yalnız belli bir alanda oldu.Üçüncüsü,Radek ile olan bağlantıyı,gerekli teorik ve pratik mücadele elimizi kolumuzu bağlayan bir şey gibi düşünmek budalalığın dik alasıdır.Ben değil. “Zimmervald Solu” ile bağları koparmak için adım atmak,bu bağları zayıflatacak tek bir şey yapmadım.Böyle birşeyi ne şimdiye kadar bana kimse söyledi,ne de söyleyebilir.Ne borchardt ile,ne İsveçlilerle,ne de Knief,ya da başkalarıyla bağlarımı gevşetmedim.Radek çok çirkin şekilde bizi Vorbote’nin yazı kurulundan attı.Radek politikada tıpkı Tuşka işportacıları gibi  davranıyor :arsız ,küstah ,budalaca.Grigori daha ben Zürih’deyken,1916 baharında,Radek ile “ekip çalışması” yapılmadığını yazmıştı.Radek uzaklaşmıştı;bu bir gerçek.Vorbote yüzünden hem benden hem Grigori’den uzaklaştı.Bir kişinin küstahlığı ve işportacı davranış biçimi yüzünden Zimmerman Solu,solluktan çıkmaz,ve onu bu işlere karışmakta mana yok;bu hem akılsızca olur, hem yanlış.Gazeta Rabotnitsa’nın 1916 şubat sayısı bu tuşkavari kokuşmuş adi bir “oyun” için iyi bir örnek(Radek de bu örneği izliyor.)Politikada bu gibi şeyleri hoş görene ben eşek ve serseri derim.Ben bunları asla affetmeyeceğim.Böyle şeyler için insanın yüzüne ya bir yumruk atılır,ya da ondan uzaklaşıp gidilir.Ben tabi ikinciyi yaptım.Pişman da değilim.Alman solları ile bağlarımızdan tek tel koparmış değiliz.Uygulamada Radek ile birlikte yürümemiz sorunu ortaya çıkınca(4-5 kasım 1916 Zürih Kongresinde) onunla birlikte gittik.Grigori’nin benim Zimmervald Solları ile bağlarımı koparttığım üzerine olan aptalca sözleri,her zamanki gibi besbelli bir budalalık.Zürih kongersinde Radek ile kopma “alanı” bu sebeple a)bir rus ve polonya meselesidir.Dış ülkelerdeki örgütlenme komitesinin kararı bunu doğruluyor.b)Radek ve ortakları konusunda, Radek bugün bile bana(ve Grigori’ye)”onların”(O+Buharin+Yuri ve ortakları) “şeyleri” şu ve bu şeklide “gördükleri” teması üzerinde en küstahça mektupları yazabiliyorlar(istersen bu mektupları sana gönderebilirim)!!Ancak,bizimle yuri ve ortakları arasındaki  farklardaki çatlakları genişletmek yoluyla bir entrika icat etmek isteyen bir eşek ve serseri bu şekilde yazabilir.Eğer Radek ne yaptığını bilmiyorsa eşektir.Yok,biliyorsa serseridir.Partimizin politik görevleri açıktır:yazı kurulunda N.I+Yuri+E.B.***** ile eşitlik tanıyarak elimizi kolumuzu bağlayamazdık(Grigori bunu anlamadı ve beni direkt ültimatoma zorladı:eğer hep birlikte ilgimizi kesmezsek,Komünist’ten istifa edeceğimi ilan ettim.Yazı kurulunun ½ sini teşkil eden sacayağının ayrı bir programı olmadığı Komünist iyi bir şeydi).Buharin+Yuri+H.B’den teşkil olunmuş bir gruba eşitlik tanımak budalalık olurdu ve herşeyi mahvederdi.Ne domuz yavrusu Yuri’de ne de E.B’de bir damla beyin vardı ve bunlar Buharin ile grup kurma düzeyine indirilmeye izin verirlerse biz bunlardan yani Komünist’ten ayrılacaktık.Ve bu yapıldı.Kendi kaderini tayin üzerindeki polemikler sadece bir başlangıçtı.Hepsi de,tıpkı demokrasiye karşı takınılacak tutumu ilgilendiren bütün sorunlarda olduğu gibi tam bir karışıklık içindeler.Domuz yavrularıyla ahmaklara eşitlik tanımak ha,asla!Güzel güzel ve arkadaşça öğrenme yolunu seçmediler,öyleyse suç kendilerinde(kendilerini sıkıştırdım,Bern’de bu konuda konuşmalar açtım,burun kıvırdılar!Stockholm’e onar sayfa uzunluğunda mektuplar yazdım gene burun kıvırdılar!Pekala,madem ki öyle,cehenneme kadar yolları var.Güzellikle bir sonuca ulaşmak için herşeyi yaptım.Madem ki istemiyorsun,suratına yumruğu indiririm ve budalalığını bütün aleme ilan ederim.onlara ancak böyle,evet ancak böyle muamele edilir)pekiyi,buradaRadek nerede işe karışıyor,diye sorabilirsin.O,bu grubun “ağır topu” olduğu için,bir yanda çalılar arasında saklıydı.yuri ve ortakları hesaplarında gayet marifetli idiler(E.B usta bir entrikacı idi ve Yuri’yi bize karşı yönetmiyor,bize karşı bir grup kuruyordu).Hesapları şuydu:savaşı biz çıkartacağız,ama bizim hesabımıza Radek dövüşecek!Radek bizim için dövüşürken,Lenin’in eli kolu bağlı olacak.Ama öyle olmadı benim küçük domuzlarım!ben politikada ellerimi bağlatmam.Dövüşmek istiyorsanız ortaya çıkın.Fakat Radek’in rolü –domuz yavrularını gizlice kışkırtıp kendisini “zimmervald solu’nun ardına gizlemek-serseriliğin dikalâsı.tuşka bataklığının en pis...bile insanını ardından madrabazlığı,uşaklığı ve fesatlığı bundan daha kirli biçimde yapamazdı.Komünist’te bu noktayı zaten açıkça belirttim.Emperyalizmin demokrasi ile olan ilişkisi ve asgari program sorunu gitgide büyüyen bir ölçüde ortaya çıkıyor(uluslar arası sosyalist komisyon bülteni’nin3.sayısındaki Hollanda programına bakınız;Amerika S.I.P asgari programı bütünüyle bir yana itti.Entwaffnungsfrage******).Bu konuda Radek’in kafasında tam bir karışıklık var(bu onun tezlerinden açıkça belli oluyor,bu aynı zamanda benim tezlerimde ortaya atılan dolaylı,dolaysız vergi sorununda da gösterilmiştir.)Bu en önemli ve temel sorunun açıklanmasında ellerimin bağlanmasına hiçbir zaman izin vermeyeceğim.Bu sorunun aydınlatılması gerekir.bu konuda daha epeyce “yuvarlamalar” olacaktır(tökezleyecekleri kesindir).Zimmervald solu ile “ilişkiyi”, “emperyalist ekonomizme” karşı(Hollanda-Amerika-Rosuy v.b yerlerdeki şu uluslar arası hastalığa karşı) teorik mücadelede ellerimizin bağlanmasına göz yummamız şeklinde anlayanlar hiçbir şey anlamamış demektir.”Zimmervald solu” kelimelerini ezberlemeyi ve Radek’in kafasındaki teorik karışıklık önünde boyun eğmeyi ben kabul etmiyorum.Sonuçlar:Zimmervald’dan sonra manevra yapmak daha güçleşti.İnsanın ellerinin bağlanmasına göz yummadan,Radek E.B ve ortaklarının gerekli şeyleri çıkarıp alması gerekiyordu.Ben bunda başarılı olduğum düşüncesindeyim.Buharin’in Amerika’ya gitmesinden ve hele Yuri’nin makalesini bize göndermesi ve benim cevabımı kabul etmesinden(buna kabul etmek değil kabullenmek zorunda kalmak demek daha doğru olur)sonra “grup” olarak onların işi bitmişti.Ama Grigori ona eşitlik tanıyarak bu grubu sürdürmek istedi:biz ona eşitlik verecekmişiz!!)Radek ile yolumuz Rus-Polonya arenasında ayrıldı ve onu bizim Sbornik’e davet etmedik.Böyle olması da lazımdı zaten.Ve şimdi işleri karıştıracak hiçbir şey yapamaz.Zürih kongresinde(5 kasım 1916)şimdi Grimm’e karşı olduğu gibi benimle birlikte yürümek zorunda kaldı.Bunun anlamı ne?Bunun anlamı şu ki,ben sorunları bölmeyi******* başardım.Kautskiciler(Grimmy compris********)üzerindeki uluslar arası baskı bir dirhem bile azalmadığı gibi.ben Radek’in budalalığı ile aynı sepete konulmadım!Stratejik olarak şimdi ben,dava kazanıldı diyorum.Ola ki Yuri+ortakları+Radek+ortakları beni kötüye kullanacaklardır.Alles-y,mesamis*********Şimdi herkes sizden nefret edecek, bizden değil.Ama artık davaya zarar veremeyeceksiniz bizim için yollara açıldı.Kendimizi Yuri ve Radek’İn(her anlamda)pis çamurlarından kurtardık;bunu Zimmervald Solu’nu bir dirhem bile zayıflatmadan yaptığımız gibi,demokrasiye karşı tutum sorunundaki ahmaklığa karşı girişilecek mücadelede bütün imkanlarla sahip olacak şekilde yerine getirdik.Voila**********Bu uzun mektup ve şiddetli kelimelerin bolluğu için özür dilerim;açık konuşurken başka türlü yazamam.Hem ne de olsa bunlar aramızda.Belki de bu gereksiz kötü sözler geçip gidecek.

Selamlarımla.

                                                                                                           Senin
                                                                                                           Lenin

Genellikle,hem Radek,hem de pannekoek,Kautskiciliğe karşı mücadele sorununa yanlış bir yoldan yaklaşıyorlar Buna dikkat!(30 kasım 1916’da yazılmıştır)(Lenin,mektuplar,evrensel basım yayın,sayfa:161-167)

*Markism ve Revizyonizm
**sosyalisit devrim ve ulusların kaderlerini tayin etme hakkı
***marksizmin bir karikatürü ve emperyalist ekonomizm
****G.Y.Zinavief
*****N.I.Buharin+ G.L.pyatakof + Eugene Bosh
****** silahsızlanma sorunu
******* bu çok zor oldu
******** Y.compris-dahil
********* kolay gele dostlarım
********** işte böyle
(yanlış anlaşılmayı gidecek not:Lenin anavatan savunmasını yalnız proletaryanın çıkarı olduğu zaman savunmuştur.proletaryanın çıkarı olmayıp anavatan savunması altında propaganda yapanlara sosyal şovenist demiştir yazıda açık olmadığı için açıklanmasını zorunlu buldum)