20 Mart 2016 Pazar

Türkiye Sosyalist Hareketini Tasfiye Operasyonu:Halkların Birleşik Devrim Hareketi

Son zamanlarda Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın mevcut “sol” özneleri tarafından sürekli gündemden düşürülmeyen “birlik” tartışmaları bu coğrafyada yaşayan sosyalist kişilerin ve kurumların ister istemez hayatına girmekte ve onları bu tartışmada belli bir konum almaya sevk etmektedir. Bazı özneler, sorgusuz sualsiz bu birliği desteklerken, diğer bir kesim ise bu birliğe mesafeli durmaktadır. Mevcut öznelerin bu birliğe karşı aldıkları politik tavırdan ziyade burada güç birliğinin ve programatik birliğin Marksist-Leninist tarzda nasıl ele alınması gerektiğine değineceğiz. Geçmiş deneyimlerden yararlanarak PKK liderliğinde “birlik” olan “sosyalist” “özne”lerin bir eleştirisini sunacağız. Bu yazımızda Üçüncü Enternasyonalin kuruluş aşamasındaki durumunu, Üçüncü Enternasyonalin, kapitalizme karşı saldırı stratejisini ve sosyalist devrimlerin gerilemeye başladığı zamandan sonraki stratejik görüşlerinden yararlanarak şu andaki birlik anlayışını ve yapılan birliği değerlendirmeye çalışacağız.

İkinci Enternasyonal’den Kopuş ve Üçüncü Enternasyonal’in Kuruluş Süreci

Emperyalist Dünya Savaşı sırasında, uluslararası işçi ve sosyalist hareketi içinde üç akım işçiler üzerinde hakimiyet kurmuştu. Bu akımlar: sosyal-şovenizm, merkezcilik ve devrimci enternasyonalizmdi. Sosyal-şovenistler “anayurdun savunulması” şiarı ile direkt kendi ülkelerinin burjuvalarına açık destek olurken, merkezciler ise küçük burjuva yanılsamalarından dolayı sözde savaşa karşı olmalarına rağmen eylemde sosyal-şovenistlerle birlikte tavır almaktaydılar. Merkezciler, devrimci hareketin henüz olgunlaşmamış olduğu tespitinden hareket ederek sağ önderlerin işçilerin gözünde politik olarak iflas etmesini önlemeye çalıştılar. Devrimci Enternasyonalistler ise devrimci durumun egemen olduğunu ve işçilerin kendi ülkelerindeki iç savaşı büyütmesi gerektiği yönünde şiarlarda bulunarak, savaşın ancak devrim ile bitebileceği görüşündeydiler.

Devrimci bir durumda merkezcilerin liderlerinden biri olan Karl Kautsky “Savaşta-barış mücadelesi, barışta-sınıf mücadelesi” şiarını ortaya atarak aslında tüm ülkelerin işçilerinin barış zamanı birleşmesini, savaş zamanı birbirini boğazlamasını salık veriyordu. “Ne zafer ne yenilgi” şiarının savunucuları olan Kautsky, Troçki ve David’in küçük burjuva dünya görüşleri yüzünden aslında uluslararası devrimci durumu reddetmekte, devrime olan inançsızlıkları yüzünden kendi ülkelerin burjuvalarına destek vermekteydiler. Hal böyleyken, Zimmerwald Konferansında İkinci Enternasyonalin temsilcileri ile devrimciler arasında aşağıdaki görüş ayrılıkları belirginleşmekteydi:

“Zimmerwald Solu, belgelerinde, emperyalist savaşa son vermek için tek yolun, toplumun sosyalist örgütlenmesi amacıyla politik iktidarı kazanmak için, işçi kitlelerini kapitalist hükümetlere karşı devrimci bir mücadeleye açıkça çağırmak ve onları yönetmek olduğunu belirtti. Kautskyciler ve yandaşları, aksine, devrim zamanının henüz gelmediğini ve bu nedenle, devrimci sloganları öne sürmek ve emperyalizme karşı mücadelede proletaryanın somut taktiklerilerini belirlemek için çok erken olduğunu ileri sürdüler. Onlara göre, konferans kendisini genel bir barış çağrısıyla sınırlamalı ve asla eski enternasyonale muhalif yeni bir örgütün yaratılmasına kalkışmamalıydı.”(Alexander Sobolev, Üçüncü Enternasyonalin Kısa Tarihi, Sayfa:35)

Zimmerwald Konferansında devrimciler politik iktidarı almak için işçileri ve emekçi kesimleri devrimci mücadeleye çağırırken reformizmin temsilcileri ise kitleleri devrimci mücadeleden alı koymak için “devrimci bir durumun” yaşanmadığını ve “henüz çok erken” olduğu tespitinde bulunmaktaydılar. Devrimci politikadan uzaklaşan İkinci Enternasyonal’den ayrılmaya karşı olan merkezciler, onların ideolojik önderleri böylece devrimci durumu boğmaya ve proletaryanın kurtuluşuna karşı çıkmaktaydılar. Sonuç olarak konferansta her iki tarafı uzlaştıran bir karar çıkması üzerine Bolşeviklerin ve onların hegemonyasındaki unsurlar Üçüncü Enternasyonal’i kurma çabalarına hız kazandırdılar.

Lenin: “Oportünizme karşı mücadeleye sıkı sıkıya bağlı olmayan emperyalizme karşı mücadele ya boş bir deyimdir ya da sahtekarlıktır. Zimmerwald ve Kienthal’ın başlıca kusurlarından biri, Üçüncü Enternasyonal’in bu ceninlerini bir fiyaskoyla sonuçlanabilme olasılığının başlıca nedenlerinden biri, oportünizmle savaşma meselesinin, oportünistlerden kopma gereğinin açıklanması anlamında çözülmesi bir yana açık açık ortaya bile konmamış olmasıdır.”(Lenin, Toplu Eserler, cilt:23,Sayfa:83)

Zimmerwald ve Kienthal Konferanslarını, Üçüncü Enternasyonal’in cenini olarak lanse eden Lenin, bu konferansların başarısızlıkla sonuçlanabilme nedenleri arasında oportünizmle uzlaşmak ve onlardan kopma gereğinin açık açık ortaya konmaması şeklinde açıklamıştı. Yani Lenin devrimci bir durumda örgütlerin sayısına bakmadan, kendi programından herhangi bir taviz vermeden, gerekirse işçi kitlelerini bölerek bir savaşım yürütmüştü. Lenin için birlik ancak programatik bir hegemonya ekseninde anlamlıydı. Lenin için güç birlikleri ve programatik birlikler, Marksist bir ideolojik eksende değilse “zararlı” bir faaliyetti. Lenin aslolanın Marksist bir program ve örgüt olması gerektiğini söyleyerek aslında Türkiye sosyalist hareketinin birlik sevdasıyla alay etmekteydi. Lenin için önemli olan birkaç tane örgütün birleşmesi ya da bu örgütlerin sayısı değil, devrimci duruma hazır bir parti ve ona uygun bir programın olup olmamasıydı. Lenin için devrim, partilerin-örgütlerin birleşmesiyle olacak bir şey değildi, koşulları doğru okuyan bir öznenin olup olmamasıyla, o öznenin bu duruma hazır olup olmamasıyla alakalıydı. Lenin Üçüncü Enternasyonal’in kuruluş aşamasındaki söyledikleri aslında Türkiye sosyalist hareketinin somut bir eleştirisiydi:

“Çok sayıda katılımcı beklemek ve şu anda az olmalarından şaşkınlığa kapılmak ölçülemeyecek derecede ahmaklık olur. Çünkü şimdilik böyle bir kongre, katılanların sayısından bağımsız olarak manevi bir güç olacaktır.”(Lenin,Toplu Eserler, Cilt:35,Sayfa:321) (Sayfa:44)

Üçüncü Enternasyonal’in kuruluşuna katılan delegelerin çoğu bilimsel sosyalist grup ve partilerin temsilcilerinin yanında sol sosyal demokrat partilerin temsilcileriydiler. Üçüncü Enternasyonal’in görevleri ile ilgili Alexander Sobolev şöyle yazmaktaydı:

Zaten, o dönemde Üçüncü Enternasyonal’in başlıca görevlerinden biri sol sosyalistlerin ve dünya işçi sınıfı hareketinin ilk yabancı müfrezelerinin kendilerini ideolojik ve örgütsel olarak resmileştirmelerine ve Leninist kuram ve uygulamanın zeminine sağlamca basmalarına yardım etmekti.”(Alexander Sobolev, Üçüncü Enternasyonalin Kısa Tarihi, Sayfa:64)

Üçüncü Enternasyonal kurulduğunda, programatik olarak, proletarya diktatörlüğünün kurulmasını bir çok kapitalist ülke için acil ihtiyaç olarak tarif ediyordu. Programda proletaryanın politik iktidarını kazanmasının, yalnızca hükümetteki bazı kişilerin değişmesine indirgenemeyeceğine, proletaryanın politik iktidarını kazanmasının ancak eski devlet aygıtının ordusuyla, polis kuvvetiyle, burjuvazinin silahsızlandırılmasıyla, bürokrasisinin tasfiye edilmesiyle mümkün olabileceğini açıklamakta ve yerine proleter yönetim örgütlerinin inşa edilmesi ile proletaryanın politik iktidarı kazanabileceğini belirtmekteydi. Üçüncü Enternasyonal kuruluşunu ilan ederek dünya proleter devriminin ilk adımını atmış ve tüm ülkelerin işçilerinin, oportünist görüşlerin etkisi altında kalmadan Leninizm bayrağı altında ideolojik ve örgütsel birliğinin temellerini atmıştı.

Hatalı Bir Birlik Çabası Olarak Macar Sovyet Cumhuriyeti

21 Mart 1919’da Macaristan’da Sovyet Cumhuriyetinin kurulmasında önemli rol oynayan özneler Macar Sosyalist Partisi’ni kurdular. Lenin bu birleşme sürecinin karmaşıklığından ve çeşitli etkilerinden söz etti. Programatik olarak proletarya diktatörlüğünü Macar Sovyet Cumhuriyeti’nin kabul etmesine rağmen Lenin, hızla bilimsel sosyalist olan dünün sosyal demokratları arasında ihanetler ve kararsızlık yaşanabileceğini belirtip, bunun proletarya diktatörlüğünü mahvedebileceği konusunda uyarıda bulundu. Daha sonraki olayların akışı, bilimsel sosyalist bir program benimsemiş olan birleşik partinin safları arasında salt devrimci işçiler değil, proletarya diktatörlüğüne ancak sözde inanan merkezciler ve sağ sosyal-demokratlar da olduğunu gösterdi. Ne yazık ki, Macaristan’da Sovyet egemenliğini sağlamlaştırmak için yiğitçe savaşan bilimsel sosyalistler ve sol sosyalistler, birleşik parti saflarını, hükümet yapılarını ve Sovyet Cumhuriyetinin diğer kurumlarını hain ve kaypak unsurlarından temizleyemediler. Bu unsurlar devrimi en güç anda arkadan vurdular. Sağ kanat sosyal-demokratların ihaneti ve merkezcilerin yufka yürekliliği ve kararsızlığı, uluslararası karşı devrimin Macaristan’daki proletarya diktatörlüğünü alaşağı etmesini kolaylaştırdı. Durum bu vaziyete iken Lenin Macar Sovyet Cumhuriyeti ile ilgili şöyle diyecekti:

“Lenin: Hiçbir devrimci, Macar Sovyet Cumhuriyetinin derslerini unutmamalı, Macar devrimcilerinin reformistlerle birleşmiş olması, Macar proletaryasına pahalıya mal oldu.”(Lenin,Toplu Eserler, Cilt:31, Sayfa:207)

Özetle Lenin, birlik ile ilgili sadece metinsel anlamda bilimsel sosyalist kavramları kabul etmesinden bahsetmemekteydi. Lenin için birlik, ancak öznelerin teorik ve pratik anlamda tahakküm altına alınmasıyla kabul edilebilir bir şeydi. Aksi halde sonuçları pahalıya mal olabilirdi. Hal böyleyken bazı kurumların Birleşik Devrim Hareketinin açıklamasında söylediği “Halk İktidarı” kavramını “sosyalistlerin Kürt hareketi üzerinde hegemonya kurması” olarak yorumlamaktadırlar. Ancak salt halk iktidarı demenin bir özneyi devrimci yapmayacağını herkes bilir. Halk iktidarını uygulayacak bir aygıt sunulmuyorsa(mesela Geçici Devrim Hükümeti) halk iktidarı nasıl egemenliğini kuracağı gerçekten merak konusudur. Ya da açıklamada yer alan özyönetim kavramının teorik olarak nasıl Marksizm-Leninizmle uyumlu olduğu iddia edilebilir? Lenin, sendikalar sorunu üzerinde “özyönetim” anlayışı ile mücadele etmişti. Lenin’in, özyönetimlerin proletarya diktatörlüğünü yıkımına neden olacağını söylediğini herhalde bu birliğe katılan öznelerin “unutmuş” olması gerekiyor.

Yukarıdaki Macar Sovyet Cumhuriyeti örneği şu anda kurulan birlikten ideolojik ve hegemonik olarak kat kat ileri olmasına rağmen Lenin bu birliği eleştirmekteydi. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki öznelerin bu birlik üzerine Marksist-Leninist anlamda kaile değer hiçbir hegemonyası olmamasına rağmen bu birliğe “Leninizm” adına girmesi düşündürücüdür. Yukarıda da gördüğümüz gibi Lenin, “devrimci bir durumda” “bir iç savaş” aşamasında birlik ile ilgili günümüz sözde Leninistlerinden 180 derece farklı bir pozisyondaydı. Çünkü Lenin örgütlerin üye sayısına değil, işçilere ve kitlelere güveniyordu. Lenin için önemli olan nicelik değil nitelikti! Aslında Birleşik Devrim Hareketine katılan bütün özneler kitlelere güvenmemekte, kendilerinin devrimci durumu karşılayabileceğine inanmamakta, her ne kadar yazınlarında komünizmi güncel görseler de gerçekte komünizmi güncel görmemektedirler. Eğer gerçekten komünizmi güncel görüp işçilere ve kitlelere güvenselerdi asla bu kadar geri bir deklarasyon altında PKK ile birlik olmazlardı. Müthiş “devrimci” Birleşik Devrim Hareketinin PKK dışındaki “enternasyonal 9’lusu” işçilerden, emekçilerden çok PKK’ye güvenmekte ve ona inanmaktadır. Bu birlik ancak böyle açıklanabilir!

Üçüncü Enternasyonal’in Üçüncü ve Dördüncü Kongresi

Tarihsel süreçte tüm ülkelerdeki burjuvazi artık hem ekonomik hem de politik olarak emekçi kitlelere karşı saldırıya geçmişti. Proletaryanın iktidarı için devrimci mücadelesinde dünya ölçeğinde bir yavaşlama görülmekteydi. Ancak hala emperyalist savaş sonrası denge yeniden kurulamamıştı. Bu yüzden, sosyalist devrimlerin baştaki büyük hızıyla kesintisiz olarak ilerlediği tespitini bırakıp güncel duruma uygun bir stratejik hat çizilmesi gerekmekteydi. Proletaryanın bugünkü savunma savaşını yönetmek, yaymak, genişletmek ve birleştirmek için bu savaşı akışına uygun olarak nihai politik mücadeleye doğru yöneltmek gerekmekteydi. Bu yüzden Komünist Enternasyonal bu evrede birleşik bir proleter cephe oluşturma işine girdi. Ancak bu aşamada bile Komintern, sağ unsurların birleşik cepheyi İkinci Enternasyonal’le ideolojik bir uzlaşma aracı olarak görmeye çalışmalarına karşı bilimsel sosyalist partilerin oportünistlerle ilkesiz bir blok içine girmelerini kabul etmiyordu. Komintern, bu oportünist yorumun birleşik cephenin gerçekleşmesinde esneklikle devrimci politika ilkelerini sıkı sıkıya savunmayı birleştirmeyi gerektiren taktiklerle ortak hiçbir yanı olmadığını söylüyordu.

“Lenin, birleşik cephe için esnek taktiklerin gereğini savunurken, Parti ve Sovyet hükümetini, dünya bilimsel sosyalist hareketini zayıflatabilecek politik ilke ödünleri verilmesine şiddetle karşı çıktı.”(Alexander Sobolev, Üçüncü Enternasyonalin Kısa Tarihi, Sayfa:187)

Savunma aşamasında bile Komintern, Türkiye’deki sosyalist hareketler gibi bir birlik içine girmemişti. Komintern’in en taviz vermiş hali bile Türkiye sosyalist hareketinden daha “sekter”di! Üstelik Komintern, savunma aşaması için bu tavizleri verirken, Türkiye sosyalist hareketinin “iç savaş” “devrimci durum” tespiti yapıp Birleşik Devrim Hareketi’ne girerken verdiği tavizlerle (aslında hiç taviz vermemeleri gerekmekteydi şayet bahsettikleri gibi bir durum olsa idi.) 20.yy’ın Leninistlerinin verdiği tavizler açısından ilkesel olarak bir benzerlik bulunmamaktadır. Komintern’in taviz olarak adlandırdığı programatik görüşünde ise şöyle denmekteydi:

“Program taslağı, proletaryanın bağımsız kitle hareketinin belirli bir düzeye ulaştığı, proletarya, burjuvazi ve bunlarla ilişki içindeki işçi önderleri arasındaki uçurumun genişlediği, ama proletaryanın çoğunluğunun burjuva demokrasinin çerçevesini kırmaya henüz hazır olmadığı bir dönemde, bir işçi hükümeti talebinin proleter kitlelerin burjuvazi iktidarından kurtuluşunu ilerletmenin uygun bir aracı olduğuna işaret ediyordu… İşçi hükümeti, silahlanmış işçilere dayanarak, biçimsel olarak burjuva sistemi çerçevesi içinde kalmakla birlikte, aslında sermaye sahiplerinin mülkünü ve kapitalist karlarını kullanma haklarını kısıtlayacak bazı politik, ekonomik ve mali önlemler alacaktı. Burjuvazinin direnişi, işçi hükümetini bu kısmi önlemlerin ötesine gitmeye doğal olarak çekecekti ve kitlelere üretim araçlarının burjuva mülkiyetini tamamen ortadan kaldırma gerekliliğini, eski burjuva devlet mekanizmasının ortadan kaldırılıp, proleter diktatörlüğünün kurulması gerektiğini gösterecekti.” (Alexander Sobolev, Üçüncü Enternasyonalin Kısa Tarihi, Sayfa:203)

Özetle Üçüncü Enternasyonal’in savunma aşamasında geliştirdiği “işçi hükümeti” şiarı aslında “geçici devrim hükümeti” şiarı ile birbirine benzemektedir. Lakin Komintern, yükselmekte olan faşizm tehlikesine rağmen ilkesel bir ödün vermemiş ve Marksist-Leninistlerin politik olarak diğer unsurlar üzerinde hegemonya kurmasına devam etmesi gerektiğini belirtmişti. Yani, İşçi hükümeti sloganı, reformistlerin burjuva çıkarları doğrultusunda burjuva partileriyle koalisyon hükümetleri oluşturma çabalarına karşı çıkmak için tasarlanmıştı.


Sonuç olarak, Marksist-Leninistler birlik sevdalısı olamazlar. Birliğe ancak programatik ve reel anlamda diğer unsurlar üzerinde tahakküm kurmak üzerinden birliğe yaklaşırlar. Özellikle “iç savaş” “devrimci durum” “komünizmin güncelliği” “ayaklanmalar yüzyılı” tespitlerini yaptıktan sonra Halkların Birleşik Devrim Hareketi gibi bir yapılanmanın içine girmeye gerek duymazlar. Türkiye sosyalist hareketi bu birliğe girerek programatik anlamda PKK’ye biat etmiş ve PKK’nin sahip olduğu bütün artıları ve eksilere “ortak” olmuştur. İradesini hem eylem hem de program açısından PKK teslim eden bu “enternasyonal 9’lu” böylece kendini tam anlamıyla tasfiye etmiştir. Eskiden özne olan unsurlar artık nesne olmuştur!