29 Eylül 2022 Perşembe

Rusya: Dünya Devriminin Dolaysız Destekçisi

 

Bir önceki yazımızda Brejnev ile Debray’nin askeri yaklaşımlarındaki benzerliklere değinmiştik. Şimdi bu benzerlikleri daha da derinlemesine inceleyip SSCB’nin 20.yy’daki dünyadaki devrimci hareketlerin fikri düzlemdeki yakınlıklarını ele alacağız. Bazı kişilere bu sözler çok iddialı gelebilir ve kafalarda “böyle bir şey nasıl olur”? Soruları canlanabilir, hatta çoğu kişi için bu tarz yakınlıklar tabu olabilir. Ancak nesnel bir gerçeklikle savaşmanın sonunun hüsran olacağını bu tarz düşünen hayal alemindeki Don Kişot’lara bir kez daha hatırlatmak isteriz.


İlk önce SBKP’nin 20.Kongre kararlarının maalesef bütün devrimci dünya kamuoyu tarafından eksik değerlendirildiğini belirtmek isteriz. Evet SBKP’nin 20. Kongre Kararları içte tarihsel bir gerilemeye tekabül ediyordu lakin bu geriliğin aynı ölçüde SSCB’nin dış politikasına sirayet ettiği genellemesi bizleri tarihi hatalı değerlendirmeye ittiğini çok rahatlıkla söylemek zorundayız. Madeni paranın bile iki yüzü var iken SSCB gibi ülkenin “bir anda” yıllardan 1956’da her şart altında gericileştiğini söylemek kişileri ve özneleri burjuva tarih yazımının alanına dahil eder. Evet 1956 yılı buzun çözüldüğü ve çubuğun kapitalist yola kırıldığı bir tarihsel andır. Fakat bu kırılma sürece yayılmıştır ve kendi içinde ilerleme ve gerileme süreçlerini de barındırmaktadır. Kruşçev ile Brejnev dönemi nasıl aynı çizgi üzerinden okunabilir? Ya da Andrapov, Çernenko ve Gorbaçov nasıl aynı potada eritilebilir?


Bir çerçeve çizdiğimize göre bu yazımızın konusu 20. Kongrenin SSCB içindeki iç gericileşmesi olmayacaktır. SSCB’nin genel dış politikası ve ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesine verdiği dolaysız destek olacaktır.


Dış politik değerlendirmemize SSCB’nin Büyük Vatanseverlik Savaşı sonrası kazandığı zaferden sonraki süreci ele alarak başlayacağız. Bilindiği gibi ABD’nin Japonya’ya attığı nükleer bombalardan sonra dünyadaki askeri güç ABD lehine dönmüştü. SSCB, ABD’nin bu kuşatmasını yarmak için Nükleer silah denemelerine başlamış ve 1950’lerin başında ilk nükleer silahlarını geliştirmeye başlamıştır. Kore savaşı süresince iki nükleer güce sahip ülke birbirlerine karşı ilk ‘vekil’ savaşlarını da vermiş oldular.


SORU. -Sovyetler Birliği'nde bir atom bombasının denenmesi dolayısıyla bugünlerde yabancı basında kopan gürültü hakkında ne düşünürsünüz?

YANIT. -Gerçekten, yakında, bizde, atom bombası tiplerinden bir tanesinin deneyi yapılmıştır. ülkemizin saldırgan İngiliz-Amerikan bloku tarafından hücuma uğramasına karşı hazırlanan savunma planı uyarınca gelecekte de çeşitli çapta atom bombalarının deneyleri sürdürülecektir.


SORU. - Üçüncü bir dünya savaşı bugün için mi daha yakındır, iki ya da üç yıl önce mi daha yakındı?

YANIT. -Hayır, [yakın] değildir.


SORU. -Kapitalizm ile komünizmin bir arada yaşaması hangi temel üzerinde mümkündür?

YANIT. - Eğer karşılıklı olarak el birliği etmek isteği bulunuyorsa, eğer yapılan sözleşmeleri yerine getirmeye hazır olurlarsa, eğer başka devletlerin içişlerine karışmamazlık ve eşitlik ilkeleri uygulanırsa, kapitalizm ile komünizm arasında barış içinde bir arada yaşama pekala mümkündür.”(Stalin Son Yazılar)


Görüldüğü gibi Nükleer silahlar dünyadaki savaş mantığını ve pratiğini “devrimci” bir şekilde değiştirmiştir. Nükleer silahların ortaya çıkması yüzünden kapitalist kamp ile sosyalist kamp birbirleri ile bir dünya savaşı düzleminde çatışmaktan özenle kaçınmaktaydı. Ancak minor ve bölgesel savaşlar üzerinden birbirleriyle kesintisiz mücadele etmeye devam etmekteydiler. Bu yüzden ilk olarak Stalin’in kullandığı “barış içinde bir arada yaşama” doktrinini kapitalist kamp ile sosyalist kamp arasındaki bölgesel ve minor savaşların katastrofik yükselişi şeklinde değerlendirmemiz lazım. Stalin gazetecilere bu demeci verirken ABD ile Kore sathında savaşıyordu. Düşünen bir insanın “bu nasıl barış” diye sorması gerekirken bazı sahte sol oluşumlar metinsel düzlem üzerinden hareket edip Stalin’e “uzlaşmacı, sağcı” diye “eleştiri” getirmekten geri durmadı.


Bilindiği gibi insana en acı veren kesiklerin başında kağıt kesiği gelir. Kağıttan kaplan olan emperyalizmin kesiğinin verdiği acıya dayanmak istemeyen “sol” özneler 20. Kongre ile başlayan SSCB’deki iç gericiliği “genelleştirip” SSCB’nin geliştirdiği bütün politik hamleleri mahkum etmeye başlamışlardı. Nasıl bir insanın yaptığı her şey yüzde yüz doğru değil ise SSCB’nin yaptığı her şeyin yanlış, hatalı olamayacağını göremeyecek kadar gözlerini kapamayı seçtiler. Kağıdın kesiğinin meydana vereceği acıdan öyle bir korkmakta ve terörize olmaktadılar ki sorunun kaynağının kendi içsel gerilimleri olduğunu kabul etmemeye kadar durumu ilerletmişlerdi. Emperyalizmin sopası olan kağıt kesiğinin terörize ettiği “özneler” kendilerinin gerilimini “sol” söylem altında maskeleme yolunu tuttu.


Türkiye özgülünde 1956 sonrası meydana gelen bu değişimi en çok eleştiren hareketlerin mevcut konteksteki en sağcı çizgide hareket eden yapılar olduğunu hatırlatmakta fayda var. Halkın Sülalesi ve Aydınlık çevresi 60’ların sonu ve 70’ler sürecinin en sağcı hareketleri olmalarına rağmen metinlerindeki “radikalizm” ile kimse yarışamıyordu. Metinlerindeki radikalizmin sebebinin “kağıt kesiği korkusu” olduğunu aşikardır.


THKP-C’nin 71 sonrası örgütsel yenilgisinden sonra “günah çıkaran” eski THKP-C’liler Aydınlık Gazetesine verdikleri röportajda şöyle demekteydiler:

Aydınlık: THKP-C üzerinde Latin Amerika etkileri ve diğer etkiler nelerdir?

Kamil Dede: Hapishaneye Joao Quaratum'un bir yazısı gelmişti. "Brezilya devrimi ve. Regis Debray”. Kesintisiz Devrim satır satır bu yazı gibiydi. Politikleşmiş askeri savaş kavramı da bu yazıdan alınmıştır.

Necmi Demir: İlk başlarda görüşler tam Che Guevera Lin Biao karışımıydı, eylemler, döneminde Latin Amerika etkisi ağır basıyor. Kaçıştan sonraki Kesintisiz Devrim II-III’de Rusya'ya yaklaşma eğilimi görülüyor.

İlkay Demir: Kesintisiz Devrim II-III' de revizyonist yazar Varga'dan satır satır kopya vardı. Bu yazı Kruşçev'in tezlerine dayanıyor.” (Aydınlık, Yıl:1979)


Bir İnsanın olguları doğru aksettirmesi onu tarihsel süreci ya da hakikati somut bir şekilde değerlendirdiğini göstermez. Eski THKP-C’lilerde benzer bir durum söz konusudur. Evet çoğu metni Sovyetik yayınevlerinden okunup etkilenme sürecine girilmiştir. Evet, Çayan’ın Kesintisiz Devrim II-III metini üzerinde Eugen Varga kitabının etkisi tartışmasız vardır(1 yazının sonunda Varga’nın kitabının benzer yanlarının alıntılarını vereceğiz). Ancak genel sağcı çizginin aksettirdiği gibi “Barış İçinde Bir Arada Yaşama” doktrini Kruşçev’in “icadı” değildir ve sağcı çizginin ifade ettiği bir içeriği kapsamamaktadır. Ne Stalin ne Kruşçev ne de Varga yeni bir dünya savaşı ihtimalini dışlamıştır. Kruşçev’in:


"Bizi sevmiyorsanız, davetlerimizi kabul etmeyin ve sizi görmeye davet etmeyin. Beğenseniz de beğenmeseniz de tarih bizden yana. Sizi gömeceğiz."

(Nikita Kruşçev, Kremlin'deki Bir Resepsiyondaki Konuşması, 17 Kasım 1956)


Söylemi üstü kapalı bir nükleer tehdit ve yeni dünya savaşına yapılmış bir davetiye olduğu kasti olarak sağcılarımız tarafından görmezden gelinmektedir. Kruşçev o kadar “Barış İçinde Bir Arada Yaşama” heveslisi ki Küba’ya balistik füzeler yerleştiriyor ve Emperyalizmin diplomatlarını nükleer silah kullanma ile tehdit ediyor.


SSCB’nin emperyalist kampa topkeyün saldırısı ve ulusal ve sosyalist kurtuluş hareketlerini kesintisiz desteklemesi nükleer güç açısından dünyanın bir numaralı güç olmasıyla bağlantılıdır. Bu da SSCB döneminde Brejnev’in Genel Sekreterliği dönemine denk düşmektedir. SSCB için önemli olan tek şey emperyalist kampı geriletmesidir. Destek verdiği yardım ettiği öznelerin kendisi ile aynı düşünüp düşünmemesinin hiçbir önemi yoktur. Bu durum gerçekten devrimcilik yapmak isteyen özneler için oldukça pozitif bir gelişme iken kağıt kesiğinden terörize olanlar için “niye açıktan destek olmuyor” şeklinde yorumlanmaktadır. Bu beyler, nükleer silahlar çağında açıktan desteğin bir nükleer imha olduğunu göremeyecek kadar kağıt kesiğinden korktukları için kendilerinden politik standartlara uygun bir yorum beklemek oldukça “iyimser” ve saf bir yaklaşım olacaktır.


Jeopolitika her ne kadar burjuvazinin kavram konsepti alanı dahlinde olsa da Çayan’ın aşağıdaki satırları Jeopolitikaya Marksist bir gözden nasıl bakılabileceğinin iyi bir örneğini sunmaktadır.


"Nükleer vurucu güçlerin dünya çapında erişmiş olduğu seviye ve de esas tayin edici olarak da, dev dünya sosyalist blokunun varlığı emperyalistler arası had safhaya ulaşmış olan uzlaşmaz çelişkilerin ekonomik plandan, askeri plana sıçramasına engel olmaktadır. Bir yandan çelişkiler keskinleşip derinleşirken, öte yandan da entegrasyona gidilmektedir."(Mahir Çayan Kesintisi Devrim II-III)


"Vasıtasız İhtiyatlar:

- Kemalist aydın çevre

- Dünya sosyalist bloku

- Sömürge ülkelerdeki, özellikle Ortadoğu'daki milli

kurtuluş hareketleri."

(Mahir Çayan, Stratejik Hedefimiz: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Devrimdir)

Çayan’ın devrimin dolaysız yedeği olarak dünya sosyalist bloğunu görmesi oldukça önemlidir. Keza Ortadoğu’daki milli kurtuluş hareketlerinin ana destekçisinin SSCB olması akıllardan çıkmamalıdır. SSCB’nin içteki gerici politik çizgisine rağmen dünya sathında devrimci mücadelenin gelişmesine ve dünya devrimine isteği dışında sağladığı katkı tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıktır.


SSCB: Ne İstediğiniz de Vermedi?


SSCB’nin dünyadaki devrimci mücadelenin gelişmesine verdiği katkılara birkaç örnek ile değinmekte fayda vardır.


"1970'lerin sonunda, bakanlık ve benim departmanım terörü bir taktik olarak kullanan güçlerle bir dizi ittifaka girdi: Filistin Kurtuluş Örgütü; serbest çalışan Venezüellalı terörist ve suikastçı Ilyich Ramirez Sanchez Çakal Carlos olarak bilinir; ve kendisine Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) adını veren ancak liderleri Andreas Baader ve Ulrike Meinhof'tan sonra Baader-Meinhof çetesi olarak da bilinen Batı Alman terörist grubu. Bu tür ortaklıklara olan hevesimiz, o zamanlar alenen itiraf edebileceğimden çok daha fazla, vakadan vakaya değişiyordu."(Marcus Wolf, Bir İstihbarat Şefinin Anıları, Sayfa: 277)


"Kızıl Tugayların arkasında kim var?

İtalya eski Devlet Başkanı Aldo Moro'nun Kızıl Tugaylar denen tedhiş örgütü tarafından kaçırılması ve sonunda öldürülmesi ile, bu ülkedeki siyasi şiddet olayları doruk noktasına varmıştır. Kızıl Tugaylar, ülkede dehşet yaratmakta, birbiri ardına suikastlerle ülkeyi siyasi kargaşalığa ve istikrarsızlığa sürüklemektedir. Bu terör örgütünün, Çekoslovak gizli servisleri ve KGB tarafından silahla beslendiği ve desteklendiği ortaya çıkmıştır. Kızıl Tugayların mutlaka Sovyetlerle ideolojik görüş birliği içinde olması gerekmemektedir. Tam tersine, Sovyetlerle ideolojik ayrılıklar içinde olması Moskova'nın da işine gelmektedir. Çünkü böylece KGB ve Rusya'nın İtalya'daki terör olaylarıyla somut bağı ve parmağı olduğunu inkar etmek kolaylaşmaktadır. Amaç, bir NATO ülkesini sarsmak ve zayıflatmaktır. Kızıl Tugaylar da KGB'nin elinde bu amaca hizmet eden araçtır."(Aydınlık, Yıl: 1979)


Görüldüğü gibi RAF, Kızıl Tugaylar gibi devrimci mücadele yürüten örgütlere Varşova Paktı ülkelerinin ve SSCB’nin desteği tartışmaya yer bırakmayacak şekilde açıktır. Doğu Alman Dış İstihbarat Servisi HVA’nın eski başkanı Marcus Wolf’un anıları bu konuda tarihsel bir önem ihtiva etmektedir. Gözünün üstünde kaşın var tarzı eleştiri sunma alışkanlığı olanlar tabi ki bu süreci eleştirmeye kalkacaktır. Tabi ki bizim asıl yapmak istediğim şey sizlere bir tarih dersi vermek değildir. Sizlere güncel politik süreçler üzerinde bir değerlendirme de sunmak istiyoruz.


Ukrayna’ya Özel Askeri Operasyon: Kılıçlar Çekildi Bu Bir Nükleer Düello


Bilindiği gibi ABD, SSCB yıkıldığından beri Rusya’yı kuşatma ve bölme politikası altında yerel vekiller kullanarak Rusya’ya saldırmaktadır. Aktörler zaman içinde değişse bile ABD’nin politik hedefleri değişmemektedir. ABD’nin sahadaki son müttefikleri ise Faşist Ukrayna Devleti ve Ukrayna’nın Neo-Nazi paramiliter ordu mensuplarıdır. Rusya’nın başlattığı özel operasyondan önce Rus ve Ruşça konuşan azınlığa etnik soykırım yapan, Rusça konuşulmasını yasaklayan, Sendika binalarında insanları diri diri yakan, Komünist partileri kapatan ve Sovyet sembollerini yasaklayan, Rus azınlığın kafalarını kesip toplu mezarlara gömen terörist bir devletti Ukrayna. Haliyle Rusya şu anda içte kapitalist bir devlet olmasından dolayı gerici yanları olsa da dış politikada dünya devriminin dolaysız müttefiği durumundadır. Rusya kendi varlığını devam ettirmek için ABD’yi ve emperyalizmi geriletecek bütün öznelere kesintisiz destek sunmaya son derece açıktır. Medvedev’in gerekirse nükleer silah kullanabiliriz(2 ilgili kısım notlarda verilecektir) açıklaması artık Rusya’nın geri adım atacak imkanı kalmamasından kaynaklanmaktadır. Rusya için bir adım daha geri adım atmak uçurumdan düşmek demektir. Özellikle Konstantin Yaroshenko’nun Rusya’ya iade edilmesi ve yakında Viktor Bout’un Rusya’ya iade edilecek olması gerçekten devrimcilik yapmak isteyen bütün öznelere inanılmaz bir alan sunmaktadır. Rusya bütün dünyaya “ne istiyorsunuz da vermiyoruz” demektedir. Putin’in aşağıdaki açıklamaları ABD ile politik derdi olan herkese yeşil ışık yakma şeklinde okunmalıdır.


"Rusya Federasyonu Komünist Partisi Merkez Komitesi Başkanı, Komünist Parti Devlet Duması grup lideri Gennady Zyuganov: Sayın Başkan,

Ve yeni stil ve fikriniz: çıkmaza mı girdi? Kapitalistler sadece çıkmaza girmezler. Çıldırıyorlar. Tek panzehir var çünkü kapitalizm sadece Nazizm, faşizm ve Bandera hareketlerini yaratıyor. Sosyalizmden başka hiçbir şey onu yenemez.

Bu nedenle bir sonraki konuşmanızda sosyalist hedefler belirlemenizi bekliyorum. Birleşik Rusya'nın bile destekleyeceğini düşünüyorum. Vyacheslav Volodin gülümsüyor, bu fikri beğendiğini görebiliyorum. Devlet Duması'ndaki ana konulardaki önemli oturumlara başkanlık eder. Son zamanlardakilerden biri, eğitim üzerine parlak bir oturumdu. Eğitim yasamızı herkes için uygulamaya hazırız...Toplumun konsolidasyonu ve desteği bugün ana konudur. Bandera'nın ve Amerikan küreselizminin destekçileri olan Nazizm'e karşı ortak bir mücadelede ulusal güvenliği ve birliği güçlendirme konusundaki adresinizi ve politikanızı destekleyeceğiz. Bu bir prensip meselesidir ve bizim tarihsel hayatta kalmamızdır.

Teşekkürler.

Vladimir Putin: Çok teşekkür ederim.

Rusya Federasyonu Komünist Partisi üyelerinin tam olarak bu pozisyona bağlı olduklarından şüphem yok. Sosyalist düşünceye gelince, bunda kötü bir şey yok. Bu fikri özellikle ekonomik alanda ete kemiğe büründürmeliyiz. Bazı ülkeler buna özünü vermiştir ve bu, piyasa düzenleme biçimleri vb. ile bağlantılıdır. Bu fikir oldukça etkili bir şekilde çalışıyor. Buna bakmamız gerekiyor.

Devletin katılımı ile ilgili olarak, ilgili tartışma bu katılımın kapsamı ve biçimleri üzerinde odaklanmaktadır. Devletin ekonomik faaliyetlerini nasıl düzenlemesi gerektiğini görmeliyiz. Bunu tartışmalarımız sırasında kesinlikle ele alacağız. Halkın ve ülkenin çıkarlarının tehlikede olduğunu idrak ederek bu çözümleri bulacağımızı düşünüyorum.

Çok teşekkürler."


Rusya hem iç hem de dış politikada ABD ve emperyalizmle yaşadığı sorunlar yüzünden keskin bir kopuş yaşamanın eşiğindedir. Ve bu kopuşta dünyadaki bütün devrimci nüve barındıran yapılarla karşılıklı kazan-kazan temelinde ilişkiye girmek istemektedir. Ancak Avro-Komünizmin yereldeki yansıması olan ‘Ortadoğu Sosyalizminin’ temsilcileri tarafından bu olumlu gelişme görmezden gelinmektedir. Kağıt kesiğinden terörize olan emperyalizme biat etmiş bu özneler bu süreçte direkt “sol” söylem maskesi takıp “Rusya”ya “sol”dan saldırıp ABD ile politik olarak aynı düzlemde yer almışlardır. Rusya’ya açıktan karşı çıkmayıp cılız bir şekilde “Donetsk ve Luhansk Halkının Yanındayız” açıklaması yapanlar ise ağzı başka konuşup zihninde AB ve ABD’nin çizdiği koşullarda siyaset yapmaya devam etme niyetleri olduğu için Rusya tarafından hayal kırıklığı ile karşılanmıştır. Toparlarsak geçmişte de günümüzde de devimci bir tutum almaktan kaçınmak için “sol” söylemler piyasaya sürülmekte ve Emperyalist-kapitalist sistemle uzlaşmanın üstü örtülmeye çalışmaktadır. Artık Türkiye’de bütün yapılar ‘Ortadoğu Sosyalizminin’ alanı dahilinde dükkanlarını açmış bulunmaktadırlar. Bu dükkanlar kapanmadan devrimci bir mücadele yürütmek bölgedeki öznelerin içsel dinamikleri yüzünden yakın bir gelecekte pek mümkün görünmemektedir.


Notlar:


1: “BÖLÜM V: KAPİTALİZMİN GENEL KRİZİNİN YENİ (ÜÇÜNCÜ) AŞAMASI
Kasım 1960'ta Moskova'da yapılan Komünist ve İşçi Partileri Temsilcileri Toplantısı tarafından yayınlanan bildiri, Komünist ve İşçi partilerinin programatik belgeleri, SBKP'nin Yirmi İkinci Kongresinde yapılan konuşmalar. ve C.P.U.'nun Programı, mevcut dünya durumunun derinlemesine bir analizini sağlar ve daha fazla gelişme için beklentileri gösterir. Çağımızın ana içeriği, başlangıcı Rusya'daki Büyük Ekim Sosyalist Devrimi olan kapitalizmden sosyalizme geçiştir. Bu, iki karşıt dünya sosyal ve ekonomik sistemi arasındaki mücadele çağıdır, sosyalist devrimler çağı ve ulusal kurtuluş devrimleri çağı, emperyalizmin çöküşü ve sömürgeci sistemin ortadan kaldırılması çağıdır, giderek dünyadaki daha fazla halk sosyalizm ile komünizmin dünya çapındaki zaferi yolundaki çağa giriş yapıyor.”(Eugen Varga 20. Yüzyıl Kapitalizmi)


“Sovyetler Birliği, yalnızca atom silahlarındaki Amerikan tekelini kırmakla kalmadı, aynı zamanda bilim ve teknolojinin bazı çok önemli dallarında, özellikle en modern silahlar alanında ABD'nin önüne geçti; bu, sosyalist dünyanın dünya meselelerinde belirleyici bir rol oynamasını sağlayan önemli bir faktör olmuştur. Bu tesadüfi bir şey değildir, ancak nihai analizde, sosyal sistemin farklı doğasından kaynaklanmaktadır...Kapitalizmin genel krizinin yeni aşamasının belirgin özelliği, bir dünya savaşıyla bağlantılı olarak değil, iki sistem arasındaki rekabet koşullarında, güçler dengesinin giderek daha fazla değiştiği koşullarda ortaya çıkmış olmasıdır. Sosyalizm lehine ve emperyalizmin tüm çelişkilerinde büyük bir şiddetlenme var. Barışsever güçlerin barışçıl bir arada yaşamanın kurulması ve güçlendirilmesi için başarılı mücadelesinin, emperyalistlerin saldırgan eylemleriyle dünya barışını bozmalarına izin vermediği koşullarda, kitlelerin demokrasi, ulusal kurtuluş, sosyalizm ve özgürlük mücadelesinde bir yükseliş durumu mevcuttur...Sosyalist kampın gücü, tüm sosyalist ülkelerin toplamından çok daha fazladır. Sosyalizmin, kapitalist dünyada, sermayeye karşı ekonomik ve politik mücadeleye girişen işçi sınıfının da aralarında bulunduğu güçlü destekçileri vardır. Özellikle Marksist-Leninist partilerin rehberliğinde kapitalist sistemin yıkılması için siyasi mücadele yürüten proletaryanın öncüsü vardır. Sosyalizmin destekçileri arasında toprak ağalarına ve tekelcilere karşı savaşan köylüler, emperyalistlere karşı mücadele eden sömürge halkları ve eski sömürge ülkeleri vb. vardır.”(Eugen Varga 20. Yüzyıl Kapitalizmi)


Kapitalizm ile sosyalizm arasında bir savaş olarak üçüncü bir dünya savaşı, tüm ülkelerin halkları barış mücadelesinde aktifse ve savaş sorununa aklı başında düşünebilen kapitalist devletler tarafından karar verilirse, çıkması pek olası değildir. Modern silahlarla yürütülen bir savaşın, zaferin onları telafi edemeyeceği kadar büyük can ve malzeme kayıplarına yol açabileceğinin, Sovyetler Birliği'nin roketteki üstünlüğünün kanıtlanmış bir gerçek olduğunun ve halkın ezici çoğunluğunun iradesi (büyüyen barış hareketinin gösterdiği gibi) kapitalist sistemin sonu anlamına gelir bunun burjuva devlet adamları tarafından gerçekleştirilmesi bir üçüncü dünya savaşını pek olası kılmaz.”(Eugen Varga 20. Yüzyıl Kapitalizmi)


Ancak militaristlerin sorumsuzca davranışları ve hatta radar sinyallerinin yanlış yorumlanması sonucu, kapitalist ülkelerde şakayıkların iradesine ve aklı başında devlet adamlarının iradesine karşı bir üçüncü dünya savaşı başlatılabilir. Emperyalist ülkelerdeki nefretin kör ettiği silah temininden çıkar sağlayan tekeller, militaristler ve sosyalizm düşmanları, genel ve tam silahsızlanmayı ve gerçek barışçıl bir arada yaşamayı engelliyor ve engellemeye devam edecek...Emperyalist ülkeler ve kapitalist kamptaki muhalif gruplar arasındaki mücadele devam edecektir. Kaçınılmaz muazzam kayıplar ve zafer durumunda olası kazanç arasındaki eşitsizlik ve özellikle kapitalist sistemin kaderine ilişkin korkular, bu gruplar arasında bir savaşın çıkmasını önleyecektir. "Küçük" savaşlar, özellikle yarı-sömürgelerin emperyalist boyunduruktan (Güney Amerika) kurtuluşu için yapılan savaşlar hem olası hem de mümkündür. Gelişmiş kapitalist ülkelerde sermayenin yoğunlaşması ve daha hızlı teknik ilerleme, kalıcı işsizler ordusunun artmasına yol açacak ve sınıf mücadelesini şiddetlendirecektir.”(Eugen Varga 20. Yüzyıl Kapitalizmi)


2:“Medvedev: Rusya’ya katılan toprakları korumak için nükleer dahil her silah kullanılabilir

Medvedev, Telegram hesabından yaptığı açıklamada, "Referandumlar yapılacak ve Donbass cumhuriyetleri ile diğer bölgeler Rusya'ya kabul edilecek. Bağlanacak tüm toprakların koruması, Rusya Silahlı Kuvvetleri tarafından önemli ölçüde güçlendirilecek. Rusya, bu korumanın sağlanması için yalnızca seferberlik imkanlarını değil, stratejik nükleer silahlar ve yeni ilkelere dayanan silahlar da dahil herhangi Rus silahını kullanabileceğini ilan etti" dedi.”(Sputnik Türkiye)


10 Mayıs 2022 Salı

Regis Debray ve Leonid Brejnev’in Askeri Yaklaşımlarının Benzerliği Üzerine

 

Regis Debray ve Leonid Brejnev’in Askeri Yaklaşımlarının Benzerliği Üzerine

 

Yaşam bildiğimiz üzerine inişlerle ve çıkışlarla doludur. Hayatta her planladığımız, tasarladığımız ve teorize ettiğimiz düşünce modelleri bire bir edimsel hale gelmiyor. Ya da daha yalın bir biçimde söyler isek: “evdeki hesap çarşıya uymuyor”.  Bundan dolayı tarihin belli anlarında ideolojik olarak oldukça zıt olduğu bilinen kişiler, özneler, yapıların oldukça benzer yanlarını görmek herkes için ironik olabilir. Ancak bu durum yaşamın kendisinden başka bir şey değildir.

"Mao'nun Japonlara Karşı Gerilla Savaşının Stratejik Sorunları adlı incelemesi, Fidel'le Che'nin eline 1958 Yaz taarruzundan sonra geçmiş, sıkışık bir durumda uygulamak zorunda oldukları eylem tarzlarını kitapta aynen gördüklerinde çok şaşırmışlardır.” (Regis Debray, Devrimde Devrim Mi?)

 

Aslında Debray gerçekliğin bir ucundan yukarıdaki değerlendirmeden de anladığımız gibi yakalamıştı. İki farklı Marksist ekol ve okul arasındaki benzerlikleri meşhur kitabında kendi itiraf etmişti. Aslında  farkında olmadan Fidel, Amerika’yı yeniden keşfetmişti!  Debray meşhur kitabındaki üç satır değerlendirme ile bütün konjonktürel okullu Marksist düşünce tarzını parçalara ayırdığının bilincinde olup olmadığı tartışmalı olsa da fiili olarak tam da bu “şabloncu” kafa yapısını tarihten silmiş olması “Devrimde Devrim Mi?” kitabının en önemli özelliğini meydana getirmektedir. Bu Anti-Markist, nato mermer nato kafa düşünce ekolleri kendi ‘soyutlama’ yeteneklerini belirli mitler üzerinden inşa etmektedirler.

Sovyetik ekolden geldiğini iddia edenler Latin Amerika devrimci hareketini “kitle çalışmasını yadsıyan” “kitleden kopuk hareket eden”,  “belli bir programdan yoksun hareket eden”, “propagandif çalışma yerine salt silahlı eylem yapan”, “gözü dönmüş bireysel terörist topluluk” olarak görmekte bu deli saçması, ortaçağ bağnazlığından kalma Marksizm dışı görüşlerini komünist çizgi diye lanse etmektedirler.  Lakin bu ekol Latin Amerikalı gerillaların çıkardığı “Özgür Küba” gazetesi ve propaganda için kurdukları Radio Rebelde ile ilgili derin sessizliklerini korumaktadırlar. Bu anlamlı suskunluk karşısında sormak lazım bu kitle çalışması değil de nedir?

“Kitleleri ikna etmek için onlara hitap edilmeli, yani konuşmalar, açıklamalar ve duyurular yapılmalı, "kitle çalışması" denilen politik çalışma sürdürülmelidir. Bu noktada ilk savaşçı nüvesi, dağlık alanlarını kapsayan, köylere giren, toplantılar düzenleyen, farklı yerlerde konuşmalar yapan, küçük propaganda devriyelerine ayrıştırılacaktır. Bu çalışmalarda amaç, devrimin toplumsal hedeflerini izah etmek. köylülerin düşmanlarını şiddetli bir dille eleştirmek, tarım reformu ve hainlerin cezalandırılması gibi hususlarda vaatlerde bulunmaktır Eğer köylülerde kimi şüpheler varsa, kendilerine yönelik güvenleri, onlara devrime ve kendilerine hitap eden devrimcilere inanç aşılanarak kazandırılmalıdır. Açık ve gizli tüm hücreler köylerde örgütlenecek, sendikal mücadeleler desteklenecek veya bu yönde ilk adımlar atılacak, devrimin programı tekrar tekrar anlatılacaktır. Ancak bu safhanın sonunda kitlelerin aktif desteği kazanıldıktan sonra, sağlam bir artçı birliği, muntazam ikmal, geniş bir istihbarat şebekesi, hızlı bir posta ve gerilla toplama merkezi ile gerillalar düşmana karşı doğrudan harekete geçilebilecektir. Silahla propagandanın eylem hattı bu şekildedir.” (Regis Debray, Devrimde Devrim Mi?)

 

Yukarıdaki satırları Regis Debray değil de Sovyetik ekolden gelen bir partinin genel başkanı yaptı desek buna itiraz edecek “Sovyetik ekolün üyesi” az çıkar ama dünyaya ad hominem baktıkları için yazarın ismini gördüklerinde elbette “eleştirecek” bir şey bulacaklarına şüphemiz yoktur. Bu sözde Marksist “ayaklanmacı” ekol Marksizmin(Sovyetler Birliğinin) gerilla mücadelesine karşı olduğunu “düşünür” ve bunu bütün propaganda “teknikleri” ile yayar! Lakin bu ekol Çin’deki gerilla mücadelesinin oluşturulması noktasındaki motor gücü görmezden gelir. Bu gücün somutlaştığı tarihsel özneleri merak mı ettiniz hemen söyleyelim! Tabi ki Komünist Enternasyonal ve Sovyetler Birliği!

"Komünist Enternasyonal, Çin Kızıl Ordusu tarafından korunan arazi üzerinde Sovyet rejimi kurup sağlamlaştırmayı, burada toprak reformu uygulamayı, Sovyet bölgelerinin dışındaki bölgelerde köylü hareketini ve partizan savaşını geliştirmeyi, kentleri kuşatmayı salık verir."

(George Cogniot, Komünist Enternasyonal, Sayfa: 119)

 

Yavaş yavaş gözlerimizin üzerindeki tülü de çekmeye başladığımıza göre belli olguların okuyucu için daha net olduğunu düşünüyorum. Hazırsanız Debray’in metni ile Brejnev’in metinlerini karşılıklı okuyarak mevcut mitleri yok edelim.

 

Mitleri Parçalıyoruz!

 

Leonid Brejnev, Büyük Vatanseverlik Savaşında(Resmi Türkçe basımlarda Büyük Anayurt Savunması diye geçer) Malaya Zemilya çıkarmasına katılan ve orayı 255 gün Hitler kuşatmasına karşı savunan fedakar bir Sovyet askeri ve siyasi şube üyesi olarak görev yapmıştır. Kendisinin askeri başarılarından sonra SBKP Genel Sekreteri olması da oldukça önemlidir. Brejnev bu savaş sırasında siyasi şubeye mensup olmasına rağmen cephede en önde yer almış ve defalarca ölümden dönmüştür. “Zaman zaman uzağımıza, zaman zaman da yakınımıza düşen bombalar muazzam su kütlelerini kaldırıyor ve su, projektörlerle ve mermilerin rengarenk alevleriyle aydınlanarak gök kuşağının bütün, renkleriyle parlıyordu. Her an bir darbe bekliyorduk, ama yine de darbe beklenmedik bir biçimde geldi. Hatta ne olduğunu bir anda anlayamadım, ilerde bir gümbürtü koptu, bir alev sütunu yükseldi, gemi paramparça olmuş gibiydi. Gerçekten de öyle olmuştu Teknemiz mayına çarpmıştı, Kılavuzla yan yana duruyorduk, patlama bizi havaya fırlatmıştı... Neyse ki, suya, gemiden oldukça uzağa düştüm. Suyun yüzüne çıktığımda geminin yavaş yavaş battığını gördüm. Bazıları da benim gibi patlamayla suya fırlamışlardı, diğerleri ise kendileri suya atlıyorlardı. Küçüklüğümden beri iyi yüzerdim, ne de olsa Dnieper'de doğmuştum ve su üzerinde güvenle durabiliyordum. Kendime gelerek etrafıma baktım ve her iki motobotun yedek halatlarını bırakıp ağır ağır bize doğru yaklaştığını gördüm.” (Leonid Brejnev, Küçük Toprak- Anti Faşist Savaş Anıları) Daha Malaya Zemilya’ya adım atmadan ölümden dönen Brejnev, Sovyetik ekolden geldiğini iddia eden kişilerin aksine parti-ordu ayrımını fiiliyatta işletmemiş ve savaşta hayatını kaybeden 5 milyon komünist partisi üyesi gibi savaşta en önde yerini almıştır.

 

Metinleri Karşılaştırma

 

“Özetle, politik mücadele ve silahlı mücadele el ele ilerler, biri zayıfsa diğeri de zayıftır...Ekim ayında Che, o sırada 60 kişiye çıkan kolu ile Hambrito Vadisi'nde bir üs kurmaya kalkıştı. Burada daimi bir ordugah kurdu, fırın inşa etti, ayakkabı tamiri atölyesi ve bir hastane açtı. Eline geçirdiği bir teksir makinesiyle El Cuba e Libre (Örgür Küba) isimli derginin ilk sayısını bastı ve kendi ifadesine göre nehirden elektrik elde etmek için planlar yapmaya başladı…...Belirli koşullar altında politik güçle askeri güç ayrı değildir ve çekirdeğini gerilla ordusunun teşkil ettiği halk ordusundan oluşan organik bir bütün meydana getirir. Öncü parti gerilla gücü formunda var olabilir. Gerilla gücü embriyo halindeki partidir…Halkın ordusu, kendi kendisinin politik otoritesidir. Gerillalar. birbirinden ayrılması mümkün olmayan bu iki rolü de oynamaktadırlar, Komutanları, savaşçılar için birer politik eğitimci: politik eğitimcileri birer komutandırlar...Parti halk ordusunun değil, halk ordusu partinin çekirdeğini teşkil edecektir.” (Regis Debray, Devrimde Devrim Mi?)

 

Burada Büyük Anayurt Savaşı cephelerinde üç milyon yiğit Komünistin öldüğünü hatırlatmak yerinde olacaktır. Ve beş milyon Sovyet yurtseveri savaş yıllarında Parti saflarını takviye ettiler. Savaşa bir komünist olarak gitmek istiyorum! Bu destansı sözleri, savaşlar çetinleştikçe daha sık olmak üzere, hemen hemen her çarpışma öncesi duyuyordum. İnsan hangi avantajları elde edebilir, bir ölümcül çarpışma arifesinde Parti ona hangi hakları verebilirdi? Sadece tek bir ayrıcalık, sadece tek bir hak, sadece tek bir yükümlülük: ilk olarak hücuma kalkmak, ateşi karşılamaya ilk olarak atılmak...Aslında tüm Malaya Zemlya büyük bir yeraltı kalesine dönüşmüştü. Emin bir biçimde gizlenen 230 gözetleme noktası bu kalenin gözleri, 500 ateş sığınağı ise zırhlı yumrukları olmuştu. Onlarca kilometre irtibat hendeği, binlerce atış siperi, hendekler açıldı. İhtiyaçlar kayaların içinde galeriler oymayı, yeraltı cephane depoları, yeraltı hastaneleri ve yeraltı elektrik santrali yapmayı zorunlu kılıyordu. Bu koşullarda sadece hendeklerde yürümek zorunda kalıyordu. Bu kolay bir iş değildi, ama buradan bir an başını uzatsan sonun geldi demekti. Herkes uzun bir süre oturup kaldı, ve sonra faşistler geri çekilmeye başladığında bazı askerlerde bizim verdiğimiz adla, oturma hastalığı baş gösterdi…Okuyucuda savaş alanındaki binlerce insan sadece hücumlarla, bombardımanlarla, göğüs göğüse çarpışmalarla yaşıyorlardı gibi bir izlenim uyanabilir. Hayır, burada uzun bir zaman süresince insanın alıştığı her şeye yer veren bir hayat kökleşmişti. Gazete okunuyor ve basılıyordu, parti toplantıları yapılıyor, bayramlar kutlanıyor, konferanslar dinleniyordu. Bir satranç turnuvası bile düzenlendi. Ordu ve filo şarkı ve dans toplulukları konserler veriyor, savunma kahramanlarının portrelerinden oluşan büyük bir galeri kuran ressamlar, V. Porokov, V. Tsigal. P. Kirpiçev çalışmalarını sürdürüyorlardı. Bir gün 255. Deniz Piyade Tugayı Siyasi Şube Başkanı I. Dorofeyev, tugayında onbeş kent, bölge ve köy sovyeti üyesi bulunduğunu gördü. Bir toplantı yapmaya karar verdiler. Hangi sorunları çözümleyebilirlerdi? Evet, aynı barış günlerindeki sorunları: Halkın ihtiyaçları kamu hizmetleri, İlk olarak hamam yapımı sorununu çözümleyebilirlerdi. Evet, aynı barış günlerindeki sorunları çözümleyebilirdi. Evet, Halkın ihtiyaçları, kamu hizmetleri sorunları. İlk olarak hamam yapımı sorunu çözümlendi. Ve hamamı yaptılar!"

(Leonid Brejnev, Küçük Toprak- Anti Faşist Savaş Anıları)

 

Kendi anılarını okuyan kitlenin merakını gidermeye çalışan Brejnev neredeyse 70 sayfa yazmasına rağmen “siyasal” bir çalışma bekleyen “Sovyetik” okuyucularının merakını şu sözlerle gidermeye çalışmıştır:

 

V

Herhalde, okuyucu benden parti siyasi çalışmaları hakkında birşeyler anlatmamı bekliyordur. oysa aslında çoktandır bu çalışmadan söz ediyorum. Çünkü Malaya Zemlya askerlerinin dirençliliği bu çalışmaların bir sonucuydu, Çünkü savaş alanında düzene sokulan yaşantı, askerlerin gücünün ve saglığının korunmasına gösterilen özen, zamanında gönderilen uçaklar, bir sessizlik anında yapılan neşeli şakalar ve hücumlarda gösterilen yiğitllk, insanların sonuna kadar insan kalması, bütün bunlar parti-siyasi çalışmalarının sonucuydu. Bu nedenle bu çalışma genel olarak anlatılanlardan zordur, ve herhalde, gerekli de değildir. Bizim siyasi Şube görevlilerinin çoğu, siyasi yönetmenler, konsomol sekreterleri, propagandacılar doğru tavrı bulmayı başarıyor, askerler üzerinde otoritelerini kullanıyorlardı. İnsanların, kendilerini direnmeye çağıran kişinin en güç anlarda onlarla aynı safta olacağını, yanlarında kalacağını, elinde silah onların önüne düşeceğini bilmeleri önemliydi. Demek ki, eylemde, yani çarpışmalarda verilen kişisel örnekle pekiştirilen inançlı parti sözü başlıca silahımızdı. İşte bu nedenle siyasi görevliler silahlı kuvvetlerin ruhu oluyordu.

Pek tabii ki, saldırı ya da savunma operasyonlarının hazırlığına katılıyor, onlar olmadan askeri eylem planları hazırlanamıyordu.. Kolonin, bana şöyle dedi:

Nereye gidiyorsun?

-Sen askeri Sovyet üyesisin, diye yanıtladım

bense siyasi şube başkanıyım, iki adım önde yürümem gerekiyor...Bizim makinalı ise susuyordu. Bir asker ölen makinalı tüfekçiyi kenara çekti. Değerli saniyeleri boşa geçirmeden makinalı tüfeğe atıldım.

O anda alan benim için üzerinde faşistlerin koşuştuğu dar bir toprak şeridi kadar küçülmüştü Ne kadar sürdü, hatırlamıyorum. Bütün benliğimi bir tek düşünce kaplamıştı. Durdurmak gerek!"

(Leonid Brejnev, Küçük Toprak- Anti Faşist Savaş Anıları)

 

Askeri ve siyasal komutan Brejnev tam da Debray’ın aşağıdaki sözlerin bütünleşmiş hali gibiydi:

Gerillalar. birbirinden ayrılması mümkün olmayan bu iki rolü de oynamaktadırlar, Komutanları, savaşçılar için birer politik eğitimci: politik eğitimcileri birer komutandırlar...Parti halk ordusunun değil, halk ordusu partinin çekirdeğini teşkil edecektir." (Regis Debray, Devrimde Devrim Mi?)

 

Görüldüğü gibi Sovyetler savaş anında creme de la creme tabakasını korumuyor(parti üyeleri ve yöneticileri), yurtdışına kaçırmıyor aksine cephenin en ön safına yolluyor ve ilk ben olmalıyım şiarından hareket ediyor.  Özetle Sovyetlerde, Büyük Vatanseverlik Savaşı sırasında ordunun en kahraman unsurları ileriki aşamalarda SBKP ve devlet yönetimi içinde önemli pozisyonlar elde etmiştir. Sovyetlerde halk ordusu(kızıl ordu) partinin çekirdeğini teşkil etmiştir.  SBKP’yi teşkil eden kadroların 1956’dan sonraki politik savrulmaları elbette ki bu yazının konusu değildir. Keza Brejnev’in  SBKP Genel Sekreteri olduktan sonraki  anti Marksist tutumları da bu yazımızın konusu dışındadır. Keza Debray’in zaman içindeki politik savrulması ve “François Mitterand”ın danışmanı olması da gündemimiz değildir. Olaylara ad hominem yaklaşacak kişiler bu tarz örneklerden konuyu bağlamından koparmayı elbette deneyeceklerdir.  Lakin okuyucu devrimci mücadele yürüten öznelerin farkında olmadan hayatın zorlamasıyla belli benzerliklere sahip olması gerektiğini aklında tutmalıdır. Tıpkı devrim kaçkını oluşumların farkında olmadan hayatın zorlaması ile aynı düzlemde sıralanması gibi. Türkiye ikinci açıklamaya uymaktadır. En reformistinden, en Troçkistine, en Stalinistine, en Narodniğine hepsi aynı düzlemde.  Malaya Zemilya’ya çıkıp göğüs göğüse faşizme diz çöktüren Brejnev’i değil de onun SBKP Genel Sekreterliği döneminde partilerden ve salon toplantılarından çıkmayan Brejnev’i ve benzerlerinin izinden giden “solu” ya da sahte solu bu topraklar kabul etmiyor ve etmeyecek. Brejnev kadar bile olamıyorsunuz!