17 Kasım 2013 Pazar

Türkiye’deki Faşist Yapının Son Halkası:Tayyip Erdoğan ve AKP

Siyasal ideoloji ve tarihle ilgilenen uzmanlar faşizmi genellikle Hitler ve Mussolini dönemi ile sınırlı tutmaktadırlar bazı uzmanlar Latin Amerika’da 70’lerde yapılan askeri darbelerin faşizm olmadığını iddia etmektedirler. Çünkü bu tarz faşist diktatörlüklerin Hitler’in faşist anlayışı ile bazı farklılıkları olmalarından dolayı 70’lerdeki askeri diktatörlüklerin faşizm olarak tanımlanmasının yanlış olduklarını belirtmiştirler.

Fakat faşizmin sadece Hitler dönemindeki faşizmden sınırlı olmadığını tespit etmemiz gerekir. Faşizm zamana ve mekana göre değişiklik gösterir. Yani faşizm zaman içinde ve zaman değişmese bile farklı coğrafi ve ekonomik ilişkilerin oldukları bölgelerde bir takım farklılıklar göstermektedir. Bundan dolayı 70’lerdeki Latin Amerikadaki askeri diktatörlüklerde faşizmin alanına girmekte aynı zamanda günümüzde Türkiye’nin siyasal rejimi de faşizm  içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Kurulduğu günden beri faşizmle yönetilen Türkiye’de 70’li yıllarda “gizli faşizm” biçimine bürünen rejim artık zaman içinde gizliliğini yavaş yavaş lağvetmeye başlamış ve Tayyip Erdoğan zamanında açık faşizme dönüşmesine ramak kalmıştır.

Türkiye Cumhuriyetinin eskiden kafalara koyduğu duvarlarla yetinmeyip “güçlü Türkiye” şiarıyla yola çıkan Erdoğan ırkçı düşüncelerini demokratikleşme kisvesi altına gizlemekte, bir dediği bir dediğiyle uyuşmayan cümleler söylemekte, bunla da yetinmeyip “kalkınma” maskesi altında barajlar,yollar yaparak halkların istediği meşru hakları boğmaya çalışmaktadır. Çünkü sınıra baraj yaparak Kürt halkının Türkiye’ye girişini engellemeye çalışmakta, yollar inşa ederek askerlerin bir yerden bir yere gidişini kolaylaştırıp halkı öldürmenin ya da hapse atmanın imkanını oluşturmakta, kalekollar yaparak açlığa terk ettiği insanları sınır ticareti yaptığı için kuş avlar gibi avlamanın hayalini kurmaktadır bunu yaparkende “terörle mücadele” şiarını dilinden düşürmemektedir.

İsrail’in Filistin’e ördüğü duvarların aynısını Rojava sınırına örmeye çalışarak Anadolu’nun İsrail’i olduğunu tekrar tekrar kanıtlamaktadır. Fakat bunu halktan gizlemek için “one minute” diye öğretmeni olduğu İsrail’e sözde rest çekmektedir. Mısır’da devlet görevlilerinin öldürdüğü çocuk için ağlarken ekmek almak için başından gaz kapsulü ile vurulan ve halen komada Berkin Elvan için ağzını bıçak açmamaktadır. Berkin için adalet eylemlerini plastik mermi ve gaz bombalarıyla terörize etmekten başka bir şey yapmayan Erdoğan’ın “ileri demokrasi” şiarı “ileri faşizm”den başka birşeyden oluşmadığı artık gün gibi açıktır. Ne demek istediğimizi daha da açmak için önce faşizmi tanımlayalım:

“Faşizm ne sınıfların üstünde var olan bir güç, ne de küçük burju­vazinin ya da yozlaşmış proletaryanın (lümpen prole­tarya) finans kapital üzerindeki iktidarıdır. Faşizm finans kapital iktidarıdır. Faşizm finans kapital ik­tidarının ta kendisidir; işçi sınıfı ile köylülerin ve aydın kitlenin devrimci kesimlerine karşı örgütlenmiş bir yıldırıcı öç alma hareketidir. Dış siyaset açısından faşizm en kaba biçimiyle bağnaz bir milliyetçiliktir; öteki uluslara karşı kini körükler.”(Dimitrov, Faşizme Karşı Birleşik Cephe,Sayfa:88,Evrensel Basım Yayın)

Genelde insanların Tayyip Erdoğan dönemini değerlendirirken yanılgıya düştüğü noktalardan biridir yukarıdaki alıntı. Tayyip Erdoğan’ın burjuvazinin bir kanadının değilde sanki mahalle serserisi çapulcuların desteğiyle kendi diktatörlüğünü ve kendi egemenliğini ilan ettiği algısı ulusalcı kesimde çok yaygındır.

Bilindiği üzere Tayyip Erdoğan sadece burjuvazinin bir piyonudur onlardan izinsiz tuvalete bile gidemez. Tayyip Erdoğan’ın burjuvazinin güdümünde olması onun bol sıfırlı banka hesabı olmasına engel değildir. Tayyip Erdoğan Anadolu burjuvazisinin piyonudur bunla da yetinmeyen Erdoğan her ne kadar İstanbul burjuvazisi ile çatışıyormuş gibi görünsede aslında onlarlada arası iyidir. Gezi ayaklanmasında Divan otelin açılması burjuvazinin ikili oyununun göstergesidir. Bunun kanıtı ise Olimpiyatların İstanbul’a gelmesi için Türkiye heyetinde Koç grubundan kişilerin olduğu aslında bu çatışmanın Tayyip Erdoğan’ın “one minute” çıkışının lokal bir tekrarı gibidir. Türkiye’deki faşizmin başka bir özelliğine geçersek:

“Ekonomik ve sosyal sorunlar açısından Faşizmin programı sindirilmemiş ve birbiriyle çelişen bir sürü laf kalabalığıdır. İleri sürülen formüllerin başlıca niteliği akıl almaz derecede demagoji ile dolu bulunmasıdır.” (Paul Sweezy, Kapitalist Gelişim Teorisi, XVIII.Bölüm, Faşizm)

“Faşizmin bu gerçek yüzünü özellikle belirtmek gerekir. Çünkü faşizm, birtakım ülkelerde -toplumsal demagoji maskesi altında- krizin yerinden oynattığı küçük burjuva kitlesinin,    hatta proletaryanın en geri tabakalarının bazı kesimlerinin desteğini ka­zanmıştır. Bu güçler   faşizmi, eğer onun gerçek sınıfsal niteliğini ve gerçek yapısını kavrayabilselerdi, asla desteklemeyeceklerdi.” (Dimitrov, Faşizme Karşı Birleşik Cephe,Sayfa:88, Evrensel Basım Yayın)

Tayyip Erdoğan’ın demogojik örnekleri saymakla bitmez fakat en yakın örnek olarak verebileceğimiz örnek herhalde öğrenci evleri meselesidir. Tayyip Erdoğan önce yurtları birbirinden ayırmış bunla da yetinmek istemeyen Erdoğan yatak odası polis birimini devreye sokmuş ve klasik kapitalist rejimin bile kurallarını çiğneme pahasına konut dokunulmazlığı yasasını yerle bir edip özel hayata müdahele etmeye kalkmıştır. Bunu yapmak için “fuhuşla mücadele” altında faşist uygulamalarını pazarlamaya çalışmakta ve kız erkek aynı evde kalan insanlara hakaret etmektedir. Halbuki kız-erkek aynı evde kalsa bu fuhuş olmayacak ve eğer bu insanlar aralarında bir cinsel münasebet olsa bile bu konu zorlamanın olmadığı koşullarda bir tek bu iki yetişkin bireyi ilgilendirmektedir.

Tayyip Erdoğan baskı konusunda böylece bir ilke imza atmıştır. Kürtleri çözüm süreci ile asimile etmeye çalışan Erdoğan kendi arka bahçesi olarak düşündüğü yerde ise kürtajı yasaklayarak ve kendi ahlaki değerlerine uygun olarak ev hayatını düzenlemeye çalışarak tek tip adam yetiştirme modeli uygulayarak  Hitler’in ari Alman ırkı projesinin Türkiye formatı olarak elinde Kuran ve İpad olan nesil projesi ile değiştirmiş, İçkiyi fiiliyatta yasaklamış ve bunu “batı devletleri ile uyumlu olması” maskesi altında pazarlamaya kalkmaktadır. Biraz düşünürsek içkinin en çok tüketildiği zaman dilimi olan 22:00’den sonra olduğu açık bir olgu olduğuna göre 22:00’den sonra içki satış yasağı aslında bütün olarak bunun içki yasağı olduğu çok nettir.

Bazı kişilerin kafasında “Neden hala parlemento açık?” “Eğer Faşizm olsaydı parlementonun kapatılması gerekmiyor muydu?” gibi soruların bulunması muhtemeldir. Bu gibi insanların kafasında oluşan bu karmaşıklık yukarıda belirttiğimiz unsurlardan kaynaklanmaktadır. Daha da açarsak bu kişiler, faşizmi sadece Alman faşizmden ibaret olarak görmenin bir yansıması olarak böyle bir akıl yürütmenin kurbanı olmaktadırlar.

Halbuki faşizm bukelemun ile sülüğün melezlenmiş bir halidir, faşizm bukelemun gibi ortamdaki her renge bürünebilme özelliğinin yanında sülük gibi kan emme özelliğine de sahiptir. Halkın kanını emmeyi çok seven faşizm bu kanı emmek için Türkiye’de parlemento biçimi altında ortaya çıkmanın kendi çıkarı için daha uygun olduğunu düşündüğünden parlementoyu fesh etmemektedir.

“Tarihi, toplumsal ve ekonomik koşullar, ulusal özellikler, hatta bir ülkenin uluslararası durumu, faşizmin ve faşist diktatörlüğün değişik ülkelerde değişik   biçimlerde  gelişmesine  yol  açmaktadır.” (Dimitrov, Faşizme Karşı Birleşik Cephe,Sayfa:88, Evrensel Basım Yayın)

“Anayasaya karşı sloganlar kullanan Alman faşizminin ak­sine, Amerikan faşizmi kendini Anayasanın ve "Amerikan demokrasisinin" muhafızı olarak takdim etmektedir.” (Dimitrov, Faşizme Karşı Birleşik Cephe,Sayfa:116, Evrensel Basım Yayın)

Görüldüğü gibi Türkiye’de parlementonun olması Türkiye’de faşizmin olmadığını kanıtlamaz. 2002’de gizli faşizmin yerine açık faşizmi restore etmek için görevlendirilen Erdoğan burjuvazinin ekonomik  krizden çıkmak için umud ışığıydı. Krizi emekçilerin kanını emerek(hem ekonomik hem gerçek manada) atlatmayı planlayan Erdoğan faşizmin yasaları gereği o krizi dindirmek şöyle dursun daha da artmasına neden olmuştur. İktidara gelmeden önce halkın hoşuna gidecek demagojilerle kitleleri kendine çekmeye çalışan Erdoğan bir anlamda başarılı olmuştur.

“Faşizmin kitleleri etkilediği kaynak nedir? Faşizm kitleleri çekebilir, çünkü demagoji yoluyla onların en acil ihtiyaçlarına ve isteklerine seslenir. Faşizm, kitlelerin özünde kökleşmiş ön yargıları alevlendirmekle kalmaz, onların duygularına, adalet anlayışlarına ve hatta bazen de devrimci gelenekle­rine el atar” (Dimitrov, Faşizme Karşı Birleşik Cephe,Sayfa:90, Evrensel Basım Yayın)

“Faşizm insanları en yozlaşmış ve en sömürücü unsurların merhametine terketmekle birlikte; on­ların karşısına "dürüst ve yozlaşmamış bir hükümet" isteğiyle çıkar. Burjuva Demokratik hükümetlerde kitlelerin derin hayal kırıklığına uğradıklarını ileri sürerek yozlaşmayı -ikiyüzlülükle- yerden yere vurur.” (Dimitrov, Faşizme Karşı Birleşik Cephe,Sayfa:90, Evrensel Basım Yayın)

Hatırlanacağı üzere Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelmeden önce ortaya attığı 3Y’le (yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar)  mücadele şiarı o zaman halkın en acil ihtiyaçlarına cevap vermekteydi. Fakat tarih Dimitrov’u yanıltmadı ve Erdoğan yoksulluğu,yolsuzluğu,yasakları daha da arttırdı. 2002’deki sistemin kendini yönetememesinden ve sosyalist mücadelenin ya da kapitalizme alternatif mücadelelerin güçsüzlüğünden faydalanıp Erdoğan’ın açık faşizmini kurumsallaştıran yapı aradan 11 yıl sonra tekrar krize girmiştir kitleler faşist yönetime karşı direnişe geçmekte ve Türkiye tarihinde ilk kez Gezi ayaklanması gibi bir olayın hem tanığı ve hem öznesi olmuştur. Erdoğan’ın grevi yasaklayan, kıdem tazminatı hakkını gasp etme arzusundaki yasaları Dimitrov’un şu sözlerini akıllara getirmektedir:

“Faşizm, işçilere "adil ücret" vadetti ama, gerçekte onların hayat standartlarını daha da düşürdü, yoksullaştırdı. İşsizlere iş vadetti; ancak bugün emekçiler açlıktan -daha da- büyük bir acıyla kıvranıyor, köle emeğe zorlanıyorlar.”(Dimitrov, Faşizme Karşı Birleşik Cephe,Sayfa:91, Evrensel Basım Yayın)

İnsanları köle emeğine zorlayan Erdoğan her ne kadar kriz teğet geçti, ekonomik olarak çok iyi durumdayız dese de ekonomik veriler Erdoğan'ı yalanlamaktadır. Aşağıdaki veriler Erdoğan’ın nasıl bir yalan alemi içinde olduğunu kanıtlamaktadır:

Boratav, IMF verilerine dayalı yazısında şu sonuca varıyor: AKP’li yılların Türkiyesi, benzeri ekonomilerle karşılaştırıldığında (a) ortalamanın altında büyüyen; (b) en fazla dışa bağımlı; (c) çok düşük oranda yatırım yapan; (d) ulusal tasarruf oranları daha da düşük bir ekonomidir.”(1)

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) ikincisini yayınladığı How’s Life? 2013 (Hayat Nasıl?) toplumsal refah raporu, işgücüne katılımda sonuncu olan Türkiye’nin aynı zamanda OECD ülkeleri arasında emekçilerin en uzun haftalık çalışma süresine sahip olduğu ülke olduğunu ortaya çıkardı. Yaşam konforu ve kalitesini ölçen pek çok alanda Türkiye OECD ülkeleri arasında son sıralarda yer alırken, OECD ülkeleri arasında toplumsal destek ağlarının en zayıf olduğu ülkenin Türkiye olduğunun anlaşılması düşündürdü… Türkiye’de ise işgücüne katılım yüzde 48’de kaldı. Listenin son sırasında yer alan Türkiye’ye, yıllardır finansal krizlerle ve kemer sıkma tedbirleriyle baş etmeye çalışan Yunanistan 8 puan fark attı.” (2)

Ekonomik ve sosyal baskı uzmanı Erdoğan artık kendi müttefikleriyle bile çatışma halindedir. Kendi kafasına uygun nesiller yetiştirmek isteyen Erdoğan bir zamanlar yol arkadaşlığı yaptığı Fethullah Gülen cemaati ile bile çatışmaya düşmüş, birbirlerine karşı yaptıkları tehdit ve şantajların boyutu arşivlere sığmaz olmuş, Fethullah Gülen’in Erdoğan’ı “Firavun”a benzetmesi gibi anolojiler artık bu iki grup arasında günlük hayatın ritüelleri arasına girmiştir. Erdoğan’ın cezalandırma mekanizmaları Gülen’e kadar ulaşmış Gülen hareketinin omurgası olan dershaneleri kapama girişimi Gülen’i şaşkına çevirmiş, Gülen sabır etmekten başka çarelerinin olmadığını söylemiş hatta bir zamanlar çatışma halinde olduğu askerlerden özür dilemiş kendisinin bu tutuklama olaylarıyla ilgisinin olmadığını belirtip “elimde olsa hepinizi bırakırım” diyerek Erdoğan’ı sıkıştırmaya çalışmıştır. Hatta bu gibi çatışmalar sonunda Erdoğan’ın otoriterden de öte olduğunu Gülen cemaatine yakın bir gazetede dillendirilmiştir:

İktidarın ‘muhafazakâr' karakteri, sergilenen jakoben ve müdahaleci anlayışını mazur görmemizi gerektirmez. Muhafazakâr bir partinin bu niteliğini politikalarına yansıttığı bir durumu aşan noktadayız; iktidar, özel alanların kanun yoluyla düzenleneceğini söylüyor. Yani sınırlı-anayasal devlet, kişi özgürlüğü, özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığı vs. aşılıyor. Şehir Üniversitesi'nden siyaset bilimci Hasan Kösebalaban'ın ifadesiyle: “Devletin özel alanda denetim yapması otoriterlikten de öte bir durum. Zira otoriter rejimler kamu alanını kontrol etmeyi kâfi görürler.”(3)


Zaman gazetesinin bile inkar edemediği gerçek ortadadır. İktidara yakınlığı ile bilinen Mehmet Barlas’ın “artık Erdoğanı korumak için bahane bulamıyorum” diye yakındığı bir ortamda Erdoğan’ın faşist kimliği ve uyguladığı politikaların faşist devlet anlayışının bir ürünü olduğu bugün için reddedilemez bir olgu olmuştur. Erdoğan bir zamanlar çok eleştirdiği paşalarla aynı konuma düşmüş, kırmızı-beyaz Kemalizmin yerine yeşil Kemalizmi kurmuştur. Sonuç olarak, kent yoksulları için dayanılmaz hale gelen Erdoğan’ın durumunun ileride ne olacağı belirsizdir fakat kesin olan bir şey varki o da faşist yapı ile mücadele etmek ve yok etmek için kapitalizme alternatif sistemlerden herhangi birinin Türkiye’deki politik hayatta hegemonik bir aktör olmasıyla mümkündür. Bu yüzden faşizme karşı mücadele Erdoğan’la sınırlı olmamalı ve kitleler öfkesi kapitalizmin içine nüfus etmelidir. Kitlelerin öfkesini doğru yola sürükleyebilecek unsurlara selam olsun!

Dipnotlar: