16 Temmuz 2016 Cumartesi

Askerin Yıkıcılığı Toplumu Yıkmada Katkı Sunar Mı?


Burjuva ideologlar, sözde dünyayı sarsan şiarlarına rağmen, anti-bilimsel hareketin ve tarihsel gericiliğin sembolüdürler. İçlerinden en iyileri “kötülüklere” karşı mücadele ettiğini söylese bile bu yalnızca söylemsel düzeyde kalmaktadır. Bu tarz ideologlar sadece “darbelerle” soyut olarak mücadele etmekte, demokrasinin azılı düşmanı olan “darbecilere” “koşulsuz” “mücadele” etmektedirler. Bu anlayış bütün “totoliter” “otoriter” ve “militarist” yapılara karşıymış gibi kendini göstermesine rağmen ne “otoriterizmle” ne de “militarizmle” mücadele etmektedirler. İkiyüzlülüğün, riyakarlığın pratik anlamda somutlanmış hali bu “demokrasi savuncuları”dır. Modern idealist düşüncenin pratik temsilcilerine göre nedense “21.yy’da darbe olmazmış” “Türkiye eski Türkiye değil” vs. üzerinde şekillenmiş gerçeklikten kopuk değerlendirmelerle “gerçeği” anlamayabilmesi tabi ki imkansızdır. Söylemleri, retorikleri, güncel politik manevraları gerçekliğin kendisiymiş gibi algılayan bu kafa yapısına göre nasıl ki gözün ağ tabakasında görüntülerin ters görünmesi gibi bu gruplar da gerçekliği tersten algılıyorlar. Bilinç biçimlerini maddi gerçeklik olarak algılayan bu tarz kişilerin sürekli şaşırması ve olaylara bir anlam verememesi gayet doğaldır.

Neyse ki oligarşi içinde bu kadar gerçeklikten kopuk değerlendirme yapanlar çoğunlukta değil. Onlar durumun ciddiyetini kavrayıp hemen “maddi güç ancak maddi bir güç tarafından yenilir” olgusu üzerinden hareket etmekte ve gerçekten aldığı güç ile kitleleri ve krizleri “yönetmeye” çalışmaktadır. Oligarşi asla kendi basım yayım organlarında söylemese bile her zaman toplumun “tek” bir bütün olmadığını bilir, mevcut ve gelecekteki politikasını bunun üzerine kurgular. Oligarşi şu anda işbölümünün maddi ve zihinsel emek arasında bir bölünmenin meydana geldiği andan itibaren toplumun bir bütün olmadığını ve sınıflara bölündüğünü bilir. Oligarşi, işbölümü ve özel mülkiyetin özdeş ifadeler olduğundan hareket ederek emperyalizmin ekonomik hegemonyasındaki yeni sömürge bir ülkedeki sınıfları ve bu sınıfların birbirleriyle çelişkilerini bilir ve kendi iktidarını korumak gücünü hiç söylemese ve itiraf etmese de nesnel gerçeklikten almaya çalışarak durumu “idare etmeye” çabalar.

Genel anlamda spekülasyonun bittiği yerde gerçek hayat başlar. Bu da insanların pratik gelişim süreçlerini ve faaliyetlerini açıklayan hakiki pozitif bilime kapı aralar ve “bilinç, söylemler” hakkında söylenen boş sözler sona ererek onların yerini bilimsel sosyalist düşünce yani gerçek bilgi alır. Bundan dolayı eğer oligarşi hayatta kalmak ve iktidarını devam ettirmek istiyorsa mutlaka kendi spekülatif tarih anlayışının yerine Marksist tarih anlayışından hareket etmekte ve bu bilimi kendine göre büküp varlığını devam ettirmeye çalışmaktadır. Oligarşinin spekülatif tarih anlayışı genelde küçük burjuva ve işçi sınıfının gerçeklikle buluşamaması için kullandığı bir araç olurken kendisi asla spekülatif tarih anlayışı üzerinden hareket etmemektedir.

Oligarşi, emperyalist sistemde üç temel çelişki olduğunu bilir ve bu çelişkileri soğurmaya çalışır. Bunlardan ilki emek ile sermaye arasındaki çelişkidir. İkincisi çeşitli mali gruplar, emperyalist devletler arasındaki çelişkidir. Üçüncü ve son çelişki ise emperyalizm ile sömürülen ve bağımlı halklar arasındaki çelişkidir. Bu üç çelişkiden hangisinin başat çelişki olacağı ise tarihsel gelişim süreçlerinde belli olur ve bu çelişkiler diyalektik bir biçimde birbirinden etkilenir ve bir çelişki öbürünü tetikler. Örnek olarak; mali gruplar ve emperyalist devletler arasındaki çelişki birinci paylaşım savaşına neden olmuş, bu savaş yarattığı yıkımdan dolayı emek ile sermaye arasındaki çelişkinin güçlenmesine sebep olup Ekim devriminin gerçekleşmesinde çok büyük bir katkı sunmuş, Ekim Devrimi ise tarihsel bir kırılmaya sebep olup emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşlarının başlamasına sebebiyet vermiştir.

Bundan dolayı bir olguyu örnek olarak “darbeyi” değerlendirirken mutlaka “darbeyi” bu üç temel çelişkinin diyalektik bir bütününün sonucu olarak okumak lazım. Kürdistan’daki iç savaşın, Oligarşi içindeki grupların birbirileri ile görüş ayrılığına neden olduğu ve bu görüş ayrılıklarının uzlaşmaz çatışmalar şekline dönüştüğünü yaşanan bu “darbe” girişimi ile somutlaşmıştır. Şimdi bu “darbe” girişimini analiz edelim.

Neden Darbecilerde ve Egemen Faşist Klikte “Demokrasi” Vurgusu Vardı?

Dünden hatırlanacağı gibi darbeciler ve egemen faşist klikte “demokrasi” için “sokağa” çıkmışlardı. Bu hamle tarafsız kitleleri etkilemek için yapılan algı operasyonundan başka bir şey değildir. Burjuvazi dünyada iktidara ilk geldiği andan itibaren başka sınıflar üzerinde kendi çıkarını genelin çıkarı gibi gösterip buradan politika yapmıştır. Özgürlük, Adalet, Demokrasi kavramının burjuvazi için gerçek olup olmadığı ilk çıktığı anda itibaren önem taşımamaktadır. Bu kavramlar burjuvaziyi politik iktidara taşıdığı ve iktidarını sürdürebildiği ölçüde anlamlıdır ve geçerlidir. Bu tarihsel gerçekliği burjuvaziden öğrenen Türkiye oligarşisinin her iki kliği de hemen kendi çıkarını genelin çıkarı gibi gösterip kendilerini “genelin hakkını savunan” taraf olarak ilan edip öbür tarafı “vatan haini” ilan etmiştir.

Halkımızın bir kısmının AKP askerin kafasını kesti bu nasıl demokrasi için sokağa çıkma? Sorusu gerçekliğe ulaşmak için anahtardır. Halkımızın gözünde oligarşinin spekülatif tarih anlayışının kırılma anlarından biridir. Yenilgi ve zaferler kitleler için iyi bir okuldur. Kitleler 10 sene kitap okuyarak edinemeyecekleri bilinci devrimci ve kriz anlarında bir anda edinebilirler. Artık halkımızın bir kesimi siyasal islamın gerçek yüzü hakkında unutturulması zor deneyimler elde etmişlerdir. Peki biz Marksist-Leninistler bu “darbe” girişimine nasıl bakmalıyız?

Askerin Toplumu Yıkıcı Potansiyeli Üzerine

İlk önce baştan belirtmekte fayda var Marksist-Leninistler oligarşi içi çatışmada bir tarafı desteklemek zorunda değillerdir ve bu aşamada desteklememelidirler. Ancak bu demek değildir ki bu kriz ortamından yararlanmayacağız. Açık söylemekte fayda var eğer kim ki Tayyip Erdoğan’ın Kaçak Sarayın’na atılmış bombalar, TBMM’nin bombalanması kendini sosyalist diye atfedenlerin içini kıpırdatmıyorsa ve bu çatışmayı devrimci bir duruma evriltmeye yönelik kafasından bir şey bir şey geçirmeyip “demokrasiyi savunalım” şiarı kafasında dolaşıyorsa bu tarz kafa yapısına sahip kişiler, sosyalist ya da komünist olamazlar. Ancak bir liberal ve sivil toplumcu olabiliriler. Bu gerçekliğin bizim açımızdaki tarafıdır. Bir de gerçekliğin asker tarafındaki yansıması vardır. Asker her şeyden önce en son yapılması gereken şeyi yapıp ayaklanma ile oynamıştır.

“Ayaklanma, değerleri her gün değişebilen çok belirsiz büyüklükler ile yapılan bir hesaptır; düşman güçler her tür örgütlenme, disiplin ve yetke alışkanlığı üstünlüğüne sahiptirler; eğer onların karşısına daha üstün güçler çıkaramazsanız, bozguna uğradığınızın, hapı yuttuğunuzun resmidir, ikincisi, bir kez ayaklanma yoluna girdikten sonra, en büyük bir kararlılık ile ve saldırıcı biçimde davranmak. Savunma, her türlü silahlı ayaklanmanın ölümüdür; ayaklanma, daha düşmanları ile boy ölçüşmeden yitirilir. Düşmanlarınıza, güçleri dağınık olduğu sırada, birdenbire saldırın, ne kadar küçük olursa olsun, yeni ama günlük başarılar hazırlayın; ilk başarılı ayaklanmanın size verdiği morali yükselterek sürdürün; her zaman en güvenilir yanda gitmeye çalışan sallantılı öğeleri böylece kendi yanınıza alın; diyerek, düşmanlarınızı güçlerini size karşı toparlayamadan, önünüzden kaçmaya zorlayın.” (Engels)

Darbeciler Engels’in belirttiği gerçeklere uymayarak ayaklanmanın hakkına uygun bir askeri hareket biçimi uygulamayarak faşist kliği hükümetten düşürememiştir. Asker sivil faşistlere acıyıp iktidarı ele geçirmek için yeterince bu kitleye ateş açmayarak ayaklanmayı baştan kaybetmiştir. Bunun yanında karşı devrimci faşist kliğin tabanı askere acımayarak geçmişte onunla yan yana yürümesine rağmen bugün onların kafasını boğaz köprüsünde kesmiştir. Ayaklanmada ayaklanan kesimin herhangi bir tereddüte kapılmaması gerektiği ve karşına çıkan kitleyi tuzla buz etmesinin zaruretini darbeciler kendileri açısında çok acı bir şekilde öğrenmişlerdir. Durum ortada, hayat boşluk tanımıyor!

Peki bu darbenin bizim açımızdan önemi nedir? İlk önce Marksizmin ustalarının belirttiği gibi komünizm, bizce oluşturulması gereken bir durum ya da gerçekliğin kendisine uydurulmak zorunda olan bir ideal değildir ve hiç olmamıştır. Bizim için komünizm güncel emperyalist sistemi parça parça edecek gerçek bir hareketin ideolojik görüşü olarak kendimize komünist diyor ve kendimizi komünist olarak adlandırıyoruz. Bu yüzden askerlerin bu yıkıcı gücünü gördükten sonra buna kayıtsız kalmak bizi komünizmin dışına atmakla özdeştir. Lenin bize bu konuda perspektif vermeye devam ediyor.

 "Askerler arasında çalışmamız gerektiği söz götürmez bir gerçektir. Ama onların kandırılarak ya da kendileri inanarak, bir çırpıda bizden yana geçeceklerini hayal edemeyiz. Bu görüşün nasıl beylik ve cansız olduğunu Moskova ayaklanması açıkça gösterdi. Bununla birlikte, gerçekten halkçı her harekette olduğu gibi, askerlerin kararsızlığı, devrimci çarpışma kızıştığında iki tarafı da askerleri elde etme savaşına sürükler...Şehirlerdeki ayaklanmalarda işçi kitleleri yer alırsa, düşmana karşı kitle saldırılarına girişilirse, Duma'dan sonra, Sveaborg ve Kronstadt'tan sonra büsbütün kararsızlaşan askeri birlikleri elde etmek için bilinçli, ustaca bir savaşa geçilirse, genel çarpışmaya köylerin de katılmasını sağlayabilirsek, bütün Rusya'nın gelecek silahlı ayaklanmasında zafer bizim olacaktır."(Lenin, Moskova Ayaklanmasından Alınacak Dersler)


Yukarıda da belirttiğimiz gibi emperyalist sistemin temel üç çelişkisi vardır ve bu çelişkiler birbiriyle diyalektik bir bağ içinde ilerler. Bu yüzden Türkiye’de önümüzde duran başat çelişki emek ve sermaye arasındaki çelişki olma yolunda ilerlemektedir. Bu süreç kaçınılmaz bir şekilde emek ve sermaye arasındaki çelişkiyi derinleştirecek ve oligarşinin iktidarını tehdit edecektir.  Bu yüzden burjuva spekülatörlerin dediği gibi darbeden sonra Tayyip Erdoğan’ın daha da güçleneceği tam anlamıyla bir spekülasyondur. Tayyip Erdoğan tarihindeki en büyük “balans ayarını” almıştır ve şimdi hükümdarlığındaki en zayıf anı yaşamaktadır. Bu süreç Tayyip Erdoğan ve oligarşinin kâğıttan kaplan olduğunu bir kez daha çok somut bir şekilde gösterdi. Tayyip Erdoğan bu süreçten sonra mutlaka emperyalizmin sözüne daha çok uyacak ve emperyalizmin direktiflerini harfiyen uygulayacaktır. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın “mevcudiyetinin yegâne temeli” budur! Devrim hiç bu kadar yakın, oligarşi hiç bu kadar güçsüz olmamıştı. Belki bir kesimimiz göremiyor ama Zafer Yakında! Biz Kazanıyoruz!