Bugünlerde seçimlerden sonra
oluşan demokratik bunalım belki proletaryanın 100 sene çalışsa zar zor
yapabileceği şeyi neredeyse bir haftada yapmış bulundu.İnsanlarda ciddi ölçüde
demokratik kurumlara güvensizlik ortamı sağladı belki bu güvensizlik önümüzdeki
günlerde unutturulacak ve geçiştirilecektir fakat ilerde olabilecek toplumsal
çalkantı dönemlerinde proletaryanın burjuvaziye karşı kullanması gerektiği çok
önemli bir tarihi vaka olarak kalacaktır.tarih, burjuvazinin bu yalpalamasını
yeri geldiğinde elindeki diğer örneklerle birleştirip yüzüne vuracak ve
bu vakalar burjuvazinin saltanatının düşmesinin tarihi haklılıklarından biri
olarak kendini gösterecektir.Bu tarihi olayların yanında artık daha derine
inmek ve bu güvensizliğin maddi temellerini su yüzüne çıkarmak gerekiyor. Bunun
için dünya tarihinin mevcut sınıflara ilk defa güvensizlik duyup mevcut
sınıfları bir süreliğine yerle bir etmeye kalktığı ilk deneyime dönmede katkı
olduğunu düşünüp paris komününü ele alacağım.
Ama önce fukuyama adındaki burjuva
yalancısının uydurduğu “tarihin sonu” safsatasının gerçek olmadığını çünkü
devlet var olduğu sürece tarihin her zaman yeniden yazılmak zorunda olduğunu
bugünde mevcut olan olaylar göstermektedir çünkü devlet bir baskı mekanizması
olduğu için sırf kendi içindeki proleterleri ve yoksul köylülüğü ezmez aynı
zamanda dünyanın diğer ülkelerindeki proleterleri ve yoksul köylülüğü de
hizmetkarı olduğu kendi burjuvazisi adına ezmek için savaşır işte bu yüzden
askere ve orduya ihtiyaç duyar Marx her savunmanın zorunlu olarak yeniden fethe
ihtiyaç duyduğunu şöyle açıklamaktadır:
“Eğer sınırların askeri
çıkarlara göre saptanmaları gerekseydi, toprak isteklerinin sonu gelmezdi,
çünkü her askeri hat zorunlu olarak kusurludur, ve biraz daha toprak ilhak
edilerek düzeltilebilir; ve üstelik, bu hat hiç bir zaman kesin ve denksever
bir biçimde saptanamaz, çünkü her zaman yenilene, yenen tarafından zorla kabul
ettirilmiştir, ve bunun sonucu daha o zamandan yeni savaşların tohumunu
kendinde taşır. (fransada iç savaş sayfa:32)”.
Bu sözün doğruluğunu Libya
operasyonu harfi harfine doğrulmaktadır.Peki proleterler burjuvazinin bu
zenginliği için savaşmalımıdır kendini feda etmelimidir daha doğrusu
proleterler ne yapmalıdır? Marx proleterlerin ne yapması gerektiğini şu şekilde
açıklıyor:
“Açlıktan yarı-ölmüş ailelerini
arkalarında bırakarak, kahraman orduların başlıca gücünü sağlamış olanlar,
kırsal emekçilerle birleşmiş Alman işçileridir. Dışarda savaşlarla kırılan bu
işçiler, ülkelerinde sefalet yüzünden bir kez daha kırılacaklardır.Bununla
birlikte bizim yurtsever yaygaracılarımız onlara teselli makamında sermayenin
yurdu olmadığını ve ücreti de uluslararası yurtsevmez arz ve talep yasasının
belirlediğini söyleyeceklerdir. Bu koşullarda, işçi sınıfının kendi sözünü söyleme
ve burjuva bayları kendi adına konuşturmama zamanı gelmemiş midir?”( fransada
iç savaş sayfa:34).
Görüldüğü gibi görev
bellidir.Görev proleterlerin, kendileri üzerine söz söyleme ve uygulatma
hakkına erişmesidir yani “proletarya diktatörlüğüdür” peki görev yerine
getirilmezse ne olur? Bunun için tekrar Marx’a dönmekte fayda var:
“Uluslararası İşçi Birliğinin bütün
ülkelerdeki kesimleri, işçi sınıfını eyleme çağırsın... Eğer işçiler
görevlerini unutur, eğer hareketsiz kalırlarsa, bugünkü korkunç savaş daha da
korkunç uluslararası çatışmaların hazırlayıcısından başka bir şey olmayacak ve
her ulusta kılıç, toprak ve sermaye beylerinin işçiler üzerindeki yenilenmiş
bir zaferine yolaçacaktır”.(fransada iç savaş sayfa:37)
Yani proleter kanı üzerine
bulanmış bir burjuva diktatörlüğünden başka bişey olmayacaktır.bunun için
proletarya kendi kanı üzerine de haksızlıkla kurulmuş bir diktatörlük yerine
kendi emeğinin sömürülmesine karşı emek sömürücülerinin(burjuvazi) kanı
üzerinde haklılıklar üzerine kurulmuş bir diktatörlüğü yani proletarya
diktatörlüğünü kendi kurtuluşu için kurmaktan başka çaresi yoktur.bunun ilk
örneği Paris komündür Marx bu zorunluluğu şöyle dile getirmiştir:
“Oysa, Paris işçi sınıfını,
silahlandırmadan, onu gerçek bir güç olarak örgütleyip saflarını savaşın ta
kendisi ile yetiştirmeden, Paris nasıl savunulabilirdi? Ama silahlandırılmış
Paris demek, silahlı devrim demekti. Paris'in Prusyalı saldırgan üzerindeki bir
zaferi, Fransız işçisinin Fransız kapitalisti ve onun devlet asalakları
üzerindeki bir zaferi olurdu.(Fransada iç savaş sayfa:39).
Burjuvazinin yalancılığı da,riyakarlığı
da işte tam bu noktada açığa çıkıyor.Burjuvazi sözde cumhuriyet yönetimi
altında halkın isteklerine saygı duyacağı yerde çıktığı savaşın faturasını
halka kesmek için parisi ilhaka kalkıyor ama önünde ciddi bir sorun var bu
sorunu Marx’tan dinleyelim:
“Karşı-devrimin, gerçekte,
yitirilecek zamanı yoktu. İkinci İmparatorluk, ulusal borcu iki katından çoğuna
çıkarmış ve bütün büyük kentleri ağır bir biçimde borçlandırmıştı. Savaş,
vergileri korkunç bir biçimde şişirmiş ve ulusal kaynakları acımaksızın kırıp
geçirmişti. Yıkımı tamamlamak üzere, Fransız toprağı üzerindeki askerlerinden
bir yarım milyonun bakımını, beş milyarlık ödencesini ve geciken
taksitlerin %5 faizini isteyen Prusyalı Shylock da orada idi. Hesap pusulasını
kim ödeyecekti? Zenginliği kendilerine mal edenler, kendi başlattıkları bir
savaşın giderlerini bu zenginlik üreticilerinin sırtına yüklemeyi, ancak
cumhuriyeti zorla devirerek umut edebilirlerdi. İşte toprak mülkiyeti ve
sermayenin bu yurtsever temsilcilerini, saldırganın gözleri ve yüksek
koruyuculuğu altında, dış savaşa bir iç savaş, bir köle sahipleri ayaklanması
eklemeye götüren şey, böylece Fransa'nın engin yıkımının ta kendisi idi.
Komplonun yolunu kapamak
üzere, büyük bir engel vardı: Paris. Paris'i silahsızlandırmak, başarının ilk
koşulu idi. Bunun sonucu Paris, Thiers tarafından, silahlarını teslim etmesi
için uyarıldı.”(fransada iç savaş sayfa:48)(cumhuriyeti zorla devirirerek
dediği paristeki proletarya diktatörlüğüdür).İşte bir burjuva cumhuriyetinin
özellikleri açığa çıkmış bulunuyor sözde eşitlik ,sözde özgürlük ,sözde halkın
kendini yönetmesi,sözde can güvenliği.Bakalım burjuvazi, köleliğe başkaldrımış
köle olan proleterlerin kendi iktidarlarını devrimeye kalkınca ne yapıyor:
“Ulusal Muhafız kılığında
yakalanan kendi jandarma espiyonlarının bile, üzerlerinde yangın bombalan ile
yakalanan Sergents deville'lerin(polislerin) bile
bağışlandıklarını öğrenir öğrenmez, Komünün misilleme üzerindeki buyrultusunun
boş bir tehdit olduğunu anlar anlamaz, tutsakların yığınsal öldürülmeleri
yeniden başladı ve sonuna değin ardı arası kesilmeden sürdürüldü. Ulusal
muhafızların sığındıkları evler jandarmalarca çevrildi, üzerlerine (ilk kez
olarak burada görünen) petrol döküldü ve yakıldı; yarı-kömürleşmiş cesetler,
daha sonra Ternes'de kurulmuş bulunan gezgin Basın hastanesi tarafından
kaldırıldılar”(fransada iç savaş sayfa:57).İşte riakarlık! sözde herkes için
adalet,özgürlük bir anda tersine döndü.en azından komünizmin ustaları
burjuvazinin uşakları gibi yalan söylemiyor açık yüreklilikle bize zulm edene
zulm edeceğiz deme cesaretini gösteriyorlar işte Marx’ın görüşü
“Barışçıl bir gösteri ödlek
bahanesi altında, ama gizlice öldürücü silahlar taşıyan bir çete, yürüyüş kolu
biçiminde düzenlendi, yolu üzerinde rasladığı Ulusal Muhafız nöbetçi ve
devriyelerini hırpalayıp silahsızlandırdı, ve: "Kahrolsun Merkez Komite!
Kahrolsun katiller! Yaşasın Ulusal Meclis!" çığlıkları ile rue de la
Paix'den (Barış sokağı) place Vendôme'a (Vendôme alanı) çıkan çete, nöbet
bekleyen muhafız kollarını zorlamaya ve onların korudukları Ulusal Muhafız
karargâhını baskınla almaya kalkıştı. Tabanca atışlarına karşılık olarak,
gerekli uyarmalarda bulunuldu, ve bu uyarmaların
etkisiz kalması üzerine Ulusal Muhafız generali ateş komutu
verdi.” (fransada iç savaş sayfa:54-55) “Versailles'a doğru ünlü kaçan
kaçananın taçlandırdığı o silahız gösteri için, amiral Saisset'in buyruğu
altında toplanacak duruma geldiler. Thiers tarafından Montmartre'a gece
hırsızlığı girişimi ile başlatılmış bulunan iç savaşı kabul etmekte gösterdiği
tiksinti yüzünden, Merkez Komite bu kez, o sıralarda adamakıllı savunmasız bir
durumda bulunan Versailles üzerine hemen yürümemek, ve böylece Thiers ile
köylülerinin komplolarına bir son vermemekle kesin bir yanlışlık
yaptı.” (fransada iç savaş sayfa:55-56).Görüldüğü gibi açık ve net hatta
neden daha fazla baskı uygulamadın diye de mevcut yöneticilere sitem ediyor
Marx.peki o zaman cumhuriyet ile krallık arasındaki ve proletarya diktatörlüğü
arasında nasıl bir ayrım mevcut işte Engels’ten bunu dinleyelim
“Ama, gerçeklikte, devlet
bir sınıfın bir başkası tarafından ezilmesi için bir makineden başka bir şey
değildir, ve bu, krallıkta ne kadar böyle ise, demokratik cumhuriyette de o
kadar böyledir; bu konuda söylenebilecek en hafif şey, devletin, muzaffer
proletaryanın sınıf egemenliği için mücadelede kalıt olarak aldığı, ve tıpkı
Komün gibi, en zararlı yönlerini hemen budamaktan kendini alamayacağı bir
kötülük olduğudur; yeni ve özgür toplumsal koşullar içinde yetişmiş bir kuşak,
bütün bu devlet hurdasını başından savacak bir duruma gelinceye
değin.” (fransada iç savaş sayfa 21).görüldüğü gibi cumhuriyetle krallık
arasında baskı açısından fark yok proletarya diktatörlüğü ise devletin ortadan
kalkması için kurulmuş bir ara devletten başka bişey değil.son olarak
proleterler fransada iç savaştan kapitalizmle son savaşa kadar olan tarihsel
sürecin bir parçası olmanın verdiği heyecanla birgün mutlaka gerçekleşecek olan
proletarya diktatörlüğünün kendi hayatlarında gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin
uyandırdığı derin merakla her sabah gözlerini o günün gelmesinin umuduyla
açıyorlar.İşte marx’ın o umut veren sözleri “Doğrudan üreticilerin
mülksüzleştirilmeleri, acımasız bir vahşetle ve en bayağı, en rezil, en
küçültücü, en çirkin tutkuların dürtüsü altında gerçekleştirilmiştir. Tecrit
edilmiş, bağımsız emekçi bireyin, deyim yerindeyse, kendi emek koşullarıyla
kaynaşmasının sonucu olan özel mülkiyetin yerini, öbürlerinin itibari olarak özgür
emeğinin, yani ücretli-emeğin sömürülmesine dayanan.kapitalist özel mülkiyet
alır Bu dönüşüm sureci, eski toplumu, tepeden tırnağa yeter
derecede çözüp ayırır ayırmaz, emekçiler proletaryaya ve onlara ait emek
araçları sermayeye çevrilir çevrilmez, kapitalist üretim tarzı, kendi ayakları
üzerinde duracak hale gelir gelmez, emeğin daha geniş ölçüde toplumsallaşması,
toprak ile diğer üretim araçlarının toplumsal olarak daha fazla sömürülen ve
dolayısıyla ortak üretim araçları olarak geniş ölçüde kullanılan üretim
araçları haline dönüştürülmesi ve özel mülk sahiplerinin daha fazla
mülksüzleştirilmeleri yeni bir biçim alır. Şimdi mülksüzleştirilecek olan
kimse, artık, kendi hesabına çalışan emekçi değil, birçok emekçiyi sömüren
kapitalisttir. Bu mülksüzleştirme, kapitalist üretimin kendi içinde taşıdığı
yasaların işlemesiyle, sermayenin merkezileşmesi ile gerçekleşir. Bir
kapitalist, daima birçoklarının başını yer. Emek-sürecinin, gitgide boyutları
büyüyen kooperatif şekli, bilimin bilinçli teknik uygulaması, toprağın yöntemli
bir biçimde işlenmesi, emek araçlarının ancak ortaklaşa kullanılabilir emek
araçlarına dönüştürülmesi, bütün emek araçlarının bileşik toplumsal emeğin
üretim araçları olarak kullanılmasıyla sağlanan tasarruf, bütün insanların dünya
pazarları ağına sokulması ve böylece kapitalist rejimin uluslararası bir
nitelik kazanması, bu merkezileşme ya da birçok kapitalistin birkaç kapitalist
tarafından mülksüzleştirilmesi ile elele gider. Bu dönüşüm sürecinin bütün
avantajlarını sömüren ve tekellerine alan büyük sermaye sahiplerinin
sayılarındaki sürekli azalmayla birlikte, sefalet, baskı, kölelik, soysuzlaşma,
sömürü de alabildiğine artar; ama gene bununla birlikte, sayıları sürekli
artan, kapitalist üretim sürecinin kendi mekanizması ile eğitilen,
birleştirilen ve örgütlenen işçi sınıfının başkaldırmaları da genişler,
yaygınlaşır. Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi egemenliği altında
fışkırıp boy atan üretim tarzının ayakbağı olur. Üretim araçlarının
merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist
kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır.
Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler
mülksüzleştirilirler” (karl marx, kapitalist birikimin tarihsel eğilimi,KAPİTAL
CİLT:1 sayfa:781-782). O günü görenin biz olması dileğiyle yoldaşlar yazımı
sonlandırıyorum.