26 Temmuz 2012 Perşembe

Fransa'da İç savaştan Kapitalizmle Son Savaşa


Bugünlerde seçimlerden sonra oluşan demokratik bunalım belki proletaryanın 100 sene çalışsa zar zor yapabileceği şeyi neredeyse bir haftada yapmış bulundu.İnsanlarda ciddi ölçüde demokratik kurumlara güvensizlik ortamı sağladı belki bu güvensizlik önümüzdeki günlerde unutturulacak ve geçiştirilecektir fakat ilerde olabilecek toplumsal çalkantı dönemlerinde proletaryanın burjuvaziye karşı kullanması gerektiği çok önemli bir tarihi vaka olarak kalacaktır.tarih, burjuvazinin bu yalpalamasını yeri geldiğinde elindeki diğer örneklerle  birleştirip yüzüne vuracak ve bu vakalar burjuvazinin saltanatının düşmesinin tarihi haklılıklarından biri olarak kendini gösterecektir.Bu tarihi olayların yanında artık daha derine inmek ve bu güvensizliğin maddi temellerini su yüzüne çıkarmak gerekiyor. Bunun için dünya tarihinin mevcut sınıflara ilk defa güvensizlik duyup mevcut sınıfları bir süreliğine yerle bir etmeye kalktığı ilk deneyime dönmede katkı olduğunu düşünüp paris komününü ele alacağım.
Ama önce fukuyama adındaki burjuva yalancısının uydurduğu “tarihin sonu” safsatasının gerçek olmadığını çünkü devlet var olduğu sürece tarihin her zaman yeniden yazılmak zorunda olduğunu bugünde mevcut olan olaylar göstermektedir çünkü devlet bir baskı mekanizması olduğu için sırf kendi içindeki proleterleri ve yoksul köylülüğü ezmez aynı zamanda dünyanın diğer ülkelerindeki proleterleri ve yoksul köylülüğü de hizmetkarı olduğu kendi burjuvazisi adına ezmek için savaşır işte bu yüzden askere ve orduya ihtiyaç duyar Marx her savunmanın zorunlu olarak yeniden fethe ihtiyaç duyduğunu şöyle açıklamaktadır:

“Eğer sınırların askeri çıkarlara göre saptanmaları gerekseydi, toprak isteklerinin sonu gelmezdi, çünkü her askeri hat zorunlu olarak kusurludur, ve biraz daha toprak ilhak edilerek düzeltilebilir; ve üstelik, bu hat hiç bir zaman kesin ve denksever bir biçimde saptanamaz, çünkü her zaman yenilene, yenen tarafından zorla kabul ettirilmiştir, ve bunun sonucu daha o zamandan yeni savaşların tohumunu kendinde taşır. (fransada iç savaş sayfa:32)”.

Bu sözün doğruluğunu Libya operasyonu harfi harfine doğrulmaktadır.Peki proleterler burjuvazinin bu zenginliği için savaşmalımıdır kendini feda etmelimidir daha doğrusu proleterler ne yapmalıdır? Marx proleterlerin ne yapması gerektiğini şu şekilde açıklıyor:

“Açlıktan yarı-ölmüş ailelerini arkalarında bırakarak, kahraman orduların başlıca gücünü sağlamış olanlar, kırsal emekçilerle birleşmiş Alman işçileridir. Dışarda savaşlarla kırılan bu işçiler, ülkelerinde sefalet yüzünden bir kez daha kırılacaklardır.Bununla birlikte bizim yurtsever yaygaracılarımız onlara teselli makamında sermayenin yurdu olmadığını ve ücreti de uluslararası yurtsevmez arz ve talep yasasının belirlediğini söyleyeceklerdir. Bu koşullarda, işçi sınıfının kendi sözünü söyleme ve burjuva bayları kendi adına konuşturmama zamanı gelmemiş midir?”( fransada iç savaş sayfa:34).
Görüldüğü gibi görev bellidir.Görev proleterlerin, kendileri üzerine söz söyleme ve uygulatma  hakkına erişmesidir yani “proletarya diktatörlüğüdür” peki görev yerine getirilmezse ne olur? Bunun için tekrar Marx’a dönmekte fayda var:

“Uluslararası İşçi Birliğinin bütün ülkelerdeki kesimleri, işçi sınıfını eyleme çağırsın... Eğer işçiler görevlerini unutur, eğer hareketsiz kalırlarsa, bugünkü korkunç savaş daha da korkunç uluslararası çatışmaların hazırlayıcısından başka bir şey olmayacak ve her ulusta kılıç, toprak ve sermaye beylerinin işçiler üzerindeki yenilenmiş bir zaferine yolaçacaktır”.(fransada iç savaş sayfa:37)
Yani proleter kanı üzerine bulanmış bir burjuva diktatörlüğünden başka bişey olmayacaktır.bunun için proletarya kendi kanı üzerine de haksızlıkla kurulmuş bir diktatörlük yerine kendi emeğinin sömürülmesine karşı emek sömürücülerinin(burjuvazi) kanı üzerinde haklılıklar üzerine kurulmuş bir diktatörlüğü yani proletarya diktatörlüğünü kendi kurtuluşu için kurmaktan başka çaresi yoktur.bunun ilk örneği Paris komündür Marx bu zorunluluğu şöyle dile getirmiştir:
“Oysa, Paris işçi sınıfını, silahlandırmadan, onu gerçek bir güç olarak örgütleyip saflarını savaşın ta kendisi ile yetiştirmeden, Paris nasıl savunulabilirdi? Ama silahlandırılmış Paris demek, silahlı devrim demekti. Paris'in Prusyalı saldırgan üzerindeki bir zaferi, Fransız işçisinin Fransız kapitalisti ve onun devlet asalakları üzerindeki bir zaferi olurdu.(Fransada iç savaş sayfa:39).
Burjuvazinin yalancılığı da,riyakarlığı da işte tam bu noktada açığa çıkıyor.Burjuvazi sözde cumhuriyet yönetimi altında halkın isteklerine saygı duyacağı yerde çıktığı savaşın faturasını halka kesmek için parisi ilhaka kalkıyor ama önünde ciddi bir sorun var bu sorunu Marx’tan dinleyelim:

“Karşı-devrimin, gerçekte, yitirilecek zamanı yoktu. İkinci İmparatorluk, ulusal borcu iki katından çoğuna çıkarmış ve bütün büyük kentleri ağır bir biçimde borçlandırmıştı. Savaş, vergileri korkunç bir biçimde şişirmiş ve ulusal kaynakları acımaksızın kırıp geçirmişti. Yıkımı tamamlamak üzere, Fransız toprağı üzerindeki askerlerinden bir yarım milyonun bakımını, beş milyarlık ödencesini  ve geciken taksitlerin %5 faizini isteyen Prusyalı Shylock da orada idi. Hesap pusulasını kim ödeyecekti? Zenginliği kendilerine mal edenler, kendi başlattıkları bir savaşın giderlerini bu zenginlik üreticilerinin sırtına yüklemeyi, ancak cumhuriyeti zorla devirerek umut edebilirlerdi. İşte toprak mülkiyeti ve sermayenin bu yurtsever temsilcilerini, saldırganın gözleri ve yüksek koruyuculuğu altında, dış savaşa bir iç savaş, bir köle sahipleri ayaklanması eklemeye götüren şey, böylece Fransa'nın engin yıkımının ta kendisi idi. 
 Komplonun yolunu kapamak üzere, büyük bir engel vardı: Paris. Paris'i silahsızlandırmak, başarının ilk koşulu idi. Bunun sonucu Paris, Thiers tarafından, silahlarını teslim etmesi için uyarıldı.”(fransada iç savaş sayfa:48)(cumhuriyeti zorla devirirerek dediği paristeki proletarya diktatörlüğüdür).İşte bir burjuva cumhuriyetinin özellikleri açığa çıkmış bulunuyor sözde eşitlik ,sözde özgürlük ,sözde halkın kendini yönetmesi,sözde can güvenliği.Bakalım burjuvazi, köleliğe başkaldrımış köle olan proleterlerin kendi iktidarlarını devrimeye kalkınca ne yapıyor:
“Ulusal Muhafız kılığında yakalanan kendi jandarma espiyonlarının bile, üzerlerinde yangın bombalan ile yakalanan Sergents deville'lerin(polislerin) bile bağışlandıklarını öğrenir öğrenmez, Komünün misilleme üzerindeki buyrultusunun boş bir tehdit olduğunu anlar anlamaz, tutsakların yığınsal öldürülmeleri yeniden başladı ve sonuna değin ardı arası kesilmeden sürdürüldü. Ulusal muhafızların sığındıkları evler jandarmalarca çevrildi, üzerlerine (ilk kez olarak burada görünen) petrol döküldü ve yakıldı; yarı-kömürleşmiş cesetler, daha sonra Ternes'de kurulmuş bulunan gezgin Basın hastanesi tarafından kaldırıldılar”(fransada iç savaş sayfa:57).İşte riakarlık! sözde herkes için adalet,özgürlük bir anda tersine döndü.en azından komünizmin ustaları burjuvazinin uşakları gibi yalan söylemiyor açık yüreklilikle bize zulm edene zulm edeceğiz deme cesaretini gösteriyorlar işte Marx’ın görüşü
“Barışçıl bir gösteri ödlek bahanesi altında, ama gizlice öldürücü silahlar taşıyan bir çete, yürüyüş kolu biçiminde düzenlendi, yolu üzerinde rasladığı Ulusal Muhafız nöbetçi ve devriyelerini hırpalayıp silahsızlandırdı, ve: "Kahrolsun Merkez Komite! Kahrolsun katiller! Yaşasın Ulusal Meclis!" çığlıkları ile rue de la Paix'den (Barış sokağı) place Vendôme'a (Vendôme alanı) çıkan çete, nöbet bekleyen muhafız kollarını zorlamaya ve onların korudukları Ulusal Muhafız karargâhını baskınla almaya kalkıştı. Tabanca atışlarına karşılık olarak, gerekli uyarmalarda bulunuldu, ve bu uyarmaların etkisiz kalması üzerine Ulusal Muhafız generali ateş komutu verdi.” (fransada iç savaş sayfa:54-55) “Versailles'a doğru ünlü kaçan kaçananın taçlandırdığı o silahız gösteri için, amiral Saisset'in buyruğu altında toplanacak duruma geldiler. Thiers tarafından Montmartre'a gece hırsızlığı girişimi ile başlatılmış bulunan iç savaşı kabul etmekte gösterdiği tiksinti yüzünden, Merkez Komite bu kez, o sıralarda adamakıllı savunmasız bir durumda bulunan Versailles üzerine hemen yürümemek, ve böylece Thiers ile köylülerinin komplolarına bir son vermemekle kesin bir yanlışlık yaptı.” (fransada iç savaş sayfa:55-56).Görüldüğü gibi açık ve net hatta neden daha fazla baskı uygulamadın diye de mevcut yöneticilere sitem ediyor Marx.peki o zaman cumhuriyet ile krallık arasındaki ve proletarya diktatörlüğü arasında nasıl bir ayrım mevcut işte Engels’ten bunu dinleyelim
 “Ama, gerçeklikte, devlet bir sınıfın bir başkası tarafından ezilmesi için bir makineden başka bir şey değildir, ve bu, krallıkta ne kadar böyle ise, demokratik cumhuriyette de o kadar böyledir; bu konuda söylenebilecek en hafif şey, devletin, muzaffer proletaryanın sınıf egemenliği için mücadelede kalıt olarak aldığı, ve tıpkı Komün gibi, en zararlı yönlerini hemen budamaktan kendini alamayacağı bir kötülük olduğudur; yeni ve özgür toplumsal koşullar içinde yetişmiş bir kuşak, bütün bu devlet hurdasını başından savacak bir duruma gelinceye değin.” (fransada iç savaş sayfa 21).görüldüğü gibi cumhuriyetle krallık arasında baskı açısından fark yok proletarya diktatörlüğü ise devletin ortadan kalkması için kurulmuş bir ara devletten başka bişey değil.son olarak proleterler fransada iç savaştan kapitalizmle son savaşa kadar olan tarihsel sürecin bir parçası olmanın verdiği heyecanla birgün mutlaka gerçekleşecek olan proletarya diktatörlüğünün kendi hayatlarında gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin uyandırdığı derin merakla her sabah gözlerini o günün gelmesinin umuduyla açıyorlar.İşte marx’ın o umut veren sözleri “Doğrudan üreticilerin mülksüzleştirilmeleri, acımasız bir vahşetle ve en bayağı, en rezil, en küçültücü, en çirkin tutkuların dürtüsü altında gerçekleştirilmiştir. Tecrit edilmiş, bağımsız emekçi bireyin, deyim yerindeyse, kendi emek koşullarıyla kaynaşmasının sonucu olan özel mülkiyetin yerini, öbürlerinin itibari olarak özgür emeğinin, yani ücretli-emeğin sömürülmesine dayanan.kapitalist özel mülkiyet alır      Bu dönüşüm sureci, eski toplumu, tepeden tırnağa yeter derecede çözüp ayırır ayırmaz, emekçiler proletaryaya ve onlara ait emek araçları sermayeye çevrilir çevrilmez, kapitalist üretim tarzı, kendi ayakları üzerinde duracak hale gelir gelmez, emeğin daha geniş ölçüde toplumsallaşması, toprak ile diğer üretim araçlarının toplumsal olarak daha fazla sömürülen ve dolayısıyla ortak üretim araçları olarak geniş ölçüde kullanılan üretim araçları haline dönüştürülmesi ve özel mülk sahiplerinin daha fazla mülksüzleştirilmeleri yeni bir biçim alır. Şimdi mülksüzleştirilecek olan kimse, artık, kendi hesabına çalışan emekçi değil, birçok emekçiyi sömüren kapitalisttir. Bu mülksüzleştirme, kapitalist üretimin kendi içinde taşıdığı yasaların işlemesiyle, sermayenin merkezileşmesi ile gerçekleşir. Bir kapitalist, daima birçoklarının başını yer. Emek-sürecinin, gitgide boyutları büyüyen kooperatif şekli, bilimin bilinçli teknik uygulaması, toprağın yöntemli bir biçimde işlenmesi, emek araçlarının ancak ortaklaşa kullanılabilir emek araçlarına dönüştürülmesi, bütün emek araçlarının bileşik toplumsal emeğin üretim araçları olarak kullanılmasıyla sağlanan tasarruf, bütün insanların dünya pazarları ağına sokulması ve böylece kapitalist rejimin uluslararası bir nitelik kazanması, bu merkezileşme ya da birçok kapitalistin birkaç kapitalist tarafından mülksüzleştirilmesi ile elele gider. Bu dönüşüm sürecinin bütün avantajlarını sömüren ve tekellerine alan büyük sermaye sahiplerinin sayılarındaki sürekli azalmayla birlikte, sefalet, baskı, kölelik, soysuzlaşma, sömürü de alabildiğine artar; ama gene bununla birlikte, sayıları sürekli artan, kapitalist üretim sürecinin kendi mekanizması ile eğitilen, birleştirilen ve örgütlenen işçi sınıfının başkaldırmaları da genişler, yaygınlaşır. Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi egemenliği altında fışkırıp boy atan üretim tarzının ayakbağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler” (karl marx, kapitalist birikimin tarihsel eğilimi,KAPİTAL CİLT:1 sayfa:781-782). O günü görenin biz olması dileğiyle yoldaşlar yazımı sonlandırıyorum.

Lenin'in Vasiyetine Molotov Kokteyli


Günümüz troçkistlerinin en sevdiği belgedir bu Lenin’in vasiyeti .Sanki Lenin vasiyetinde troçkiyi Stalin’in yerine göstermiş,Stalin ile Lenin arasında ilkesel bir ayrım olduğunu belirtmiş vs vs .İlk önce Stalin ile Lenin arasında ilkesel değil yöntemsel bir ayrılık olduğunu belirteyim.Lenin Stalin’in sadece kullandığı yöntemi beğenmemektedir aşağıda size bu kaygısının da neden olduğundan bahsedeceğim.
E.H.Carr Stalin ile Lenin arasındaki Gürcistan sorununu ve Stalin’i kaba diye nitelediğini şöyle anlatıyor “1922 güzünde lenin’in dikkati gürcistan’da olanlara çevirdi.gürcistan cumhuriyetinin sscb’ye katılması için uygulanan prosedüre Gürcistan parti komitesi sert bir şekilde itiraz ediyordu… tiflis’e giden orjonikidze şiddetli bir tartışmadan sonra asi lideri kovarak komiteyi Stalin’in önerilerini kabül etmeye zorladı… Lenin, Stalin’in aceleciliği ve yönetsel konumunu dikkate almayan fevriliğine atıfta bulunarak olup bitenleri büyük rus şovenizminin bir örneği olarak eleştirip Stalin, cerjinski ile orjjonikide’yi şiddetle kınadı… 4 ocak 1923’te Lenin vasiyete bir metin ekledi “Stalin çok kabaydı ve genel sekreterlikten alınarak yerine daha sabırlı,daha sadık,daha nazik…bir kişi getirilmeliydi””(Lenin’den Stalin’e rus devrimi 1917-1929 sayfa:120)
Yazıdanda anlaşılacağı gibi gürcistana katılma konusunda yöntemsel bir tartışma yaşanmış. fakat Lenin neden Stalin’in sert davranmasına kızdı? Bu Stalin’in sosyal milliyetçi olduğunu mu gösteriyordu? .tabi ki hayır. Lenin daha öncede ülkenin geleceği için kötü,sistemi yıkıma götürebilecek olaylarda da kabul etmediği fikirler olsa bile kabul etmiş gibi görünmüştür işte Lenin’in benzer bir konuyla ilgili takındığı tutumu molotov şöyle anlatıyor. “trotski zeki bir adamdı,yetenekliydi,çok büyük bir etkileme gücüne sahipti.lenin bile onunla amansızca mücadele etmiş olmasına rağmen,pravda’da köylü sorunu hakkında trotski ile fikir ayrılığı olmadığını yayımlatmak zorunda kalmıştı.Stalin’in gerçekleri yansıtmadığı için bundan hiç hoşnut kalmayarak Lenin’e geldiğini hatırlıyorum.Lenin onu “ne yapmamamı istiyorsunuz? troçki yüzde yüzü köylülerden oluşan silahlı ellerin desteğinde.ülke zaten tam anlamıyla bir bozgunun içerisinde,bir de biz herkesin önüne kendi üst düzey kavgalarımızı mı ortaya sereceğiz?”(feliks çuyev,molotov anlatıyor sayfa:198). Gürüldüğü gibi Lenin sistem zor bir durumda kaldığında bazen ödünde vermiş istemediği şeyleri de yapmak zorunda kalmıştır.molotov’un stalin’in en yakını olup bu alıntının doğru olmayabileceğini düşünenler Lenin’in “devrimin iki çizgisi üzerine” adlı makalesini okusunlar burada troçki’yi köylü sorunu konusunda nasıl eleştirdiği görülebilir işte Lenin’in görüşü “gerçekte troçki,köylülüğün rolünün “yadsınmasından” sadece,köylüleri devrim için harekete geçirme isteğinde olmamayı anlayan rusya’daki liberal işçi politikacılarına yardım etmektedir.”(Lenin seçme eserler cilt:5 sayfa:174).bu aşamada  Stalin’in Leninle aynı görüşte olduğunu Lenin’in Stalin’in uyguladığı yöntembilimsel  açıdan sorun olabilecek hatalar açısından Stalin’i uyardığı anlaşılıyor hatta bu olay Lenin ile Stalin’in arasını bile bozmamıştı Lenin felçliyken onu görebilen ve onunla konuşan tek kişi şüphesiz Stalin idi. Molotov bu olayı şöyle anlatıyor “Lenin son dönemde Stalin’e çok yakındı,evine gidip Lenin’i görebilen şüphesiz tek kişiydi.Stalin birçok defalar genel sekreterlik görevinden alınmayı talep etmişti ama her defasında da bu isteği merkez komitesi tarafından geri çevrildi.kavga çok çetindi ve Stalin’in görevde kalması gerekiyordu”( feliks çuyev,molotov anlatıyor sayfa:210).yanlız ne olursa olsun Lenin “vasiyetinde” Stalin’i görevden alınmasını istemesine rağmen Stalin neden görevden alınmamıştı? Belki bunu vasiyet adı verilen aslında parti içi öğütler içeren bir mektup olan yazıda eleştirdiği diğer kişilere bakmak ve incelemek gerek.Lenin mektup’ta zinovyev ve kamanev’i ekim devriminin yapılacağı tarihi burjuva basına bilerek verdikleri için onları unutmadığını söylüyor.Molotov Lenin’in bu konuyla ilgili daha sert görüşleri olduğunu şöyle açıklıyor. “Lenin 1917 ekim devrimindeki ihanetleri nedeniyle zinovyev ve kamanev’e fahişe benzetmesi yaptı.fahişe ve grev kırıcısı.”( feliks çuyev,molotov anlatıyor sayfa:237).herhalde böyle adamları bu yorumdan sonra uygun olduğunu düşünmesi tuhaf olurdu.troçkiye ise Bolşevik olmadığını söyleyerek onun genel sekreterlik yolunu baştan kapadı.buharine vasiyetinde de de eleştirdiği gibi marxist olmadığını da daha önceden açıklamıştı molotov bunu şöyle anlatıyor “Lenin onun(buharin) partinin değerli evladı olduğunu söylemişti ama teorik görüşlerinin tam anlamıyla marxist olarak kabul edilemeyeceğini de eklemişti.”( feliks çuyev,molotov anlatıyor sayfa:210).yani partinin  Lenin’den sonra önde gelenlerinden troçkiyi,kamanevi,zinovyevi ve buharini marxist olmadığını belirtmesi fakat Stalin’i anti marxist diye nitelemeyip onda sadece yöntemsel bir sorun olduğunu belirtip onu “kaba”diye nitelemesi herhalde merkez komiteyi Stalin’i bu insanların karşısında alternatifsiz olduğu için istifasını kabul etmediğini açıklamada yeterli olduğu kanısındayım.Stalin o zaman için kötünün iyisi idi ama sonra kendini geliştirip çok büyük başarılara imza atıp sosyalizmi Sovyetlerde inşa ettirme başarısını gösterdi. Şimdi bunun neden bir vasiyet olmadığını açıklamakta fayda olduğu kanısındayım bunu troçkinin ağzından dinlemek bana büyük bir keyif vermektedir bakalım troçki bunun vasiyet olamadığını nasıl açıklıyor “Vlademir Ilyiç herhangi bir vasiyet bırakmamıştır partiye ilişkisinin karakteri gerekse de bizzat partinin karakteri böyle bir vasiyet olanağını dıştalıyordu.menşevik basında genellikle(tanınamayacak kadar tahrif edilmiş bir biçimde) bir vasiyet olarak adlandırılan şey Vlademir Ilyiç’in örgütsel sorunlara ilişkin öğütler içeren bir mektubudur”(troçkinin makalesi “eastman’ın Lenin’in ölümünden sonra başlıklı kitabı üzerine “Bolşevik” no.16,1 eylül 1925 sayfa:68).Ama bahsettiğimiz insan troçkinin kendisi. Lenin’in mektupta troçkiyi Bolşevik olmadığını söylemesine rağmen troçki daha sonra Lenin’in bir vasiyet bıraktığını ve Stalin’in yerine beni düşünüyordu diye bir açıklama yapıp kendini yalanlamaktan bile geri durmamıştır işte troçkinin mektubu tahrifatı “Lenin halk komiserleri meclisi başkanlığı için beni düşünüyordu”(troçki hayatım sayfa:505).troçki gene çark etmişti herhalde bu çark edişi Lenin’den dinlemek ve troçkinin nasıl bir adam olduğunu öğrenmek için Lenin’in şu yazısına bakmakta fayda olduğu kanısındayım “rusya’da marxist hareketin kıdemlileri troçki’yi çok iyi bilirler.bunlara troçkiyi anlatmaya hiç gerek yok ama genç işçi kuşakları onu bilmiyorlar.bu nedenle onu anlatmak gerek.çünkü tasfiyecilerle parti arasında yalpalayan yurtdışındaki beş grubu simgeleyen odur… riyazanov,1903 kongresinde troçki’nin rolünü “Lenin’in sopası” diye tanımlamıştı.1903 sonunda troçki ateşli bir menşevikti,1904-1905 döneminde troçki Menşevikleri bıraktı,kah(ekonomist)martinovla işbirliği yaparak kah onun saçma ölçüde sol sürekli devrim teorisini ortaya dökerek,ortada yalpalayan bir tutum takındı.(tasfiyecilik üzerine,trotski’nin tasfiyeci görüşü,sayfa:296-297). Troçki’nin dengesizliklerini Lenin’den dinledikten sonra gelelim Lenin’in mektubunu Stalin’in neden sakladığına.önce bu mektubu Stalin saklamıyor ve 1956’da ilk kez resmen  basıldığı iddiasının ve Stalin döneminde bu belgenin varlığından bahsetmenin suç teşkil ettiği iddiası gerçekleri yansıtmıyor.bütün bu kirli yalanları Molotov kokteylimizden çıkan alevler bize doğru yolu gösteriyor.işte Molotov’un anılarına önsöz yazan feliks çuyev’in bu konuyu açıklığa kavuşturduğu yazı “geçenlerde televizyonda eski,önemli bir askeri savcının,Lenin’in vasiyetnamesinde Stalin için yaptığı nitelemeyi daha önce bilmediğine ilişkin anlattıklarını dinledim.ben bunu çocukken 40’lı yıllarda okumuştum.babamın kütüphanesinde 1936 yılında yayınlanmış bir kitapta Lenin’in vasiyetnamesinin en sert pasajları üstelik Stalin’in yorumlarıyla birlikte yer alıyordu(Sovyetler birliği komünist partisi(Bolşevikler) tarihini inceleyen yapıtlar derlemesi,politizdat,tiraj 305 bin)" (feliks çuyev,molotov anlatıyor sayfa:21).pes artık! Bu belge hem Stalin döneminde basılıyor hem Stalin bu belgeye yorum yazıyor.fakat gene de bu Stalin’in belgeyi saklamasını ve ölümünden sonra ortaya çıkarıldı yalanını söylenmesine engel olamıyor üstelik 305 binlik bir tiraja rağmen! Bu yazımda Lenin’in vasiyet denilen yazısının aslında parti içi öğütler içeren bir mektup olduğunu Stalin ile Lenin arasında diğer önde gelenlerde olduğu gibi ilkesel değil yöntemsel bir takım görüş ayrılıklarının olduğunu ve Stalin’in alternatifi olmadığı için görevde kaldığını(bence iyi de olmuş) ve mektubun sözde saklandığı yalanını açığa kavuşturması için yazılmıştır.bundan sonra bu konu ile ilgili molotov kokteylinin alevinin insanları daha da çok aydınlatması ve burjuva yalanlara bir daha düşülmemesi ümidiyle yazımı sonlandırıyorum.

Marxist gözden Kemalist devrim(JOSEF STALİN'den bir parça)


ALTINCI SORU
"Kemalist bir devrim Çin'de mümkün müdür?"
Ben onu Çin'de ihtimal dışı ve bu yüzden imkansız görüyorum.
Kemalist devrim, hiç ya da neredeyse hiç sanayi proletaryası olmayan ve köylülerin güçlü bir tarım devriminin cereyan etmekte olmadığı ancak Türkiye, İran ve Afganistan gibi ülkelerde mümkündür. Kemalist Devrim, bir üst tabaka devrimidir; yabancı emperyalistlere karşı mücadele süreci içinde varılan ve daha sonraki gelişmesi içinde aslında köylülere ve işçilere karşı, evet bir tarım devrimi imkanlarına karşı yönelen, milli ticaret burjuvazisinin devrimidir.
Kemalist bir devrim Çin'de imkansızdır:
a) çünkü orada, Çin'de köylüler arasında muazzam bir otoriteye sahip olan, mücadeleci ve aktif belirli bir minimum sanayi proletaryası vardır;
b) çünkü orada, yolu üzerindeki feodalizmin kalıntılarını silip süpüren, gelişkin bir tarım devrimi cereyan etmektedir.
Tüm bir dizi eyalette şimdiden toprak ve araziye el koyan ve mücadelesinde kendisine devrimci Çin proletaryasının önderlik ettiği sayısı pekçok milyonu bulan köylülük — Kemalist Devrim adı verilen bir devrim imkanının panzehiridir.
Kemalistlerin partisi ve Vuhan'daki sol Kuomintang'ın partisi aynı kefeye konamaz, tıpkı Türkiye ve Çin'in aynı kefeye konamayacağı gibi. Türkiye'de Şanghay, Vuhan, Nanking, Tientsin vs. gibi merkezler yoktur. Ankara Vuhan'la asla boy ölçüşemez, aynı şekilde Kemalistlerin partisi de sol Kuomintang'la boy ölçüşemez.
Çin ile Türkiye arasında uluslararası durum açısından var olan fark da gözardı edilmemelidir. Türkiye ile ilgili olarak emperyalizm, Suriye, Filistin, Mezopotamya ve emperyalistler için önemli olan başka bölgeleri Türkiye'nin elinden alarak daha şimdiden tüm bir dizi temel talebini gerçekleştirmiş bulunmaktadır. Türkiye şimdi 10-12 milyon nüfuslu küçük bir devlet boyutuna indirgenmiştir. Emperyalizm için ne ciddi bir pazar ne de önemli bir yatırım alanı oluşturmaktadır. Bunun böyle olmasında, diğer şeylerin yanında, eski Türkiye'nin bir milliyetler konglomerası (yığışımı) olması, kompakt bir Türk nüfusun sadece Anadolu'da bulunması etkili olmuştur.
Çin'de durum başkadır. Birkaç yüz milyon nüfusuyla tüm dünyada en önemli sürüm pazarını ve sermaye ihracı pazarını oluşturan Çin, ulusal bakımdan kompakt bir ülkedir. Emperyalizm orada, Türkiye'de, doğuda bir dizi çok önemli bölgeyi Türkiye'den koparmakla yetinirken, ki bunu yaparken eski Türkiye içinde Türklerle Araplar arasındaki ulusal antagonizmaları kullandı, emperyalizm burada, Çin'de eski konumlarını muhafaza etmek ya da bu pozisyonların en azından bir bölümünü elde tutmak için, bıçağı ulusal Çin'in kalbinin ta orta yerine saplamak, Çin'i parça parça etmek ve koskoca eyaletleri onun elinden almak zorundadır.
Orada, Türkiye'de emperyalizme karşı mücadele, Kemalistlerin güdük bir anti-emperyalist devrimiyle son bulabilirken, bu yüzden Çin'de emperyalizme karşı mücadele, gerçek bir halk karakteri, belgin ulusal bir karakter almak, adım adım derinleşmek, emperyalizme karşı amansız savaşlara yolaçarak, bütün dünyada bizzat emperyalizmin temellerini sarsmak zorundadır.
Muhalefetin (Zinovyev, Radek, Troçki) en büyük hatası, Çin ile Türkiye arasındaki tüm bu farkı görmemesi, Kemalist Devrim'i tarım devrimiyle karıştırması ve bütün bunları gelişigüzel aynı kefeye atmasıdır.
Çin milliyetçileri arasında Kemalizm fikrine taraftar olanların bulunduğunu biliyorum. Kemal rolüne talip az insan yok şimdi orda. Bunların başında Çang Kay-şek geliyor. Bazı Japon gazetecilerin Çang Kay-şek'i Çin'in Kemal'i olarak değerlendirmeye eğilimli olduklarını biliyorum. Ama bütün bunlar düşten, ürkmüş burjuvaların hayallerinden başka bir şey değildir. Çin'de ya Çang Tso-lin ve Çang Tsun-çan gibi Çinli Musolini'ler, daha sonra tarım devriminin hamlesiyle devrilmek üzere muzaffer olacaklardır, ya da Vuhan.
Bu iki kamp arasında ortayı bulmak için uğraşan Çang Kay-şek ve taraftarları, kaçınılmaz olarak devrilecek ve Çang Tso-lin ile Çang Tsun-çan'ın kaderini paylaşacaktır.
Sun Yat-Sen Üniversitesi Öğrencileriyle Bir Konuşma 1927(toplu eserler cilt:9 sayfa:204-206)

ÖĞRENCİLİK ÜZERİNE


ÖĞRENCİLİK ÜZERİNE
Günümüzün en sorunlu kavramı dediğimizde herhalde “öğrenci bir küçük burjuvadır” kavramından daha iyi örnek bulunamaz diye düşünüyorum.Bu kavram bugünde kabul görmektedir fakat ciddi bir sorun ihtiva etmektedir.Bu sorun küçük burjuva kavramının derinliklerine inince ortaya çıkmaktadır ilk önce küçük burjuva olmanın iki kuralı vardır.1-kendi geçimini ranta dayalı olarak sürdürmek aynı zamanda küçük çapta emek sömürüsünden beslenmek 2- sistemle anlaşamadığı zaman(ki bu genellikle olan bir olgudur) burjuvazi ile proletarya arasında yalpalayan bir tutum takınmak iki sınıf arasında oradan oraya yuvarlanmak.İşte tam bu noktada sorun çıkmaktadır çünkü bunu öğrenci kavramına soktuğumuz kişilerin büyük kısmı bu yalpalamayı yaşamamaktadır bunun nedeni ailelerinin bağlı olduğu sınıflarlardır. Örnek bir şema yaparsak öğrenci küçük burjuvadır kavramının destekçilerinin şeması şudur: “büyük burjuva ailesinin çocuğu küçük burjuva,küçük burjuva ailesinin çocuğu küçük burjuva,yarı proleter ailesinin çocuğu küçük burjuva,proleter ailesinin çocuğu küçük burjuva” burada ki sorunlu kısım her toplumsal katmanın çocuğuna küçük burjuva denmesidir. Peki her katmandaki çocukların toplumsal gelirden faydalanma imkanları bir denebilir mi?Elbette ki denemez.Halbuki bir sınıf olması için  üç aşağı beş yukarı benzer yaşam koşullarına sahip olması gerekir bir büyük burjuva ailesinin çocuğu bmw x5’e binebilirken bir proleter ailesinin çocuğu 1 saat balık istifi gideceği otobusü beklemektedir. bu tezin birinci kırılma noktasıdır.Tezin savunucuları öğrencinin küçük burjuva olmasını öğrencinin çalışmadan hayatını sürdürmesine bağlarlar gelir oranını mühim görmezler.Fakat bir küçük burjuva olmak için sırf çalışmadan hayatını sürdürmek yetmez aynı zamanda proletarya ile büyük burjuvazi arasında da yalpalaması gerekir şimdi ailelere dönersek bir büyük burjuvazi ailesinin çocuğu proletarya arasında yalpalaması mümkün müdür?tek kelime ile hayır yalpalamaz aksine proletaryayı gelecekte sömürmenin ve bastırmanın yollarını arar.Diğer taraftan baktığımızda bir proleter ailesinin çocuğu burjuvazi arasında yalpalaması mümkün müdür?hayır kesinlikle mümkün değildir bir proleter ailesinin çocuğu rahat yaşam koşullarına ulaşmak için  kendini kurtaracak tek yolun sınıfların kaldırılması olduğunu bilir değil burjuvaziye kaymak değil onu yok etmek ister.İşte bu sebeplerden ötürü öğrenci küçük burjuva değildir.Küçük burjuva olabilecek temel koşullara sahip değildir çünkü öğrencilerin bir kısmı arasında değil aynı sınıftan olmak birbirleriyle ittifak yapacak kadar bile ortak yan yoktur.Peki öğrenci nedir?Öğrenci bağlı bulunduğu sınıfın ön aşamasıdır. Eğer öğrenci çok şanslı(proleter için sınıf atlama) yada şanssız(burjuva için sınıf düşme) değilse büyük ihtimalle ailesi ne ise o da o sınıftan olacaktır.bu yüzden olması gereken şema şu şekilde olmalıdır: “ büyük burjuva ailesi = proto-büyük burjuva(öğrenci),küçük burjuva ailesi = proto-küçük burjuva(öğrenci), proleter ailesi = proto-proleter(öğrenci).Son olarak bu konuyu Sovyetler Birliğinden örnekle bitirmek istiyorum.Sovyetler Birliğinde Stalin döneminde sınıfların kaldırılması başarılı olmuş ve burjuvazi mal mülk sahibi olarak ortadan kalkmıştı(konumuz burjuvazinin kaybettiği malı geri almak için yaptığı sınıf mücadelesi olmadığı için bu konuyu pas geçiyorum)malını geri almak için mücadele eden ailenin çocuğunu bir kenara koyarsak.Sovyet öğrencisi küçük burjuva mı idi?Ortak mülkiyetin olduğu bir üretim ilişkileri sisteminde bireysel mülkiyetin mümkün olmadığı bir üretim ilişkilerinde nasıl oluyor da Sovyet öğrencisi küçük burjuva olabilir? İşte tam bu yüzden “öğrenciler küçük burjuvadır” kavramı çökmüştür tutar yanı yoktur bu proleter aileden gelen öğrencilerin somut durumunu yansıtmamaktadır bu yüzden bir an önce bu kavram terk edilmelidir.

Revizyonizmin taktiklerinden biri:Engels’in önsözünü tahrif etme


Revizyonizmin taktiklerinden biri:Engels’in önsözünü tahrif etme

Engels’in önsözü konusu modern revizyonizmle mücadele için önemli bir yere sahiptir.Revizyonizm ısrarla Engels’in Fransa’da Sınıf Savaşımları’nın önsözünde yazdıkları ile fikirlerinin değiştiğini ve devrimin barışçıl yoldan gelişeceğini iddia etmektedir.Yazımıza önce neden legal yolda devrim olamayacağına değineceğiz.Sonra Engels’in süreç içindeki gelişimini ele alacağız.

Legalizm, Marksizmin kullanması gereken silahlardan biridir fakat rolü tayin edici özelliğe sahip değildir.Legalizm illegal mücadelenin propagandasını yapar,kitlelere legal yoldan bir şey yapılamayacağının pratik olarak kanıtlamaya çalışır.Legalizm bütün görevi budur bundan öteye geçti mi kendini burjuvazinin tarafında bulur.Genel hatlarını oturttuğumuz resmimizin biraz daha ayrıntılarına girelim.Legalizmin görevini Lenin şöyle açıklamaktadır:

“İşçilerin partisinin kitlelere karşı tutumu bunun tam tersidir.Bizim için önemli olan uzlaşmalar yoluyla Duma’da koltuk kapmak değil; aksine bu koltuklar, kitlelerin politik bilincini geliştirmeye, onları daha yüksek bir politik seviyeye  yükseltmeye, örgütlemeye, filisten bir mutluluk uğruna değil,
”sükunet” “düzen” ve “barışçı(burjuva) mutluluk” uğruna değil, fakat mücadele için, emeğin bütün sömürü ve baskılardan kurtularak tamamen özgürleşmesi mücadelesine yarayacağından ve bunları gerçekleştireceği ölçüde önemlidir. Sadece bu amaç için sadece bu amaca ulaşmakta yardımcı olduğu ölçüde.Duma’daki koltukar ve bütün seçim kampanyası bizim için önemlidir.”(Lenin,kitle içinde parti çalışması, sayfa :54 ,Ser yayınevi)".

Bu alıntıda kitlelerin politik bilincini yükseltmedeki öneminden ötürü Lenin Legal çalışmalara katılmayı şartlı kabul ettiğini açıklamıştır. Neden legal yolla devrim olmayacağını ise şöyle açıklamaktadır.

“Burjuva parlamentarizmi ülkeleri ile, geniş bir ölçüde, anayasal burjuva ülkelerin tüm tarihi, tüm gerçek yönetim çalışması zengin bir memurlar ordusunun eline verilmiş olduğu için, bakan değişikliklerinin çok az önem taşıdığını gösterir. Oysa, bu ordu derinden derine anti-demokratik bir anlayış ile dolmuş, her bakımdan bağlı olduğu büyük toprak sahiplerine ve burjuvaziye, binlerce ve milyonlarca bağ ile bağlanmış bulunur. Bu ordu, soluduğu tek hava olan, bir burjuva ilişkiler havası içinde yüzer; mumyalaşmış, kabuk bağlamış, donmuş bir durumda bulunan bu ordu, kendini bu ortamdan çekip çıkarma gücünden yoksundur; düşünme, duyma ve davranma biçimini değiştirmez. Bir hiyerarşi sistemi ile, “devlet hizmeti”ne bağlı bazı ayrıcalıklar ile zincire vurulmuştur; yüksek kadrolarına gelince, hisse senetleri ve bankalar aracılığı ile onlar tamamen, kendilerinin de belli bir ölçüde görevlileri oldukları, çıkarların savunup etkisini yaydıkları mali-sermayenin boyunduruğu altındadırlar. Büyük toprak mülkiyetinin tazminatsız kaldırılışı ya da tahıl tekeli vb. gibi reformların bu devlet aygıtı aracılığıyla yapılmasına kalkışmak, büyük bir kuruntuya kapılmak, kendini ve halkı aldatmak demektir. Bu aygıt, Fransa’daki III. Cumhuriyet gibi, “kralsız bir krallık” olan bir cumhuriyet kurarak cumhuriyetçi bir burjuvaziye hizmet edebilir, ne var ki, sermaye haklarını, “çok kutsal özel mülkiyet” haklarını kaldıran demiyoruz, ama gerçekten kısan ya da sınırlayan reformlar bile uygulamakta, kesin olarak yeteneksizdir. Bu, “sosyalist”lerin katıldıkları bütün “koalisyon” hükümetlerinde, “sosyalist”lerin aslında yararsız ya da halk öfkesine karşı burjuva hükümete paravana, paratoner hizmeti gören bir süsten, hatta aralarında bazıları son derece iyi niyetli olsalar bile, yığınları bu hükümet yardımıyla bir aldatma aracından başka bir şey olmadıklarını açıklar. 1848′de Louis Blanc ile böyle oldu; İngiltere ve Fransa’da sosyalist katılımlı hükümetler ile onlarca kez böyle oldu; 1917′de Çernov ve Çereteli ile böyle oldu ve burjuva rejim sürdükçe ve eski burjuva bürokratik devlet aygıtı olduğu gibi kaldıkça da böyle olacaktır.”(Lenin,ekim devrimi dosyası sayfa:193-194,Sol yayınları).

Özetlemek gerekirse legal siyaset burjuvazinin diktatörlüğünün bir parçasıdır ve onun sınırlarının dışına çıkamaz bu yüzden o aygıtı kullanarak devrim yapılması bir hayal ürünüdür.Legal çalışmanın örgütsel ifadesi ise şöyledir:

“Ama,yasadışı örgütün biçimlerindeki bu değişiklik,hiçbir zaman yasal harekete “uyarlanma” formülüyle ifade edilmemiştir.bu tamamen farklı bir şey.Yasal örgütler,yığınlar arasında yasadışı çekirdeklerin fikirlerini yaymak için kullanılan müstahkem mevkileridir.”(Lenin,tasfiyecilik üzerine,sayfa:228,Sol yayınları)

“Bu tasfiyeci kararın her satırında üstü örtülü ve dolaylı olarak ifade edilen şey “anayasal çalışma”nın tek çalışma ya da en azından asıl,temelli ve ömürlü çalışma olduğu,kararın bunu kabul ettiğidir.bu kökünden yanlıştır,liberal işçi siyasetinin ta kendisidir.Sosyal demokrat parti hem ”bir bütün olarak” hem her çekirdeğinde yasadışıdır ve-en önemlisi- devrim için propaganda yapma ve yolu hazırlama çalışmasında,yani çalışmanın tümünde yasadışıdır.Bu nedenle sosyal demokrat partinin en açıkta olan çekirdeğinin yaptığı en açık çalışma bile “açıkça yürütülen  parti çalışması”olarak görülemez.”(Lenin,tasfiyecilik üzerine,sayfa:230,Sol yayınları).

Görüleceği örgütlenme şeması altında “legal” olan aslında “illegal” bir yapının bir ürünüdür bu yüzden legal sayılamaz.Gelelim asıl konumuza.Engels’in bu konudaki görüşünü kronolojik bir şekilde vermeye çalışacağız yapacağımız iki alıntı Engels’in silah kullanımına ve legal siyasete Fransa’da sınıf mücadelelerine yazdığı önsözden önceki bakışıdır.

”Öyleyse,genel oy hakkı,işçi sınıfının olgunluğunu ölçmeyi sağlayan göstergesidir.Bugünkü devlet içinde bundan daha çok hiçbir şey olamaz ve hiçbir zaman da olamayacaktır.
(Engels,Ailenin,Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni,barbarlık ve uygarlık,sayfa:225,sol yayınları)

“ Devrim, elbette ki, en otoriter olan şeydir; bu, nüfusun bir bölümünün kendi iradesini, nüfusun öteki bölümüne tüfeklerle, süngülerle ve toplarla —akla gelebilecek bütün otoriter araçlarla— dayattığı bir eylemdir; ve eğer muzaffer olan taraf yok yere yenik düşmek istemiyorsa, bu egemenliğini, silahlarının gericiler üzerinde yarattığı terör ile sürdürmelidir. Paris Komünü, silahlı halkın otoritesini burjuvaziye karşı kullanmamış olsaydı, bir gün olsun dayanabilir miydi? Tersine, Paris Komününü bundan yeterince serbest bir biçimde yararlanmamış olmakla suçlamamız gerekmiyor mu?” (Engels,seçme yapıtlar cilt:2, sayfa:452 ,sol yayınları).

Engels’in bakış açısı bu yere kadar Lenin’le aynıdır acaba Engels’in bakış açısı önsözde değişmiş miydi? yoksa o konjonktürel bir olayı mı açıklıyordu?İşte önsöz

“Eğer genel oy sistemi, bize, her üç yılda bir kendi kendimizi sayma olanağından, oy sayısının, düzenli bir şekilde denetlenen ve son derece hızlı artışı ile, işçilerde zafere olan güveni, düşmanlarda ise aynı ölçüde korkuyu artırmaktan ve böylece bizim en iyi propaganda aracımız olmaktan; bize kendi kuvvetimiz hakkında ve aynı şekilde bütün karşı partilerin kuvvetleri hakkında tam ve doğru bilgiyi vermekten ve böylelikle de bize kendi eylemimizi gücümüzle orantılı tutmak için bütün ötekilerden üstün bir ölçüt vermekten ve bu şekilde bizi yersiz bir korkaklık ve çekingenlikten olduğu kadar, yersiz delice atılganlıktan da korumaktan başka bir yarar sağlamasaydı da — evet, bizim genel oydan elde ettiğimiz tek kazanç bu olsaydı, gene yeter de artardı. Ama genel oy, daha fazlasını da yapmıştır. Seçim ajitasyonu ile, bizden henüz uzak bulundukları yerlerde halk yığınları ile temasa geçmek konusunda, bütün partileri, tüm halkın gözü önünde, bizim saldırımıza karşı kendi görüşlerini ve eylemlerini savunmak zorunda bırakmak konusunda bize öyle bir araç vermiştir ki, bir benzeri daha yoktur; ve ayrıca, bizim temsilcilerimize, Reichstag'da bir kürsü sunmuştur ve bizim temsilcilerimiz bu kürsünün tepesinden parlamentodaki hasımlarına karşı olduğu kadar, dışarıdaki yığınlara da, basında ve toplantılarda olduğundan bambaşka bir yetki ile ve bambaşka bir özgürlükle konuşabilmişlerdir.”(Fransa’da sınıf mücadeleleri,sayfa:23,May yayınları).

Engels burada genel oy hakkının örgütlenmedeki faydasından söz ediyor ve devam ediyor:

“1849'da başarı şansları oldukça kötüydü. Burjuvazi her yerde hükümetlerden yana geçmişti. Ayaklanmaya karşı yola çıkan askerleri "uygarlık ve mülkiyet" selamlıyor ve ağırlıyordu. Barikatlar, çekiciliğini, büyüsünü yitirmişti; asker, barikatların ardında artık "halkı" değil, birtakım başkaldıranları, kışkırtıcıları, yağmacıları, her şeyi paylaştırmak isteyenleri, toplumun tortusunu görüyordu; subay, zamanla, sokak çarpışmasının taktik biçimlerini öğrenmişti, artık, düpedüz, kendini gizlemeden beklenmedik bir barikatın üzerine doğru yürümüyordu, ama bahçelerden, avlulardan, evlerden geçerek onu çeviriyordu. Ve biraz beceri ile, bu, artık onda-dokuz başarıya ulaşıyordu. Ne ki, o zamandan beri daha çok şey değişmiş ve hepsi askerlere yaramıştır.Büyük şehirlerin bir hayli büyümelerine karşılık orduların asker sayısı daha da çok artmıştır.Paris ve Berlin 1848’den beri eskiye kıyasla neredeyse dört kat gelişmiştir,ama garnizonları daha çok büyümüştür. Demiryolları sayesinde bu garnizonlar yirmi dört saatte iki katlarının üstüne çıkabilirler ve yirmi dört saatte dev ordular haline gelecek kadar büyüyebilirler. Muazzam bir şekilde takviye edilen bu birliklerin silahları eskisiyle ölçülemeyecek kadar daha etkilidir. 1848'de basit horozlu tüfek vardı, şimdi ise küçük kalibreli ve mekanizmalı tüfek, ilkinden dört kere daha uzağa, on kere daha isabetli ve on kere daha çabuk ateş ediyor. Eskiden topçunun göreli olarak az etkili gülleleri ve obüsleri vardı; bugün bir tanesi en iyi barikatı un ufak etmeye yetecek, çarpınca patlayan havan topu mermileri var. Eskiden duvarlar, istihkâmcıların sivri kazması ile delinirdi, bugün dinamit lokumları kullanılıyor.” (a.g.y.,sayfa.26-27).

Görüldüğü gibi Engels barikat savaşının başarısızlığını teknik imkanlardan dolayı olduğunu söyleyip o zaman için bittiğini söylüyordu ve devamını söyle dile getiriyordu:

“ Bu demek midir ki, gelecekte sokak mücadelesi hiç bir rol oynamayacaktır? Hiç de değil. Yalnız şu demektir: 1848'den bu yana koşullar, sivil savaşçılar için çok daha elverişsiz, birlikler için ise çok daha elverişli olmuştur. Şu halde bir sokak çarpışması, gelecekte, ancak bu elverişsiz durum başka etmenlerle kapatıldığı, giderildiği taktirde başarılı olabilir.” (a.g.y,sayfa:28).

Bu yol zamanımızda gerilla savaşıdır.En yaygın ve başarılı taktik budur.Görüldüğü gibi Engels barikat savaşlarının bitmesini o zamanın konjektürüne has bir durum olarak sergilemiştir ve devam etmiştir. “hazırlanana kadar saldırı yok!”:

“Her yerde, Almanların genel oydan yararlanma ve bize açık bütün makamları ele geçirme yolunda Alman örneği taklit edilmiştir;her yerde, hazırlıksız bir saldırıyı başlatma  geri plana itilmiştir.”(a.g.y.,sayfa:29)

“Eğer bu böyle giderse yüzyılın sonuna kadar, toplumun orta tabakalarının, küçük-burjuvazinin ve küçük köylülerin en büyük bölümünü elde ederiz ve ülkenin içinde belirleyici bir etkinliği olan, bütün öteki güçlerin, ister istemez karşısında eğilmek zorunda olacağı bir güç haline gelinceye kadar büyürüz. Bu çoğalıp büyüme temposunu, kendiliğinden iktidardaki hükümet sisteminden daha güçlü duruma gelinceye kadar, günden güne güçlenen bu vurucu gücü öncü kavgalarıyla yıpratmayıp son kesin an gelinceye kadar hiç bir saldırıya uğratmaksızın koruyup sürdürmek, işte başlıca görevimiz budur.”(sayfa:31).

Burjuvazi bu aşırı güçlenmeden endişelenip şu öneriyi öne sürmüştür:


“Prusyalı general Bay Von Boguslavski, ne yazık ki sokak savaşlarına sürüklenme oyununa gelmeyen işçileri belki de hâlâ alt edebilmenin tek yolunun ne olduğunu onlara gösterdiler.Anayasanın çiğnenmesi, diktatörlük, mutlakiyete dönüş,”kralın iradesi en yüce iradedir” O halde biraz cesaret beyler; bu işte yarım tedbirler yetmez; sonuna kadar gitmek gerek!”(a.g.y.,sayfa:33).



Engels bundan sonra rest çekip bize yapılacak her zulüm karşılık bulacak ve sizin devriniz bitecek demiştir ve hristiyanların Roma’da bir zamanlar zulum görmelerini sonra İmparatorun sarayını başlarına yıkmalarını en sonunda da resmi dinin hristiyanlık olması ile sonuçlanan tarihsel olayın benzerinin proletarya içinde gerçekleşeceğini şöyle bildirmiştir:

“Ama unutmayınız ki, Alman İmparatorluğu, bütün küçük devletler gibi ve genel olarak bütün modern devletler gibi, bir antlaşmanın ürünüdür; ilkönce, prenslerin kendi aralarında yaptıkları antlaşmanın, ve sonra, prenslerin halkla yaptıkları antlaşmanın. Eğer taraflardan biri antlaşmayı bozarsa, bütün antlaşma hükümsüz kalır ve o zaman öteki taraf da bağlı sayılmaz, tıpkı Bismarck'ın 1866'da bize pek güzel gösterdiği gibi. Demek ki, eğer siz, imparatorluk anayasasını çiğnerseniz, sosyal-demokrasi size istediğini yapmakta serbest olur. Ama sonra onu ne yapacağını size bugünden söyleyecek değildir”(a.g.y.,sayfa:33)

“Roma İmparatorluğunda da tehlikeli bir devrimci parti ortalığı kasıp kavuruyordu. Bu parti, dini ve devletin bütün temellerini baltalıyordu. İmparatorun iradesinin en yüce yasa olduğunu açıkça reddediyordu. Vatansızdı, enternasyonaldi, Galya'dan Asya'ya kadar bütün imparatorluk yüzeyinde yayılıyor, imparatorluğun sınırlarından ötelere taşıyordu. Bu parti, uzun zaman yeraltında gizli baltalama eyleminde bulunmuştu. Ama uzunca bir süreden beri gün ışığına çıkacak kadar güçlü olduğuna inanıyordu. Hıristiyan adı altında tanınan bu devrimci parti orduda da güçlü bir biçimde temsil ediliyordu. Koskoca lejyonlar hıristiyandı. Putatapıcı ulusal dinin resmi törenlerine katılmaları emredildiğinde, devrimci askerler küstahlıklarını, zırhlı başlıklarına protesto ettiklerini belirten özel işaretler —haçlar— takmaya kadar vardırıyorlardı. Üstlerinin kışlalarda adet halini alan hır çıkarmaları da bir işe yaramıyordu. Ordusunda düzenin, emre uymanın ve disiplinin nasıl baltalandığını gören imparator Dioelétien artık daha fazla kendini tutamadı. Enerjik bir biçimde işe el koydu. Çünkü henüz vakit vardı. Sosyalistlere karşı,özür dilerim, hıristiyanlara karşı diyecektim, bir yasa çıkardı. Devrimcilerin toplantıları yasaklandı. Lokalleri kapatıldı ya da yıkıldı, hıristiyan işaretleri, haç, vb., Saksonya'da kırmızı mendillerin yasaklandığı gibi yasaklandı. Hıristiyanlar devlet görevlerinde çalışamaz oldular, askerlikte onbaşı olma hakları bile yoktu. O dönemde, Bay Von Köller'in devrime karşı yasa tasarısının varsaydığı biçimde "bireyin saygısını" uyandıran bugünkü kadar iyi eğitilmiş yargıçlar olmadığına göre, hıristiyanların mahkemelerden adalet arama hakları düpedüz yasaklanmıştı. Hıristiyanları ayrı tutan bu özel yasa da etkisiz kaldı. Hıristiyanlar, yazılı yasayı, duvarlardan alay ederek söküp attılar Dahası var, söylendiğine göre, Nicomedie'de hıristiyanlar, imparatorun oturduğu sarayı ateşe verdiler. Bunun üzerine imparator, öcünü, MS 303 yılında hıristiyanlara karşı büyük kıyıma girişerek aldı. Bu, bu cins kıyımların sonuncusu idi. Ve o kadar etkili oldu ki, onyedi yıl sonra ordunun büyük çoğunluğu hıristiyanlardan oluşuyordu ve Dioclétien'den sonra gelen ve papazların Büyük adını taktıkları Roma İmparatorluğunun yeni hükümdarı Konstantin, hıristiyanlığı devlet dini ilân ediyordu.”(a.g.y.,sayfa:33-34).

Engelsin bu açıklamalarından  “barikat savaşı bitti doğru yol legal siyaset” diye anlam çıkaranlar, ya okuduklarını anlamakta güçlük çeken ya da burjuvazinin hizmetindeki “sosyal hainler”dir.Ama tarihin çarkları geri sarılamayacak halkın değerleri tahrif edilemeyecek ilk baştaki halleri gibi bütün çarpıtmalara rağmen proletarya ve ezilenlerin yol gösterici olacaktırlar.Bu yüzden Marx’ta bizim,Engels’te bizim,Lenin’de bizim,Stalin’de bizim,Mahir Çayan’da bizim!Burjuvazi ve hempalarının çabaları boşuna iki elimiz kanda da olsa çarpışacağız! HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ!

Taleplerimiz radikal,hareketlerimiz burjuvaziye karşı acımasız,irademiz çelik gibi olmazsa bütün 1 Mayıslar ve bütün tepkilerimiz boşunadır


Taleplerimiz radikal,hareketlerimiz burjuvaziye karşı acımasız,irademiz çelik gibi olmazsa bütün 1 Mayıslar ve bütün tepkilerimiz boşunadır


“Bu halktan adam olmaz, bu halk için mücadele etmeye değmez, diye ifade edilen bencil anlayışların tersine bu halk mücadele eden ve yüzünü kendisine dönen herkesi sahiplenme geleneğini sürdürmüştür.Bu anlamıyla ödenen hiçbir bedelin boşa olmadığını ve mutlaka toplumda bir karşılık bulduğunu söylemeliyiz.Bu karşılık vermenin bazen düşük düzeylerde kaldığı söylenebilir.Öyle olduğu dönemlerde bile bunun nedenlerini irdelerken, sorumluluğu halkta bulmak yerine, kim bilir kendimizi tekrar gözden geçirmek, varsa yetersizliğimiz anlamak ve durumunuzu düzeltmek en doğru davranış olmaz mı? Yoksa sürekli topu taca atma misali sorumluluğu dışarıda aramak ne kadar da işin kolayına kaçmaktır değil mi?” (Ahmet Kulaksız)

Ahmet Kulaksız’ın bu sözlerine katılmamak elde değil işçilerin bu kadar sömürüldüğü bir düzende işçiler Marxist-Leninistleri değil de düzen partilerini destekliyorsa burada bir sorun var demektir.Üstelik işçilerin kötü çalışma koşullarının bu kadar yoğun olduğu bir dönemde. Şu alıntıda da görüleceği gibi:

“SGK İstatistiklerine göre, iş kazaları sonucu ölümler 2008 yılında 865 iken 2010 yılında 1.434’eulaşmıştır. Bu veri iki yılda ‘iş kazası’ sonucu ölen işçi sayısının yüzde 70 oranında arttığınıgöstermektedir. Henüz 2011 yılı istatistikleri açıklanmamıştır ancak, yaşanan ölümler göstermektedir ki iş cinayetleri artışı sürmektedir.AKP’nin yaklaşık on yıllık iktidarı  döneminde 10 bin 297 işçi yaşamını yitirdi”(Yürüyüş,sayı:309,sayfa:17)

“Faruk Bildirici, aldığı yanıtı “ürkütücü buldum doğrusu” diyor.Bildirici’nin haberinden aktarıyoruz:"1997-2011 yılları arasında cezaevlerinde 2497 kişi öldü. Rakamların dağılımı şöyle: Eceliyle ölüm 1910, İntihar 495, diğer hükümlülerce öldürülme 91, personelin kötü muamelesiyle ölüm 1. 1997'de cezaevinde ölenlerin sayısı 123 iken bu sayı 2011'de 268'e fırlamış."diyor.... Adalet Bakanlığı’nın rakamları ölüm oranlarının her yıl arttığını söylüyor...Adalet Bakanlığı bunların büyük çoğunluğuna“vadesiyle ölüm” demiş. Bunlar normal ölüm değil Bunlar “vade” değil, F Tipi tecrit politikalarının sonucudur.2497 kişiyi tecritle devlet öldürmüştür.Bu rakamlar öldürmenin de sıradan bir öldürme olmadığını göstermektedir.Bu Katliam Değilse Nedir?”(Yürüyüş,sayı:308)

10 bin 297 işçi ölmüş olması yetmezmiş gibi hapishanelerde ölen 2497 kişinin haklarını kendi sınıfımızdan insanların desteklemiyor oluşunun faturasını işçilere yoksul köylülere değil kendimize kesmeliyiz. Sömürülen kesimler, artık bizim yanlış tutumlarımızdan ötürü bırakın emek sömürüsü mücadelemizde bize destek olmayı, halkın  kendi geleneklerinde olan bir insanın ölümüne karşı olan üzüntüsünü ve tepkisini göstermekten bile mahrum kalmış durumdadır. Bu konuda çok ciddi bir oturup düşünmemiz gerekir “nerede yanlış yaptık?” diye.Alttaki alıntının özü bunu açıklıyor:

“İdam cezasının infazında bile tutuklunun sağlıklı olması şartı aranır.Hasta tutuklunun infazı yapılmaz.Ama AKP, hasta tutsakların tedavisini yapmayarak hasta tutukluyu infaz ediyor. Tutuklulara“ben sizi katlederim,kimse sizin sesinizi bu hücrelerde duyamaz” diyor. Kimse size yardım elini uzatamaz diyor.Ve bütün tutsakları tehdit ediyor... Ancak biliyoruz ki, hapishanelerde daha onlarca hasta tutsak var. AKP onları sessiz sedasız katletmek istiyor. Sonuç almayı hedefleyen ısrar ve kararlılıkla yürütülen bir mücadeleyle AKP’nin hapishanelerde hasta tutsakları katletme politikasına geri adım attırabiliriz. Güler Zere ve Yasemin Karadağ mücadelesi ve tahliyeler bunun en somut göstergesidir. Sol, bir kaç eylem yapıp hiçbir sonuç almadan eylemi bırakan protestoculuktan çıkıp sonuç almayı hedeflemek zorundadır. Aksi durumda hiç bir hakkın mücadelesini veremez.Oligarşinin saldırıları karşısında bir kaç protesto eylemi, hepsi o kadar.AKP iktidarı da bunu bildiği için pervasızca saldırıyor.28-29 Mart’taki son KESK eylemine bakın: O kadar militan bir eylem sonucunda bile Başbakan Erdoğan eylemle alay etmiştir. Çünkü AKP biliyor ki, yapılan eylemler ne kadar kitlesel olursa olsun, ne kadar militan olursa olsun, belli bir takvime bağlı protestoyu aşmayan eylemlerdir.Belirlenen takvimle birlikte protestolar da bitecektir.Sol bu anlayışı terk etmelidir.” (Yürüyüş,sayı:311,sayfa:23).

Görüldüğü gibi Sosyalist harekette ısrar ve karalılığın olmayışı bizi bu hallere düşürdü.Halbuki Lenin şu sözleri ne de güzel demişti vaktinde:

“Tekrar, öğrenmenin anasıdır.İktisadi inşanın temel doğrularını şimdi yinelememizin bizi yanıltmasına izin vermiyoruz.Bunları daha birçok kez yineleyeceğiz...dev zorluklarla ve çalışmalarımızın sürekli akamete uğratılmasına rağmen, iktisadi görevleri pratikte saptamaya gittikçe daha çok ve somut yaklaşıyoruz.Kendimizi daha sık yineleyeceğiz.Sayısız tekrar olmadan,eskiye belli bir geri dönüş olmadan,sınama olmadan, tek tek düzeltmeler olmadan,yeni yöntemler olmadan,geri ve hazırlıksız olanların inandırılması için güçler harekete geçirilmeden inşa çalışmasında hiçbir şey yapılamaz... Proletarya diktatörlüğü,zor ve ikna yöntemlerini birleştirmeyi bildiği için başarılı oldu.”(Lenin,seçme eserler cilt:8,sayfa:271-272).

Günümüzde biz ısrar etmiyoruz, doğruları tekrar etmiyoruz, kitleleri kötü olaylarla tek başına bırakıyoruz, onlara yeterli destek olmuyoruz yada imkansızlarımızdan ötürü olamıyoruz.Bunların hiçbiri mazeret değil hepimiz bu durumun suçlularıyız.Sömürülenler ancak şu iki koşulun bir arada olması durumunda Marxist-Leninistlerin yanında olurlar:1-mevcut düzenin sömürülenlere karşı uyguladığı vandalizmle 2-Ezilen kitlelerin haklarını savunan örgütlerin doğru bir hareket planı ve örgütlenme modeliyle Sömürülenlere (Proletarya ve yoksul köylülük) umut olmasıyla, sömürülenler, emek sömürüsü düzeninin karşısında olurlar.Bu modelin uygulanabilmesi içinde kitlelerin alışkanlık gücünü kırmak için sürekli tekrar ve ısrar yapmak gerekir.Tekrar ve ısrarımızı(sosyalizmi kurmak için yapılan propaganda) özü sabit kalmak kaydıyla kitlelerin anlayacağı dilden yeni yöntemler bulup onlara iletmekten geçer.Şu anda bizim asıl derdimiz enerjimizi harcayacağımız asıl alan kitlelere doğru propaganda yöntemiyle doğru bilgiyi(Marxist-Leninist düşünce modelini, ezilenlerin kurtuluşunun tek yolunun nasıl olduğu ve nasıl elde edilebileceğini)vermenin yollarını bulmaktır.Bu olmadan eylemlerimizin hepsi havada kalacak ve sembolik bir nitelik taşımaktan öteye geçemeyecektir.Bunun tek yolu da yoksul mahallelerde çalışma yapmaktan geçer.Bu yoksul mahalle çalışmalarının ana hedefi elde edilmiş yerler değil elde edilmemiş yerler olmadır. Orada yaşanılabilecek olumsuzluklar bizi yıldırmayıp tekrar ve tekrar o olumsuzlukların üzerine gidip ısrarımızla  birlikte orada bize karşı olan direnci ve önyargıyı kırmak amaç olmadır.Çünkü biz onların hakkı için mücadele ediyoruz çünkü biz aynı sınıfın üyeleriyiz.Eleştirecek olanlar şunu söyleyebilir “biz zaten yapıyoruz” görüldüğü üzere yapılan propaganda yeterli değildir hala Türkiye’deki işçilerin ve ezilenlerin büyük kesimi bize güven beslemiyorsa burada bir hata vardır demektir. O yüzden harekat planlarımızı bir daha gözden geçirmekte fayda var.Bu yüzden istediklerimizi elde etmek için burjuvazinin bizi düzen içine çekebilecek bizi yozlaştıracak bütün özelliklerine karşı şiarımız şu olmalı:Taleplerimiz radikal,hareketlerimiz burjuvaziye karşı acımasız,irademiz çelik gibi olmazsa bütün  1 Mayıslar ve bütün tepkilerimiz boşunadır.Bugün elde edilmiş kitleselliğimizin de ancak yukarıdaki fikirler doğrultusunda bir görüş elde edilebilirse bir değer taşıdığını unutmayalım. 1 Mayıs işçilerin ve sömürülenlerin burjuvaziye karşı oluşturduğu politik gövde gösterisi kutlu olsun! 

KAPİTALİZMİ RESTORE ETMEKTEN SORUMLU MELEKLER:TROÇKİ VE HEMPALARI


KAPİTALİZMİ RESTORE ETMEKTEN SORUMLU MELEKLER:TROÇKİ VE HEMPALARI

 Bugünde sol gruplarda egemen olan ve neredeyse her sol örgüt tarafından kullanılan bir kavramın tarihte nasıl sorunlara yol açtığından bahsedeceğim. Bu kavram çok pozitif bir şeymiş gibi görünen‘demokrasi’dir.Demokrasi kavramının nasıl çarptırıldığını,nasıl halka karşı kullanıldığını,nasıl gerici amaçlara hizmet ettiğini aşağıda açıklamış olacağım. Bu konuyu Lenin’in, Troçkiye karşı yöneltmiş olduğu eleştirilerle açıklığa kavuşturacağım. Lenin,Troçkinin savunduğu sendikaların yönetime katılması  ve idari merkezlere zorunlu atama yapması gerektiği görüşünü şiddetle eleştirip bunun bir kafa karışıklığına yol açtığını şöyle belirtmiştir:

Proletarya diktatörlüğü ise, bütün proletaryayı kapsayan bir örgüt tarafından gerçekleştirilemez, çünkü sadece bizde, en geri kapitalist ülkelerden birinde değil, aynı zamanda tüm diğer kapitalist ülkelerde de proletarya hâlâ öyle dağınık, öyle ezilmiş, (tek tek ülkelerdeki emperyalizm tarafından) yer yer öylesine bozulmuştur ki, bütün proletaryayı kapsayan bir örgüt, proletaryanın diktatörlüğünü doğrudan gerçekleştiremez. Diktatörlüğü ancak sınıfın devrimci enerjisini içine almış öncü gerçekleştirebilir. Böylece bir dizi çarka benzeyen bir şey ortaya çıkar. Proletarya diktatörlüğünün esas temelinin, kapitalizmden komünizme geçişin en derin özünün mekanizması da böyledir. Daha buradan,Troçki yoldaş birinci tezde, “ideolojik karmaşa”ya işaret ederek, özellikle ve öncelikle sendikaların krizinden söz ettiğinde,ilkesel açıdan temel bir yanlış olduğunu görmemiz yeterlidir.
 Bir krizden söz edilmek isteniyorsa, bu ancak politik durumun tahlilinden sonra yapılabilir.“İdeolojik karmaşa” aslında Troçki’de vardır, çünkü o kapitalizmden komünizme geçiş bakış açısından sendikaların rolü temel sorununda, burada basit bir sistemin olamayacağını, birçok çarklıdan oluşan karmaşık bir sistemin söz konusu olduğunu, çünkü proletarya diktatörlüğünün bütün olarak örgütlenmiş proletarya tarafından gerçekleştirilemeyeceğini dikkate almamış, gözden kaçırmıştır. Diktatörlük, öncüden ileri sınıfın kitlesine ve ondan emekçiler kitlesine bazı “transmisyonlar” olmadan gerçekleşemez“ (Lenin,Kronstadt’tan parti içi muhalefete,sendikalar,mevcut durum ve troçki yoldaşın yanlışları,agora yayınları,sayfa:62).

Peki o zaman sendikalar bir yönetim organı değilse nedir? Lenin bu konuyu şöyle açıklamaktadır:

“Buraya kadar söylenenlerden proletarya diktatörlüğünün hayata geçirilmesinde sendikaların rolünün son derece önemli olduğu anlaşılmaktadır. Fakat bu nasıl bir roldür? Temel teorik sorunlardan biri olan bu sorunun müzakere edilmesine geçerken bunun son derece özel bir rol olduğu sonucuna varıyorum. Sanayi işçilerinin tümünü kapsayan ve onları örgütlenmeye çeken sendikalar, bir yandan egemen, iktidarı kullanan, yöneten sınıfın, diktatörlüğü gerçekleştiren sınıfın, devlet zorunu uygulayan sınıfın örgütüdür. Fakat sendikalar bir devlet örgütü, bir zor örgütü değil, eğitici bir örgüt, saflara kazandıran, eğitim örgütüdür; bir okul, bir yönetim okulu, ekonomi yönetiminin bir okulu, bir komünizm okuludur“( Lenin,Kronstadt’tan parti içi muhalefete,sendikalar,mevcut durum ve troçki yoldaşın yanlışları, agora yayınları,sayfa:60).

Görüldüğü gibi sendikalar ileride partiye adam kazandıracak bir eğitim yuvasıdır ve eğitimi bitmemiş birinin yönetimde söz sahibi olması demek ülkenin felaketlere süreklenmesi hatta ülkenin yıkılmasına yol açabilecek sonuçlara neden olabilecek hatalar yapabilme ihtimalinin daha fazla olması demektir.İşte troçkinin ali cengiz oyununun sebebi burada açığa çıkmıştır.Sonunda ortaya arabulucu olarak buharin çıkmıştır yalnız buharin ara bulucu değil bizzat sendikalizmin çıkarlarını savunmak için böyle sahte bir rol değişikliğine gittiğini Lenin söyle dile getirmektedir.
“Tampon” grubunun başını çeken Buharin yoldaş, Preobrajenski ve Serebryakov’la birlikte MK’daki tehlikeli bölünmeyi görünce, bir tampon oluşturmaya koyuldu, bu tamponu karakterize etmek için parlamenter bir ifade bulmakta zorlandığım türden bir tampon. Buharin yoldaş gibi karikatür çizebilseydim, Buharin yoldaşı şöyle çizerdim: Elindeki bir bidon dolusu benzini ateşe döken bir adam; altına da şöyle yazardım: “Tampon benzini”. Buharin yoldaş bir şeyler yapmak istiyordu; bunun çok dürüstçe ve çok “tamponca” bir istek olduğuna, kuşku yok.Fakat bir tampon yaratabildiği söylenemez,bunun tersine siyasal durumu gözden kaçırdığını ve üstelik bazı teorik yanlışlar yaptığını söylemek daha doğru olur”( Lenin,Kronstadt’tan parti içi muhalefete,
sendikalar,mevcut durum ve troçki yoldaşın yanlışları, agora yayınları,sayfa:81).

Konuyu daha iyi açıklamak için konuyla ilgili bir alıntı daha yaparak,teorik yanlışlarının kaynağını ve sendikalizme geçişinin nedenini tam olarak açıklayalım:

“üretim demokrasisi’ gibi teorik açıdan yanlış, kafa karışıklığından başka bir şey içermeyen şiarları mümkün olduğunca az seçin.”Gerek Troçki, gerekse de Buharin, ikisi de bu kavramı teorik olarak net biçimde düşünmemiş ve dili diline dolanmışlardır. “Üretim demokrasisi” onların etkilendiği düşünce halkasına kesinlikle ait olmayan düşüncelere yol açıyor. Onlar üretimi öne çıkarmak, dikkatleri üretim üzerinde yoğunlaştırmak istiyorlardı. Herhangi bir şeyi bir makalede, bir konuşmada vurgulamak bir şeydir; fakat bu teze dönüştürülür ve Parti seçim yap­mak durumunda bırakılırsa şunu söylerim: Buna karşı çıkın, çünkü bu kafa karışıklığıdır. Üretim vazgeçilmezdir,demokrasi ise vazgeçilmez değildir.Üretim demokrasisi tamamen yanlış fikirler üretiyor.üretimde tek adam yönetimi daha yakın bir zaman önce savunuluyordu.meseleleri bulamaca çevirip,insanların kafasını karıştırmamamız gerekiyor:Ne zaman demokrasi,ne zaman tek adam yönetimi,ne zaman diktatörlük istediğimizi insanlar nasıl bilecekler? Ama diktatörlükten de asla vazgeçilmemelidir” (Lenin,Kronstadt’tan parti içi muhalefete,sendikalar,mevcut durum ve troçki yoldaşın yanlışları,agora yayınları sayfa:69).

görüldüğü gibi Buharin,troçki ile kitlelerin kafasını karıştırmakta ve kitleleri provake etmekte yol arkadaşlığı yapmakta hem de İç savaşın mevcut olduğu koşullarda bu yapılan kelimenin tam anlamıyla hizipçiliktir.İşin daha kötüsü hizipçiler ittifak kurarak RKP’sinden istediklerini elde etmeyi de başarmışlardır Lenin hizipçiliğin geçmişini ve RKP’si kararına isyanını şöyle dile getiriyor:

RKP programı şöyle der: Sendikalar nihayetinde tek bir ekonomik birim olarak bütün ülke ekonomisinin bütün yönetimini fiilen kendi elinde temerküz etmelidir Ve RKP programının sonraki cümleleri "merkezi devlet idaresi" ile "geniş emekçi kitleler" arasındaki  "bağ"dan, "sendikaların ekonominin yönetimine katılımından sözeder.”Eğer sendikalar, yani partisiz işçilerin onda dokuzu sanayi yönetimini atarsa ("zorunlu adaylık") Partiye ne gerek var? ( Lenin,Kronstadt’tan parti içi muhalefete,parti krizi, agora yayınları,sayfa:94).

Tersine, hizip mücadelelerinin kendi nesnel bir mantığı vardır ve bu mantığın, yanlışlarında diretmeleri durumunda, en iyi unsurları bile ilkesiz demogojiden pek bir farkı kalmayan bir duruma sürüklemesi kaçınılmazdır.Bütün hizip mücadeleleri tarihinin bize öğrettiği ders budur(örneğin,Vperyodcularla  menşeviklerin bolşeviklere karşı ittifakı).İşte bu sebeple anlaşmazlıklar yalnız soyut düzlemde değil, aynı zamanda mücadelenin çeşitli aşamalarındaki somut gelişmeleri ve değişimleri bakımından da incelemek zorundayız. Bu gelişim 17 ocak tartışmasında özetlendi.Artık ne ‘baştan aşağı değiştirme’ ne de yeni üretim görevleri savunulabilir(çünkü işe yarar mantıklı fikirlerin hepsi Rudzurak’ın tezlerinde cisimlenmiştir).Dolayısıyla geriye tek bir seçenek kalıyor:Yanlışı kabul etmek,düzeltmek ve RKP tarihinin bu sayfasını kapatmak için gereken (Lassalle verdiği adla) ‘fiziki zihin gücünü’ (ve güçlü karakteri) bulmak, ya da bunu yapmak yerine,kim olup olmadıklarına bakmadan mevcut müttefiklerine sarılıp kalmak ve ilkeleri tümden ‘göz ardı etmek’. Geriye bir tek,gına getirecek derecede ‘demokrasi’ yandaşları kalıyor işte Buharin de onlara ve sendikalizme yanaşıyor.
Biz ‘demokratik’ İşçi Muhalefeti’nde sağlıklı olan bütün öğeleri yavaş yavaş özümserken,Buharin sağlıksız olan öğelere sarılmak zorundadır.17 Ocak’ta önde gelen Tsektrancı ya da Troçkicilerden biri olan Bumanji yoldaş,Buharin’in sendikalist önerilerini kabul etmeye hazır olduğunu söyledi. ( Lenin,Kronstadt’tan parti içi muhalefete,parti krizi, agora yayınları,sayfa:95-96). Bu karar uygulanırsa ne olur?

 Hizipçilerin bu kararı uygulanırsa demokrasinin son aşamasına varılmış mı olur ? yoksa proletarya diktatörlüğü için bir felakete mi sebep olur ? işte Lenin’in neden sendikaların yönetime katılamayacağını ve katılırsa nasıl felaketlere yol açabileceğini çok açık bir şekilde koyduğu durum tespiti:

Her işçi, devletin nasıl yönetileceğini biliyor mu? Pratik alanda çalışma yürüten insanlar bunun doğru olmadığını,milyonlarca örgütlü işçinin bizim her zaman sendikalarla ilgili söylediğimiz şeyleri,yani sendikaların bir komünizm ve yönetim okulu olduğunu bugün yaşayarak öğrendiğini biliyorlar. Bu okula birkaç yıl devam ettikleri takdirde.yönetmeyi öğrenmiş olacaklar,ama süreç yavaş ilerliyor.Daha herkesi okuryazar hale getirmeyi bile başaramadık.Köylülerle temas halinde olan işçilerin proleter olmayan sloganlara açık olduklarını biliyoruz.Bugüne kadar kaç işçi devlet yönetimi kademesinde yer aldı? Bütün Rusya’da taş çatlasın birkaç bin.Eğer partinin değil de sendikaların adayları belirlemesi ve yönetmesin söylersek,bu söz kulağa çok demokratik gelebilir ve birkaç oy toplamanıza yardımcı olabilir, ama bu durum çok uzun sürmez.Proletarya diktatörlüğünün sonu gelince görürsünüz”( Lenin,Kronstadt’tan parti içi muhalefete,ikinci tüm rusya madenciler kongresi , agora yayınları,sayfa:109-110).

Açık bir şekilde belirtilmiştir ki eğer bu karar uygulanırsa proletarya diktatörlüğünün sonu olacaktır .Bu arada Lenin,kraliyet istiyordu yanılgısına düşmemek için şunu açıklamakta fayda var Lenin kraliyetin sosyalizm için sıkıntı olmadığını ancak somut reel durumda bu tartışmanın bir manası olmadığını bu gün için böyle ihtiyacın olmadığını ancak bunu teorik olarak reddetmenin de hatalı olduğunu şöyle dile getirmektedir:

Dördüncü husus, ‘üretim demokrasisi’ tabirinin yanlış yoruma açık olmasıdır.Diktatörlüğün ve bireysel otoritenin reddi olarak yorumlanabilir.Olağan demokrasinin askıya alınması ya da ondan kaçınmanın bir bahanesi olarak yorumlanabilir.İki yorum da zararlıdır ve uzun,özel değerlendirmeler yapmadan bundan sakınmak mümkün değildir”.( Lenin,Kronstadt’tan parti içi muhalefete,bir kez daha sendikalar,mevcut durum ve troçki ve buharin yoldaşın yanlışları, agora yayınları,sayfa:125)

Konumuza dönecek olursak troçkistler bu üretim demokrasisi ve üretim atmosferi tezlerini neden savunuyorlar cevap basit:bürokratizme karşı mücadele.bakalım Lenin bu bürokratizm mücadelesi şiarını nasıl değerlendirmiştir:

Troçki’nin dediği gibi Lenin değil “dikkat! Yeni bir hastalık var” diyen partiymiş.Preobrajinski bu sorunu Temmuz’da gündeme getirdi; Ağustos’ta Zinovyev’in mektubu çıkageldi;Eylül’de Parti Konferansı oldu ve Aralık’ta Sovyetler Kongresi’nde bürokratik uygulamalar üzerine uzun bir rapor okundu.Hastalık burada.1919 Programımızda bürokratik uygulamalar olduğunu yazmıştık.Şimdi çıkıp “bürokratik uygulamalara son” diyen biri,her kim olursa olsun,demagogdur.Biri size “bürokratik uygulamalar son verin” çağırısında bulunuyorsa,bu bir demagojidir.Saçmalık daha uzun yıllar bürokrasinin kötülüklerine karşı savaşacağız ve bu başka türlü düşünen birinin yaptığı demagojiden ve aldatmadan başka bir şey değildir”( Lenin,Kronstadt’tan parti içi muhalefete,ikinci tüm rusya madenciler kongresi ,agora yayınları,sayfa:117).

Bu kadar da değil Lenin bu kişileri yukarda belirttiğimiz gibi proletarya diktatörlüğünü felakete sürüklemekle,hizipçilik yapmakla,kitleler arasında huzursuzluk çıkarıp kitleleri galeyana getirmekle suçlamıştı.Şimdi bunların kimliklerini düşürmek şart olmuştur bakalım Lenin bu kişilerin ne olduğunu nasıl açıklıyor ve yaptıkları şeylerin kime hizmet ettiğini nasıl belirtiyor:

Sonuç: Troçki ve Buharin’in tezleri bir dizi teorik hata, bir dizi ilkesel yanlışlık içeriyor. Siyasi olarak, meseleye tüm yaklaşım tarzı tam bir densizliktir. Troçki yoldaşın “tez”leri politik olarak zararlıdır. Onun politikası son tahlilde sendikaları bürokratikçe hırpalama politikasıdır.( Lenin,Kronstadt’tan parti içi muhalefete, sendikalar,mevcut durum ve troçki yoldaşın yanlışları, agora yayınları,sayfa:84)

Hiç kuşkusuz partideki hastalığı fırsat bilerek kapitalist müttefik güçler yeni bir saldırıya, Sosyalist-Devrimciler de komplolara ve isyanlara girişmeye çalışacaklardır”(Lenin,Kronstadt’tan parti içi muhalefete,parti krizi, agora yayınları,sayfa:98)

görüldüğü gibi gerçek bürokratlar aslında bürokratizmle mücadale şiarını açanlardır ve yaptıkları iş:proletarya diktatörlüğünü yıkmak ve emperyalistlere hizmet etmek için çaba sarf etmektir bunun içinde ‘demokrasi’ şiarını kullanmaktadırlar.Kulağa hoş gelen her şiarın peşinden gitmeyelim yoldaşlar yoksa sonu felaketle sonuçlanacaktır bu yüzden eğer devrimcik yapacaksak şu sözler aklımızın bir köşesinde bulunsun “devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz” bu sözün doğruluğu bu yazıdan elde edilecek anlamla daha da somutlaşıp anlaşılır hale gelmektedir. Yazımın en sonunda hepinizin aklında olan şu soruya cevap vereceğim” o zaman Troçki ve hempaları neden tasfiye edilmediler?” işte bu soruya Lenin,Molotov’a yazdığı mektuplarda açıklık getirmiştir:

“Parti’ye yeni üyeler alırken adaylık süresinin uzatılmasını son derece önemli görüyorum.Zinovvyev’de bu süre işçiler için altı ay,diğerleri için bir yıl olarak saptanmıştır...Ben zinovyev tarafından önerilen kısa süreleri değiştirmeden kabul etmeyi son derece tehlikeli buluyorum.hiç kuşku yok ki bizde büyük sanayi anlamında
en ufak ciddi eğitimden geçmemiş insanlar sürekli işçi olarak nitelenmektedir.Çoğu zaman,tesadüfen ya da kısa süre için işçi durumuna gelmiş katıksız küçük burjuvalar işçi kategorisine giriyorlar”(Lenin,seçme eserler cilt:9,inter yayınları, sayfa:351-252).

Lenin açık bir şekilde proleter öğretiden yoksun işçi görünümündeki kimselerin partiye girme tehdidinden bahsediyor eğer zinovyev’in önerileri kabul görürse bu yığın artacak,partinin devrimci özelliğini yok edecek ve sonunda nasıl troçki ve buharin sendikalizmle proletarya diktatörlüğünü yıkmak için çaba sarf etmişlerse zinovyevde yıkımı kaçınılmaz kılmak için, proleter olmayanları partiye almaya kalkmıştır. Bunların  işçi gibi görünmeye başlaması ise şöyle olmuştur:

“şu an üyelerin ezici çoğunluğu itibariyle Partimizin yeterince proleter olmadığına kuşku yoktur.Bunu kimsenin reddedemeyeceğini düşünüyorum ve istatistik temelinde yapılacak basit bir karşılaştırma bu iddiayı doğrulayacaktır.Savaştan beri rusya’da fabrika işçileri eskisinden çok daha az proleter durumdadır,çünkü savaş sırasında fabrikalara askerlik hizmetinden kaçmak isteyenler girdiler.”(Lenin,seçme eserler cilt:9 ,inter yayınları,  sayfa:353).

Görüldüğü üzere bu kişiler gerçek işçi değildir işçilikle hiçbir alakası olmayan asker kaçağı burjuvalardır bunları partiye almak demek yıkım demektir ve bu kişiler partiye girmeyi ciddi bir biçimde istemektedirler süreci Lenin’den dinleyelim:

”proleter her şeye çok uzak olan kimlerin Bolşeviklerin başarılarından etkilendiğini görmek için “smena vek”çilerin yazınsal ürünlerini göz önüne getirmek yeter.Cenova konferansı’nda yeni bir politik başarı elde edersek,proleter her şeye doğrudan düşman ve küçük burjuva unsurların parti’ye akını dev boyutta artacaktır.İşçiler için altı aylık bir adaylık süresi bu akını hiçbir şekilde durduramayacaktır.Çünkü böyle kısa bir adaylık süresince yapay davranmak kadar kolay bir şey yoktur,hele ki bizim koşullarımız altında birçok aydın ve yarı-aydın unsur için işçi olmak hiç de zor olmayacaktır”(Lenin,seçme eserler cilt :9, inter yayınları,sayfa:353)

görüldüğü gibi süreç böyledir fakat Lenin daha da önemli şeyler söylemekte:partideki burjuva etkisinin hala devam ettiğini ve etkisinin kırılmasının şart olduğunu açıklamaktadır.

“gözlerimiz gerçeğe kapamak istemiyorsak,bugün parti’nin proleter politikasının parti’nin bileşimi tarafından değil,parti’nin eski muhafız kıtası denebilecek son derece ince katmanın muazzam,eksilmemiş otoritesi tarafından belirlendiğini kabul etmek gerekir.Bu katman içinde küçük bir iç mücadele,bu katmanın otoritesinin yok olmasa bile zayıflamasına ve artık kararları bu katmanın belirleyememesine yetecektir”(Lenin ,seçme eserler cilt:9,inter yayınları,sayfa:354).

 Bu demek değildir ki Lenin bu grupların partiden atılmasına karşı idi işte Lenin’in bu konudaki görüşü:

“partinin,proleter politikayı tam bilinçle uygulayan komünist olmayan parti üyelerinden kurtulmasını kolaylaştıracak başka önlemler hazırlanmalıdır.parti için yeni bir genel temizlik önermiyorum,çünkü bunun şu an pratikte uygulanamaz olduğuna inanıyorum,fakat parti’nin fiilen temizlenmesi,yani mevcudunun azaltılması için herhangi bir yol bulunmalıdır,ve bu konu üzerine düşünülürse,inanıyorum ki bir dizi uygun önlem bulunabilecektir” (Lenin seçme eserler,cilt:9, inter yayınları,sayfa:354)  Lenin bu yazıyı yazdığında yıl 26 mart 1922 idi yani yaşamının son yıllarını yaşıyordu.Bu yüzden bu kadroları(troçki,buharin,zinovyev,kamanev ve bunların alt kademedeki hempaları)tasfiye etmek Stalin’e nasip oldu keza Stalin’de bu kadroları tam anlamıyla tasfiye edemeyecek ve ardından gelen kurşçev önce bu kadrolara(troçki ve hempalarına) iadeyi itibar edecek ve sonrada sovyetler birliğinde kapitalist restorasyonu başlatacaktır.troçki ve hempalarının restorasyon girişimleri ve Leninizmle mücadeleleri tarihsel olarak böyle gelişmiştir. Umarım bu yazıdan sonra troçki ile önderimiz olan Lenin’in aynı kefeye konma işleminin yok olmasının başlangıcı olur.