26 Temmuz 2012 Perşembe

Fransa'da İç savaştan Kapitalizmle Son Savaşa


Bugünlerde seçimlerden sonra oluşan demokratik bunalım belki proletaryanın 100 sene çalışsa zar zor yapabileceği şeyi neredeyse bir haftada yapmış bulundu.İnsanlarda ciddi ölçüde demokratik kurumlara güvensizlik ortamı sağladı belki bu güvensizlik önümüzdeki günlerde unutturulacak ve geçiştirilecektir fakat ilerde olabilecek toplumsal çalkantı dönemlerinde proletaryanın burjuvaziye karşı kullanması gerektiği çok önemli bir tarihi vaka olarak kalacaktır.tarih, burjuvazinin bu yalpalamasını yeri geldiğinde elindeki diğer örneklerle  birleştirip yüzüne vuracak ve bu vakalar burjuvazinin saltanatının düşmesinin tarihi haklılıklarından biri olarak kendini gösterecektir.Bu tarihi olayların yanında artık daha derine inmek ve bu güvensizliğin maddi temellerini su yüzüne çıkarmak gerekiyor. Bunun için dünya tarihinin mevcut sınıflara ilk defa güvensizlik duyup mevcut sınıfları bir süreliğine yerle bir etmeye kalktığı ilk deneyime dönmede katkı olduğunu düşünüp paris komününü ele alacağım.
Ama önce fukuyama adındaki burjuva yalancısının uydurduğu “tarihin sonu” safsatasının gerçek olmadığını çünkü devlet var olduğu sürece tarihin her zaman yeniden yazılmak zorunda olduğunu bugünde mevcut olan olaylar göstermektedir çünkü devlet bir baskı mekanizması olduğu için sırf kendi içindeki proleterleri ve yoksul köylülüğü ezmez aynı zamanda dünyanın diğer ülkelerindeki proleterleri ve yoksul köylülüğü de hizmetkarı olduğu kendi burjuvazisi adına ezmek için savaşır işte bu yüzden askere ve orduya ihtiyaç duyar Marx her savunmanın zorunlu olarak yeniden fethe ihtiyaç duyduğunu şöyle açıklamaktadır:

“Eğer sınırların askeri çıkarlara göre saptanmaları gerekseydi, toprak isteklerinin sonu gelmezdi, çünkü her askeri hat zorunlu olarak kusurludur, ve biraz daha toprak ilhak edilerek düzeltilebilir; ve üstelik, bu hat hiç bir zaman kesin ve denksever bir biçimde saptanamaz, çünkü her zaman yenilene, yenen tarafından zorla kabul ettirilmiştir, ve bunun sonucu daha o zamandan yeni savaşların tohumunu kendinde taşır. (fransada iç savaş sayfa:32)”.

Bu sözün doğruluğunu Libya operasyonu harfi harfine doğrulmaktadır.Peki proleterler burjuvazinin bu zenginliği için savaşmalımıdır kendini feda etmelimidir daha doğrusu proleterler ne yapmalıdır? Marx proleterlerin ne yapması gerektiğini şu şekilde açıklıyor:

“Açlıktan yarı-ölmüş ailelerini arkalarında bırakarak, kahraman orduların başlıca gücünü sağlamış olanlar, kırsal emekçilerle birleşmiş Alman işçileridir. Dışarda savaşlarla kırılan bu işçiler, ülkelerinde sefalet yüzünden bir kez daha kırılacaklardır.Bununla birlikte bizim yurtsever yaygaracılarımız onlara teselli makamında sermayenin yurdu olmadığını ve ücreti de uluslararası yurtsevmez arz ve talep yasasının belirlediğini söyleyeceklerdir. Bu koşullarda, işçi sınıfının kendi sözünü söyleme ve burjuva bayları kendi adına konuşturmama zamanı gelmemiş midir?”( fransada iç savaş sayfa:34).
Görüldüğü gibi görev bellidir.Görev proleterlerin, kendileri üzerine söz söyleme ve uygulatma  hakkına erişmesidir yani “proletarya diktatörlüğüdür” peki görev yerine getirilmezse ne olur? Bunun için tekrar Marx’a dönmekte fayda var:

“Uluslararası İşçi Birliğinin bütün ülkelerdeki kesimleri, işçi sınıfını eyleme çağırsın... Eğer işçiler görevlerini unutur, eğer hareketsiz kalırlarsa, bugünkü korkunç savaş daha da korkunç uluslararası çatışmaların hazırlayıcısından başka bir şey olmayacak ve her ulusta kılıç, toprak ve sermaye beylerinin işçiler üzerindeki yenilenmiş bir zaferine yolaçacaktır”.(fransada iç savaş sayfa:37)
Yani proleter kanı üzerine bulanmış bir burjuva diktatörlüğünden başka bişey olmayacaktır.bunun için proletarya kendi kanı üzerine de haksızlıkla kurulmuş bir diktatörlük yerine kendi emeğinin sömürülmesine karşı emek sömürücülerinin(burjuvazi) kanı üzerinde haklılıklar üzerine kurulmuş bir diktatörlüğü yani proletarya diktatörlüğünü kendi kurtuluşu için kurmaktan başka çaresi yoktur.bunun ilk örneği Paris komündür Marx bu zorunluluğu şöyle dile getirmiştir:
“Oysa, Paris işçi sınıfını, silahlandırmadan, onu gerçek bir güç olarak örgütleyip saflarını savaşın ta kendisi ile yetiştirmeden, Paris nasıl savunulabilirdi? Ama silahlandırılmış Paris demek, silahlı devrim demekti. Paris'in Prusyalı saldırgan üzerindeki bir zaferi, Fransız işçisinin Fransız kapitalisti ve onun devlet asalakları üzerindeki bir zaferi olurdu.(Fransada iç savaş sayfa:39).
Burjuvazinin yalancılığı da,riyakarlığı da işte tam bu noktada açığa çıkıyor.Burjuvazi sözde cumhuriyet yönetimi altında halkın isteklerine saygı duyacağı yerde çıktığı savaşın faturasını halka kesmek için parisi ilhaka kalkıyor ama önünde ciddi bir sorun var bu sorunu Marx’tan dinleyelim:

“Karşı-devrimin, gerçekte, yitirilecek zamanı yoktu. İkinci İmparatorluk, ulusal borcu iki katından çoğuna çıkarmış ve bütün büyük kentleri ağır bir biçimde borçlandırmıştı. Savaş, vergileri korkunç bir biçimde şişirmiş ve ulusal kaynakları acımaksızın kırıp geçirmişti. Yıkımı tamamlamak üzere, Fransız toprağı üzerindeki askerlerinden bir yarım milyonun bakımını, beş milyarlık ödencesini  ve geciken taksitlerin %5 faizini isteyen Prusyalı Shylock da orada idi. Hesap pusulasını kim ödeyecekti? Zenginliği kendilerine mal edenler, kendi başlattıkları bir savaşın giderlerini bu zenginlik üreticilerinin sırtına yüklemeyi, ancak cumhuriyeti zorla devirerek umut edebilirlerdi. İşte toprak mülkiyeti ve sermayenin bu yurtsever temsilcilerini, saldırganın gözleri ve yüksek koruyuculuğu altında, dış savaşa bir iç savaş, bir köle sahipleri ayaklanması eklemeye götüren şey, böylece Fransa'nın engin yıkımının ta kendisi idi. 
 Komplonun yolunu kapamak üzere, büyük bir engel vardı: Paris. Paris'i silahsızlandırmak, başarının ilk koşulu idi. Bunun sonucu Paris, Thiers tarafından, silahlarını teslim etmesi için uyarıldı.”(fransada iç savaş sayfa:48)(cumhuriyeti zorla devirirerek dediği paristeki proletarya diktatörlüğüdür).İşte bir burjuva cumhuriyetinin özellikleri açığa çıkmış bulunuyor sözde eşitlik ,sözde özgürlük ,sözde halkın kendini yönetmesi,sözde can güvenliği.Bakalım burjuvazi, köleliğe başkaldrımış köle olan proleterlerin kendi iktidarlarını devrimeye kalkınca ne yapıyor:
“Ulusal Muhafız kılığında yakalanan kendi jandarma espiyonlarının bile, üzerlerinde yangın bombalan ile yakalanan Sergents deville'lerin(polislerin) bile bağışlandıklarını öğrenir öğrenmez, Komünün misilleme üzerindeki buyrultusunun boş bir tehdit olduğunu anlar anlamaz, tutsakların yığınsal öldürülmeleri yeniden başladı ve sonuna değin ardı arası kesilmeden sürdürüldü. Ulusal muhafızların sığındıkları evler jandarmalarca çevrildi, üzerlerine (ilk kez olarak burada görünen) petrol döküldü ve yakıldı; yarı-kömürleşmiş cesetler, daha sonra Ternes'de kurulmuş bulunan gezgin Basın hastanesi tarafından kaldırıldılar”(fransada iç savaş sayfa:57).İşte riakarlık! sözde herkes için adalet,özgürlük bir anda tersine döndü.en azından komünizmin ustaları burjuvazinin uşakları gibi yalan söylemiyor açık yüreklilikle bize zulm edene zulm edeceğiz deme cesaretini gösteriyorlar işte Marx’ın görüşü
“Barışçıl bir gösteri ödlek bahanesi altında, ama gizlice öldürücü silahlar taşıyan bir çete, yürüyüş kolu biçiminde düzenlendi, yolu üzerinde rasladığı Ulusal Muhafız nöbetçi ve devriyelerini hırpalayıp silahsızlandırdı, ve: "Kahrolsun Merkez Komite! Kahrolsun katiller! Yaşasın Ulusal Meclis!" çığlıkları ile rue de la Paix'den (Barış sokağı) place Vendôme'a (Vendôme alanı) çıkan çete, nöbet bekleyen muhafız kollarını zorlamaya ve onların korudukları Ulusal Muhafız karargâhını baskınla almaya kalkıştı. Tabanca atışlarına karşılık olarak, gerekli uyarmalarda bulunuldu, ve bu uyarmaların etkisiz kalması üzerine Ulusal Muhafız generali ateş komutu verdi.” (fransada iç savaş sayfa:54-55) “Versailles'a doğru ünlü kaçan kaçananın taçlandırdığı o silahız gösteri için, amiral Saisset'in buyruğu altında toplanacak duruma geldiler. Thiers tarafından Montmartre'a gece hırsızlığı girişimi ile başlatılmış bulunan iç savaşı kabul etmekte gösterdiği tiksinti yüzünden, Merkez Komite bu kez, o sıralarda adamakıllı savunmasız bir durumda bulunan Versailles üzerine hemen yürümemek, ve böylece Thiers ile köylülerinin komplolarına bir son vermemekle kesin bir yanlışlık yaptı.” (fransada iç savaş sayfa:55-56).Görüldüğü gibi açık ve net hatta neden daha fazla baskı uygulamadın diye de mevcut yöneticilere sitem ediyor Marx.peki o zaman cumhuriyet ile krallık arasındaki ve proletarya diktatörlüğü arasında nasıl bir ayrım mevcut işte Engels’ten bunu dinleyelim
 “Ama, gerçeklikte, devlet bir sınıfın bir başkası tarafından ezilmesi için bir makineden başka bir şey değildir, ve bu, krallıkta ne kadar böyle ise, demokratik cumhuriyette de o kadar böyledir; bu konuda söylenebilecek en hafif şey, devletin, muzaffer proletaryanın sınıf egemenliği için mücadelede kalıt olarak aldığı, ve tıpkı Komün gibi, en zararlı yönlerini hemen budamaktan kendini alamayacağı bir kötülük olduğudur; yeni ve özgür toplumsal koşullar içinde yetişmiş bir kuşak, bütün bu devlet hurdasını başından savacak bir duruma gelinceye değin.” (fransada iç savaş sayfa 21).görüldüğü gibi cumhuriyetle krallık arasında baskı açısından fark yok proletarya diktatörlüğü ise devletin ortadan kalkması için kurulmuş bir ara devletten başka bişey değil.son olarak proleterler fransada iç savaştan kapitalizmle son savaşa kadar olan tarihsel sürecin bir parçası olmanın verdiği heyecanla birgün mutlaka gerçekleşecek olan proletarya diktatörlüğünün kendi hayatlarında gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin uyandırdığı derin merakla her sabah gözlerini o günün gelmesinin umuduyla açıyorlar.İşte marx’ın o umut veren sözleri “Doğrudan üreticilerin mülksüzleştirilmeleri, acımasız bir vahşetle ve en bayağı, en rezil, en küçültücü, en çirkin tutkuların dürtüsü altında gerçekleştirilmiştir. Tecrit edilmiş, bağımsız emekçi bireyin, deyim yerindeyse, kendi emek koşullarıyla kaynaşmasının sonucu olan özel mülkiyetin yerini, öbürlerinin itibari olarak özgür emeğinin, yani ücretli-emeğin sömürülmesine dayanan.kapitalist özel mülkiyet alır      Bu dönüşüm sureci, eski toplumu, tepeden tırnağa yeter derecede çözüp ayırır ayırmaz, emekçiler proletaryaya ve onlara ait emek araçları sermayeye çevrilir çevrilmez, kapitalist üretim tarzı, kendi ayakları üzerinde duracak hale gelir gelmez, emeğin daha geniş ölçüde toplumsallaşması, toprak ile diğer üretim araçlarının toplumsal olarak daha fazla sömürülen ve dolayısıyla ortak üretim araçları olarak geniş ölçüde kullanılan üretim araçları haline dönüştürülmesi ve özel mülk sahiplerinin daha fazla mülksüzleştirilmeleri yeni bir biçim alır. Şimdi mülksüzleştirilecek olan kimse, artık, kendi hesabına çalışan emekçi değil, birçok emekçiyi sömüren kapitalisttir. Bu mülksüzleştirme, kapitalist üretimin kendi içinde taşıdığı yasaların işlemesiyle, sermayenin merkezileşmesi ile gerçekleşir. Bir kapitalist, daima birçoklarının başını yer. Emek-sürecinin, gitgide boyutları büyüyen kooperatif şekli, bilimin bilinçli teknik uygulaması, toprağın yöntemli bir biçimde işlenmesi, emek araçlarının ancak ortaklaşa kullanılabilir emek araçlarına dönüştürülmesi, bütün emek araçlarının bileşik toplumsal emeğin üretim araçları olarak kullanılmasıyla sağlanan tasarruf, bütün insanların dünya pazarları ağına sokulması ve böylece kapitalist rejimin uluslararası bir nitelik kazanması, bu merkezileşme ya da birçok kapitalistin birkaç kapitalist tarafından mülksüzleştirilmesi ile elele gider. Bu dönüşüm sürecinin bütün avantajlarını sömüren ve tekellerine alan büyük sermaye sahiplerinin sayılarındaki sürekli azalmayla birlikte, sefalet, baskı, kölelik, soysuzlaşma, sömürü de alabildiğine artar; ama gene bununla birlikte, sayıları sürekli artan, kapitalist üretim sürecinin kendi mekanizması ile eğitilen, birleştirilen ve örgütlenen işçi sınıfının başkaldırmaları da genişler, yaygınlaşır. Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi egemenliği altında fışkırıp boy atan üretim tarzının ayakbağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler” (karl marx, kapitalist birikimin tarihsel eğilimi,KAPİTAL CİLT:1 sayfa:781-782). O günü görenin biz olması dileğiyle yoldaşlar yazımı sonlandırıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.