26 Temmuz 2012 Perşembe

Taleplerimiz radikal,hareketlerimiz burjuvaziye karşı acımasız,irademiz çelik gibi olmazsa bütün 1 Mayıslar ve bütün tepkilerimiz boşunadır


Taleplerimiz radikal,hareketlerimiz burjuvaziye karşı acımasız,irademiz çelik gibi olmazsa bütün 1 Mayıslar ve bütün tepkilerimiz boşunadır


“Bu halktan adam olmaz, bu halk için mücadele etmeye değmez, diye ifade edilen bencil anlayışların tersine bu halk mücadele eden ve yüzünü kendisine dönen herkesi sahiplenme geleneğini sürdürmüştür.Bu anlamıyla ödenen hiçbir bedelin boşa olmadığını ve mutlaka toplumda bir karşılık bulduğunu söylemeliyiz.Bu karşılık vermenin bazen düşük düzeylerde kaldığı söylenebilir.Öyle olduğu dönemlerde bile bunun nedenlerini irdelerken, sorumluluğu halkta bulmak yerine, kim bilir kendimizi tekrar gözden geçirmek, varsa yetersizliğimiz anlamak ve durumunuzu düzeltmek en doğru davranış olmaz mı? Yoksa sürekli topu taca atma misali sorumluluğu dışarıda aramak ne kadar da işin kolayına kaçmaktır değil mi?” (Ahmet Kulaksız)

Ahmet Kulaksız’ın bu sözlerine katılmamak elde değil işçilerin bu kadar sömürüldüğü bir düzende işçiler Marxist-Leninistleri değil de düzen partilerini destekliyorsa burada bir sorun var demektir.Üstelik işçilerin kötü çalışma koşullarının bu kadar yoğun olduğu bir dönemde. Şu alıntıda da görüleceği gibi:

“SGK İstatistiklerine göre, iş kazaları sonucu ölümler 2008 yılında 865 iken 2010 yılında 1.434’eulaşmıştır. Bu veri iki yılda ‘iş kazası’ sonucu ölen işçi sayısının yüzde 70 oranında arttığınıgöstermektedir. Henüz 2011 yılı istatistikleri açıklanmamıştır ancak, yaşanan ölümler göstermektedir ki iş cinayetleri artışı sürmektedir.AKP’nin yaklaşık on yıllık iktidarı  döneminde 10 bin 297 işçi yaşamını yitirdi”(Yürüyüş,sayı:309,sayfa:17)

“Faruk Bildirici, aldığı yanıtı “ürkütücü buldum doğrusu” diyor.Bildirici’nin haberinden aktarıyoruz:"1997-2011 yılları arasında cezaevlerinde 2497 kişi öldü. Rakamların dağılımı şöyle: Eceliyle ölüm 1910, İntihar 495, diğer hükümlülerce öldürülme 91, personelin kötü muamelesiyle ölüm 1. 1997'de cezaevinde ölenlerin sayısı 123 iken bu sayı 2011'de 268'e fırlamış."diyor.... Adalet Bakanlığı’nın rakamları ölüm oranlarının her yıl arttığını söylüyor...Adalet Bakanlığı bunların büyük çoğunluğuna“vadesiyle ölüm” demiş. Bunlar normal ölüm değil Bunlar “vade” değil, F Tipi tecrit politikalarının sonucudur.2497 kişiyi tecritle devlet öldürmüştür.Bu rakamlar öldürmenin de sıradan bir öldürme olmadığını göstermektedir.Bu Katliam Değilse Nedir?”(Yürüyüş,sayı:308)

10 bin 297 işçi ölmüş olması yetmezmiş gibi hapishanelerde ölen 2497 kişinin haklarını kendi sınıfımızdan insanların desteklemiyor oluşunun faturasını işçilere yoksul köylülere değil kendimize kesmeliyiz. Sömürülen kesimler, artık bizim yanlış tutumlarımızdan ötürü bırakın emek sömürüsü mücadelemizde bize destek olmayı, halkın  kendi geleneklerinde olan bir insanın ölümüne karşı olan üzüntüsünü ve tepkisini göstermekten bile mahrum kalmış durumdadır. Bu konuda çok ciddi bir oturup düşünmemiz gerekir “nerede yanlış yaptık?” diye.Alttaki alıntının özü bunu açıklıyor:

“İdam cezasının infazında bile tutuklunun sağlıklı olması şartı aranır.Hasta tutuklunun infazı yapılmaz.Ama AKP, hasta tutsakların tedavisini yapmayarak hasta tutukluyu infaz ediyor. Tutuklulara“ben sizi katlederim,kimse sizin sesinizi bu hücrelerde duyamaz” diyor. Kimse size yardım elini uzatamaz diyor.Ve bütün tutsakları tehdit ediyor... Ancak biliyoruz ki, hapishanelerde daha onlarca hasta tutsak var. AKP onları sessiz sedasız katletmek istiyor. Sonuç almayı hedefleyen ısrar ve kararlılıkla yürütülen bir mücadeleyle AKP’nin hapishanelerde hasta tutsakları katletme politikasına geri adım attırabiliriz. Güler Zere ve Yasemin Karadağ mücadelesi ve tahliyeler bunun en somut göstergesidir. Sol, bir kaç eylem yapıp hiçbir sonuç almadan eylemi bırakan protestoculuktan çıkıp sonuç almayı hedeflemek zorundadır. Aksi durumda hiç bir hakkın mücadelesini veremez.Oligarşinin saldırıları karşısında bir kaç protesto eylemi, hepsi o kadar.AKP iktidarı da bunu bildiği için pervasızca saldırıyor.28-29 Mart’taki son KESK eylemine bakın: O kadar militan bir eylem sonucunda bile Başbakan Erdoğan eylemle alay etmiştir. Çünkü AKP biliyor ki, yapılan eylemler ne kadar kitlesel olursa olsun, ne kadar militan olursa olsun, belli bir takvime bağlı protestoyu aşmayan eylemlerdir.Belirlenen takvimle birlikte protestolar da bitecektir.Sol bu anlayışı terk etmelidir.” (Yürüyüş,sayı:311,sayfa:23).

Görüldüğü gibi Sosyalist harekette ısrar ve karalılığın olmayışı bizi bu hallere düşürdü.Halbuki Lenin şu sözleri ne de güzel demişti vaktinde:

“Tekrar, öğrenmenin anasıdır.İktisadi inşanın temel doğrularını şimdi yinelememizin bizi yanıltmasına izin vermiyoruz.Bunları daha birçok kez yineleyeceğiz...dev zorluklarla ve çalışmalarımızın sürekli akamete uğratılmasına rağmen, iktisadi görevleri pratikte saptamaya gittikçe daha çok ve somut yaklaşıyoruz.Kendimizi daha sık yineleyeceğiz.Sayısız tekrar olmadan,eskiye belli bir geri dönüş olmadan,sınama olmadan, tek tek düzeltmeler olmadan,yeni yöntemler olmadan,geri ve hazırlıksız olanların inandırılması için güçler harekete geçirilmeden inşa çalışmasında hiçbir şey yapılamaz... Proletarya diktatörlüğü,zor ve ikna yöntemlerini birleştirmeyi bildiği için başarılı oldu.”(Lenin,seçme eserler cilt:8,sayfa:271-272).

Günümüzde biz ısrar etmiyoruz, doğruları tekrar etmiyoruz, kitleleri kötü olaylarla tek başına bırakıyoruz, onlara yeterli destek olmuyoruz yada imkansızlarımızdan ötürü olamıyoruz.Bunların hiçbiri mazeret değil hepimiz bu durumun suçlularıyız.Sömürülenler ancak şu iki koşulun bir arada olması durumunda Marxist-Leninistlerin yanında olurlar:1-mevcut düzenin sömürülenlere karşı uyguladığı vandalizmle 2-Ezilen kitlelerin haklarını savunan örgütlerin doğru bir hareket planı ve örgütlenme modeliyle Sömürülenlere (Proletarya ve yoksul köylülük) umut olmasıyla, sömürülenler, emek sömürüsü düzeninin karşısında olurlar.Bu modelin uygulanabilmesi içinde kitlelerin alışkanlık gücünü kırmak için sürekli tekrar ve ısrar yapmak gerekir.Tekrar ve ısrarımızı(sosyalizmi kurmak için yapılan propaganda) özü sabit kalmak kaydıyla kitlelerin anlayacağı dilden yeni yöntemler bulup onlara iletmekten geçer.Şu anda bizim asıl derdimiz enerjimizi harcayacağımız asıl alan kitlelere doğru propaganda yöntemiyle doğru bilgiyi(Marxist-Leninist düşünce modelini, ezilenlerin kurtuluşunun tek yolunun nasıl olduğu ve nasıl elde edilebileceğini)vermenin yollarını bulmaktır.Bu olmadan eylemlerimizin hepsi havada kalacak ve sembolik bir nitelik taşımaktan öteye geçemeyecektir.Bunun tek yolu da yoksul mahallelerde çalışma yapmaktan geçer.Bu yoksul mahalle çalışmalarının ana hedefi elde edilmiş yerler değil elde edilmemiş yerler olmadır. Orada yaşanılabilecek olumsuzluklar bizi yıldırmayıp tekrar ve tekrar o olumsuzlukların üzerine gidip ısrarımızla  birlikte orada bize karşı olan direnci ve önyargıyı kırmak amaç olmadır.Çünkü biz onların hakkı için mücadele ediyoruz çünkü biz aynı sınıfın üyeleriyiz.Eleştirecek olanlar şunu söyleyebilir “biz zaten yapıyoruz” görüldüğü üzere yapılan propaganda yeterli değildir hala Türkiye’deki işçilerin ve ezilenlerin büyük kesimi bize güven beslemiyorsa burada bir hata vardır demektir. O yüzden harekat planlarımızı bir daha gözden geçirmekte fayda var.Bu yüzden istediklerimizi elde etmek için burjuvazinin bizi düzen içine çekebilecek bizi yozlaştıracak bütün özelliklerine karşı şiarımız şu olmalı:Taleplerimiz radikal,hareketlerimiz burjuvaziye karşı acımasız,irademiz çelik gibi olmazsa bütün  1 Mayıslar ve bütün tepkilerimiz boşunadır.Bugün elde edilmiş kitleselliğimizin de ancak yukarıdaki fikirler doğrultusunda bir görüş elde edilebilirse bir değer taşıdığını unutmayalım. 1 Mayıs işçilerin ve sömürülenlerin burjuvaziye karşı oluşturduğu politik gövde gösterisi kutlu olsun! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.