Burjuva ideologlar, sözde dünyayı sarsan şiarlarına rağmen, anti-bilimsel
hareketin ve tarihsel gericiliğin sembolüdürler. İçlerinden en iyileri “kötülüklere”
karşı mücadele ettiğini söylese bile bu yalnızca söylemsel düzeyde kalmaktadır.
Bu tarz ideologlar sadece “darbelerle” soyut olarak mücadele etmekte,
demokrasinin azılı düşmanı olan “darbecilere” “koşulsuz” “mücadele”
etmektedirler. Bu anlayış bütün “totoliter” “otoriter” ve “militarist” yapılara
karşıymış gibi kendini göstermesine rağmen ne “otoriterizmle” ne de “militarizmle”
mücadele etmektedirler. İkiyüzlülüğün, riyakarlığın pratik anlamda somutlanmış
hali bu “demokrasi savuncuları”dır. Modern idealist düşüncenin pratik
temsilcilerine göre nedense “21.yy’da darbe olmazmış” “Türkiye eski Türkiye
değil” vs. üzerinde şekillenmiş gerçeklikten kopuk değerlendirmelerle “gerçeği”
anlamayabilmesi tabi ki imkansızdır. Söylemleri, retorikleri, güncel politik
manevraları gerçekliğin kendisiymiş gibi algılayan bu kafa yapısına göre nasıl
ki gözün ağ tabakasında görüntülerin ters görünmesi gibi bu gruplar da
gerçekliği tersten algılıyorlar. Bilinç biçimlerini maddi gerçeklik olarak
algılayan bu tarz kişilerin sürekli şaşırması ve olaylara bir anlam verememesi
gayet doğaldır.
Neyse ki oligarşi içinde bu kadar gerçeklikten kopuk
değerlendirme yapanlar çoğunlukta değil. Onlar durumun ciddiyetini kavrayıp
hemen “maddi güç ancak maddi bir güç tarafından yenilir” olgusu üzerinden
hareket etmekte ve gerçekten aldığı güç ile kitleleri ve krizleri “yönetmeye”
çalışmaktadır. Oligarşi asla kendi basım yayım organlarında söylemese bile her
zaman toplumun “tek” bir bütün olmadığını bilir, mevcut ve gelecekteki
politikasını bunun üzerine kurgular. Oligarşi şu anda işbölümünün maddi ve
zihinsel emek arasında bir bölünmenin meydana geldiği andan itibaren toplumun bir
bütün olmadığını ve sınıflara bölündüğünü bilir. Oligarşi, işbölümü ve özel mülkiyetin
özdeş ifadeler olduğundan hareket ederek emperyalizmin ekonomik
hegemonyasındaki yeni sömürge bir ülkedeki sınıfları ve bu sınıfların
birbirleriyle çelişkilerini bilir ve kendi iktidarını korumak gücünü hiç
söylemese ve itiraf etmese de nesnel gerçeklikten almaya çalışarak durumu “idare
etmeye” çabalar.
Genel anlamda spekülasyonun bittiği yerde gerçek hayat
başlar. Bu da insanların pratik gelişim süreçlerini ve faaliyetlerini açıklayan
hakiki pozitif bilime kapı aralar ve “bilinç, söylemler” hakkında söylenen boş
sözler sona ererek onların yerini bilimsel sosyalist düşünce yani gerçek bilgi
alır. Bundan dolayı eğer oligarşi hayatta kalmak ve iktidarını devam ettirmek
istiyorsa mutlaka kendi spekülatif tarih anlayışının yerine Marksist tarih
anlayışından hareket etmekte ve bu bilimi kendine göre büküp varlığını devam
ettirmeye çalışmaktadır. Oligarşinin spekülatif tarih anlayışı genelde küçük
burjuva ve işçi sınıfının gerçeklikle buluşamaması için kullandığı bir araç
olurken kendisi asla spekülatif tarih anlayışı üzerinden hareket etmemektedir.
Oligarşi, emperyalist sistemde üç temel çelişki olduğunu
bilir ve bu çelişkileri soğurmaya çalışır. Bunlardan ilki emek ile sermaye
arasındaki çelişkidir. İkincisi çeşitli mali gruplar, emperyalist devletler
arasındaki çelişkidir. Üçüncü ve son çelişki ise emperyalizm ile sömürülen ve
bağımlı halklar arasındaki çelişkidir. Bu üç çelişkiden hangisinin başat
çelişki olacağı ise tarihsel gelişim süreçlerinde belli olur ve bu çelişkiler
diyalektik bir biçimde birbirinden etkilenir ve bir çelişki öbürünü tetikler. Örnek
olarak; mali gruplar ve emperyalist devletler arasındaki çelişki birinci
paylaşım savaşına neden olmuş, bu savaş yarattığı yıkımdan dolayı emek ile
sermaye arasındaki çelişkinin güçlenmesine sebep olup Ekim devriminin
gerçekleşmesinde çok büyük bir katkı sunmuş, Ekim Devrimi ise tarihsel bir
kırılmaya sebep olup emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşlarının başlamasına
sebebiyet vermiştir.
Bundan dolayı bir olguyu örnek olarak “darbeyi”
değerlendirirken mutlaka “darbeyi” bu üç temel çelişkinin diyalektik bir
bütününün sonucu olarak okumak lazım. Kürdistan’daki iç savaşın, Oligarşi
içindeki grupların birbirileri ile görüş ayrılığına neden olduğu ve bu görüş
ayrılıklarının uzlaşmaz çatışmalar şekline dönüştüğünü yaşanan bu “darbe”
girişimi ile somutlaşmıştır. Şimdi bu “darbe” girişimini analiz edelim.
Neden Darbecilerde ve
Egemen Faşist Klikte “Demokrasi” Vurgusu Vardı?
Dünden hatırlanacağı gibi darbeciler ve egemen faşist klikte
“demokrasi” için “sokağa” çıkmışlardı. Bu hamle tarafsız kitleleri etkilemek
için yapılan algı operasyonundan başka bir şey değildir. Burjuvazi dünyada
iktidara ilk geldiği andan itibaren başka sınıflar üzerinde kendi çıkarını
genelin çıkarı gibi gösterip buradan politika yapmıştır. Özgürlük, Adalet,
Demokrasi kavramının burjuvazi için gerçek olup olmadığı ilk çıktığı anda
itibaren önem taşımamaktadır. Bu kavramlar burjuvaziyi politik iktidara
taşıdığı ve iktidarını sürdürebildiği ölçüde anlamlıdır ve geçerlidir. Bu
tarihsel gerçekliği burjuvaziden öğrenen Türkiye oligarşisinin her iki kliği de
hemen kendi çıkarını genelin çıkarı gibi gösterip kendilerini “genelin hakkını
savunan” taraf olarak ilan edip öbür tarafı “vatan haini” ilan etmiştir.
Halkımızın bir kısmının AKP askerin kafasını kesti bu nasıl
demokrasi için sokağa çıkma? Sorusu gerçekliğe ulaşmak için anahtardır. Halkımızın
gözünde oligarşinin spekülatif tarih anlayışının kırılma anlarından biridir.
Yenilgi ve zaferler kitleler için iyi bir okuldur. Kitleler 10 sene kitap
okuyarak edinemeyecekleri bilinci devrimci ve kriz anlarında bir anda
edinebilirler. Artık halkımızın bir kesimi siyasal islamın gerçek yüzü hakkında
unutturulması zor deneyimler elde etmişlerdir. Peki biz Marksist-Leninistler bu
“darbe” girişimine nasıl bakmalıyız?
Askerin Toplumu
Yıkıcı Potansiyeli Üzerine
İlk önce baştan belirtmekte fayda var Marksist-Leninistler
oligarşi içi çatışmada bir tarafı desteklemek zorunda değillerdir ve bu aşamada
desteklememelidirler. Ancak bu demek değildir ki bu kriz ortamından
yararlanmayacağız. Açık söylemekte fayda var eğer kim ki Tayyip Erdoğan’ın
Kaçak Sarayın’na atılmış bombalar, TBMM’nin bombalanması kendini sosyalist diye
atfedenlerin içini kıpırdatmıyorsa ve bu çatışmayı devrimci bir duruma evriltmeye
yönelik kafasından bir şey bir şey geçirmeyip “demokrasiyi savunalım” şiarı
kafasında dolaşıyorsa bu tarz kafa yapısına sahip kişiler, sosyalist ya da
komünist olamazlar. Ancak bir liberal ve sivil toplumcu olabiliriler. Bu
gerçekliğin bizim açımızdaki tarafıdır. Bir de gerçekliğin asker tarafındaki
yansıması vardır. Asker her şeyden önce en son yapılması gereken şeyi yapıp
ayaklanma ile oynamıştır.
“Ayaklanma, değerleri her gün değişebilen çok belirsiz
büyüklükler ile yapılan bir hesaptır; düşman güçler her tür örgütlenme,
disiplin ve yetke alışkanlığı üstünlüğüne sahiptirler;
eğer onların karşısına daha üstün güçler çıkaramazsanız, bozguna uğradığınızın,
hapı yuttuğunuzun resmidir, ikincisi, bir kez ayaklanma yoluna girdikten sonra,
en büyük bir kararlılık ile ve saldırıcı biçimde davranmak. Savunma, her türlü
silahlı ayaklanmanın ölümüdür; ayaklanma, daha düşmanları ile boy ölçüşmeden
yitirilir. Düşmanlarınıza, güçleri dağınık olduğu sırada, birdenbire saldırın,
ne kadar küçük olursa olsun, yeni ama günlük başarılar hazırlayın; ilk başarılı
ayaklanmanın size verdiği morali yükselterek sürdürün; her zaman en güvenilir
yanda gitmeye çalışan sallantılı öğeleri böylece kendi yanınıza alın; diyerek,
düşmanlarınızı güçlerini size karşı toparlayamadan, önünüzden kaçmaya zorlayın.”
(Engels)
Darbeciler Engels’in
belirttiği gerçeklere uymayarak ayaklanmanın hakkına uygun bir askeri hareket
biçimi uygulamayarak faşist kliği hükümetten düşürememiştir. Asker sivil
faşistlere acıyıp iktidarı ele geçirmek için yeterince bu kitleye ateş açmayarak
ayaklanmayı baştan kaybetmiştir. Bunun yanında karşı devrimci faşist kliğin
tabanı askere acımayarak geçmişte onunla yan yana yürümesine rağmen bugün
onların kafasını boğaz köprüsünde kesmiştir. Ayaklanmada ayaklanan kesimin
herhangi bir tereddüte kapılmaması gerektiği ve karşına çıkan kitleyi tuzla buz
etmesinin zaruretini darbeciler kendileri açısında çok acı bir şekilde
öğrenmişlerdir. Durum ortada, hayat boşluk tanımıyor!
Peki bu darbenin
bizim açımızdan önemi nedir? İlk önce Marksizmin ustalarının belirttiği gibi
komünizm, bizce oluşturulması gereken bir durum ya da gerçekliğin kendisine
uydurulmak zorunda olan bir ideal değildir ve hiç olmamıştır. Bizim için
komünizm güncel emperyalist sistemi parça parça edecek gerçek bir hareketin
ideolojik görüşü olarak kendimize komünist diyor ve kendimizi komünist olarak
adlandırıyoruz. Bu yüzden askerlerin bu yıkıcı gücünü gördükten sonra buna
kayıtsız kalmak bizi komünizmin dışına atmakla özdeştir. Lenin bize bu konuda
perspektif vermeye devam ediyor.
"Askerler arasında
çalışmamız gerektiği söz götürmez bir gerçektir. Ama onların kandırılarak ya da
kendileri inanarak, bir çırpıda bizden yana geçeceklerini hayal edemeyiz. Bu
görüşün nasıl beylik ve cansız olduğunu Moskova ayaklanması açıkça gösterdi.
Bununla birlikte, gerçekten halkçı her harekette olduğu gibi, askerlerin
kararsızlığı, devrimci çarpışma kızıştığında iki tarafı da askerleri elde etme
savaşına sürükler...Şehirlerdeki ayaklanmalarda işçi kitleleri yer alırsa,
düşmana karşı kitle saldırılarına girişilirse, Duma'dan sonra, Sveaborg ve
Kronstadt'tan sonra büsbütün kararsızlaşan askeri birlikleri elde etmek için
bilinçli, ustaca bir savaşa geçilirse, genel çarpışmaya köylerin de katılmasını
sağlayabilirsek, bütün Rusya'nın gelecek silahlı ayaklanmasında zafer bizim
olacaktır."(Lenin, Moskova Ayaklanmasından Alınacak Dersler)
Yukarıda da belirttiğimiz gibi emperyalist sistemin temel üç
çelişkisi vardır ve bu çelişkiler birbiriyle diyalektik bir bağ içinde ilerler.
Bu yüzden Türkiye’de önümüzde duran başat çelişki emek ve sermaye arasındaki
çelişki olma yolunda ilerlemektedir. Bu süreç kaçınılmaz bir şekilde emek ve
sermaye arasındaki çelişkiyi derinleştirecek ve oligarşinin iktidarını tehdit
edecektir. Bu yüzden burjuva
spekülatörlerin dediği gibi darbeden sonra Tayyip Erdoğan’ın daha da
güçleneceği tam anlamıyla bir spekülasyondur. Tayyip Erdoğan tarihindeki en
büyük “balans ayarını” almıştır ve şimdi hükümdarlığındaki en zayıf anı yaşamaktadır.
Bu süreç Tayyip Erdoğan ve oligarşinin kâğıttan kaplan olduğunu bir kez daha
çok somut bir şekilde gösterdi. Tayyip Erdoğan bu süreçten sonra mutlaka
emperyalizmin sözüne daha çok uyacak ve emperyalizmin direktiflerini harfiyen uygulayacaktır.
Çünkü Tayyip Erdoğan’ın “mevcudiyetinin yegâne temeli” budur! Devrim hiç bu
kadar yakın, oligarşi hiç bu kadar güçsüz olmamıştı. Belki bir kesimimiz
göremiyor ama Zafer Yakında! Biz Kazanıyoruz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.