1 Mayıs
üzerine yapılan tartışmaları hepimiz iyi ya da kötü bir şekilde de olsa takip
ettik. Bazı özneler “alan fetişizmi yapılmasın”, “düelloculuğa gerek yok”, “işçi
sınıfı neredeyse orada olmamız lazım”, “gönlümüz Taksim’de ama biz Bakırköy’deyiz”
vs. diyerek “yasal” bir şekilde “1 Mayıs’ı” “kutlarken”, bir kısım özneler ise
1 Mayıs alanının Taksim olduğunu belirtip, cüretlerini ortaya koyarak Taksim’e
girmek için ellerinden geleni yaptılar. Burada hepimizin gördüğü gibi bir sorun
ya da daha doğrusu hem ideolojik anlamda hem de ortaya konulan eylemler
arasında bir fark var.
Bu
farkı görebildiğimize göre bunun neden meydana geldiğini tespit etmemiz gerekir,
çünkü somut durumu bilmek, dünyayı bilmek demektir. Politika yapmayı bilmek ve
onda ustalaşmak ise dünyayı değiştirmek demektir. Bu yüzden kendine komünist
diyen her kişi ve kurum politik alana dâhil olmak istiyorsa mutlaka somut
durumu doğru bir şekilde tahlil edip ona göre hareket etmelidir.
Bu
yüzden 1 Mayıs sadece bir “alan” sorunu değildir hatta “alan sorunu” başlığında
bir sorun yoktur bile. Sorun politiktir ve özneler dünyayı değiştirme
isteklerine göre 1 Mayıs’ta taraf belirlemişlerdir.
1 Mayıs
meselesinde de olduğu gibi, fikirlerin, anlayışların ve bilincin üretimi her
şeyden önce insanların doğrudan doğruya geliştirdikleri somut faaliyetlere ve
karşılıklı maddi ilişkilerle oluştuğuna göre bir toplumdaki politikanın,
yasaların, ahlakın zihinsel üretimi de maddi yaşamın bir yansımasıdır. Sınıflı
toplumun ortaya çıkmasından itibaren dünyada yalnızca iki tür bilgi olmuştur. Bunlardan
biri üretim mücadelesi bilgisi öbürü ise sınıf mücadelesi bilgisidir. Başka
türlü bir bilgi var mıdır diye soranlara bir komünist olarak vereceğimiz cevap:
‘Hayır yoktur’ şeklinde olacaktır.
Bu
yüzden 1 Mayıs üzerine yapılan her tartışma ve pratik tutum alma olayı
sınıfsaldır ve bu sınıfsal mücadelede, bir sınıfın hakkını ve çıkarını savunmak
üzerinden kendini var eder. Komünistler ise politika yaparken “kitlelerden
kitlelere” ilkesini uygularlar. Yani kitlelerden edindikleri dağınık ve sistemleşmemiş
fikirleri alarak bunu derli toplu sistemli bir fikir haline getirmek ve buna
uygun politika belirlemek komünistlerin görevidir. Yani komünistler, kitlelerin
özlemlerine ve isteklerine doğru bir yön bulup buradan politika yapmak ve
dünyayı işçi ve emekçilerin lehine değiştirmek üzerinden hareket ederler.
Bu
yüzden komünistler, devletin dayattığı bir meydanı değil işçi ve emekçi
sınıfların mücadele tarihi içinde kazandığı, bu sınıflar için sembolik önemi
olan meydana çıkmanın propagandasını, çağrısını ve eylemini yaparlar. Bu yüzden
1 Mayıs’ta Taksim’e gidenler işçi ve emekçi sınıfların çıkarlarını ve
özlemlerini dikkate alarak politika yaparlarken 1 Mayıs’ta Bakırköy’e gidenler
ise devletin, Saray’ın, hükümetin ve bir bütün olarak burjuva sınıfının
özlemine ve isteklerine göre politik tutum belirlemiştir. Davutoğlu’nun 1 Mayıs’ta
Bakırköy’de olanlara teşekkür etmesinin başka hiçbir açıklaması olamaz. Ayrıca
işçi sınıfı içinde ciddi bir örgütlüğü bile olmayan sendikaları dinleyerek Bakırköy’e
giden partiler işçi kuyrukçusu bile değil, direkt burjuva kuyrukçularıdır.
Bakırköy gibi bir alanın bomboş olması bunu çok net bir şekilde
kanıtlamaktadır. Yüzünü düzene dönenler, burjuvaziye teslim olanlar Bakırköy’deyken
yüzünü devrime ve dünyayı işçi ve emekçi sınıfların lehine değiştirmek
isteyenler ise Taksim’deydi. Bu yüzden mesele alan fetişizmi değil ‘burjuvaziyi
iktidardan indirme fetişizmidir’ mesele, ‘proletarya diktatörlüğü fetişizmdir’!
“Alan fetişizmi yapmayalım” diyenler aslında burjuvaziyi iktidarından
indirmeyelim demektedirler. Şimdi 1 Mayıs’ın nasıl ortaya çıktığına ve Türkiye’de
1 Mayısların nasıl yaşandığına geçelim.
1 Mayıs’ın Ortaya Çıkması ve
Türkiye’de 1 Mayıs Mücadeleleri
Avustralya‘nın Melbourne kentinde
taş ve inşaat işçileri, günde sekiz saatlik iş günü talebiyle Melbourne
Üniversitesi’nden Parlamento Evi’ne kadar 1856 yılında ilk kez bir yürüyüş
düzenlediler. Bu yürüyüşten yıllar sonra 1 Mayıs 1886’da Chicago’da
Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde düzenlenen görkemli
yürüyüş ile birlikte, 1 Mayıs tüm dünya işçi ve
emekçileri tarafından İşçi Bayramı olarak uluslararası
çapta kutlanmıştır.(1) 1 Mayıs başlangıçta her ne kadar “ekonomist”
taleplerden ortaya çıksa da daha sonra kendi kalıbını aşmış ve proletaryanın
iktidarı için mücadele gününe dönüşmüştür. Burjuvazi için 1 Mayıs şu anda “bir işçi bayramı”, “sekiz
saatlik iş günü”, “grev hakkı meselesi” değil, direkt kendi iktidarına
alternatif bir iktidar anlayışını sembolize ettiği için tehlikelidir ve “yasaktır”.
Bütün dünyada 1 Mayısların çatışmalı geçmesinin nedeni budur. Burjuva medyasının
yansıttığının aksine dünyanın çeşitli yerlerinde de çatışmalar çıkmaktadır en
son Kanada ve Almanya gibi “demokratik” ülkelerde bile 1 Mayıs’ta çatışma
çıkmasının nedeni tam da budur. 1 Mayıs ilk çıktığından beri bir “bayramdan”
daha ötedir. Meseleyi “halay çekmek” ya da “işçi bayramını kutlamak” olarak
anlayanlar aslında 1 Mayıs’tan hiçbir şey anlamamış demektir.
Türkiye
tarihinde de ilk kutlandığı 1906’dan günümüze hep çatışmaların, dökülen
kanların, göz altıların, baskıların, yasakların, tutuklamaların tarihidir 1
Mayıs. Tarihten kısa kısa notlarla Türkiye’de 1 Mayıs’ın nasıl “kutlandığına”
bakalım:
“1912 yılında, 1 Mayıs Selanik ve İstanbul’da “kutlandı”. İstanbul’da
kutlanan bu ilk 1 Mayıs’ta Selanik’teki gibi seçme seçilme hakkının herkese
tanınması, grev yasasının değiştirilmesi, emeğin haklarını koruyacak kanunların
çıkartılması gibi pek çok konudaki talepler dile getirildi. İstanbul’da 1 Mayıs
gösterisi düzenlemek –bugün olduğu gibi- 1912 yılında büyük bir kazanımdı.
Ancak tedbirler gecikmedi, hükümet sosyalistlere ve işçi hareketine karşı
baskıyı giderek tırmandırırken sermayeye her türlü kolaylığı
sağladı. İttihat ve Terakki Hükümeti 1912 yılında başlayan Balkan
Savaşlarını bahane ederek sıkıyönetim ilan etti.”(1)
“1923 yılında 1 Mayıs Ankara, İzmir ve
Adapazarı’nda kutlandı. İstanbul’daki 1 Mayıs kutlamaları, İstanbul Umumi Amele
Birliği tarafından gerçekleştirildi. Umumi Amele Birliği genel merkezi,
Cumhuriyet hükümetine ve Enternasyonal’e kutlama mesajları yolladı. Gösteride
belirli talepler ileri sürüldü. Özellikle Mesai Kanunu’nun çıkarılması istendi.
İstanbul’da ayrı bir kutlama da, Mürettibin Cemiyeti ve TİÇSF tarafından
organize edilmiş, İzmir İktisat Kongresi’nde belirlenen ilkelerin hayata
geçirilmesi için çabaların yoğunlaştırılması kararı alınmıştı. Ankara ve
Adapazarı’nda 1 Mayıs kutlamaları İmalat-ı Harbiye işçileri tarafından
gerçekleştirildi. İşçi taleplerinin arasında, “yabancı şirketlere el konulması,
1 Mayıs’ın resmen işçi bayramı olarak tanınması, sekiz saatlik işgünü, hafta
tatili, serbest sendika ve grev hakkı” vardı ve birçok işçi tutuklandı.”(1)
1920’li yıllarda 1 Mayıs, Şefik Hüsnü
önderliğinde artık ekonomist taleplerden ziyade politik bir tutum almaya doğru
evrilmeye başladığı andan itibaren 1 Mayıs, Takrir-i Sükun kanunu ile
yasaklanmış ve 1975 yılına kadar “yasaklı” olmaya devam etmiştir. İşçi ve
emekçi sınıflar tabii ki devletin yasağını dinlememiş ve 1925’ten 1975’e kadar
sürekli devletle 1 Mayıs zamanı “düelloya” tutuşmuştur. Reformist solun
söylediğinin aksine (düelloculuk yapmayalım) işçi ve emekçi sınıflar Türkiye’de
tam 50 yıl “düello” yapmıştır. Aslında bunun bir “düello”dan ziyade bir sınıf
çatışması olduğunu herkes görebilir ancak reformistler “düelloculuk yapmayalım”
derken aslında “sınıfları uzlaştıralım” demektedirler. İşçi sınıfının “düelloculuğu”
15-16 Haziranda “tavan yapmış” ve DİSK yöneticileri TRT’den direnişi
bitirme çağrısı yaparken işçi sınıfı buna uymamış ve direnişi devam ettirme
kararı almıştır. Daha sonra devlet tükürdüğünü yalamak durumda kalıp 1975
yılında 1 Mayıs’ın “yasallığını” kabullenmek durumunda kalmıştır.
“1976 yılında 1 Mayıs DİSK’in öncülüğünde
Taksim Meydanı’nda yapıldı. Saraçhane, Beşiktaş, Kabataş ve Şişli’den yürüyen
400 bin işçi Taksim Meydanı’nı doldurarak büyük ve görkemli bir 1 Mayıs
kutlamasına imza attı. 50 yıllık aradan sonra 100 binlerce kişinin 1 Mayıs’ı
kitlesel kutlaması, hükümeti ve işverenleri tedirgin etti. 1977 yılına gelindiğinde
1 Mayıs’ın bu denli görkemli kutlanmasından tedirgin olan kesimler
bulunmaktaydı… Ama her şeye rağmen Taksim Alanı’na 500 bin emekçinin akması
engellenemedi… Saat 14.30’da başlayacak olan kutlamalar için alan, sabahın
erken saatlerinden itibaren dolmaya başladı. Taksim alanında, iğne atsan yere
düşmeyecek bir katılım vardı. Alanda konuşmalar devam ederken, çevredeki
binalardan halkın üzerine ateş açıldı. Taksim Alanı’nda yaklaşık 200 kişi
yaralandı, 37 kişi de yaşamını yitirdi. Olayda 2 bine yakın mermi atıldığı
saptanmış, buna karşın yalnızca 5 kişi kurşun yarası nedeniyle ölmüştü. Aradan
geçen bunca zamana rağmen olayın failleri hala bulunamadı.” (1)
Görüldüğü gibi
devlet, 1976’da işçi ve emekçi sınıfların görkemli rest çekmesine 1977’de
yaptığı katliamla karşılık vermiştir. Bundan dolayı 1 Mayıs bir bayram değil
sınıfların mücadele günüdür. Türkiye’de 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması
proletaryanın iktidara gelmesi meselesi ile eş anlamlıdır. Burjuvazi için “Taksim’in”
düşmesi demek “burjuvazinin düşmesi” demektir. Yani 1 Mayıs Taksim’de “kutlanırsa”
Saray, devlet, burjuvazi kaybedecek şayet 1 Mayıs Bakırköy’de ya da başka bir
yerde kutlanırsa Saray, devlet, burjuvazi kazanacaktır. 1 Mayıs’ta Bakırköy’de
olan bütün kişiler ve kurumlar başta burjuvazi ve Tayyip Erdoğan’a destek olmuş
ve onların “meşruiyetini” tanımışlardır. Son olarak, işçi ve emekçi sınıflara karşı
yapılmış ihaneti ve burjuvaziye teslimiyeti yakından inceleyelim.
İşçi ve Emekçiler
için Bakırköy Teslimiyet, Taksim Kurtuluştur
2007, 2008, 2009’da işçi ve emekçi sınıflar görkemli bir
şekilde direndikten sonra burjuva hükümet 2010 tarihinde 1 Mayıs’ın Taksim’de
kutlanmasına “izin vermek” durumunda kalmıştır, lakin 2011 ve 2012’de yapılan 1
Mayıs kutlamalarına 1 milyondan fazla kişinin katılması üzerine devlet 2013
yılında 1 Mayıs’ın kutlanmasını tekrardan “yasaklamıştır”. 2009 yılında bile
devrimciler Taksim’e girmek için çatışırken sendika ve odalar AKP belirlediği “makul”
kitle ile Taksim’e girmişti! Taksim’e girişleri bile işçi ve emekçi sınıflara
ihanet içinde olan “Bakırköy solcularının” 2016 1 Mayıs’ında Taksim’de
olmamasına şaşırmamak gerek.
Faşizme karşı verilen her tavizin yeni bir taviz vereceği
aşikar iken “Bakırköy solcuları” 2016 bir Mayıs’ında faşizme taviz üstüne taviz
vermekten kendilerini alı koyamamışlardır. Önce “Taksim tartışılmazdır” deyip
burjuvazi ile pazarlık masasına oturan hainler daha sonra Kadıköy önerisini
ortaya atmış ancak bundan da taviz verip Bakırköy konusunda burjuvazi ile “anlaşmıştır”.
Yalnız burjuvazi için bu bile yeterli olmayıp Bakırköy’e giden kitlenin
pankartlarındaki yazılara, resimlere, renklere kadar her şeye karışmış, kimisini
alana dahi sokmazken kimisini yırtıp “şekil verdirmek zorunda” bırakmıştır.
Özetle burjuvazi miting alanı içinde her şeyin kendisinin belirleyeceğini
pratik anlamda göstermiş ve katılanlara da kendi hegemonyasını kabul
ettirmiştir.
Böylece 1 Mayıs 2016’da yaşanan iki 1 Mayıs deneyimi ile
işçi ve emekçi sınıflarımız düzen ve devrim cephesi arasında net çizgiyi bir
kez daha görmüştür. Ve bir kez daha devrime ve halkın mücadelesine gerçekten
sahip çıkanlar ile düzenin icazetini kabul edenler arasındaki çizgi daha da net
olarak belirginleşmiştır. Aynılar bir kez daha aynı yerdeydi! 1 Mayıs’taki işçi
ve emekçi kesimlere düşman olan “içimizdeki İrlandalılara” aşağıdaki Yürüyüş
dergisinden yaptığımız alıntı ile yazımızı sonlandırıyoruz.
“Bedel Ödemekten
Kaçtınız! Kendinize Güvenmediniz! Örgütsel Bağımsızlığınızı Yitirdiniz
Meşruluğunuzu Yitirdiniz! İktidar İddianızı Yitirdiniz İnancınızı Yitirdiniz! O
Halde Neye Hizmet Ediyorsunuz? Ne İçin Varsınız?”(Yürüyüş: Sayı 520, Sayfa:17)
Dipnotlar:
1-http://isyandan.org/makaleler/gecmisten-gunumuze-turkiyede-1-mayis/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.