İçeriği açısından bugünde geçerliliğini koruyan, çok
iyi yazılmış bu yazıyı, verdiği mesajın bugün sol tarafından unutulması üzerine
ve o zaman değindiği konuların bugün tartışılmaz bir şekilde gerçekleşmesinden
dolayı okurun dikkatine sunuyorum.
Mayıs 1989, Sayı: 24
ARABESK YAŞAMIN
BİR BAŞKA YÜZÜ:
"FUTBOLCULUK"!
Mart
ayının olağan günlerinden biri... Okullar birdenbire boşalıveriyor...Ne
hastanelerde acil servis dışında doktor ve görevli bulmak olası, ne alışveriş merkezlerindeki
kalabalığa rastlamak, ne de sokaklardaki her zamanki canlılığa tanık olmak!
Kasap "kapalıyız" tabelası asmış kapıya... Bakkal, manav vd. esnaf
kepenk kapama eyleminde adeta... Herkes kahvehanelere ve evlere koşuyor;
heyecanlı, hızlı, yetişme telaşıyla... Hayır, bu genel bir alarm değil! Sokak
kahvehanelerinden sesler geliyor. "En Büyük Türkiye!", "Re re
re, ra ra
ra Gassaray Gassaray cim bom bom!" Bu sesler biraz sonra tüm sorunlarını
"unutan" toplumun sesi olarak tüm Türkiye'den duyulacak, gecekondu
yıkımlarına
ve işkencelere koşut...
"Futbolculuk" Statüsü Faşizmin Eski Ama Etkili Bir Silahı Olmaya
Devam Ediyor
Bugün
ülkemizde bir derby maçı gündeme gelmeyegörsün, adeta akansular duruyor. Meclis
tatile giriyor. Bakanlar Kurulu toplantısı erteleniyor...Maçla ilgili tartışmalar,
röportajlar her şeyin önüne geçiyor. Kitleler sorunlarını bir anda
unutuveriyorlar! Çünkü günlerce öncesinden emekçi ve orta sınıflardan insanlar
kendilerini maça konsantre ediyorlar. Zam yapılıyormuş, hayat pahalılığıymış,
baskıymış, işkenceymiş, görünüşte onları pek ilgilendirmiyor. Kendi yaşamlarını
tehdit eden, düzenden ve iktidardan kaynaklanan bu uygulamaları bir kenara bırakıyorlar.
Maçlarla, takımlarla adeta özdeşleşiyorlar. Bütün duyguları, düşünceleri bu
doğrultuda kanalize oluyor. Futbolun kitleleri bu ölçüde saran, adeta büyüleyen
etkisi nereden geliyor? Nasıl oluyor da futbol hemen tüm kapitalist sistem
içindeki ülkelerde ama özellikle yeni-sömürgelerde, diğer spor dallarından,
moda akımlardan,
sanat
etkinliklerinden çok daha fazla kitleleri peşinden koşturuyor? Ortam öyle bir
hale getirildi ki, bugün bir maç üzerine milyonlar değil, neredeyse milyarlar
harekete geçiriliyor. "Sağcısından "solcusu"na, burjuvazisinden işçisine
hemen herkesi aynı nidalarla birleştiren futbolun bu cezbedici sihri nereden
geliyor?
Egemen
sınıflar, kitleleri ideolojik denetimleri altında tutabilmek için, kitleleri
oyalayıcı, kendi sorunlarından uzaklaştırıcı, gerçekleri saptırıcı, dertlerini
unutacakları düzen içi çeşitli kanallar açıyor. Kitlelerin duygularını eğlence,
coşku, heyecan, öfke vb. biçimde ama ilkel ve kabaca tatmin edebilecekleri,
enerjilerini boşa harcayacakları ve sömürü düzenine karşı çıkma
potansiyellerini saptırıcı eğilimleri pompalıyor. 'Bunlar her zaman
oligarşinin baskı ve terörüyle atbaşı gitmiş ve onunla iç içe gelişmiş,
geliştirilmiştir. Özellikle faşizmin egemen olduğu ülkelerde, baskı ve terörle
yıldırılan ve sindirilen kitleler, ideolojik olarak denetim altına alınırken en
çok depolitizasyona ve depolitizasyonu besleyecek kültürel-sanatsal-
sportif
etkinliklere başvuruluyor. Bilinç çarpıklığına yol açan, beyin yıkamaya hizmet
eden ve kitlelerin potansiyelini boşuna harcatan bu düzen içi kanalların en
önemlilerinden biri günümüzde, ne "sağcılık", ne
"solculuk","futbolculuk"tur! Franco ve Salazar'ın sık sık
"Futbol olmasaydı kitleleri yönetmek zor olurdu" deyişlerinin altında
işte bu gerçek yatıyor.
Futboldaki
depolitizasyonun sihrini İspanya ve Portekiz faşizminin keşfettiğini
söyleyebiliriz.
Futbolun diğer depolitizasyon sacayakları Fado(*) ve Fiesta(**) ile birlikte
etkili bir depolitizasyon silahı olarak kullanılması ve amacına ulaşması ilk
İspanya ve Portekiz faşist yönetimlerince başarılmıştır. Geleneksel boğa güreşi
yanında futbol, Franco ve Salazar'ın baştacıdır. Neredeyse faşizmle birlikte
İspanya ve Portekiz'de futbol, bütün spor dallarını gölgede bırakmış ve ulusal
spor ilan edilmiştir. Faşizmin futbola sarılması ve her şeyiyle desteklemesi
tesadüf değildir. Bunun, doğrudan kitleleri kendiliğinden biçimde sarmış olması
gerçeği ve kitlesel yaygınlık kazanmasıyla iigisi vardır. Faşizmin iyi tahlil
edebildiği olgu, futbolla kitlelerin bu organik bağıdır. Futbolun
depolitizasyonda etkin bir araç olarak kullanımının Latin Amerika'dan
başlayarak sömürge ve yeni-sömürge diktatörlüklerine yayılması, İspanya ve
Portekiz örneğinden sonradır. Bu ülkeler faşizmin depolitizasyon
laboratuvarlarıdır. Latin Amerika faşist diktatörlükleri ve diğer yeni-sömürge
oligarşileri, kitlelşrin ruhsal ve toplumsal şekillenmesiyle kaynaşan, kendi
ülkelerine özgü depolitizasyon araçlarını yaratmada, İspanya ve Portekiz
deneylerinden çok şey öğrenmişlerdir. Burada
sorunu
mekanikleştirmemek ve toplumsal süreçleri aynılaştırmamak önem kazanıyor.
Emperyalizme
bağımlılık nedeniyle, özde aynı olan, çarpık kapitalist ilişkilerin ortaya
çıkardığı çarpık kültür, her ülkenin toplumsal formasyonuna, tarihsel
gelişimine ve geleneklerine göre belirli farklılıklar gösterir. Birçok yeni-sömürge
ülkede çarpık kültür odağında "futbolculuk" gibi farklı gelişimlerin ortaya
çıkması doğal ve kaçınılmazdır. Bazı yeni-sömürge ülkelerde, kitleler
içerisinde kendiliğinden gelişen futbol, uzun süre egemen sınıfların
depolitizasyon aracı olarak bilinçli bir biçimde kullanımdan uzak kalmıştır.
Futbolun yeni-sömürge ülkelerde kitlelerin peşinden koştukları bir spor haline
gelmesini, doğrudan geri bıraktırılmışlıkla, yoksullukla ve kültürel
çarpıklıkla açıklamak gerekir.
Geri
bıraktırılmışlık olgusu kitleleri basit, kurallarının kolayca anlaşılabileceği,
hemen hiçbir masrafı olmayan ve fazla araç-gereç gerektirmeyen, her yerde
oynanabilen kitlesel sporlara yöneltmiştir. Bu anlamda sokak arasında, boş
arsada iki taş parçasını kale yaparak ve fazla kural gerektirmeden, çok sayıda
insanın iki gruba ayrılarak kolektif olarak eğlenebildikleri istisnai bir spor
dalıdır futbol.
"Basitlik",
"kolektiflik", "ekonomiklik" gibi avantajları futbolun
yaygınlaşmasında, diğer spor dallarına kıyasla futbolun ayırt edici teknik ve
kültürel özellikleridir. Futbol bu niteliklere uygun bir spor dalı olmasıyla
kitleleri çekmiştir. Futbol yoksul sporudur diyebiliriz, popülerliği de buradan
geliyor ve gelişiyor. Buraya kadar futbol ile kitleler arasındaki ilişkiler
doğal seyrindedir. Yozlaşma yoktur ve futbol yeni-sömürge insanının spor
ihtiyaçlarına cevap vermiştir. Sadece bu kadar değil, çeşitli toplumsal,
psikolojik faktörlerin etkisiyle, seyrederek haz duyma ihtiyacını da
karşılamıştır. Futbolun kitleselleşmesi, kitleleri sarsması ve seyircinin
kitleselleşmesi birbirini bütünleyen gelişmelerdir. Tabii buradan tüm yeni-sömürge
ülkelerde futbol kitleselleşti gibi bir sonuç çıkarılamaz. Ülkenin toplumsal
gelenekleri, kültürel birikimi ve emperyalizmle girdiği ilişkilerle ilgili
olarak futbol dışındaki kitlesel sporlar da popülerlik kazanmıştır. Ama bu
futbolun yeni-sömürgelerde, kitleler nezdinde egemen spor dalı olmasıyla
çelişmiyor. Tüm spor dallarını kitlesellikte yaya bırakan futbol, emperyalizmin
daha fazla teşvikini gündeme getirmiş, getiriyor.
Sonuçta
kitlelere mal olan spor dalları, yeni-sömürgeler genelinde egemen sınıflarca
depolitizasyona hizmet edecek şekilde kullanılıyor. Her şeye rağmen,
emperyalizm futboldan yana tercihini yapıyor, elindeki gücü ve olanakları
yeni-sömürgelerde futbolun kitleselleşmesine harcıyor. Kitleselleşmesi ve
kitleleri deşarj etmedeki önemli özellikleri, futbolun tercih edilirliğini
pekiştiriyor. Burada "futbolun emperyalist-kapitalist ülkelerdeki
yaygınlığı ve popülaritesini neye bağlamak gerekir?" diye sorulabilir. Özellikle
Kıta Avrupası'nda futbolun popülerliği tartışmasızdır. Ama bu ülkelerde
futbolun tüm spor dallarını gölgede bırakması, giderek silip süpürmesi söz
konusu değildir. Futbolun ağırlığı olmakla birlikte, diğer spor dalları da
etkisini sürdürmektedir. Her şeyden önce buralarda futbol, kitlesel
depolitizasyonun aracı olmaktan uzaktır. Kapitalist ülkeler kendi iç
dinamikleriyle gelişmiş, kültür düzeyi yüksek, demokrasi geleneği olduğundan,
buralarda
depolitizasyonun
işlevine farklı bakmak gerekiyor. Ya da depolitizasyonun olup olmadığını, varsa
nasıl, ne ölçüde, hangi kanallarla olduğunu tartışmayı gerektiriyor. Bir yerde
emperyalizmin, yeni-sömürge ülkeleri tek üründe uzmanlığa mahkum etmesi ve
diğer alanlarda köreltmesi gibi, depolitizasyonla ilişkisi içinde sporda da
kitleleri tek bir alana yöneltmeye çalışıyor. Çünkü oligarşiler için önemli
olan "millileştirilmiş" bir depolitizasyon zemini yaratmaktır.
Gelinen aşamada yeni-sömürgelerde egemen sınıfların depolitizasyon
politikasının aracı sporda futbol olmaktadır. Eğer bütün emperyalist tekeller
her şeyden önce reklamlarını en iyi şekilde yapmayı, kendi kârlarına kâr
katmayı düşünerek milyarlara futbolu seyrettirecek kanallar açıyorlarsa, futbol
dünyada en fazla ilgilenilen, seyredilen bir spor dalı haline geliyorsa, bu
durumu başka türlü açıklamak mümkün değildir.
Baskı ve İşkencelerin Çığlıkları Futbol Naralarıyla
Bastırılıyor!
İspanya
ve Portekiz'den sonra Amerika'da özellikle Brezilya ve Arjantin gibi faşist
diktatörlüklerin birbirini izlediği ülkelerde futbolun nasıl etkin bir
depolitizasyon
aracı
olarak kullanıldığı biliniyor. Faşist diktaların baskı ve terörü yoğunlaştırıp
on binlerce komünist, ilerici ve yurtseveri "kirli savaş"ta kayıplara
karıştırdığı bir sır değil. Bu ülkelerde sınıf mücadelesinin yükselmesiyle
birlikte kitleleri futbol gibi şeylerle oyalayıp avutmak, sorunlarından ve
sorunlarına çözüm yolu aramaktan uzaklaştırmak, baskı ve işkenceyi gizlemek
özel bir önem kazanmıştır... Brezilya'da futbol öyle ileri götürüldü ki, üst
üste üç dünya kupası kazanacak düzeye erişti. (1958-1962-1970 Dünya Futbol Kupası'nı
Brezilya kazanmıştır.) Futbol efsaneleri, Pele gibi futbol kralları yaratıldı.
Kitleler futbola tapınmaya
başladı
ve özlemlerini futbolla özdeşleştirdi. Futbol Latin Amerikalılar için bir karnavaldı.
Kitleler futbolla yendi, yenildi, ağladı, sevindi, coştu, eğlendi, boşaldı. Yani
duygularına doyum yolu buldu. Futbolun Brezilya'da diktatörleri ayakta tutan
dayanaklardan biri olmasının esprisi budur. 1976'da yönetime el koyan Arjantin
faşist cuntası binlerce insanı işkenceyle katledip kayıplar listesine
yazdırırken, tam bir korku toplumu yarattığı gibi, 1978'de kendi ülkesinde
yapılan Dünya Futbol Şampiyonası' kitleleri depolitize etmede önemli bir silah
olarak kullanmıştı. Çeşitli hile ve maç satın almaya kadar varan
sahtekarlıklarla her yola başvurarak Dünya Kupası'nı ülkesine kazandıran
Videla, baskı ve terör altında bunalan, binlerce kaybının acısını yaşayan halkı
günlerce festival havasına sokabilmiştir.
Arjantin'in
Dünya Kupası'nı kazanması uzun süre Videla diktatörlüğünün güvencelerinden birine
dönüştürülmüştür. Diğer Latin Amerika ülkelerinde de toplumsal işlevde
konumlanışı farklı değildir futbolun. Milyonlarca aç insanın bulunduğu, sadece
Meksiko şehrinde üç milyon insanın sokakta yattığı Meksika'da 1986'da yapılan
Dünya Futbol Şampiyonası kitlelerin içinde bulundukları sefil duruma karşı
tepkilerini pasifize etme ve kitleleri futbolla festival havasına sokarak
oyalamayı amaçlıyordu. İşin ilginç tarafı milyonlarca insanın yoksulluk ve
sefalet içerisinde yaşadığı Meksika gibi yeni-sömürge ülkelerde, Dünya Kupası
gibi büyük bir organizasyonu hazırlayan emperyalizmdi. Emperyalizm bu gibi
ülkelerde kitle mücadelesini başka kanallara akıtmak ve tepkileri bastırmak
için devreye girerek bu tür organizasyonları da gerçekleştirmektedir.
Evren:
"Asmayıp da besleyecek miyiz?"
"As!.. As!.. As!..."(***)
Ülkemizin
Latin Amerikalılaştığından söz ederken, egemen sınıflarca futbolun toplumsal
işlevinin depolitizasyona göre dönüştürüldüğünü de söylemiş oluyoruz.
Nasıl mı
dönüştürüldü?
Son
yıllarda üçüncü ligin kurulması, profesyonel futbolun kasabalara kadar
yayılması,
Meclis'te ve Bakanlar Kurulu'nda futbolun sürekli gündem maddesi haline
gelmesi, milletvekillerinin, bakanların, hatta Başbakan'ın futbolun hamisi
rolünü üstlenmesi, bütün spor dallarından daha fazla futbola para harcanması,
tekellerin doğrudan futbola el atması, futbolun daha çekici hale gelmesi için
transferlerde astronomik rakamların gündeme getirilmesi, günlerce reklamı
yapılarak Avrupa'dan ünlü futbolcuların transfer edilmesi,
süper
takımların kurulmaya çalışılması, spor basınının neredeyse futbol basınına dönüştürülmesi,
TV spor programlarında futbolun giderek daha fazla yer alması, futbolculuğun
özendirilmesi vb. vb. yöntemlerle dönüştürülüyor. Bunlar hep futbolu çekici
kılmak ve kitleleri futbola kanalize ederek depolitizasyonu kolaylaştırmak ve
hızlandırmak çabalarıdır.(****)
Bugünkü
özellikleriyle futbol insanların fiziki-bedensel ve görsel ihtiyaçlarını karşılamak
niteliklerinden soyutlanmış, politik, toplumsal ve kitle psikolojisini doğrudan
etkileyen yeni işlevlere sahip bir olguya dönüştürülmüştür. Bu süreç çarpık
kapitalist ilişkilerin gelişmesiyle başlamıştır. Ve hemen tüm hükümetler, dozu
farklı olmak koşuluyla, bu araçtan kendi politikaları doğrultusunda yararlanmışlardır.
Ama futbolun bilinçli ve etkili bir depolitizasyon aracına dönüştürülmesi, 12
Eylül faşizmiyle başlamış ve ANAP iktidarı döneminde üst noktaya varmıştır. 24
Ocak ve 12 Eylül'ün yeni statüler yarattığını söylerken, futbolun da bunun
içinde önemli yer tuttuğunu anlatmak istiyoruz. Depolitizasyonu işte tam da bu
noktada ele almak gerekiyor. Futbol ezilmiş ve horlanmış, yokluğa itilmiş ve
yoğun sömürü altında tutulan işsiz ve toplumda kendine yer bulamayan, topluma
yabancılaşan insanların, sorunlarını unutacakları, tepkilerini açığa
vuracakları ve sınıf mücadelesinden uzaklaşacakları düzen içi bir statü olarak
sivrilmiştir. Kitleler futbolla, yozlaşmış ve iyice arabeskleşmiş bir eğlence
havasının sarhoşluğu içinde, belli bir süre hayal aleminde yaşayabiliyorlar.
Özellikle
yeni-sömürgelerde geri kalmışlık kompleksi, futbol gibi araçlar milli davalara dönüştürülerek
aşılmaya çalışılıyor. Ulusal maçlarda bunun etkisi hemen görülüyor. Kitleler sınıfsal konumundan uzaklaşıyor,
toplum kaynaşmış, sınıf ayrımı olmayan bir havaya sokuluyor, hemen herkes
ulusal gururu yükseltme ortak paydasında birleşiyor. Bu kaba bir
milliyetçilikle bilinçli olarak körükleniyor ve sınıf mücadelesine karşı
kullanılmaya çalışılıyor. Bunlar son yıllarda egemen sınıfların planları
dahilinde futbol odaklı yaşanan olaylardır. Futbol, kitleleri saran bir
hastalık halini almıştır. Bir histeri, bir saplantıdır. Kitleler futbolla
afyonlanıp depolitize edilmektedir. Çarpık kültür içerisinde kendisini bu
biçimde dışa vuran futbolun, arabeskle ilişkisinden de, daha başka deyişle
arabesk bir karakter kazanmasından da söz etmek gerekiyor.
Arabeskleşen Futbol ve Arabesk: Bağırıp Küfrederek mi Boşalalım, Ağlayıp
İnleyerek mi?
Arabesk
ve futbol ilişkisi çok somuttur. Futbol sloganlarından şarkılarına kadar,
maçlardaki her türlü eğlenceli tezahürat, arabesk motifleriyle donatılmıştır. İnsanlar
"En büyük..." derken hastalıklı bir tutkuyla, kendini tuttuğu
takımıyla özdeşleştirmektedir. Kendi kimliğini unutmuş, takım kimliğini
bulmuştur. "Ne mutlu..." derken de, takım kimliğiyle övünç
duymaktadır. Takımın yenilgisi onun için hayal kırıklığıdır. Stadı başı önde,
üzgün terk eder. Yok eğer haksızlığa uğradığını düşünüyorsa, hakeme, karşı
takım oyuncu ve taraftarlarına
bağırır
ve küfreder. Hatta kendi takımına da iyi oynamadığını gördüğü anda aynı tavrı
gösterir. Daha da öfkelendiyse tüm öfkelere öfkesini katar, kitle psikolojisi
içerisinde şiddete başvurur. Yakar, yıkar, her türlü küfür ve hakareti
yağdırır. Bütün enerjisini boşaltmış, duygularını değişik biçimde de olsa
tatmin etmiştir. Diğer yandan yendiği zaman ise gururlanır.
"En
büyük..." derken karşısındakini yenmiş olmanın, dolayısıyla bu başarı
sayesinde, kendini ezen güçleri yendiği yanılsamasıyla hareket eder. Başı
diktir, bütün dertlerini unutur. Sesi kısılana, enerjisi tükenene kadar
tezahüratı sürdürür. Sokaklardan
zafer
kazanmış bir asker gibi bayrağını sallayarak geçer. Bu da bilinçsiz tepkilerini
yönlendirmenin bir diğer yüzüdür. Sonuçta yense de, yenilse de stadda duygularının
tatminini sağlamış olur. Kelimenin mecazi anlamıyla "futbolculuk",
arabesk yaşamın değişik bir
biçimi
olarak karşımıza çıkar. Arabesk müzikte feleğe isyan eden, küfreden ve aslında
acılarının nedeni olan mevcut düzene doğrudan küfredemediğinden feleği,
tanrıyı, kaderi kullanan insan ile, Galatasaray, Beşiktaş ya da Fenerbahçe'yi kullanan,
onlara öfkelenip küfreden, isyan eden insan arasında özde bir fark yoktur. Her
ikisinin ortak paydası, gerçeklikten kaçış ve biçime sığınarak, (arabesk ya da
futbol) onunla kendini ifade ediştir. Dolayısıyla sınıfsal ve devrimci, kendine
güvenli bir öz taşımayan öfke savruktur. Ağlamaktan sevince geçişi çoğu zaman
ayırt edemezsiniz. Bu sağlıklı olmayan ruhsal şekillenmeye sahip kitleler, yaşamda
elde ettikleri bu kendini en son ifade etme biçimine karşı bir tavır
alındığında -onunla kendini özdeşleştirdiğinde- köşeye sıkıştırılmış bir kedi
gibi saldırganlaşabilmektedir.
Ne var
ki, bu saldırganlık da istikrarlı ve tutarlı değildir. Çünkü temelinde kendine
güven, cesaret değil korku vardır. Geçici, bilinçsiz parlama vardır. Korkudan
ya da çarpık ruhsal şekillenmeden (lümpenleşme de diyebiliriz) dolayı yaşamı dağınık
ve avaredir. Arabeskin hüznü, bu tiplerin genel ruhsal durumunu anlatan en iyi
olgudur. Ruhsal şekillenmesini çizmeye çalıştığımız bu insanların, kendiliğinden
sınıfsal bilince ulaşmaları olanaksızdır. İçine çekildikleri bu bataklık ancak
devrimci mücadelenin yükseltilmesiyle kurutulabilir. Ahlaki çürüme, yozlaşma,
lümpenleşme olarak çarpık kültür en uç noktada stadlarda dışa vuruyor. Küfür,
argo, arabesk sloganlar kitlelerin stadlardaki dilidir. Eğer kitleler yaşamsal
sorunlarını çözecek mücadeleden koparılıp futbolun cazibesine kapılıyor,
sorunlarından kaçıyor, futbolla avunuyor, dertlerini unutuyor, bağırıp
çağırıyor hatta kavga edip boşalıyorsa; takımı ile yeniyor, yeniliyor, gururu
kırılıyor, seviniyor, üzülüyorsa; her şeyden çok gelecek maçın heyecanını
yaşamaya başlıyor, gelecek maçta yeniden boşalmak için kendini hazırlıyorsa futbol
depolitizasyon aracı olarak yerli yerine oturtulmuş, amacına ulaşmış demektir. Futbolun
egemen sınıfların elinde kitlesel bir hastalığa ve depolitizasyon aracına
dönüştürülmesinden bunu anlamak gerekiyor.
Toplu Bir Umut ve Sınıf Atlama Aracı Olarak Futbol!
Futbolun,
düzenin sürdürülmesine hizmet ettiğini ve kitleleri oyaladığını, bu şekilde
açıklamak yeterli değildir, eksiktir. Futbolun daha başka toplumsal, politik
işlevleri de vardır. Futbolun politikaya alet edilmesi –kastedilen egemen sınıf
temsilcilerinin politik oyunlarıdır- depolitizasyon politikasıyla çelişmiyor.
Aksine onu tamamlıyor. Burjuva politikacılarının, bakanlarının, milletvekillerinin
futbol takımlarının yöneticisi, başkanı olması, kendi takımlarının liglerden
düşmesini engellemek ya da takımlarını şampiyon yapabilmek
için
nüfuzlarını kullanarak politik oyunlara başvurmaları, yaşadığımız günlük gerçeklerdir.
Bu
gelenek Latin Amerika diktatörlüklerine kadar uzanıyor. Burjuva
politikacılarının kitlelerin futbola duydukları ilgiyi kendilerine tahvil etme
amaçları, futbol konusunda politik nüfuzlarını kullanmayı gerekli kılıyor.
Bütün bunları bir kenara bırakalım. Galatasaray maçı için tam mahalli seçimler
arifesinde Köln'e kadar giden bir Başbakan'ın tavrını neyle açıklayacağız?
Sporu politik oyunların aracı yapmada bundan somut örnek az bulunur. Spor
hiçbir dönem bu ölçüde politik oyunların aleti olmamış, kitleleri depolitize
etmek için
kullanılmamıştır.
Futbolun
tekellere reklam aracı olması ve kârlarına kâr katması ölçüsünde aşırı özendirilmesi,
transferlerde astronomik rakamların ortaya sürülmesi, ister istemez sınıf
atlama özlemi içinde olan yoksul emekçi kesim gençliğini etkiliyor. Bu
kesimlerden çıkan ve bir ölçüde sınıf atlamış istisna şöhretler de bu
özendirmenin öznesi olarak reklam ediliyor. Futbol özendirildikçe tekeller futbolu
devletin de yardımıyla semtlere kadar sokuyor ve gençlik futbola daha çok
çekilebiliyor. yoldan bir yükselme kapısı olarak lanse ediliyor. Emekçi
gençliği bu yöne kanalize etmek depolitizasyona açılan kapılardan biridir. Top
peşinde koşan
gençlik
içinde, istisna da olsa yükselme şansına sahip olmak isteyenler, kendi sorunlarından
giderek uzaklaşmakta ve futbolu her şeyin önüne geçirebilmektedirler.
12
Eylül'den sonra bu konuda da faşizmin epey yol aldığını söyleyebiliriz. Futbolun
ortaya çıkardığı bir başka sonuç da depolitizasyonu körüklemektir. 24 Ocak
kararları ve 12 Eylül'den sonra köşeyi dönme, kısa yoldan zengin olma hayalleri
öylesine işlendi ki, kitleler şans oyunlarına yönelirken, aynı zamanda yakın
bir futbol izleyicisi olup çıktılar. Spor toto ve lotodan zengin olmayı hayal
eden milyonlarca insan, maça gitsin gitmesin, TV'den
izlesin
izlemesin, futbol hastalığına yakalandı. Değil takımları bilmemek, kimin nerede
oynayıp, oynamayacağını öğrenmeye başladılar. Spor toto ve loto kuponu
doldurmada, tahmin yapmada iyice uzmanlaştılar. Kahvehane ve meyhane köşeleri
spor toto ve loto dolduran insanlarla doldu. Futbolun depolitizasyon anaforu
onları da içine çekti.
... İşte
futbolun çok yönlü kitle depolitizasyonu sağlayacak şekilde kullanılmasının sonuçları
bunlardır. Bugün ülkemizde futbol yediden yetmişe bir hastalık halini almıştır.
Ve bunun sürmesi için her şey yapılmaktadır. Böyle köklü ve kalıcı bir statünün
giderek yerleşmesi, sınıf mücadelesi yönünde şimdiye kadar ettiğinden çok daha
fazla engel teşkil edecektir.
Solun Pragmatizmi Futbolculuk Statüsünün Kırılmasına Engel Oluyor!
Son
dönemlerde futbola özel önem verilerek, taşıma suyla elde edilen geçici
başarılar abartılıyor. Kitlelerin futbola eğiliminin yaygınlığı ve futboldaki kıpırdanışlar,
futbolun depolitizasyona hizrnet etmesi çabalarını bir kenara bırakmayı,
futbolda atılım yapıldığını savunmayı getiriyor. Pragmatik tutumlar sergileniyor.
Dejenerasyon, lümpenleşme ve depolitizasyon görmezden gelinerek kitlelerin
nabzına göre şerbet veriliyor. Ne olursa olsun, soldan da olsa, bu tür
yaklaşımlar kitlelere ters düşmemek adına objektif olarak egemen
sınıfların
politikasına destek veriyor. Tehlikeli olan, solda gözüken ve demokrat olma
iddiası taşıyan gazete ve dergilerde, futbolun depolitizasyona hizmet
etmediğinin kanıtlanmaya çalışılmasıdır. Bu konuda daha da ileri gidilerek
İspanya, Portekiz'in faşizm deneylerinde futbolun depolitizasyon aracı olarak
kullanılmadığının dahi savunulmasıdır.
Futbola,
"ulusal" bir spor olarak depolitizasyondaki etkin rolü unutulup sahip
çıkılıyor. Ulusal bilinçle uluslararası futbol karşılaşmalarındaki taraftarlık özdeşleştiriyor.
Bu sol adına bir bilinç çarpıtmadır. Bugün uluslar arası platformda Türkiye'yi
temsil eden bir "ekonomik heyet"i desteklemek arasında özde bir fark
yoktur. Ama bu platformlarda oligarşi hiçbir zaman ulusal davranmamış, ulusal
onuru pazarlamıştir. Bu bilinç çarpıklığını Marksist-Leninistler sol adına
kabul edemez. Solda en hafifinden son zamanlardaki bu gelişmelere karşı bir
vurdumduymazlık, gözyumma gözleniyor. Giderek kangrenleşen ve kitleleri
yozlaştıran, çürüten ve sınıf mücadelesinden uzaklaştıran bu toplumsal olguya
radikal bir
tutum
takınmak görevi unutuluyor. Tam anlamıyla bekle-gör politikası izleniyor. Futbolun
toplumun bütün kesimlerinde devletin ve tekellerin özendirmesiyle olağanüstü
yaygınlaşması, kitlelerin futbolun cazibesine kapılması karşısında, ister
istemez sol da bundan etkileniyor.
Kararlı
bir şekilde futbolun toplumumuzda yarattığı bu gerici statüyle radikal tarzda
mücadeleye girişilmemesi, bu statünün dışına çıkılmamasını da beraberinde
getiriyor. "Hayır
biz bu
statüyü yadsıyoruz." denilse de, bugün sol, objektif olarak bu statüye çakılıp
kalmıştır ve kitlelerden çok farklı bir tutum içinde değildir. Sorun lafta keskin
olmak, statüleri reddetmek değildir. Bunu pratikte, yaşamımızda
kanıtlayamadıkça, sözümüzle, özümüzle ve pratiğimizle teorimiz bütünlük
sağlamadıkça, bunların hiçbir inandırıcılığı yoktur. Bu bize "imamın
dediğini yap, yaptığını yapma" özdeyişini anımsatıyor. Sorun ideolojik
tartışmaya geldi mi, futbol konusunda atıp tutanlar, futbolun kitleleri nasıl
depolitize ettiğini bilimsel
olarak
açıklamaya kalkışanlar, TV'de hiçbir maçı kaçırmıyorlar! Stadlara gidip
kitleden biri gibi tepkilerini ortaya koyanları da yok değil.
Daha
kötüsü,fanatik bir taraftar gibi davrananlar biie var. Birçok toplumsal olaydan
daha fazla
tuttuğu
takımın yenilgisine üzülen, devrimci kıpırdanışlardan daha çok maçlardan
heyecan ve coşku duyanlar var. Futbol tartışmaları TV'den ve basından etkilenerek
solda da günlük tartışmaların bir parçası olmuştur. İtirazları ve tepkileri
duyar gibi oluyoruz: "Yanlış tanımlanıyor, öyle değil, sorun
abartılıyor!" Kimseyi aldatmaya gerek yok. Her şey ortada, gözler
önünde... Bugün futbolculuk statüsüne çakılıp kalmak ve bu anlamda düzenin
politikalarına karşı alternatif koyamamak veya en hafifinden bunu küçümsemek solda
nesnel bir olgudur. Sol futbolun depolitizasyon çemberini kırabilmiş, "futbolculuğa"
ve depolitizasyona cephe alabilmiş değildir. Futbolculuğa depolitizasyonla bağlantısı
içinde tavır almadan, bu statüyle bağlar kopartılıp atılmadan, yeni, sosyalist
insan yaratılamaz. Bu noktada kalındıktan sonra, kitleden ne farkımız olduğu
her zaman sorulacaktır, sorulmaktadır. Biz iktidarı almak ve kökten
değiştirmek, yeni ve sömürüsüz, kitlelerin özgürce tüm yaratıcılıklarını
geliştirecekleri bir düzen kurmak istiyoruz. Kitleleri bilinçlendirmek,
örgütlendirmek
ve kendi sorunlarına kendilerinin sahip çıkmasını ve haklarını söke söke alma
yollarını öğrenmelerini istiyoruz.
İşçi ve
emekçi kitleleri düzenin tüm statülerinden çıkarmak ve yeni insanlar olarak
eğitmek istiyoruz. Ama önce, bunu başarabilmek için kendimizi eğitmeli, bu
statülerden kendimiz sıyrılmalıyız. Bu başarılmadan diğerinin başarılacağını
söylemek kendimizi aldatmak olacaktır. Bu konuda kendimizi de sorgulamalıyız.
Devrimci Sol Güçler olarak futbolun
üzerimizde
etkisi yoktur diyebilir miyiz? Buna olumlu cevap vermek zor. Bizim saflarımızda
da "futbolculuk" yaşama hakkı bulabiliyor. Yanlış anlaşılmasın, spor
kimliği içerisinde futbolu yadsımıyoruz'. Spor olarak insanın fiziki
özelliklerini geliştirme, insanı güçlendirme, moral değerlerine güç katma anlamında
futbolun da olumlu işlevleri olduğu bir gerçektir.
"Sağlam
kafa sağlam vücutta bulunur." özdeyişimizde olduğu gibi ya da Lenin'in
ifadesiyle "sıhhatli bir vücutta sıhhatli bir ruh" yaratmak da
hedeflerimizin içindeyse -ki kuşkusuz öyledir-, bu sözler spora vermemiz
gereken önemi göstermektedir. Biz gelecekte sağlıklı, güçlü, rnorali yüksek,
dimağı dinç, yaratıcı, kendine güvenli, atak ve cesur kuşaklar yetiştirmek
istiyoruz.
Bunun bir
ayağını ise kolektif ve bireysel spor faaliyeti oluşturuyor. Bugünden bunun adımlarını
atabilmeli, insanlara perspektif sunabilmeliyiz. Fakat spor faaliyeti de bugün
diğer tüm yan uğraşlarımız gibi, temel siyasi faaliyetimizin bütünleyici ve
geliştirici bir parçası olarak kavranmalıdır. Siyasi faaliyetimizi geliştirmede
bugün bir unsur olarak, olabildiği ölçüde bu türden spor faaliyetlerini belli
bir disiplin içinde kendimiz organize edebilmeliyiz.
Diğer
yandan görsel olarak sporun estetik yanı da teknik, taktik, fizik ve kondüsyona
dayalı bir amatör ruhla oynanan bir futbol maçının, seyredene bir spor dalı
olarak haz verdiğini reddedemeyiz.
Biz başından
beri anlattığımız gibi, futbolun insanı sportif işlevinden soyup, gerek
müsabaka olarak, gerekse de seyreden insanların duygu ve düşüncelerini olumsuz
yönde etkileyerek
yozlaştırmasına,
çürümeye, depolitizasyona hizmet etmesine, kitleleri devrimci mücadeleye
katmaktan ya da tam anlamıyla kendilerini vermekten alıkoymasına karşı çıkıyoruz.
Yalnız
saflarımızda da futbola eğilimin var olduğu bir gerçektir. Bizim insanlarımız
futbolun
getirildiği noktayı düşünce alanında çözümleyebiliyor. Fakat pratikte futbola
bu işlevleriyle tavır alması ve mahkum edebilmesi, bugün için tam anlamıyla gerçekleşebilmiş değildir.
Taraftar gibi davranma, maçların heyecanına kapılarak zaman öldürme, TV'de futbol
programlarını kaçırmama gibi yer yer rastlanılan davranışlar, bizim de
"futbolculuk" statüsünden etkilendiğimizi gösteriyor. Geçmişte edindiğimiz
futbola ilgi, yoğun futbol propagandasıyla körükleniyor, bir yerde dışa
vuruyor. Bu sökülüp atılmalıdır.
Bu konuda
örnek olacaksak, toplumun diğer bütün kesimleriyle kendimizi karşılaştıracaksak,
şöyle demenin fazla bir değeri yoktur: "Biz Marksist-Leninistler, devrimciler
futbolun depolitize etme işlevini görüyor, bundan fazla etkilenmiyoruz!" Bizim
tutumumuz kesin, açık ve inandırıcı olmak zorundadır. Sorun nicel farkla ifade
edilerek çözülmüyor. Biz farklıyız ama temelden nitelik olarak farklıyız. Bizim
"futbolculuk"la, bu işlevle hiçbir bağlantımız olamaz, olmamalıdır.
Olmaması için mücadele etmeliyiz. Kitlelerin depolitizasyonuna,
"futbolculuk"
statüsünde çakılıp kalarak objektif olarak destek vermemiz düşünülemez.
Biz açıktan
ve hiçbir pragmatizme kapılmadan, futbolun kendi üzerimizdeki olumsuz etkisiyle
de mücadele ederek "futbolculuk"la açıktan hesaplaşmaya girmeliyiz.
Bu statüyü öncelikle kendi saflarımızdan söküp atmak ve kitleleri bu yöndeki
çürüme ve bataktan çekip çıkarmak için cepheden ideolojik bir mücadeleye girişmeliyiz.
Hedefimiz iktidarı almak ve yeni bir düzen kurmaksa, düzenin tüm statüleri ve
kurumlarıyla olduğu gibi, "futbolculuk"la da bu anlamda mücadeleyi başarmalıyız,
başarmak zorundayız.
(*)
ispanya ve Portekiz'de ülkemizdeki arabeske benzer bir müzik türü.
(**) Şenlik,
karnaval, bayram gibi kitlesel eğlenceler ispanya ve Portekiz'de bu
adla anılıyor.
(***)
1982 Anayasa oylaması öncesi Evren'in Taksim'de yaptığı mitingdeki konuşmadan.
(****)
1988'de Özal'ın Naim Süleymanoğlu'nun Seul Olimpiyatları'na katılma hakkını
Bulgaristan'dan
"satın alması" ve Naim'i hanedana manevi evlat olarak dahil
etmesi,
ANAP'ın ve Özal'ın pragmatistlikte Latin Amerika diktatörlerinden hiç
de aşağı
kalmadığını gösteriyor. Aslında bu tavır ANAP iktidarının sporun her
çeşidine
ama özellikle futbola özel bir önem vereceğinin ipuçlarını veriyordu.
Mayıs 1989, Sayı: 24