Lise yıllarını
insanların boşa harcadıkları yıllar olarak ele alırım. Çünkü lise yılları,
insana ne entelektüel anlamda bir şey
katar ne de hayata hazırlar. Üstelik insan iradesi dışında okulda burjuva
yalanlarını gerçek sanar ve kendisini ilerletmek için çaba sarf etmez ise
düzenin istediği gibi beyni yıkanmış bir
adam olarak yaşamını sürdürür. Tarih derslerinin içeriği konusunda ülkenin
politik dönüşümden dolayı halk gene bir nebze daha aydınlanmıştır fakat bu unsur
sanatta geçerli değildir. Çünkü sanat, hep burjuva düşünürlerinin
hegemonyasında sürmekte ve sanatla uğraşan kimselerde bu hegemonyanın kurbanı
olmaktadırlar. Bu Marxistlerin bir eksiğidir. Sırf Anadolu topraklarında
yaşayanların değil bir zamanların sosyalist ülkelerinde de sanat ve kültür
konularında burjuvazinin hegemonyası hiçbir zaman kırılamamıştır. Dolayısıyla
şimdiki yazı başlığımız sanat üzerine olacaktır. Şunu baştan belirteyim ki bir
insan yaşadığı bölgenin iyi ve kötü yanlarından etkilenir bu yüzden benim yazım
sanatın yüzeysel bir incelemesi olacaktır çünkü bende yaşadığım toplumdan
etkileniyorum ve bu yüzden kusursuz bir yazı beklemek doğru olmayacaktır.
Konumuza dönersek hep
liselerde duyduğumuz bir şeydir. Sanat sanat içindir mi? Sanat toplum içindir
mi? Diye bir şey bize dayatılır ve bu konuda yorum beklenir. İşte tamda bu
ayrım lisenin bir zaman kaybı olduğunu kanıtlar. Sanat ne burjuva toplumunda ne
de sosyalist toplumda bireysel bir amaç için yapılan bir şey olmamıştır. Sanat
her zaman toplum için yapılan bir şey olmuştur ve olacaktır. Sanatı amaç haline
getirip yapılan şey sanat değil “fantezidir.”
Bunu ilk duyduğunuzda
kulağınıza garip gelmiş olabilir ama öyledir. Çünkü burjuva toplumunda sanat
dediğimiz şey kitleleri uyutmak için kullanılan bir araçtır. Bu aracın
unsurları genel olarak pazar ekonomisinin çıkarlarına göre biçimlenir. Pazar
ekonomisi günümüzde kitleleri uyutmak için yoz bir sanat anlayışını halka dayatmakta
ve onun devrimci potansiyelini bastırmak istemektedir. Bu yüzden çıkan ürünler
kalitesizdir, çabuk tüketilir özelliğe sahiptir, kolay yapılabilecek veya
hatırlanabilecek şekilde yapılır ve son olarak
monotondur. Hatırlayalım pop müzik dinlediğinizde bütün şarkılar
birbirine benziyor. Hangisi Demet Akalın, hangisi Hande Yener, hangisi Bengü
olduğunu ayırt etmek back ground’undan sıradan bir kişi için çok güç. Bunlar
birbirine benzemekte ve monoton bir yapı taşımaktadır. Hepsi cıstak cıstaktır. Ama sanattır çünkü halka yapılır ve
Pazar ekonomisinin çıkarlarına uygun adamlar yetiştirilmesini sağlar ayrıca
Pazar ekonomisi bunu yaparken bir de kar elde eder yani tam anlamıyla bir taşla
iki kuş. Aynı şey Gangnam Style ve Harlem Shake içinde geçerlidir. Unutulmaması
gereken bir nokta bunların hepsi çabuk tüketilirdir bundan 10 sene önceki Demet
Akalın şarkısını sorsanız halkın büyük kesimi hatırlamaz ama yeni parçası
herkesin dilindedir. Sokakta şu sıralar Kolbastı oynayanı görüyor musunuz?
Büyük ihtimalle hayır. Ama Harlem Shake neredeyse her yerde. Dikkat edilirse
sermaye o kadar çok dinamizme ihtiyacı var ki birkaç ay önce yeri göğü sallayan
Gangnam Style dünya üzerindeki hegemonyasını kaybetti bile. Hatta bu yazıyı 1
sene sonra okuyanlar Harlem Shake neydi onu bile hatırlamayacaklardır.(belki
ben bile hatırlamayacağım). Bu burjuvazinin güncel sanat anlayışıdır.
Bunun yanında buna
tepki olarak doğmuş ve amacı sanat yapmış bir akım mevcuttur. Bu akımın derdi
bireyseldir. Topluma mesaj vermek diye bir şey bunlar için söz konusu değildir.
Yaptıkları şey, sistem karşında yenilmiş olmalarından dolayı ve sistemi
değiştirme amaçları olmaması yüzünden bu insanlar bireyciliğin bataklığına
batmıştır. Bu insanların yaptığı sanat değil fantezidir. Anlaşılma gibi bir
amaçları yoktur bu kişiler genelde toplum tarafından şöyle betimlenirler “bir
ellerinde şarap kapkara bir tabloya bakan anlamsız insanlar sürüsü”. Bu halkın
bakış açısından doğrudur ama bu iki kesimde burjuva bataklığına batmıştır. Biri
kendisine pazarlanan yoz şeyleri benimseyip lümpen bir kültür geliştirirken
diğeri ise kapitalist sistem karşısında çaresizliğini yoz toplumsal sanatı
dışlayarak bireysel fantezi
bataklığında yüzer. Bu bireysel akıma örnek olarak sürrealizmi gösterebiliriz.
İşte sorun burada ortaya çıkıyor. Sormamız gereken
sorunun Sanat sanat için ya da Sanat toplum için olmadığını görmüş bulunuyoruz.
Soru şöyle olmalı “Sanat hangi sınıfın
çıkarı için yapılmalıdır?” Sorun toplumsal değildir çünkü bütün sanat
toplum için yapılır. Sorun proletaryanın çıkarına mı yoksa burjuvazinin
çıkarına mı yapılacak? İşte ilgilenilmesi gereken nokta budur.
Sanat mevcut bulunduğu
üretim ilişkileri ortamına göre şekillenir. Her yeni üretim ilişkileri yeni bir
sanat akımını zorunlu kılar. Bunun nedeni eski üretim ilişkilerinin sanat
akımlarının yeni üretim ilişkilerine uygun düşmesinin imkansız olduğu içindir.
Herkesin aklında tutması gereken şey ise bir üretim ilişkileri sisteminin
değiştiğini anlamak ya da değişmek üzere olduğuna dair veriler arıyorsak o
bölgedeki sanat akımlarının değişimini fark etmişsek oranın üretim ilişkileri
değişmiştir demektir. Tabi ki eski sanat akımları küreselleşmeci (ultra
emperyalist) sistemde bir ölçüde cazibesini korurlar bunun nedeni bu sistemin
bir önceki üretim biçimlerinden izler taşımasıdır. Ama yeni dönemin koşullarını
eski sanat akımlarıyla sürdürmek imkansız olduğu için yeni sanat akımları
çıkmıştır ve bunu engellemek imkansızdır. Örnek olarak kapitalist çağda klasik
müzik egemen iken onun temellerine oturtularak ortaya çıkmış metal müzik bugün
egemenliği ele geçirmiştir. Ve metal müzik içindeki isyanı çıkartan bir yapıya sahip
olduğu için sosyalistler bunun yoz uyuşturucu partilerinin baş unsuru olan
niteliğini değiştirip devrimcileştirmesi gerekmektedir. Eskiden Shakespeare
romanları ile günümüz yoz hastalıklı insan ilişkilerini anlatan romanlar arası
fark işte tam bu üretim ilişkileri sisteminin değişmesinden kaynaklanmaktadır.
İki seçenek karşımıza
çıkıyor bundan sonra 1- evrimci metod, 2-devrimci metod. Bu metodlardan ilki
üretim ilişkilerinin evrilmesinden dolayı olan ve sonuç olarak burjuva
kültürünün o yoz havasına ulaşan tarzda sanat eserlerine ulaşmamızı sağlayan
çürümenin edebiyatı ve sanatı. İkincisi ise evrimci sanat anlayışları yerine
başka bir dünyanın mümkün olabileceğine inananların yaptığı devrimci sanat
anlayışı. Bu anlayış mevcut üretim ilişkileri sistemi ve onun sanat anlayışının
yerine bir alternatif olarak sosyalist tarzda bir sanat anlayışı tarzını
kendilerinde bulanların geliştirdikleri metoddur. Bu ikisi arasında orta yol
yoktur ya çürümenin esiri olacağız ya da bu kokuşmuşluğu tarihin çöplüğüne yollayacağız.
Biz yollayamazsak bile gelecek kuşaklardan biri eninde sonunda yollayacaktır ve
tarih onları hatırlayacaktır bizi değil. Sorun şu neden o kuşak biz olamayalım
neden biz hatırlanmayalım? Tarihin çöplüğüne yollanmayı ve burjuvaziyle aynı
değerde hatırlanacak olmayı hazmedebiliyor musunuz? İşte bizim kuşağın karşı
karşıya kaldığı soru bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.