Küreselleşme
sürecinde küçük burjuvazinin
ekonomik
ve kültürel dönüşümü
Küreselleşme
özellikle son yıllarda gündemde çok yer tutan bir kavram. Küreselleşme bütün
toplumları ilgilendiren bir olgudur. Giddens küreselleşmeyi dünya çapındaki
toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması süreci olarak tanımlamaktadır. Küreselleşme
dünyadaki bütün insanların yaşamlarının mahrem ve kişisel yönlerini etkilemekte
ve bütün toplumları dönüştürmektedir.[1]
Aslında
küreselleşme yeni bir süreç değil ve
kapitalizmle birlikte var olmaya başlayan, onunda eşdeğer bir olgu. Temelleri
16. yüzyıla dayanan ve 19. yüzyılda da dünyaya iyice nüfuz eden kapitalizm,
küreselleşme ile çok uluslu egemen güçlerin ekonomi, politika ve kültür gibi
hayatın ana bileşenlerini ulus devlet çerçevesinden öteye taşımalarına ve bu
şekilde aslında zenginliğin, refahın değil, yoksulluğun yaygınlaşmasına yol
açmıştır.
Bu bakış açısıyla,
küreselleşmenin günümüzde sermayenin
yeni yüzü, yeni söylemi olduğunu söyleyebiliriz. İnsanları sürekli
olarak tüketmeye yönlendiren kapitalizm, küreselleşme ile tüketim ve gösteriş
üzerine kurulu görsel varlığını dünyanın her köşesine ulaştırmış ve her
coğrafyadan insanları özellikle de proleterleri sömürüp küçük burjuva kesimini
hakimiyetine almıştır.
Küreselleşme fenomenini ve
küresel güçlerin, küreselleşme sürecini başarıya ulaştırmak için uyguladıkları
politikaları anlayabilmek için bir sınıf olarak küçük burjuvaziye bakılması
gerektiğini düşünüyorum. Bu düşüncemin temelinde yatan olguyu açıklamak
gerekirse; hiçbir sınıf, hiçbir diktatör, hiçbir monark bir ülkeyi ya da bir
bölgeyi destekçileri olmadan kendi
başına yönetemez. 20.yy’ın başlarında Rus Çarı sınırsız iktidar sahibi olmasına
karşın zengin bürokrat sınıfı arkasına almasaydı Çarlık Rusyasını yönetmek
şöyle dursun bir gün bile hükümranlığını sürdüremezdi. Bu olgu diğer bütün
ekonomik yönetim biçimleri için de geçerlidir. Kapitalizm de çıktığı günden
beri hep bağlaşıklar bularak sömürü faaliyetlerini sürdürmüştür.
Küreselleşme sürecinin başarıya
ulaşması için, bütün tekeller, küçük burjuvaziyi egemen küresel güçlerin
çıkarına uygun bir şekilde yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Buradaki amaç sömürü
düzeninin devamıdır. Dünya’daki akademisyenlerin çoğu da küçük burjuva ve orta
sınıfa mensup insanların refah seviyesini yükselterek sömürü düzeninin
ebediyete kavuşması için tavsiyelerini dile getirmektedirler. Yoksa tarihsel
deneyimlerin ışığında küreselleşme olgusunun başarıya ulaşmasını, yanına küçük
burjuvaziyi çekmeden düşünemeyiz. Bazı düşünürler küreselleşmenin sadece egemen
çıkar gruplarının yararına olmak zorunda olmadığını ve küreselleşmenin mutlaka
yoksul sınıfların aleyhine gelişmeyeceğini savunuyorlar.
Bu düşünce çok iyi niyetlerle
dile getirilmiş olsa bile gerçeği yansıtmıyor. Eğer küreselleşme yoksul
sınıfların yararına olan bir oluşum olsa idi ona başka bir ad vermek gerekirdi
çünkü o artık küreselleşme olmaktan çıkmış olurdu. A4 kağıdını saf suya sokup
100 dolar olmasını bekleyen kafa ne kadar rasyonel ise yukarıdaki algı da o
kadar rasyoneldir. Küreselleşmenin küçük burjuvaziye etkisini incelemeden önce
küreselleşme olgusunu açıklamakta fayda var. Çünkü, özneyi açıklamadan nesneyi
doğru bir şekilde ifade edemeyiz.
Wallerstein'in de belirttiği
gibi, modern dünya sisteminin kökleri 16. yüzyıldadır. O yıllarda özellikle
Avrupa ve Amerika'da etkili olan sistem, zamanla bütün yerküreyi kaplayacak
şekilde genişledi. [2]
Wallerstein, kapitalizmin sadece kar amacıyla
pazarda alış-veriş yapan firmalar ve bireylerden oluşmadığını, kapitalizm için
sistemin sonsuz sermaye birikimi trendinde olması gerektiğini söylüyor. [3]
Ancak, politik iktidarı elinde
tutanlar bir dünya imparatorluğunda olduğu gibi çok güçlülerse, onların
çıkarları ekonomik üreticilerin çıkarlarına üstün gelir ve sonsuz sermaye
birikimi bir öncelik olmaktan çıkar. [4]
Wallerstein’ın bu sözü
küreselleşmenin bütün özünü açıklamaktadır. Bu yüzden başka bir küreselleşme
mümkün değildir. Yoksulların yararına küreselleşme diye bir şey söz konusu
olamaz. Küreselleşmenin tek bir amacı vardır o da sınırsız kar elde etmektir.
Bu noktada sorulması gereken soru ise şudur:
küreselleşmeyi gerçekleştirirken merkezileşme üniter bir devlet eliyle
mi yürüyecek yoksa merkezileşme bölgelere ayrılmış sistemler eliyle mi
yürüyecek?
Kapitalistlerin büyük bir pazara
ihtiyaç duymaları sonucu, devletler birlikte çalışma yoluna giderler ve bir
işbirliği süreci başlar. Aynı zamanda çıkarlarına düşman devletleri atlatabilir
ve çıkarlarına dostça yaklaşan devletlere yanaşabilirler.
Bu ihtimalin gerçekleşmesi, ancak
genel işbölümü içinde pek çok devletin var olmasıyla mümkün olur. [5]
Ohmae de aynı konuya vurgu
yaparak, “ Tek çare, feodalizm sonrası modern çağın merkeziyetçi eğilimlerini
tersine döndürmek ve ekonomik sarkacın uluslardan bölgelere doğru geri
salınmasına izin vermek ya da en iyisi bunu yüreklendirmekdir." demektedir.
[6]
Küreselleşme Ohmae’nin dediği
gibi merkezileşmeyi yok etmeyecek aksine ademi-merkeziyetçilikte
merkeziyetçilik sağlayacaktır. Bu yüzden küreselleşme fenomeni ile sermayenin
sınırsız kar edebilmesi için bölgesel merkeziyetçilik küreselleşmenin önemli
unsurlarından biridir. Küreselleşme,sınırsız kar biriktirme olgusunu içinde
taşımasına rağmen yoksulların ve küçük burjuvazinin yararına bir biçim alabilir
mi? Wallerstein bunun imkansız olduğunu
dile getirmektedir. Wallerstein, kapitalistlerin kısmen serbest bir piyasayı
daha fazla tercih ettiklerini söyler. Çok büyük sayıda satıcı ve alıcının
bulunduğu ve bilgi akışının da mükemmel olduğu bir pazarda alıcı pazarlıklar
sonucu satıcının karını en aza indirebilir. Oysa, satıcı her zaman tekel olmak
ister. Çünkü ancak o zaman kar oranını yükseltebilir. [7]
Gerçek hayatta ise, mükemmel
tekellerden çok kısmi-tekellere rastlıyoruz. Yeni bir ürünün, bir icadın
haklarını belirli bir süre için elde etmeye dayanan patent sistemi
kısmi-tekeller oluşturmanın yollarından biridir ve bu şekilde ürünler tüketici
için çok pahalı, üretici için ise çok karlı bir hale getirilir. [8]
Aslında zaten, hiçbir kapital
sahibi bütün kapitalist girişimcilerin başarılı olmasını da istemez. [9] Çünkü
bu durumda herbirinin pazardan elde edeceği pay düşük olacaktır. Bu nedenle,
firmaların tekrar tekrar "iflas etmesi" sadece zayıf rakipleri
ayıklamazla kalmaz, aynı zamanda sermaye birikiminin de olmazsa olmaz koşuludur
.[10]
Kısmi-tekellerin kendilerini
sürekli tüketmeleri ile bugün merkezsel olan üretimler, yarın çevresel
olacaklardır.Wallerstein buna teksil sektörünü örnek veriyor. 1800'lerde
merkeze özgü olan tekstil, 2000'li yıllarda en az karlı çevresel üretim
süreçlerinden biri haline gelmiştir. Küresel egemen güçler tarafından çevreye
aktarılan düşük karlı sektörler nedeniyle de güçsüz çevre ülkeleri hiçbir zaman
genel küresel işbölümünü etkileyecek güce ulaşamayıp kendilerne uygun görülen
rolü oynamaya devam ederler. Bu süreçte hiç kuşkusuz ki en çok etkilenen
kesimler emekçi kitleler ve nispeten düşük gelir seviyesine sahip olsalar da
tüketici yelpazesinde büyük bir yere sahip olan küçük burjuvalardır. Kısmi
tekellerin süreç içinde çözülüşü küresel ekonomide çevrimsel bir özellik
gösterir. Küresel ekonomi içinde yayılan bir sanayi piyasayı canlandırıp
sermaye birikimine yol açarak nispi bir istihdam artışına da yol açmış
görünecektir. Ancak aşırı üretim nedeniyle satılamayan mallar birikerek,
üretimde yavaşlamaya yol açar ve bir ekonomik durgunluk söz konusu olur.
Sonuçta, dünya çapında bir
işsizlik ile karşılaşırız. Üreticinin dünya pazarındaki payının da azalmasına
neden olacak bu süreçte, üretici maliyetleri düşürme yoluna gider ve daha düşük
ücretlerin söz konusu olduğu çevre ülkelere yönelir. Bu durumda hala merkezde
kalmaya devam eden sektörlerde maliyet baskısı nedeniyle ücretler düşmeye
başlar ve gelişmiş ülkelerin işçi kesimlerinde de bir yoksullaşma başlar. [11]
Kuşkusuz sistem krize girdiği
anlarda kendini toparlamak için bazen düşük karlara razı olup karlarının çok
küçük bir kısmını proleterlerle ve küçük burjuvalarla paylaşmıştır. Sistemin
bu aynı hat üzerinde giden iniş ve
çıkışını Wallerstein zeki bir biçimde şöyle açıklamaktadır:
“ Bütün bir tarihsel süreç,
dişleri tek bir yöne doğru hareket eden ve sürekli iki adım yukarı çıkıp sonra
bir adım geri gelen bir çark biçimini alır” .[12]
Küreselleşmeyi ana hatlarıyla
açıkladıktan sonra dünyada sürecin nasıl geliştiğine bakmamız gerekiyor. Acaba
teorinin pratiğe uymadığı gibi bir durum söz konusu mudur? Küreselleşme bütün
bu eleştirilere rağmen yoksul ve küçük burjuva kesimlere refah getirdi mi? Bu
eleştiriler sırf eleştirmek için eleştirenlerin eleştirileri mi?
Mıchel Chossudovsky IMF
politikalarının yoksul ülkelere dayatılmasıyla oradaki yoksul kesime ve küçük
burjuvaziye mensup insanların yaşadığı sıkıntıları çok iyi bir şekilde
açıklıyor:
“Monetarizmin sonuçları işsizlik,
düşük ücretler ve nüfusun büyük kesimlerinin marjinalleşmesi. Sosyal harcamalar
kısılıyor ve refah devletinin pek çok kazanımları ortadan kaldırılıyor. Devlet
politikaları küçük ve orta ölçekli işletmelerin tahrip edilmesini teşvik
ediyor. Gıda tüketimi düzeyinin düşüklüğü ve kötü beslenme zengin ülkelerdeki
kent yoksullarını da vuruyor”. [13]
Görüldüğü gibi küreselleşme
politikalarının uygulanması yoksulluğu arttırmakta, halkın refah seviyesini
düşürmekte, küçük ve orta derece işletmeleri iflasa sürüklemektedir. Üstelik bu
olgu küreselleşmenin olmasından dolayı lokal olmaktan öte dünyanın her yeri
için kanun haline gelmektedir. Zengin ülkelerdeki kent yoksulları da gelişmekte
olan ülkelerdeki (acaba yoksulluğun gelişmekte olduğu mu demeliyiz?) yoksullar
gibi sıkıntı çekmektedirler.
Buradan şu yargıya varabiliriz:
‘Zengin bir ülke yoktur. Zengin bir ülkede sadece zengin bir sınıf mevcuttur,
nüfusun çoğunluğu ötekileştirilmiştir.’ Ötekileştirilenler bu durumda ne
yapabilir, eli kolu bağlı olarak mı durmalı yoksa kendi kurtuluşu için direnme
yoluna mı gitmelidir?
Chossudovsky ötekileştirilen
insanın bu acımasız sisteme karşı yaptıklarını 1989 Caracas örneği ile
açıklıyor. Ona göre Üçüncü Dünya'nın tümünde piyasa güçleri arasındaki
etkileşimin ürünü yoksullaşan kitlelerde toplumsal umarsızlık ve umutsuzluk
bulunmaktadır.
[14]
Yapısal uyum programı karşıtı
isyanlar ve halk ayaklanmaları 1989'da Caracas'da acımasızca bastırılmıştır.
ekmek fiyatlarının %200 oranında arttırılması sonrası çıkan ayaklanmalarda
Caracas'da üç gün içinde 200'den fazla insan askeri güçlerce öldürülmüştü. [15]
İnsanlar ölme pahasına da olsa
direniyorlar çünkü sınırsız sermaye biriktirme olgusunun ve dolayısıyla da
küreselleşmenin yarattığı yıkım insanları direnmeye ve zafer kazanmak için
mücadeleye itmektedir ve böylece insanlar, başka bir küreselleşme mümkünden,
başka bir dünya, başka bir ekonomik sistem ve sınıfsal durum mümküne doğru bir
gidiş söz konusu.
Küresel direnişte asıl faktörü
oynayacak olan kuşkusuz ki işçi sınıfıdır. Çünkü küreselleşme sürecinde
yoksullaşmadan en fazla etkilenen işçi sınıfı olmaktadır ve küçük burjuvazinin
yolunu da onlar aydınlatacaktır. Moberg de benzer bir halk hareketinden
bahsetmektedir. 1999 Eylülünde Bolivya'da Cochabamba şehrinde içme suyu
sisteminin özelleştirilmesine karşı çıkan halk ayaklanması çok uluslu bir
Amerikan inşaat şirketine karşı elde edilen başarı olarak tarihe geçmiştir.
[16]
Küreselleşme ile ilgili olarak
fikir üreten pek çok bilim insanı ve yazarda sınıfsal yaklaşımdan ziyade yaş,
cinsiyet yada eğitim durumlarını ön plana çıkaran yaklaşımlar görüyoruz.
Bunlardan biri olan Petmann da küreselleşmenin bir sonucu olan kamu
hizmetlerinin özelleştirilmesinden en çok kadın ve çocukların zarar gördüğünü
söyleyerek konunun ana ekseninden kaymaktadır. [17]
Gerçekte, Üçüncü Dünya
ülkelerinde, kadın, erkek ve her iki cinsiyetten çocuklar aynı biçimde
yoksullaştırılmakta ve sömürülmektedir. Engels'in deyişiyle: "... kadınla
erkeğin gerçek eşitliği, her ikisinin sermaye yoluyla sömürülmesinin ortadan
kaldırılmasından ve özel ev işinin kamusal sanayiye dönüşmesinden sonra
gerçekleşebilecektir."[18]
Kadının kurtuluşunun ön koşulu,
bütün kadın cinsinin yeniden toplumsal üretime dönmesidir...[19]
Küreselleşmenin olumsuz
etkilerine en çok maruz kalanlardan olan küçük burjuvazi neden bağımsız bir
pozisyon belirleyemez? Neden işçilerin önderliğine ihtiyaç duyar? Kendi başına
kalırsa sonuç nasıl olacaktır? Daha açık ve net bir biçimde söyleyelim
küreselleşmeyi durdurmaktan öte yok etmek için işçilerin küçük burjuvaziyi
kendi saflarına geçirmesi gerekmektedir. Yoksa küçük burjuvazi küresel
tekellerin kendilerine verdiği rüşveti kabul edecek ve sonuç olarak ne kendini kurtaracak
ne de işçi sınıfına yardımcı olabilecektir. Küreselleşme küçük burjuvazinin
sınıf çıkarlarına da karşıdır amacı küçük burjuvaziyi minimum seviyeye
indirmektir. Küçük burjuvazinin kurtuluşu, refaha kavuşması küreselleşen
kapitalizm içinde olamaz. Küçük burjuvazinin gerçekte kendi zararına olmasına
rağmen küreselleşme sürecinde aldığı sermaye ve sermayenin yaygınlaşması
tavrının nedenlerine, küçük burjuvaların dünya ekonomisindeki yeri ve
hayatlarını kazanma biçimlerine de
bakmamız gerekiyor.
George
Thomson'a göre."Küçük burjuva ideolojisinin belli başlı özellikleri, küçük
mülk sahibi olarak küçük burjuvazinin toplum içindeki durumundan kaynaklanır.
Sözgelimi, küçük burjuvanın burjuva toplumunda kazanılmış hakları vardır; ama
öte yandan da büyük mülk sahipleri tarafından sömürüldüğü için her zaman yıkıma
uğrama ve proletaryanın yanına itilme tehlikesi altındadır.
Gorki ise, "Küçük
burjuva; uzun yıllar sürecinde oluşmuş düşünce ve alışkanlıkların dar çemberi
içinde sıkışıp kalmış, bu çemberlerin dışına çıkamayıp, kurulu makine gibi
düşünen bir varlıktır. Ailenin, okulun, kilisenin,
"insaniyetçi"edebiyatın etkisi, "kanunların ruhu", burjuva
"gelenekleri"denilen bütün şeylerin etkisi küçük burjuvaların
kafalarında bir saatin çarklarına benzer. Küçük burjuva düşüncelerinin küçük
çarklarını, küçük burjuvanın rahatına düşkünlüğünü harekete getiren bir
zemberek, pek karmaşık olmayan bir cihaz yaratır. Küçük burjuvaların bütün
duaları belagat niteliklerini hiç kaybetmeyen şu kelimelerden ibarettir: "Tanrım,
bize acı!"
Bu dua biraz daha yetiştirilip, devlet ve toplum karşısında
bir hak ve istek olarak ifade edilecek olursa, şu şekli alır : "Beni rahat
bırakın, dilediğim gibi yaşayayım." [20]
Oysa bugün küçük burjuva hiç de dilediği gibi yaşayamıyor.
Küresel ekonominin kıskacında can çekişiyor. Gelir durumlarına bakarsak,
kendilerini ve ailelerini ancak geçindirirler. Devlet sektöründe çalışan
memurlar da küçük burjuva sınıfından sayılırlar. Üst kademeden olanlar
burjuvazi ile sıkı ilişkiler içinde olup sermayenin en sadık işbirlikçilerinden
olmuşlardır.
Burjuvazi küçük-burjuvaziden,
ekonomik ve politik deneyiminden hareketle, kapitalist rejim altında “düzen”in
(yani kitlelerin köleleştirilmesinin) korunması için gerekli olan koşulları
kavramayı öğrenmiş olmasıyla ayrılır. Burjuvalar işadamıdır, politika
sorularına da katı ticari, sözlere karşı kuşkuyla yaklaşmaya alışkın ve boğayı
boynuzundan yakalamayı bilen büyük ticari hesap sahibi insanlardır. [21]
Homojen
bir gelir türü ve aynı sınıf bilincine sahip olmayan küçük burjuvaziyi
Wallerstein'in de belirttiği gibi modern dünyada farklı gelir türleri
içerisinde ele almak gerekir. Wallerstein beş tür gelir olduğundan
bahsetmektedir: Ücret-gelir türünde kişi hanehalkının dışında, belirli bir
üretim sürecinde çalışarak bir gelir elde eder. Bu sistemde işveren ihtiyacı
olmadığı zamanlarda işçilere ödeme yapmama avantajına sahiptir. Ancak
gerektiğinde de hemen işçi istihdam etme garantisi yoktur..Bir diğer gelir türü kırsal
kesimde hayatını sürdürecek kadar tarımsal üretim yapılarak elde edilen
gelirdir ki modern dünyada düşüş eğilimindedir. Ancak insanların hayatlarını
devam ettirmek için zorunlu olarak yaptıkları işler karşılığı kazandıkları
gelir de bu grup içinde sayılıyor. Hanehalkının küçük meta üreterek elde ettiği
gelir nakit karşılığı sattığı ürünlerden elde ettiği gelirdir ve yoksul
ülkelerde yaygındır. Mülkiyet üzerinden kazanılan gelir yani rant da bir diğer
gelir çeşidi. Çalışmadan bir mülk yada sermaye sahipliliğinden elde edilir. Son
olarak da transfer ödemeleri şeklindeki gelirden bahsedebiliriz. Bu
gelir devletin çabası ile gerçekleşir. Hanehalkı içinde bir kuşağın diğerine
sağladığı gelir ya da sigorta sisteminden sağlanan gelirler olarak karşımıza
çıkar.[22]
Bu
sınıflandırmadan da görüyoruz ki küçük burjuvaziyi bu beş tür gelir grubu
içinde inceleyebiliriz. Genel olarak proleteryadan daha iyi bir gelir
seviyesinde olduğundan, küreselleşmenin getirdiği standardizasyon, piyasaya
sunulan mal ve popüler kültür ürünlerine daha fazla maruz kalan küçük burjuva,
tarihsel süreçte sahip olduğu yapısal özellikleri nedeniyle kültürel yozlaşmaya
da daha fazla uğramaktadır.
Engels,
Köylüler Savaşı'nda " Bizim büyük burjuvalarımız, 1870'te tastamam orta
burjuvaların 1525'te davrandıkları gibi davranıyorlar. Küçük burjuvalara,
zanaatçılara ve dükkancılara gelince, onlar da hep aynı kalacaklardır. Onlar
büyük burjuvazi katına yükselmayi umar, proletarya içine düşmekten korkarlar.
Korku ile umut arasında, savaşım sırasında postlarını kurtaracak ve sonra da
kazananla birleşeceklerdir; onların özelliği budur" demektedir.[23]
Yayınlandığı
dönemde yeterli ilgiyi görmeyen Oğuz Atay'ın 'Tutunamayanlar' romanında,
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ağırlıklı olarak burjuvanın yanında yer alan
küçük burjuva aydın kesimin batılılaşma yönündeki eğilimleri kendine
yabancılaşma ve yozlaşma olarak değerlendirilerek alaya alınmaktadır. Uzun bir
unutuluş sürecinden sonra, romanın tekrar gündeme getirilip tartışılıyor
olması bize küçük burjuvazinin geleneksel
yapısının hiç değişmediğini göstermiyor mu?
Sınıf
bilincinden yoksun, emeğinin değerini bilemeyen, sınıf atlama hevesi içinde
olup sürekli kan kaybeden küçük burjuvazi
güncel dünya tarihindeki en dinamik sınıf olan proletaryanın önderliğine
ihtiyaç duyar. Doğası gereği geçmişte olduğu gibi gelecekte de yalpalamaya ve
proletaryanın kurtuluşuna engel olma potansiyeline sahip yegane sınıf küçük
burjuvazidir. Bu yüzden küreselleşmenin geleceğini küçük burjuvazinin yapacağı
seçim belirleyecektir. Ya küresel tekellerin egemenliğine girecek ve belli bir
zaman periodu içinde yok olacak ya da proletaryanın saflarında ve ezilenler
cephesi içinde küresel sermayenin yoksullaştırıcı baskısından kollektif olarak
kurtulacaktır.
[1] Giddens, A. (1994) "Modernliğin Sonuçları", Ayrıntı Yayınları,
İstanbul, p.62.
[2] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a
Capitalist World Economy" in F.J. Lechner
& J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford.
p.55.
[3] Wallerstein, I.
(2008) "The Modern World System as a
Capitalist World Economy" in F.J. Lechner
& J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford.
p.56.
[4] Wallerstein, I.
(2008) "The Modern World System as a
Capitalist World Economy" in F.J. Lechner
& J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford.
p.57.
[5] Wallerstein, I.
(2008) "The Modern World System as a
Capitalist World Economy" in F.J. Lechner
& J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford.
p.57.
[6] Ohmae, K. (2008) " The End of the Nation State"
in F.J. Lechner & J. Boli (eds) The
Globalization Reader. Blackwell
Publishing, Malden and Oxford. p 227.
[7] Wallerstein, I.
(2008) "The Modern World System as a
Capitalist World Economy" in F.J. Lechner
& J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford. p.57.
[8] Wallerstein, I.
(2008) "The Modern World System as a
Capitalist World Economy" in F.J. Lechner
& J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford.
pp.55-56.
[9] Wallerstein, I.
(2008) "The Modern World System as a
Capitalist World Economy" in F.J. Lechner
& J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford.
p.58.
[10] Wallerstein, I.
(2008) "The Modern World System as a
Capitalist World Economy" in F.J.
Lechner & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford.
p.58.
[11] Wallerstein, I.
(2011) " Dünya-Sistemleri Analizi ; Bir Giriş" bgst Yayınları, İstanbul, pp.60-63
[12] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a
Capitalist World Economy" in F.J.
Lechner & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford.
p.58.
[13] Choussudovsky, M. (2005) " The Globalization of Poverty " in P.S. Rothenberg (ed) Beyond Borders: Thinking Critically about Global Issues, Worth
Publishers. p.454
[14] Choussudovsky, M. (2005) " The Globalization of Poverty " in P.S. Rothenberg (ed) Beyond Borders: Thinking Critically about Global Issues, Worth
Publishers. p.455
[15] Choussudovsky, M. (2005) " The Globalization of Poverty " in P.S. Rothenberg (ed) Beyond Borders: Thinking Critically about Global Issues, Worth
Publishers. p.455
[16] Moberg, D. (2005)" Plunder and Profit" in P.S.
Rothenberg (ed) Beyond Borders:
Thinking Critically about Global Issues, Worth Publishers. p.446
[17] Petmann,J.J. (2005) " On the Backs of Women and
Children" in P.S. Rothenberg (ed) Beyond
Borders: Thinking Critically about Global Issues, Worth Publishers.
pp.437-39
[18] Marx, Engels, Lenin, (2008) "Kadın ve Aile", Sol Yayınları,
Ankara, p.128
[19] Engels, F. (1978)
"Ailenin, Özel Mülkiyetin ve
Devletin Kökeni", Sol Yayınları, Ankara, p.99
[20] Gorki,M. ( 1980 ) " Küçük Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi", Ortam
Yayınları, İstanbul, p.5
[21] Lenin, V.I. (1995) " Seçme Eserler Cilt 6", İnter Yayınları, İstanbul,p. 186
[22]
Wallerstein,
I. (2011) " Dünya-Sistemleri Analizi
; Bir Giriş" bgst Yayınları,
İstanbul, p.66-71
[23] Engels, F. (1999) "Köylüler Savaşı", Sol
Yayınları, Ankara, p. 17