17 Şubat 2013 Pazar

Küreselleşme sürecinde küçük burjuvazinin ekonomik ve kültürel dönüşümü



Küreselleşme sürecinde küçük burjuvazinin
ekonomik ve kültürel dönüşümü

Küreselleşme özellikle son yıllarda gündemde çok yer tutan bir kavram. Küreselleşme bütün toplumları ilgilendiren bir olgudur. Giddens küreselleşmeyi dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması süreci olarak tanımlamaktadır. Küreselleşme dünyadaki bütün insanların yaşamlarının mahrem ve kişisel yönlerini etkilemekte ve bütün toplumları dönüştürmektedir.[1] 

Aslında küreselleşme  yeni bir süreç değil ve kapitalizmle birlikte var olmaya başlayan, onunda eşdeğer bir olgu. Temelleri 16. yüzyıla dayanan ve 19. yüzyılda da dünyaya iyice nüfuz eden kapitalizm, küreselleşme ile çok uluslu egemen güçlerin ekonomi, politika ve kültür gibi hayatın ana bileşenlerini ulus devlet çerçevesinden öteye taşımalarına ve bu şekilde aslında zenginliğin, refahın değil, yoksulluğun yaygınlaşmasına yol açmıştır.
Bu bakış açısıyla, küreselleşmenin günümüzde sermayenin  yeni yüzü, yeni söylemi olduğunu söyleyebiliriz. İnsanları sürekli olarak tüketmeye yönlendiren kapitalizm, küreselleşme ile tüketim ve gösteriş üzerine kurulu görsel varlığını dünyanın her köşesine ulaştırmış ve her coğrafyadan insanları özellikle de proleterleri sömürüp küçük burjuva kesimini hakimiyetine almıştır.

Küreselleşme fenomenini ve küresel güçlerin, küreselleşme sürecini başarıya ulaştırmak için uyguladıkları politikaları anlayabilmek için bir sınıf olarak küçük burjuvaziye bakılması gerektiğini düşünüyorum. Bu düşüncemin temelinde yatan olguyu açıklamak gerekirse; hiçbir sınıf, hiçbir diktatör, hiçbir monark bir ülkeyi ya da bir bölgeyi destekçileri olmadan  kendi başına yönetemez. 20.yy’ın başlarında Rus Çarı sınırsız iktidar sahibi olmasına karşın zengin bürokrat sınıfı arkasına almasaydı Çarlık Rusyasını yönetmek şöyle dursun bir gün bile hükümranlığını sürdüremezdi. Bu olgu diğer bütün ekonomik yönetim biçimleri için de geçerlidir. Kapitalizm de çıktığı günden beri hep bağlaşıklar bularak sömürü faaliyetlerini sürdürmüştür.

Küreselleşme sürecinin başarıya ulaşması için, bütün tekeller, küçük burjuvaziyi egemen küresel güçlerin çıkarına uygun bir şekilde yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Buradaki amaç sömürü düzeninin devamıdır. Dünya’daki akademisyenlerin çoğu da küçük burjuva ve orta sınıfa mensup insanların refah seviyesini yükselterek sömürü düzeninin ebediyete kavuşması için tavsiyelerini dile getirmektedirler. Yoksa tarihsel deneyimlerin ışığında küreselleşme olgusunun başarıya ulaşmasını, yanına küçük burjuvaziyi çekmeden düşünemeyiz. Bazı düşünürler küreselleşmenin sadece egemen çıkar gruplarının yararına olmak zorunda olmadığını ve küreselleşmenin mutlaka yoksul sınıfların aleyhine gelişmeyeceğini savunuyorlar. 

Bu düşünce çok iyi niyetlerle dile getirilmiş olsa bile gerçeği yansıtmıyor. Eğer küreselleşme yoksul sınıfların yararına olan bir oluşum olsa idi ona başka bir ad vermek gerekirdi çünkü o artık küreselleşme olmaktan çıkmış olurdu. A4 kağıdını saf suya sokup 100 dolar olmasını bekleyen kafa ne kadar rasyonel ise yukarıdaki algı da o kadar rasyoneldir. Küreselleşmenin küçük burjuvaziye etkisini incelemeden önce küreselleşme olgusunu açıklamakta fayda var. Çünkü, özneyi açıklamadan nesneyi doğru bir şekilde ifade edemeyiz.
Wallerstein'in de belirttiği gibi, modern dünya sisteminin kökleri 16. yüzyıldadır. O yıllarda özellikle Avrupa ve Amerika'da etkili olan sistem, zamanla bütün yerküreyi kaplayacak şekilde genişledi. [2]

 Wallerstein, kapitalizmin sadece kar amacıyla pazarda alış-veriş yapan firmalar ve bireylerden oluşmadığını, kapitalizm için sistemin sonsuz sermaye birikimi trendinde olması gerektiğini söylüyor. [3]

Ancak, politik iktidarı elinde tutanlar bir dünya imparatorluğunda olduğu gibi çok güçlülerse, onların çıkarları ekonomik üreticilerin çıkarlarına üstün gelir ve sonsuz sermaye birikimi bir öncelik olmaktan çıkar. [4]

Wallerstein’ın bu sözü küreselleşmenin bütün özünü açıklamaktadır. Bu yüzden başka bir küreselleşme mümkün değildir. Yoksulların yararına küreselleşme diye bir şey söz konusu olamaz. Küreselleşmenin tek bir amacı vardır o da sınırsız kar elde etmektir. Bu noktada sorulması gereken soru ise şudur:  küreselleşmeyi gerçekleştirirken merkezileşme üniter bir devlet eliyle mi yürüyecek yoksa merkezileşme bölgelere ayrılmış sistemler eliyle mi yürüyecek?

Kapitalistlerin büyük bir pazara ihtiyaç duymaları sonucu, devletler birlikte çalışma yoluna giderler ve bir işbirliği süreci başlar. Aynı zamanda çıkarlarına düşman devletleri atlatabilir ve çıkarlarına dostça yaklaşan devletlere yanaşabilirler.
Bu ihtimalin gerçekleşmesi, ancak genel işbölümü içinde pek çok devletin var olmasıyla mümkün olur. [5]  

Ohmae de aynı konuya vurgu yaparak, “ Tek çare, feodalizm sonrası modern çağın merkeziyetçi eğilimlerini tersine döndürmek ve ekonomik sarkacın uluslardan bölgelere doğru geri salınmasına izin vermek ya da en iyisi bunu yüreklendirmekdir." demektedir. [6]

Küreselleşme Ohmae’nin dediği gibi merkezileşmeyi yok etmeyecek aksine ademi-merkeziyetçilikte merkeziyetçilik sağlayacaktır. Bu yüzden küreselleşme fenomeni ile sermayenin sınırsız kar edebilmesi için bölgesel merkeziyetçilik küreselleşmenin önemli unsurlarından biridir. Küreselleşme,sınırsız kar biriktirme olgusunu içinde taşımasına rağmen yoksulların ve küçük burjuvazinin yararına bir biçim alabilir mi?  Wallerstein bunun imkansız olduğunu dile getirmektedir. Wallerstein, kapitalistlerin kısmen serbest bir piyasayı daha fazla tercih ettiklerini söyler. Çok büyük sayıda satıcı ve alıcının bulunduğu ve bilgi akışının da mükemmel olduğu bir pazarda alıcı pazarlıklar sonucu satıcının karını en aza indirebilir. Oysa, satıcı her zaman tekel olmak ister. Çünkü ancak o zaman kar oranını yükseltebilir. [7]

Gerçek hayatta ise, mükemmel tekellerden çok kısmi-tekellere rastlıyoruz. Yeni bir ürünün, bir icadın haklarını belirli bir süre için elde etmeye dayanan patent sistemi kısmi-tekeller oluşturmanın yollarından biridir ve bu şekilde ürünler tüketici için çok pahalı, üretici için ise çok karlı bir hale getirilir. [8]

Aslında zaten, hiçbir kapital sahibi bütün kapitalist girişimcilerin başarılı olmasını da istemez. [9] Çünkü bu durumda herbirinin pazardan elde edeceği pay düşük olacaktır. Bu nedenle, firmaların tekrar tekrar "iflas etmesi" sadece zayıf rakipleri ayıklamazla kalmaz, aynı zamanda sermaye birikiminin de olmazsa olmaz koşuludur .[10]

Kısmi-tekellerin kendilerini sürekli tüketmeleri ile bugün merkezsel olan üretimler, yarın çevresel olacaklardır.Wallerstein buna teksil sektörünü örnek veriyor. 1800'lerde merkeze özgü olan tekstil, 2000'li yıllarda en az karlı çevresel üretim süreçlerinden biri haline gelmiştir. Küresel egemen güçler tarafından çevreye aktarılan düşük karlı sektörler nedeniyle de güçsüz çevre ülkeleri hiçbir zaman genel küresel işbölümünü etkileyecek güce ulaşamayıp kendilerne uygun görülen rolü oynamaya devam ederler. Bu süreçte hiç kuşkusuz ki en çok etkilenen kesimler emekçi kitleler ve nispeten düşük gelir seviyesine sahip olsalar da tüketici yelpazesinde büyük bir yere sahip olan küçük burjuvalardır. Kısmi tekellerin süreç içinde çözülüşü küresel ekonomide çevrimsel bir özellik gösterir. Küresel ekonomi içinde yayılan bir sanayi piyasayı canlandırıp sermaye birikimine yol açarak nispi bir istihdam artışına da yol açmış görünecektir. Ancak aşırı üretim nedeniyle satılamayan mallar birikerek, üretimde yavaşlamaya yol açar ve bir ekonomik durgunluk söz konusu olur.

Sonuçta, dünya çapında bir işsizlik ile karşılaşırız. Üreticinin dünya pazarındaki payının da azalmasına neden olacak bu süreçte, üretici maliyetleri düşürme yoluna gider ve daha düşük ücretlerin söz konusu olduğu çevre ülkelere yönelir. Bu durumda hala merkezde kalmaya devam eden sektörlerde maliyet baskısı nedeniyle ücretler düşmeye başlar ve gelişmiş ülkelerin işçi kesimlerinde de bir yoksullaşma başlar. [11]

Kuşkusuz sistem krize girdiği anlarda kendini toparlamak için bazen düşük karlara razı olup karlarının çok küçük bir kısmını proleterlerle ve küçük burjuvalarla paylaşmıştır. Sistemin bu  aynı hat üzerinde giden iniş ve çıkışını Wallerstein zeki bir biçimde şöyle açıklamaktadır:

“ Bütün bir tarihsel süreç, dişleri tek bir yöne doğru hareket eden ve sürekli iki adım yukarı çıkıp sonra bir adım geri gelen bir çark biçimini alır” .[12]

Küreselleşmeyi ana hatlarıyla açıkladıktan sonra dünyada sürecin nasıl geliştiğine bakmamız gerekiyor. Acaba teorinin pratiğe uymadığı gibi bir durum söz konusu mudur? Küreselleşme bütün bu eleştirilere rağmen yoksul ve küçük burjuva kesimlere refah getirdi mi? Bu eleştiriler sırf eleştirmek için eleştirenlerin eleştirileri mi?
Mıchel Chossudovsky IMF politikalarının yoksul ülkelere dayatılmasıyla oradaki yoksul kesime ve küçük burjuvaziye mensup insanların yaşadığı sıkıntıları çok iyi bir şekilde açıklıyor:

“Monetarizmin sonuçları işsizlik, düşük ücretler ve nüfusun büyük kesimlerinin marjinalleşmesi. Sosyal harcamalar kısılıyor ve refah devletinin pek çok kazanımları ortadan kaldırılıyor. Devlet politikaları küçük ve orta ölçekli işletmelerin tahrip edilmesini teşvik ediyor. Gıda tüketimi düzeyinin düşüklüğü ve kötü beslenme zengin ülkelerdeki kent yoksullarını da vuruyor”. [13]

Görüldüğü gibi küreselleşme politikalarının uygulanması yoksulluğu arttırmakta, halkın refah seviyesini düşürmekte, küçük ve orta derece işletmeleri iflasa sürüklemektedir. Üstelik bu olgu küreselleşmenin olmasından dolayı lokal olmaktan öte dünyanın her yeri için kanun haline gelmektedir. Zengin ülkelerdeki kent yoksulları da gelişmekte olan ülkelerdeki (acaba yoksulluğun gelişmekte olduğu mu demeliyiz?) yoksullar gibi sıkıntı çekmektedirler.
Buradan şu yargıya varabiliriz: ‘Zengin bir ülke yoktur. Zengin bir ülkede sadece zengin bir sınıf mevcuttur, nüfusun çoğunluğu ötekileştirilmiştir.’ Ötekileştirilenler bu durumda ne yapabilir, eli kolu bağlı olarak mı durmalı yoksa kendi kurtuluşu için direnme yoluna mı gitmelidir?



Chossudovsky ötekileştirilen insanın bu acımasız sisteme karşı yaptıklarını 1989 Caracas örneği ile açıklıyor. Ona göre Üçüncü Dünya'nın tümünde piyasa güçleri arasındaki etkileşimin ürünü yoksullaşan kitlelerde toplumsal umarsızlık ve umutsuzluk bulunmaktadır.
[14]

Yapısal uyum programı karşıtı isyanlar ve halk ayaklanmaları 1989'da Caracas'da acımasızca bastırılmıştır. ekmek fiyatlarının %200 oranında arttırılması sonrası çıkan ayaklanmalarda Caracas'da üç gün içinde 200'den fazla insan askeri güçlerce öldürülmüştü. [15]

İnsanlar ölme pahasına da olsa direniyorlar çünkü sınırsız sermaye biriktirme olgusunun ve dolayısıyla da küreselleşmenin yarattığı yıkım insanları direnmeye ve zafer kazanmak için mücadeleye itmektedir ve böylece insanlar, başka bir küreselleşme mümkünden, başka bir dünya, başka bir ekonomik sistem ve sınıfsal durum mümküne doğru bir gidiş söz konusu.

Küresel direnişte asıl faktörü oynayacak olan kuşkusuz ki işçi sınıfıdır. Çünkü küreselleşme sürecinde yoksullaşmadan en fazla etkilenen işçi sınıfı olmaktadır ve küçük burjuvazinin yolunu da onlar aydınlatacaktır. Moberg de benzer bir halk hareketinden bahsetmektedir. 1999 Eylülünde Bolivya'da Cochabamba şehrinde içme suyu sisteminin özelleştirilmesine karşı çıkan halk ayaklanması çok uluslu bir Amerikan inşaat şirketine karşı elde edilen başarı olarak tarihe geçmiştir. [16]

Küreselleşme ile ilgili olarak fikir üreten pek çok bilim insanı ve yazarda sınıfsal yaklaşımdan ziyade yaş, cinsiyet yada eğitim durumlarını ön plana çıkaran yaklaşımlar görüyoruz. Bunlardan biri olan Petmann da küreselleşmenin bir sonucu olan kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinden en çok kadın ve çocukların zarar gördüğünü söyleyerek konunun ana ekseninden kaymaktadır. [17]

Gerçekte, Üçüncü Dünya ülkelerinde, kadın, erkek ve her iki cinsiyetten çocuklar aynı biçimde yoksullaştırılmakta ve sömürülmektedir. Engels'in deyişiyle: "... kadınla erkeğin gerçek eşitliği, her ikisinin sermaye yoluyla sömürülmesinin ortadan kaldırılmasından ve özel ev işinin kamusal sanayiye dönüşmesinden sonra gerçekleşebilecektir."[18]

Kadının kurtuluşunun ön koşulu, bütün kadın cinsinin yeniden toplumsal üretime dönmesidir...[19]

Küreselleşmenin olumsuz etkilerine en çok maruz kalanlardan olan küçük burjuvazi neden bağımsız bir pozisyon belirleyemez? Neden işçilerin önderliğine ihtiyaç duyar? Kendi başına kalırsa sonuç nasıl olacaktır? Daha açık ve net bir biçimde söyleyelim küreselleşmeyi durdurmaktan öte yok etmek için işçilerin küçük burjuvaziyi kendi saflarına geçirmesi gerekmektedir. Yoksa küçük burjuvazi küresel tekellerin kendilerine verdiği rüşveti kabul edecek ve sonuç olarak ne kendini kurtaracak ne de işçi sınıfına yardımcı olabilecektir. Küreselleşme küçük burjuvazinin sınıf çıkarlarına da karşıdır amacı küçük burjuvaziyi minimum seviyeye indirmektir. Küçük burjuvazinin kurtuluşu, refaha kavuşması küreselleşen kapitalizm içinde olamaz. Küçük burjuvazinin gerçekte kendi zararına olmasına rağmen küreselleşme sürecinde aldığı sermaye ve sermayenin yaygınlaşması tavrının nedenlerine, küçük burjuvaların dünya ekonomisindeki yeri ve hayatlarını kazanma biçimlerine de  bakmamız gerekiyor.

George Thomson'a göre."Küçük burjuva ideolojisinin belli başlı özellikleri, küçük mülk sahibi olarak küçük burjuvazinin toplum içindeki durumundan kaynaklanır. Sözgelimi, küçük burjuvanın burjuva toplumunda kazanılmış hakları vardır; ama öte yandan da büyük mülk sahipleri tarafından sömürüldüğü için her zaman yıkıma uğrama ve proletaryanın yanına itilme tehlikesi altındadır.

Gorki ise, "Küçük burjuva; uzun yıllar sürecinde oluşmuş düşünce ve alışkanlıkların dar çemberi içinde sıkışıp kalmış, bu çemberlerin dışına çıkamayıp, kurulu makine gibi düşünen bir varlıktır. Ailenin, okulun, kilisenin, "insaniyetçi"edebiyatın etkisi, "kanunların ruhu", burjuva "gelenekleri"denilen bütün şeylerin etkisi küçük burjuvaların kafalarında bir saatin çarklarına benzer. Küçük burjuva düşüncelerinin küçük çarklarını, küçük burjuvanın rahatına düşkünlüğünü harekete getiren bir zemberek, pek karmaşık olmayan bir cihaz yaratır. Küçük burjuvaların bütün duaları belagat niteliklerini hiç kaybetmeyen şu kelimelerden ibarettir: "Tanrım, bize acı!"
Bu dua biraz daha yetiştirilip, devlet ve toplum karşısında bir hak ve istek olarak ifade edilecek olursa, şu şekli alır : "Beni rahat bırakın, dilediğim gibi yaşayayım." [20]

Oysa bugün küçük burjuva hiç de dilediği gibi yaşayamıyor. Küresel ekonominin kıskacında can çekişiyor. Gelir durumlarına bakarsak, kendilerini ve ailelerini ancak geçindirirler. Devlet sektöründe çalışan memurlar da küçük burjuva sınıfından sayılırlar. Üst kademeden olanlar burjuvazi ile sıkı ilişkiler içinde olup sermayenin en sadık işbirlikçilerinden olmuşlardır.

Burjuvazi küçük-burjuvaziden, ekonomik ve politik deneyiminden hareketle, kapitalist rejim altında “düzen”in (yani kitlelerin köleleştirilmesinin) korunması için gerekli olan koşulları kavramayı öğrenmiş olmasıyla ayrılır. Burjuvalar işadamıdır, politika sorularına da katı ticari, sözlere karşı kuşkuyla yaklaşmaya alışkın ve boğayı boynuzundan yakalamayı bilen büyük ticari hesap sahibi insanlardır. [21]  

Homojen bir gelir türü ve aynı sınıf bilincine sahip olmayan küçük burjuvaziyi Wallerstein'in de belirttiği gibi modern dünyada farklı gelir türleri içerisinde ele almak gerekir. Wallerstein beş tür gelir olduğundan bahsetmektedir: Ücret-gelir türünde kişi hanehalkının dışında, belirli bir üretim sürecinde çalışarak bir gelir elde eder. Bu sistemde işveren ihtiyacı olmadığı zamanlarda işçilere ödeme yapmama avantajına sahiptir. Ancak gerektiğinde de hemen işçi istihdam etme garantisi yoktur..Bir diğer gelir türü kırsal kesimde hayatını sürdürecek kadar tarımsal üretim yapılarak elde edilen gelirdir ki modern dünyada düşüş eğilimindedir. Ancak insanların hayatlarını devam ettirmek için zorunlu olarak yaptıkları işler karşılığı kazandıkları gelir de bu grup içinde sayılıyor. Hanehalkının küçük meta üreterek elde ettiği gelir nakit karşılığı sattığı ürünlerden elde ettiği gelirdir ve yoksul ülkelerde yaygındır. Mülkiyet üzerinden kazanılan gelir yani rant da bir diğer gelir çeşidi. Çalışmadan bir mülk yada sermaye sahipliliğinden elde edilir. Son olarak da transfer ödemeleri şeklindeki gelirden bahsedebiliriz. Bu gelir devletin çabası ile gerçekleşir. Hanehalkı içinde bir kuşağın diğerine sağladığı gelir ya da sigorta sisteminden sağlanan gelirler olarak karşımıza çıkar.[22]

Bu sınıflandırmadan da görüyoruz ki küçük burjuvaziyi bu beş tür gelir grubu içinde inceleyebiliriz. Genel olarak proleteryadan daha iyi bir gelir seviyesinde olduğundan, küreselleşmenin getirdiği standardizasyon, piyasaya sunulan mal ve popüler kültür ürünlerine daha fazla maruz kalan küçük burjuva, tarihsel süreçte sahip olduğu yapısal özellikleri nedeniyle kültürel yozlaşmaya da daha fazla uğramaktadır.

Engels, Köylüler Savaşı'nda " Bizim büyük burjuvalarımız, 1870'te tastamam orta burjuvaların 1525'te davrandıkları gibi davranıyorlar. Küçük burjuvalara, zanaatçılara ve dükkancılara gelince, onlar da hep aynı kalacaklardır. Onlar büyük burjuvazi katına yükselmayi umar, proletarya içine düşmekten korkarlar. Korku ile umut arasında, savaşım sırasında postlarını kurtaracak ve sonra da kazananla birleşeceklerdir; onların özelliği budur" demektedir.[23]

Yayınlandığı dönemde yeterli ilgiyi görmeyen Oğuz Atay'ın 'Tutunamayanlar' romanında, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ağırlıklı olarak burjuvanın yanında yer alan küçük burjuva aydın kesimin batılılaşma yönündeki eğilimleri kendine yabancılaşma ve yozlaşma olarak değerlendirilerek alaya alınmaktadır. Uzun bir unutuluş sürecinden sonra, romanın tekrar gündeme getirilip tartışılıyor olması  bize küçük burjuvazinin geleneksel yapısının hiç değişmediğini göstermiyor mu?  

Sınıf bilincinden yoksun, emeğinin değerini bilemeyen, sınıf atlama hevesi içinde olup sürekli kan kaybeden küçük burjuvazi  güncel dünya tarihindeki en dinamik sınıf olan proletaryanın önderliğine ihtiyaç duyar. Doğası gereği geçmişte olduğu gibi gelecekte de yalpalamaya ve proletaryanın kurtuluşuna engel olma potansiyeline sahip yegane sınıf küçük burjuvazidir. Bu yüzden küreselleşmenin geleceğini küçük burjuvazinin yapacağı seçim belirleyecektir. Ya küresel tekellerin egemenliğine girecek ve belli bir zaman periodu içinde yok olacak ya da proletaryanın saflarında ve ezilenler cephesi içinde küresel sermayenin yoksullaştırıcı baskısından kollektif olarak kurtulacaktır.


[1] Giddens, A. (1994) "Modernliğin Sonuçları", Ayrıntı Yayınları, İstanbul, p.62.
[2] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J. Lechner   
       & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford. p.55.
[3] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J. Lechner   
       & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford. p.56.
[4] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J. Lechner   
       & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford. p.57.
[5] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J. Lechner   
       & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford. p.57.
[6] Ohmae, K. (2008) " The End of the Nation State" in F.J. Lechner   & J. Boli (eds) The   
     Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford. p 227.
[7] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J. Lechner   
       & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford.  p.57.
[8] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J. Lechner   
       & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford. pp.55-56.
[9] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J. Lechner   
       & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford. p.58.
[10] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J.     
        Lechner  & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford.   
        p.58.
[11] Wallerstein, I. (2011) " Dünya-Sistemleri Analizi ; Bir Giriş"  bgst Yayınları, İstanbul, pp.60-63
[12] Wallerstein, I. (2008) "The Modern World System as a Capitalist World Economy" in F.J.
       Lechner  & J. Boli (eds) The Globalization Reader. Blackwell Publishing, Malden and Oxford.
       p.58.
[13] Choussudovsky, M. (2005) " The Globalization of Poverty "  in P.S. Rothenberg (ed) Beyond Borders: Thinking Critically about Global Issues, Worth Publishers. p.454
[14] Choussudovsky, M. (2005) " The Globalization of Poverty "  in P.S. Rothenberg (ed) Beyond Borders: Thinking Critically about Global Issues, Worth Publishers. p.455
[15] Choussudovsky, M. (2005) " The Globalization of Poverty "  in P.S. Rothenberg (ed) Beyond Borders: Thinking Critically about Global Issues, Worth Publishers. p.455
[16] Moberg, D. (2005)" Plunder and Profit" in P.S. Rothenberg (ed) Beyond Borders: Thinking Critically about Global Issues, Worth Publishers. p.446
[17] Petmann,J.J. (2005) " On the Backs of Women and Children" in P.S. Rothenberg (ed) Beyond Borders: Thinking Critically about Global Issues, Worth Publishers. pp.437-39
[18] Marx, Engels, Lenin, (2008) "Kadın ve Aile", Sol Yayınları, Ankara, p.128
[19] Engels, F. (1978)  "Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni", Sol Yayınları, Ankara, p.99
[20] Gorki,M. ( 1980 ) " Küçük Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi", Ortam Yayınları, İstanbul, p.5
[21] Lenin, V.I. (1995) " Seçme Eserler Cilt 6", İnter Yayınları, İstanbul,p. 186
[22] Wallerstein, I. (2011) " Dünya-Sistemleri Analizi ; Bir Giriş"  bgst Yayınları, İstanbul, p.66-71
[23] Engels, F. (1999) "Köylüler Savaşı", Sol Yayınları, Ankara, p. 17

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.