Genel olarak her
toplumun kabul ettiği değerler sisteminin içerisinde, bir insan öldüğünde o
insan için üzüntü duyulur ya da ilk öldüğü ana şahit olmuş biri varsa o ölüyü görmekten
çekinir(kazada ölmüş biri için çoğu insanın yaptığı eylem). İnsanların kendine
sorması gereken soru neden aynı şeyi diğer canlılar için göstermediğidir. Örnek
olarak bir balık yediğimizde balığı parçalara ayırmamıza rağmen bazen
insanların en keyifli anları o balığı yediğimiz zaman içinde oluyor ve bunda
kimse bir gariplik görmüyor. Eğer amaç bir canın gitmiş olmasından dolayı üzüntü duymak ise neden biz o
balık için üzülmüyoruz diye kendi kendime sormadan edemiyorum. Bu konu tabi ki
benim uzmanı olmadığım bir konu ve başka sosyal bilimcilerin araştırma konusu ama ben bu
konuya şöyle cevap vermeyi tercih ediyorum. İnsanlar yaşadıkları toplumda o
toplumun değer yargılarını ister istemez benimserler. Adam öldürmenin kötü bir
şey olduğu konusu, sistemin barış içinde olduğu zamanlarda egemen sınıfın
mensuplarının kendilerine gelecek bir saldırıya karşı, çok uzun bir zaman
içinde ezilen sınıfların, egemen sınıflara bir şey yapmamaları için ezilen sınıflara dayatılan ve benimsetilen bir düşüncedir. Burada çok önemli bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyorum ne
sosyalist toplumda, ne komünist toplumda adam öldürmek sistemin düzgün işlediği
zamanlarda hoş bir şey olarak görülür ve yapan varsa cezalandırılır. Bunun
nedeni sosyalist toplumda ezilen sınıfların dayanışması ve bu olgudan dolayı
kendi sınıfına karşı bir hareket olmadığı zamanlarda adam öldürmenin sınıf
çıkarlarıyla örtüşmemesi, komünist toplumlarda ise sömürücü sınıfların tamamen
yeryüzünden kazınmasından ötürü insanların kollektif yaşamalarından ve
dayanışma üzerine kurulu üretim biçiminden ötürü adam öldürmek hoş karşılanmaz.
Her üretim biçiminin adam öldürme konusundaki algı farklarına rağmen barış
döneminde adam öldürmek kötü bir olgudur. Can alıcı soruyu sormamız gerekirse “Adam
öldürmek insanlar için bir tabu ise neden hala insanlar ölüyor?” Bu sorunun
cevabını ikiye ayırabiliriz 1-kişisel çatışmalar(konumuz dışıdır) 2- Egemen
olma iddiasındaki sınıfların veya aynı sınıfın içindeki grupların mücadeleleri.
İkinci kısım bizim ilgi alanımızdır çünkü buradaki çatışmalardan savaşlar çıkmaktadır.
Bir Kapitalist kendi çıkarı adına halkı yanına çekip savaştırmak için
çabalar durur. Karl Liebknekt bu durumu şöyle açıklamaktadır:
“Hristiyanca-Taze,dindar,neşeli,özgür- yeniden savaşçılık oynanır. Ah Tanrı bütün bunlar o denli gülünç ki, gerçekten ciddi olarak söz edilemez. Çocuklara silah kullanmak da öğretiliyor: Duadan sonra ateş etmek. Evet baylar, bu biraz tehlikeli değil mi? Proletaryanın çocuklarına silah kullanmayı öğretmekten biraz olsun korkmuyor musunuz? 5.000 çocuk alınıp götürülür, pek çok atış talimi ve başka aşırı milliyetçi yurtsever talimler yaptırılır ve gençlik, insan yaşamlarını yıkmış olma düşüncesi karşısında yeterince çoşkuya kapıldığından ya da hiç olmazsa bunun nasıl yapılacağını öğrendiğinde, işte tam da o anda dinsel duygu doruğa ulaşır. Ve bunun sonunda, başı çeken şu Landrat efendiler, şu papaz efendiler, şu öğretmen efendiler ve sonra da, tıpkı şarkıda olduğu gibi: Ve sonra da bay teğmen, teğmen ,teğmen, Ve sonra bay teğmen. Bütün olaya mührünü basan bay teğmen gelir: Allah’ın belası! Günahsız! Böylelikle papaz efendiyle Landrat efendilerin ve daha bilmem kimin eşliğinde bay teğmen, proleter gençliği bugünkü toplumsal düzenle uyuşturma çalışmasını üstlenecektir.” (Karl Liebknecht,Seçme Yazılar Militarizme Karşı Sınıf Mücadelesi,sayfa:21-23,Belge Yayınları)
Görüldüğü gibi Kapitalist toplumda o sınıfın mensupları ve hizmetkarları, halkı belirli araçlarla ve yöntemlerle kandırarak kendi sınıf çıkarları için savaşmaya zorlamaktadır. Karl Liebknecht’in vurguladığı “bu biraz tehlikeli değil mi? Proletaryanın çocuklarına silah kullanmayı öğretmekten biraz olsun korkmuyor musunuz?” kısmı tam anlamıyla Proleterlerin bir gün kendi sınıf çıkarları için savaşmayacağının garantisi var mıdır? Diye sormanın ayrı bir şeklidir. Bu alıntı bize biraz yol gösterdi şimdi bu konudaki en önemli alıntımızı yapalım. Bir Marksist’in savaşa bakış açısı nasıl olmalıdır? Lenin’den dinleyelim:
“Marksizm, yani modern bilimsel sosyalizm açısından, savaşın nasıl değerlendirilmesi ve savaşa karşı takınılacak tutum üzerinde sosyalistlerin girişecekleri tartışmalarda asıl sorun şudur: Niçin savaşılıyor, savaşı tezgahlayanlar, yönetenler hangi sınıftandır? Biz marksistler, her türlü savaşın gözü kapalı karşıtı olanların sınıfına dahil değiliz. Diyoruz ki: bizim amacımız, sosyalist bir toplum sistemine ulaşmaktır; bu sistem, insanlığın sınıflara ayrılmasını, insanın insan, ulusun ulus tarafından sömürülmesini yok ederek, eninde sonunda savaş olanağını ve olasılığını da ortadan kaldıracaktır… Savaştan savaşa fark vardır. Savaşı hangi tarihsel koşulların doğurduğunu, hangi sınıfların yönettiğini ve hangi amaçlar için savaşıldığını iyice bilmemiz gerekir.(Lenin, Sosyalizm ve Savaş,Savaş ve Devrim, sayfa:114,Sol Yayınları)
Lenin’den anladığımız kadarıyla savaş sınıflara ayrılmış toplumda engellenemez bunun yanında bir sosyalist, bir hümanist gibi düşünemez ve her savaşın karşıtı olamaz savaşı hangi sınıfların yönettiğine dikkat eder ve savaş durumunu devrimin çıkarları için kullanması gerektiğini bilir. Uzun süren savaşların yolaçtığı yıkım devrimi hızlandıran bir faktördür ve bu faktör uzun süren savaşlardan sonra imzanan barış antlaşmalarıyla bile kalkmaz her sosyalist örgütün savaş durumundan faydalanması gerekir.
“Savaş ne kadar uzun sürerse o kadar şiddetlenir ve olağanüstü çaba ve özveri istenen halk yığınlarının faaliyetlerini, hükümetler kendi elleriyle isteklendirmiş olurlar. Savaş da, tarihteki öteki bunalımlar gibi, büyük yıkımlar ve insan yaşamındaki ani değişmeler gibi, bazı kimseleri sersemletir ve yıkar, ama bazılarının da gözlerini açar ve çelikleştirir. Barış yapılması, bütün bu sıkıntılara ve bütün bu çelişkilerin büyümesine son vermek şöyle dursun, birçok bakımdan bu sıkıntıların yoksul halk yığınları tarafından daha şiddetli ve çabuk duyulmasına yol açar. Kısacası, ileri ülkelerin çoğunda ve büyük Avrupa devletlerinde bir devrim durumu meydana gelir.”( Lenin,Sosyalizm ve Savaş,İkinci Enternasyonelin Çöküşü,sayfa:104,Sol Yayınları)
Dikkat edilirse görülecektir. Uzun süreli savaş sonucunda bir devrim durumunun meydana gelme olasılığı vardır. Tabi ki Lenin, Sosyalizm ve Savaş kitabında her devrim durumu devrimi meydana getirmez diyor. Ama bir sosyalistin görevi devrim için elinden ne geliyorsa yapmaktır. O yüzden,bir Sosyalistin görevi, savaşları bir an önce bitirmek değil savaşların uzun sürmesini bekleyip savaş bölgesindeki üretim ilişkilerini sosyalist bir ilişkiye dönmesi için gereken adımları atmaktır.Hedefi tanımlamak gerekirse 'savaşan burjuva gruplar arasında tarafsız kalmak, savaşan burjuva gruplar halkı zorla askere alıyorsa askere gitmemek ve proletaryanın sınıf çıkarları gereği bu savaş durumunu devrimci duruma dönüştürüp sosyalist devrimi gerçekleştirmek' en iyi böyle tanımlarız. Buradan asla savaş karşıtlığı gibi bir sonuç çıkmamalıdır. Savaşları bitirmek sınıflara ayrılmış bir toplumda imkansızdır.Tıpkı Stalin’in Son Yazılar’ında “Savaşların
“Suriye’de devrimci bir durum yok bu savaşın ezilenlere faydası yok, bu yüzden savaş ne olursa olsun bitmeli, bu Amerika’nın dünyayı paylaşma projesidir ve bu projenin durması lazımdır, Esat burada desteklenmelidir bir an önce barış gelmelidir. Sizin yaptığınız sol maceracılıktan başka bir şey değildir vs.”
Savaşın politikaların başka araçlarla devamı olduğu Clausewitz’den beri bilinmektedir. Amerikanın proje üretmesini Amerika’yı yıkmadan durduramazsınız.Dünyadaki savaşların bitmesini komünizm gelmeden noktalayamazsınız. Bu yüzden Esat’ın desteklenmesini savaşların sona ermesi düşüncesiyle bağdaştıramazsınız. Sol sapmacı iftiranızı proletaryaya ve müttefiklerine karşı duyduğunuz güvensizlikten başka bir şeyle açıklayamazsınız. Şu alıntı Marksistlere yapılan iftirayı açıklamaktadır:
“ Kitle çizgisi, marksist olduğunu söyleyen her fraksiyonun ideolojik görüşüne göre (marksist veya oportünist ideolojiye göre) değişik yollar çizer. Örneğin, ekonomizmin çizdiği kitle çizgisi ile leninizmin çizdiği kitle çizgisi apayrıdır. Ekonomizmin kitle çizgisi, kuyrukçu bir kitle çizgisidir. Ve leninist kitle çizgisi onun için bir "sol sapma", "sol maceracılıktır" Ve bu düşünceye göre de Lenin ve bolşevikler, "Blanquistler", "Anarşistler" ve maceracılardır. Aynı şekilde Çin'de, kuyrukçu Çen Tu Hiseu'ye göre, Mao Tse-Tung ve arkadaşları, kitle çizgisinin dışına düşmüş olan sekterlerdir, çünkü o evrede proletaryaya değil, Çin milli burjuvazisine öncülük tanınması gerekmektedir. Ve Güney Amerika'daki oportünist komünist partilerine göre de, Fidel, Guevara ve arkadaşları, "maceraperestler" ve Küba'daki marksist devrimci hareketi baltalayan hainlerdir (!).
Türkiye'de ise, II. Enternasyonal'in "takipçilik ideolojisi"ni derinleştirmekte olan sağ sapmaya göre, proleter devrimci çizgi "sol oportünizmin" ve "maceracılığın" yoludur.
Açıktır ki, kendi görüş1erini ve çizgilerini kabul etmeyen, onların pasifizmine ayak uydurmayan kişi, her çeşit sağ sapmaya göre "sol maceracı" ve "sekter"dir. Ve gençlik kesimindeki proleter devrimcileri değerlendirmede, teslimiyet oportünizminin dilinde "Gauchiste" sözcüğü, sağ sapmanın ağzında "küçük-burjuva maceracıları" olarak şekillenmektedir. Lenin'in belirttiği gibi, ister sağdan gelsin, ister soldan, temelin yanlış analizine dayanan bütün görüşler, nihai olarak çakışır.
1903-1905 Rusya'sında, "Sosyal Demokratik İşçi Partisinde, işçiler henüz yer almamıştır, parti sadece aydınlara dayanmaktadır" diyerek Çarlığa karşı mücadelede liberal burjuvazinin o evrede öncü bir rol oynamasını savunarak, aksini ileri süren leninist çizgiyi maceracılıkla suçlayan Axelrod'un kitle çizgisi ne kadar devrimci idiyse, 1970 Türkiye'sinde, "proletarya öncülüğünün objektif şartları demokratik devrim için olgunlaşmamıştır", "içinde bulunduğumuz aşama, henüz sosyalist aydın kadroların meydana gelmesi aşamasıdır" diyerek emperyalizme ve feodalizme karşı mücadelenin bu evresinde küçük-burjuvazinin ön planda rol oynamasını savunan sağ görüşün kitle çizgisi de o kadar devrimcidir.
Ve Lenin, ne kadar maceraperestse, sağ görüşün "maceracılıkla" suçladığı militanlar da o kadar maceracıdırlar!.. “(Mahir Çayan,Bütün Yazılar, Sağ Sapma Devrimci Pratik ve Teori)
Mahir Çayan’ın dediklerine katılmamak elde değil. Untumayalım pasifizmle hiçbir yere varılmaz Savaşan kaybedebilir ama savaşmayan çoktan kaybetmiştir. Bekleyelim, görelim Suriye proletaryasının son sözü ve ne olacak?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.