10 Aralık 2012 Pazartesi

Oksimoron Bir Yazıdan Çıkarılan Büyük Kurgular Her Zaman Tarihin Çöplüğüne Yollanır(Samuel P. Huntington ürerine)


Huntington’ın yazdığı medeniyetler çatışması tezi aslında toplumdaki bir boşluğu doldurdu. O boşluk, insanların gerçeklikten uzak metafizik olgulara olan zaafının sosyal bilimlerde yeterince etkili bir şekilde günümüzde bir karşılığı olmamasından kaynaklanıyordu. Sonunda isteklerini uygulatacak bir çılgın buldular. Bu çılgının ve tarihin çöplüğüne gidecek talihsizin ismi Huntington idi. Huntington hizmetkarı olduğu tekellerin çıkarlarına uygun olan çalışmasında insanoğluna(sazanoğluna) gelecekte kimin kimle çatışacağını şöyle buyuruyor:

“Medeniyet kimliği, gelecekte gittikçe artan bir şekilde ehemmiyet kazanacak ve dünya büyük ölçüde, belli başlı yedi veya sekiz medeniyet arasındaki etkileşime şekillenecektir. Bunların içine, Batı, Konfüçyus, Japon, İslam,Hint,Slav-Ortadoks, Latin Amerika ve muhtemelen Afrika medeniyetleri giriyor. Geleceğin en mühim mücadeleleri, bu medeniyetlerin birini diğerinden ayıran kültürel fay kırıkları boyunca meydana gelecektir.”     ( Samuel P. Huntington,Medeniyetler Çatışması,Vadi yayınları,sayfa:26)

Gerçekten insan bu cümleden sonra dünya ne kadar homojen olmuş diye düşünmeden edemiyor. Sanki günümüzde ekonomik çıkarları için aynı kültüre ya da yakın kültürlere mensup devletler birbirini satmıyor. Örnek olarak İslam medeniyeti tarihinde ve günümüzde ne zaman yek vücut hareket etti? Bu görülmüş bir şey midir? Bu söylediğim şey diğer bütün medeniyetler için geçerlidir. Medeniyetler hiçbir zaman ortak hareket etmemiştir aynı kültürden gelseler bile bu böyledir. Kendi ülkelerindeki burjuvazinin ekonomik çıkarlarının yarattığı rüzgar nereye gidiyorsa medeniyetlerde oraya gidiyor. Bu yüzden Huntington’ın anladığı anlamdaki medeniyet daha dünya üzerinde görülmedi. Sabret Huntigton 1 milyon yıl sonra senin dediğin olacak!

“Farklılıklar illâ da çatışma demek değildir ve mücadelede kesin olarak şiddet kullanılacağı anlamına gelmez. Gerçi yüzyıllar boyunca en uzun ve şiddetli çatışmaları, medeniyetler arasındaki farklılıklar oluşturmuştur.” ( Samuel P. Huntington,Medeniyetler Çatışması,Vadi yayınları,sayfa:26)

Huntington bir anda 180 derece dönüşle kendini tam ters istikamette bulup sonra yanlış yere gittiğini düşünüp bir 180 derece daha dönüp kendini aynı yerde buluyor. Kendi zigzaglarını bir tarafa bırakırsak. Huntington Osmanlının aynı ya da  benzer medeniyetten gelen Safevilerle(Huntington bu farkı anlamayacak kadar cahil olduğu için ikisini de aynı kefeye koyuyor ona göre ikisi de İslam.Şii ve Sünni diye bir ayrım gözetmiyor medeniyetler çatışmasında) neden savaştığını bu yukarıdaki sözle nasıl açıklayabilir? Ya da Haçlı seferlerinde bir takım müslüman grupların haçlılara yardım etmesini ve onları desteklemesini, en şiddetli çatışmaların medeniyetler arasındaki farklardan dolayı ortaya çıktığı tezi ile nasıl iddia edebilir?  Gelelim başka bir garipliğe:

“Eski Sovyetler Birliği'ndeki komünistler demokrat, zenginler fakir ve fakirler zengin olabildi; fakat Ruslar Estonyalı veya Azeriler Ermeni olamadılar. Sınıf ve ideoloji mücadelelerindeki anahtar soru, "Sen hangi taraftasın?" biçimindeydi ve insanlar taraflar arasında tercihte bulunabilir, bulunur ve taraf değiştirebilirdi. Medeniyetler arasındaki çatışmalarda ise bu soru, "Sen nesin?" şeklindedir. Bu ise bir veridir ve değiştirilemez. Bosna'dan Kafkasya ve Sudan'a kadar bildiğimiz gibi, söz konusu soruya verilecek yanlış bir cevap kafaya yenecek bir kurşun anlamına gelebiliyor. Hatta, etnisiteden daha fazla olarak din, insanlar arasında keskin ve dışlayıcı şekilde bir ayırım yapıyor. Bir insan yarı Fransız ve yarı Arap ve aynı anda iki ülkenin bile vatandaşı olabilir. Bundan daha zor olan şey, yarı Katolik ve yarı Müslüman olmaktır.” . ( Samuel P. Huntington,Medeniyetler Çatışması,Vadi yayınları,sayfa:28)

“İran, Pakistan, Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan ve Afganistan gibi Arap olmayan 10 Müslüman ülkeyi bir araya getiren Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın temelini de kültür ve din oluşturuyor. Esas olarak 1960'larda Türkiye, Pakistan ve İran tarafından kurulan bu teşkilatın diriltilmesi ve genişletilmesindeki nedenlerden biri, bu ülkelerdeki muhtelif liderlerin, Avrupa Topluluğu'na kabul edilme şanslarının olmadığını kavramalarıdır.” ( Samuel P. Huntington,Medeniyetler Çatışması,Vadi yayınları,sayfa:30)

Huntington 1. Alıntıda “Sen nesin?” sorusunun önemli olduğunu “Sen hangi taraftasın?” sorusunun önemini yitirdiğini ispatlamak için elinden geleni yapıyor. İki aktörü ele alalım,ve yargıç Huntington sorsun “Ey Türkiye sen nesin?”diye sorduğunda Türkiye’nin cevabı basittir “Ben Müslümanım”. Yargıç Huntington  İran’a dönsün ve sorsun “Ey İran sen nesin?” İran cevaplasın “Ben Müslümanım”. Huntigton bu sefer dünyanın sırrını çözdüğünden emin bir şekilde ikisine birden soruyor “Siz aynı yerde duruyorsunuz o zaman dimi?”desin İran kızsın “Ben o kafirle aynı yerde durur muyum hiç. Ben Suriye'de Esat’ı destekliyorum ve arkama Rusya’yı alıyorum” Türkiye İran bir kızdığı için bin kızsın ve şöyle desin “Olmaz one minute Sayın Huntington! Benim ülkem dünyada islamiyetin doğru uygulandığı tek ülke o yüzden biz Suriye’de ÖSO’yu destekliyoruz ve kafir Esat’ın gitmesi için cihat ortağı olarak arkamıza A.B.D’yi alıyoruz”.Görüldüğü gibi içine ironik olaylar gizlediğimiz yazıdan bile hala dünyada “sen hangi taraftasın?” sorusu “sen kimsin?” demekten daha önemli bu yüzden 2. Alıntının konjonktürel bir şey olduğu sonucu çıkıyor. Unutmayalım, Sermayenin, çıkarı gereği yatmayacağı adam yoktur. Sermayeyi kim daha çok kar kazandıracağına ikna ederse sermaye o yöne savrulur ,ne olduğu, kim olduğu onun için önemli değildir. Sermaye doğası gereği şöyle der “ışığı kapayınca hepsi aynı.” Maalesef görüldüğü gibi sermaye, Huntington kadar ahlakçı kesilemedi! İşte Huntington’a göre bütün sorun bu! Gelelim Huntington’ın oksimoron yanına bütün yazısında çatışmaların medeniyetler arasında çıkacağı konusunda yakındı durdu. Bakalım bu alıntısında çatışmaların çıkma sebebini kültür olarak mı açıklayacak yoksa ekonomik olarak mı? Uzun yapacağımız alıntıdan ötürü okuyucudan özür dileriz.

“ Batı, enerji kaynağından ötürü İran(Basra) körfezi ülkelerine karşı şiddetli biçimde bağımlı hale geldi; petrol zengini Müslüman ülkeler, para zengini ve istedikleri anda da silah zengini oldular. Batı tarafından vücuda getirilen İsrail ile Araplar arasında çeşitli savaşlar meydana geldi. Fransa, 1950’li yılların büyük kısmında Cezayir’de kanlı ve insafsız bir savaş yürüttü; İngiliz ve Fransız kuvvetleri 1956’da Mısır’a saldırdı; Amerikan güçleri, 1958’de Lübnan’a girdi; Amerikan güçleri, bilahare tekrar Lübnan’a yöneldi, Libya’ya saldırdı ve İran’la çeşitli askeri çatışmalara girişti; asgari üç orta-doğu hükümeti tarafından desteklenen Arap ve İslam teröristler hafif silahlar kullanarak batılı uçak ve tesisleri bombaladılar ve batılıları rehin tuttular. Araplar ve batı arasındaki bu savaş, 1990’da birleşik devletlerin, bazı Arap memleketlerini diğerinin saldırısına karşı savunmak için İran körfezine büyük bir ordu göndermesiyle zirveye ulaştı. NATO planlaması da akıbetinde, gittikçe artan bir şekilde güney tribünündeki potansiyel tehditler ve istikrarsızlığa yönelmiştir. Batı ve İslam arasında, asırlardan beri devam eden bu askeri etkileşimin zeval bulma ihtimali pek yoktur. Bu daha öldürücü olabilirdi. Körfez savaşı, Saddam Hüseyin’in İsrail’e saldırmış olması ve batıya cesaretle karşı çıkması bir kısım Arapları mağrur etti. Batının İran körfezindeki askeri varlığı, karşı konulmaz askeri üstünlüğü ve onların kendi mukadderatlarını tayin etme hususundaki yetersizliklerinden ileri gelen, gücenikliğin ve tahkir edilmişliğin beslediği bir hayli öfke de bıraktı. Petrol ihracatçısı olanlarına ilaveten, otokratik hükümet biçimlerinin zayıfladığı ve demokrasiye geçme çabalarının güçlendiği birçok Arap ülkesi, ekonomik ve sosyal seviyesini yükseltiyor. Arap siyasi sistemlerindeki bazı açılmalar şimdiden meydana çıkmaktadır. Bu açılmalardan esas faydalananlar İslamcı hareketler olmuştur. Kısacası, Arap dünyasında, Batılı demokrasi batı aleyhtarı siyasi güçleri kuvvetlendiriyor. Bu geçici bir vakıa olabilir; fakat İslam ülkeleriyle batı arasındaki ilişkileri kesinlikle müşkilata sokacaktır. ( Samuel P. Huntington,Medeniyetler Çatışması,Vadi yayınları,sayfa:32-33)

Huntington’a sormak lazım çatışmalar kültürel mi yoksa ekonomik mi? Bir sayfada dediğin bir sayfada tutmuyor Mösyö Huntington bu nasıl ilişki böyle? Huntington’ın sayfa:40’ta değindiği “batının askeri gücü rakipsizdir” kısmına değinmek bile istemiyorum tarih bunun böyle olmadığını bize gösterdi. Düzenli orduların Gerilla karşısındaki yenilgileri ne çabuk unutuldu böyle. Sayın Huntington Vietnam sana ne ifade ediyor? Amerikanın sistem değiştirdiğini ne çabuk unuttun böyle. Amerikan’ın amacı bir yeri fethetmek mi? Yoksa sosyal konrolu ele geçirmek mi? Batı’dan nasıl yek vücut olarak bahsedebilirsin Türkiye’de bilinmez ama Almanya ile İngiltere günümüzde neredeyse birbirini boğazlayacak konuma geldi. Aralarındaki çelişkinin derinleşmesi sana bir şey ifade etmiyor mu? Son olarak yapacağım şu alıntı Amerikanın neden Afganistan ve Irak operasyonunu yaptığını açıklamaya yetecek:

“"Hedef askeri fetih değil, sosyal kontroldür" diye açıklıyordu US Army War College'den William Olson…Arjantin Genel Kurmayı ile birlikte ABD ordusu ortak bir manevra düzenliyor. Basına göre Arjantin silahlı kuvvetlerinin bir kriz bölgesine hızlı aktarımı denenmiş. Burada varsayılan kriz bölgesi Pinochet'nin devrilmesinden sonra gündeme gelebilecek olan politik çatışmalara sahne olacak komşu ülke Şili'ydi, böylesi bir durumda Arjantin Pentagon'un yönlendiriciliği altında Şili'yi kontrol altına alacaktı. Yani ABD açısından "düşük şiddette" bir çatışma ama, Şili açısından oldukça yüksek şiddette... "Düşük Şiddette Çarpışmaların" hedefi, diğer süper gücün geri püskürtülmesinden çok, kendi ekonomik çıkarlarının kabul ettirilmesine yöneliktir. "Latin Amerika'da insanları, stratejik yeraltı kaynaklarını, toprakları denetlemek zorundayız" deniliyor”(Gaby Weber, Gerilla Bilanço Çıkarıyor,sayfa:20-21,belge yayınları)

Görüldüğü gibi Amerika, Afganistan ve Irak’ta kendi çıkarları için işgal planı hazırladı. Daha sonra bu ülkelerden askeri olarak geri çekildi. Daha fazla kar edebilecek iken askeri olarak tam manasıyla başarılı olamadığı için tahmin ettiğinden daha küçük karlarla sosyal kontrolü sağladı. Bu yüzden bir sosyal bilimci için öne çıkarılması gereken konu Amerikanın yenilmez askeri gücü değil nasıl sosyal kontrolü sağladığıdır. Vietnam’da askeri açıdan haşat olmasına rağmen zaman içinde sosyal kontrolü sağlamayı Amerika başarmıştır. Bu yüzden gerçeklerden uzak, oksimoron, ciddi manada şovenizm kokan, delileri peşinden sürükleme yeteneğine sahip yazısını, tarihsel karşılaştırmalar yaparak, değil medeniyetlerin gelecekteki çatışmalarını bir gün sonraki çatışmalarını bile tahmin etmekten uzak yazısını, proletarya için sosyal bilim yapan insanlar olarak tarihin çöplüğüne yolluyoruz. Engels’in Konut Sorunu’nda dediği “Bizim modern burjuvalardan daha kabasına rastlanmamıştır.” Kısmını “Bizim modern burjuva teorisyenlerden daha kötü sosyal bilimi uygulayanına rastlanmamıştır.” şeklinde çevirirsek sanırım yanlış olmaz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.