Huntington’ın yazdığı
medeniyetler çatışması tezi aslında toplumdaki bir boşluğu doldurdu. O boşluk,
insanların gerçeklikten uzak metafizik olgulara olan zaafının sosyal bilimlerde
yeterince etkili bir şekilde günümüzde bir karşılığı olmamasından
kaynaklanıyordu. Sonunda isteklerini uygulatacak bir çılgın buldular. Bu
çılgının ve tarihin çöplüğüne gidecek talihsizin ismi Huntington idi.
Huntington hizmetkarı olduğu tekellerin çıkarlarına uygun olan çalışmasında
insanoğluna(sazanoğluna) gelecekte kimin kimle çatışacağını şöyle buyuruyor:
“Medeniyet kimliği,
gelecekte gittikçe artan bir şekilde ehemmiyet kazanacak ve dünya büyük ölçüde,
belli başlı yedi veya sekiz medeniyet arasındaki etkileşime şekillenecektir.
Bunların içine, Batı, Konfüçyus, Japon, İslam,Hint,Slav-Ortadoks, Latin
Amerika ve muhtemelen Afrika medeniyetleri giriyor. Geleceğin en mühim
mücadeleleri, bu medeniyetlerin birini diğerinden ayıran kültürel fay kırıkları
boyunca meydana gelecektir.” ( Samuel
P. Huntington,Medeniyetler Çatışması,Vadi
yayınları,sayfa:26)
Gerçekten insan bu
cümleden sonra dünya ne kadar homojen olmuş diye düşünmeden edemiyor. Sanki günümüzde
ekonomik çıkarları için aynı kültüre ya da yakın kültürlere mensup devletler
birbirini satmıyor. Örnek olarak İslam medeniyeti tarihinde ve günümüzde ne
zaman yek vücut hareket etti? Bu görülmüş bir şey midir? Bu söylediğim şey
diğer bütün medeniyetler için geçerlidir. Medeniyetler hiçbir zaman ortak
hareket etmemiştir aynı kültürden gelseler bile bu böyledir. Kendi
ülkelerindeki burjuvazinin ekonomik çıkarlarının yarattığı rüzgar nereye
gidiyorsa medeniyetlerde oraya gidiyor. Bu yüzden Huntington’ın anladığı
anlamdaki medeniyet daha dünya üzerinde görülmedi. Sabret Huntigton 1 milyon
yıl sonra senin dediğin olacak!
“Farklılıklar illâ da çatışma demek değildir ve mücadelede
kesin olarak şiddet kullanılacağı anlamına gelmez. Gerçi yüzyıllar boyunca en
uzun ve şiddetli çatışmaları, medeniyetler arasındaki farklılıklar
oluşturmuştur.” ( Samuel P. Huntington,Medeniyetler Çatışması,Vadi yayınları,sayfa:26)
Huntington bir anda 180
derece dönüşle kendini tam ters istikamette bulup sonra yanlış yere gittiğini
düşünüp bir 180 derece daha dönüp kendini aynı yerde buluyor. Kendi
zigzaglarını bir tarafa bırakırsak. Huntington Osmanlının aynı ya da benzer medeniyetten gelen Safevilerle(Huntington
bu farkı anlamayacak kadar cahil olduğu için ikisini de aynı kefeye koyuyor ona
göre ikisi de İslam.Şii ve Sünni diye bir ayrım gözetmiyor medeniyetler
çatışmasında) neden savaştığını bu yukarıdaki sözle nasıl açıklayabilir? Ya da
Haçlı seferlerinde bir takım müslüman grupların haçlılara yardım etmesini ve
onları desteklemesini, en şiddetli çatışmaların medeniyetler arasındaki farklardan
dolayı ortaya çıktığı tezi ile nasıl iddia edebilir? Gelelim başka bir garipliğe:
“Eski Sovyetler Birliği'ndeki komünistler demokrat,
zenginler fakir ve fakirler zengin olabildi; fakat Ruslar Estonyalı veya
Azeriler Ermeni olamadılar. Sınıf ve ideoloji mücadelelerindeki anahtar soru,
"Sen hangi taraftasın?" biçimindeydi ve insanlar taraflar arasında
tercihte bulunabilir, bulunur ve taraf değiştirebilirdi. Medeniyetler
arasındaki çatışmalarda ise bu soru, "Sen nesin?" şeklindedir. Bu ise
bir veridir ve değiştirilemez. Bosna'dan Kafkasya ve Sudan'a kadar bildiğimiz
gibi, söz konusu soruya verilecek yanlış bir cevap kafaya yenecek bir kurşun
anlamına gelebiliyor. Hatta, etnisiteden daha fazla olarak din, insanlar
arasında keskin ve dışlayıcı şekilde bir ayırım yapıyor. Bir insan yarı Fransız
ve yarı Arap ve aynı anda iki ülkenin bile vatandaşı olabilir. Bundan daha zor
olan şey, yarı Katolik ve yarı Müslüman olmaktır.” . ( Samuel P.
Huntington,Medeniyetler Çatışması,Vadi
yayınları,sayfa:28)
“İran, Pakistan, Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan,
Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan ve Afganistan gibi Arap
olmayan 10 Müslüman ülkeyi bir araya getiren Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın
temelini de kültür ve din oluşturuyor. Esas olarak 1960'larda Türkiye, Pakistan
ve İran tarafından kurulan bu teşkilatın diriltilmesi ve genişletilmesindeki
nedenlerden biri, bu ülkelerdeki muhtelif liderlerin, Avrupa Topluluğu'na kabul
edilme şanslarının olmadığını kavramalarıdır.” ( Samuel P. Huntington,Medeniyetler Çatışması,Vadi yayınları,sayfa:30)
Huntington 1. Alıntıda “Sen
nesin?” sorusunun önemli olduğunu “Sen hangi taraftasın?” sorusunun önemini
yitirdiğini ispatlamak için elinden geleni yapıyor. İki aktörü ele alalım,ve
yargıç Huntington sorsun “Ey Türkiye sen nesin?”diye sorduğunda Türkiye’nin
cevabı basittir “Ben Müslümanım”. Yargıç Huntington İran’a dönsün ve sorsun “Ey İran sen nesin?”
İran cevaplasın “Ben Müslümanım”. Huntigton bu sefer dünyanın sırrını
çözdüğünden emin bir şekilde ikisine birden soruyor “Siz aynı yerde
duruyorsunuz o zaman dimi?”desin İran kızsın “Ben o kafirle aynı yerde
durur muyum hiç. Ben Suriye'de Esat’ı destekliyorum ve arkama Rusya’yı alıyorum”
Türkiye İran bir kızdığı için bin kızsın ve şöyle desin “Olmaz one minute Sayın
Huntington! Benim ülkem dünyada islamiyetin doğru uygulandığı tek ülke o yüzden
biz Suriye’de ÖSO’yu destekliyoruz ve kafir Esat’ın gitmesi için cihat ortağı
olarak arkamıza A.B.D’yi alıyoruz”.Görüldüğü gibi içine ironik olaylar
gizlediğimiz yazıdan bile hala dünyada “sen hangi taraftasın?” sorusu “sen
kimsin?” demekten daha önemli bu yüzden 2. Alıntının konjonktürel bir şey olduğu
sonucu çıkıyor. Unutmayalım, Sermayenin, çıkarı gereği yatmayacağı adam yoktur.
Sermayeyi kim daha çok kar kazandıracağına ikna ederse sermaye o yöne savrulur ,ne
olduğu, kim olduğu onun için önemli değildir. Sermaye doğası gereği şöyle der “ışığı
kapayınca hepsi aynı.” Maalesef görüldüğü gibi sermaye, Huntington kadar ahlakçı
kesilemedi! İşte Huntington’a göre bütün sorun bu! Gelelim Huntington’ın
oksimoron yanına bütün yazısında çatışmaların medeniyetler arasında çıkacağı
konusunda yakındı durdu. Bakalım bu alıntısında çatışmaların çıkma sebebini
kültür olarak mı açıklayacak yoksa ekonomik olarak mı? Uzun yapacağımız
alıntıdan ötürü okuyucudan özür dileriz.
“ Batı, enerji
kaynağından ötürü İran(Basra) körfezi ülkelerine karşı şiddetli biçimde bağımlı
hale geldi; petrol zengini Müslüman ülkeler, para zengini ve istedikleri anda
da silah zengini oldular. Batı tarafından vücuda getirilen İsrail ile Araplar
arasında çeşitli savaşlar meydana geldi. Fransa, 1950’li yılların büyük
kısmında Cezayir’de kanlı ve insafsız bir savaş yürüttü; İngiliz ve Fransız
kuvvetleri 1956’da Mısır’a saldırdı; Amerikan güçleri, 1958’de Lübnan’a girdi;
Amerikan güçleri, bilahare tekrar Lübnan’a yöneldi, Libya’ya saldırdı ve İran’la
çeşitli askeri çatışmalara girişti; asgari üç orta-doğu hükümeti tarafından
desteklenen Arap ve İslam teröristler hafif silahlar kullanarak batılı uçak ve
tesisleri bombaladılar ve batılıları rehin tuttular. Araplar ve batı arasındaki
bu savaş, 1990’da birleşik devletlerin, bazı Arap memleketlerini diğerinin
saldırısına karşı savunmak için İran körfezine büyük bir ordu göndermesiyle
zirveye ulaştı. NATO planlaması da akıbetinde, gittikçe artan bir şekilde güney
tribünündeki potansiyel tehditler ve istikrarsızlığa yönelmiştir. Batı ve İslam
arasında, asırlardan beri devam eden bu askeri etkileşimin zeval bulma ihtimali
pek yoktur. Bu daha öldürücü olabilirdi. Körfez savaşı, Saddam Hüseyin’in
İsrail’e saldırmış olması ve batıya cesaretle karşı çıkması bir kısım Arapları
mağrur etti. Batının İran körfezindeki askeri varlığı, karşı konulmaz askeri
üstünlüğü ve onların kendi mukadderatlarını tayin etme hususundaki
yetersizliklerinden ileri gelen, gücenikliğin ve tahkir edilmişliğin beslediği
bir hayli öfke de bıraktı. Petrol ihracatçısı olanlarına ilaveten, otokratik
hükümet biçimlerinin zayıfladığı ve demokrasiye geçme çabalarının güçlendiği
birçok Arap ülkesi, ekonomik ve sosyal seviyesini yükseltiyor. Arap siyasi
sistemlerindeki bazı açılmalar şimdiden meydana çıkmaktadır. Bu açılmalardan
esas faydalananlar İslamcı hareketler olmuştur. Kısacası, Arap dünyasında,
Batılı demokrasi batı aleyhtarı siyasi güçleri kuvvetlendiriyor. Bu geçici bir
vakıa olabilir; fakat İslam ülkeleriyle batı arasındaki ilişkileri kesinlikle
müşkilata sokacaktır. ( Samuel P. Huntington,Medeniyetler Çatışması,Vadi yayınları,sayfa:32-33)
Huntington’a sormak
lazım çatışmalar kültürel mi yoksa ekonomik mi? Bir sayfada dediğin bir sayfada
tutmuyor Mösyö Huntington bu nasıl ilişki böyle? Huntington’ın sayfa:40’ta
değindiği “batının askeri gücü rakipsizdir” kısmına değinmek bile istemiyorum
tarih bunun böyle olmadığını bize gösterdi. Düzenli orduların Gerilla
karşısındaki yenilgileri ne çabuk unutuldu böyle. Sayın Huntington Vietnam sana
ne ifade ediyor? Amerikanın sistem değiştirdiğini ne çabuk unuttun böyle.
Amerikan’ın amacı bir yeri fethetmek mi? Yoksa sosyal konrolu ele geçirmek mi?
Batı’dan nasıl yek vücut olarak bahsedebilirsin Türkiye’de bilinmez ama Almanya
ile İngiltere günümüzde neredeyse birbirini boğazlayacak konuma geldi. Aralarındaki
çelişkinin derinleşmesi sana bir şey ifade etmiyor mu? Son olarak yapacağım şu
alıntı Amerikanın neden Afganistan ve Irak operasyonunu yaptığını açıklamaya
yetecek:
“"Hedef askeri
fetih değil, sosyal kontroldür" diye açıklıyordu US Army War College'den
William Olson…Arjantin Genel Kurmayı ile birlikte ABD ordusu ortak bir manevra
düzenliyor. Basına göre Arjantin silahlı kuvvetlerinin bir kriz bölgesine hızlı
aktarımı denenmiş. Burada varsayılan kriz bölgesi Pinochet'nin devrilmesinden
sonra gündeme gelebilecek olan politik çatışmalara sahne olacak komşu ülke Şili'ydi,
böylesi bir durumda Arjantin Pentagon'un yönlendiriciliği altında Şili'yi
kontrol altına alacaktı. Yani ABD açısından "düşük şiddette" bir çatışma
ama, Şili açısından oldukça yüksek şiddette... "Düşük Şiddette Çarpışmaların"
hedefi, diğer süper gücün geri püskürtülmesinden çok, kendi ekonomik çıkarlarının
kabul ettirilmesine yöneliktir. "Latin Amerika'da insanları, stratejik
yeraltı kaynaklarını, toprakları denetlemek zorundayız" deniliyor”(Gaby
Weber, Gerilla Bilanço Çıkarıyor,sayfa:20-21,belge yayınları)
Görüldüğü gibi Amerika, Afganistan ve Irak’ta kendi çıkarları için işgal planı hazırladı. Daha sonra bu
ülkelerden askeri olarak geri çekildi. Daha fazla kar edebilecek iken askeri
olarak tam manasıyla başarılı olamadığı için tahmin ettiğinden daha küçük
karlarla sosyal kontrolü sağladı. Bu yüzden bir sosyal bilimci için öne
çıkarılması gereken konu Amerikanın yenilmez askeri gücü değil nasıl sosyal
kontrolü sağladığıdır. Vietnam’da askeri açıdan haşat olmasına rağmen zaman
içinde sosyal kontrolü sağlamayı Amerika başarmıştır. Bu yüzden gerçeklerden
uzak, oksimoron, ciddi manada şovenizm kokan, delileri peşinden sürükleme
yeteneğine sahip yazısını, tarihsel karşılaştırmalar yaparak, değil
medeniyetlerin gelecekteki çatışmalarını bir gün sonraki çatışmalarını bile
tahmin etmekten uzak yazısını, proletarya için sosyal bilim yapan insanlar
olarak tarihin çöplüğüne yolluyoruz. Engels’in Konut Sorunu’nda dediği “Bizim
modern burjuvalardan daha kabasına rastlanmamıştır.” Kısmını “Bizim modern
burjuva teorisyenlerden daha kötü sosyal bilimi uygulayanına rastlanmamıştır.” şeklinde
çevirirsek sanırım yanlış olmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.