16 Nisan 2013 Salı

Marx’ın Yanlış Anlaşılan Metni: Hindistan’da İngiliz Egemenliği




Bugünkü marxistleri, marxist olarak tanımlamak herhalde büyük çoğunluğu için doğru olmayacaktır. Bu çok iddialı bir laf gibi görünebilir ama kendisini öncü diye tanımlamış ve  bugünkü üretim biçimini değiştirme iddiasında olan bir sınıfın üyeleri, kendi geçmişlerine bilerek ya da bilmeyerek hakaret ederek asla toplumsal değişimlerde öncü rol oynayamaz. Bu kafa yapısında olan kişiler proleter bile olsa o kişide küçük-burjuva ideolojisinin hegemonyası vardır.

Daha da açarsak Fransız burjuvazisi I.Napolyon’u kendileri açısından çok ciddi hatalar yapmasına rağmen minnetle anarken marxist geçinen bazı insanlar ise ( bu grup hiçte az değil hatta Anadolu’da çok yaygındır) Marx’a haksız eleştirilerle bulunarak, Marx’ın Hindistan’da İngiliz kolonyalizmini desteklediğini söyleyecek kadar ileri gidebiliyorlar. Bu insanlar olayı öyle bir anlatıyorlar ki “Marx diyor ki, iyi ki İngiltere Hindistan’ı işgal etti.” Diye Marx’ın demediği bir şeyi Marx’a yıkmaya çalışıyorlar. Hatta sonucu öyle bağlıyorlar ki “Marx zaten anti- kolonyalist değil” diyerek Marx’ın sömürgeciliğe karşı olmadığını iddia edip Marx’tan liberal bir kişi inşa etmeye kalkıyorlar.

Marx, İngilizlerin diğer sömürgecilerden farkını şöyle açıklamaktadır:


Hindistan'ın bir altın çağı olduğuna inananların görüşlerini paylaşmıyorum, ama bu görüşümün doğrulanması için de, Sir Charles Wood gibi Khuli Han'ın otoritesine başvurmuyorum. Ama, örneğin, Aurung-Zebe zamanını alınız; ya da Kuzeyde Moğolların,    ve  Güneyde de Portekizlilerin ortaya çıktığı evreyi; ya da müslüman istilası ve Güney Hindistan'daki Heptarşi çağını; ya da, isterseniz, daha da gerilere, antikiteye gidiniz; Hindistan sefaletinin başlangıcını, dünyanın hıristiyan yaradılışından bile çok daha gerilerdeki bir evreye dayanan brahmanın kendi mitolojik kronolojisini alınız. Ne var ki,  İngilizlerin  Hindistan'a getirdikleri sefaletin esas olarak farklı ve tüm Hindistan'ın daha önceleri çekmiş olduğundan sonsuz ölçüde daha yoğun türden olduğundan kuşkuya yer yoktur.” (Marx-Engels,Seçme Yapıtlar Cilt:1, Hindistan’da İngiliz Egemenliği)


Görüldüğü gibi İngilizler Hindistan’a diğer sömürgeci güçlere göre daha fazla sefalet getirmiştir. Hindistan hiçbir zaman sömürge olmaktan kurtulamamış ve ayaklarının üzerinde durmayı hiçbir zaman başaramamış bir yerdir. Marx Hindistan’ın bu özelliğinden dolayı Hindistan’ın bir tarihi olmadığını belirtmekte ve Hindistan’ın ezilen sınıflarının kurtuluşu için İngilizler’in bilinçsiz bir şekilde tarihin aleti olduğunu söylemektedir. Yani Marx’ın amacı sömürgeciliği övmek değil sömürü sisteminin doğasında olan bozukluk nedeniyle ezilen sınıflara kurtuluş olanağı sağlamaktadır. Anlaşılacağı gibi bu da “iyi ki İngilizler işgal etti” demek değil güncel koşullara göre ezilen sınıfların kurtuluşu için durum tespiti yapıp ona göre politika belirlemektir.Kurtuluşun olanağını sağlayacak maddi temel hepimizin bildiği üzere proletarya’nın yaratılmasıdır. İngilizler daha fazla sömürüp Hindistan’da proletarya yaratırken bir nevi kendi ocaklarına incir ağacı dikmektedirler. Yani Marx sömürgeciliğin faydalarını değil Hindistan’daki ezilen halkların kurtuluşu için gerekli anahtarı aramaktadır.


“Hindistan toplumunun bir tarihi, hiç değilse bilinen bir tarihi yoktur. Onun tarihi dediğimiz şey, imparatorluklarını bu direnmeyen ve değişmeyen toplumun edilgin temeli üzerine kurmuş bulunan ve peşpeşe gelen davetsiz yabancıların tarihinden başka bir şey değildir.Demek ki, sorun, İngilizlerin Hindistan'ı fethetmeye hakları olup olmadığı değil, Türkler, Persler, Ruslar tarafından fethedilmiş Hindistan'ı, İngilizler tarafından fethedilmiş Hindistan'a yeğleyip yeğlemeyeceğimizdir. İngiltere'nin Hindistan'da yerine getirmesi gereken ikili bir görevi vardır: biri yıkıcı, öteki yenileyici — eski asyatik toplumun ortadan kaldırılması, ve Asya'da Batı toplumunun maddi temellerinin atılması.” (Marx-Engels,Seçme Yapıtlar Cilt:1, Hindistan'da  İngiliz Egemenliğinin  Gelecekteki Sonuçları)


İngiliz burjuvazisinin yapmaya zorlanacağı her şey, yalnızca üretici güçlerin gelişimine bağlı olmakla kalmayıp, bunların halk tarafından mülk edinilmesine de bağlı olan toplumsal koşulları ne değiştirecek, ne de bu koşulları maddi olarak onaracaktır. Ama yapmamazlık edemeyecekleri şey, her ikisinin de öncüllerini ortaya koymak olacaktır. Zaten burjuvazi bundan fazlasını yapmış mıdır ki? Burjuvazinin herhangi bir ilerlemeyi, bireyleri ve halkları kan ve çirkef içinde, sefalet ve aşağılanma içinde süründürmeden sonuçlandırdığı görülmüş müdür? Hindistanlılar, bizzat Büyük Britanya'da halen egemen olan sınıfların yerine sanayi proletaryası geçene dek, ya da Hintlilerin kendileri İngiliz boyunduruğunu tümüyle kıracak denli güçlenene dek, kendi aralarına İngiliz burjuvazisi tarafından saçılmış yeni toplum öğelerinin meyvelerini toplayamayacaklardır.” (Marx-Engels,Seçme Yapıtlar Cilt:1, Hindistan'da  İngiliz Egemenliğinin  Gelecekteki Sonuçları)


Marx buraya kadar Hindistan’ın ezilen sınıflarının kurtuluşu için altyapının İngilizler tarafından bilinçsiz bir şekilde atıldığını söylemektedir. Peki Hindistan’ın ezilen halklarının kurtuluşu nasıl olacak? Marx bunu şöyle açıklamaktadır: “toplumsal devrim sayesinde”


“Tarihin burjuva dönemi, yeni dünyanın maddi temelini yaratmak zorundadır — bir yanda, insanoğlunun karşılıklı bağımlılığı üzerine kurulmuş bulunan evrensel karşılıklı ilişkiyi ve bu ilişkinin araçlarını; öte yanda, insanın üretici güçlerinin geliştirilmesini ve maddi üretimin doğal araçların bilimsel bir biçimde yönetilmesine dönüştürülmesini. Jeolojik devrimler yeryüzünü nasıl yarattılarsa, burjuva sanayi ve ticareti de bir yeni dünyanın maddi koşullarını öyle yaratırlar. Büyük bir toplumsal devrim, burjuva çağının sonuçlarına, dünya pazarına ve modern üretici güçlere egemen duruma gelince ve bunları en ileri halkların ortak denetimine bağımlı kılıncadır ki, insanoğlunun ilerleyişi, hayat suyunu yalnızca boğazlanmış insanların kafatasından içen o korkunç putatapıcınınkine benzemekten çıkacaktır.” (Marx-Engels,Seçme Yapıtlar Cilt:1, Hindistan'da  İngiliz Egemenliğinin  Gelecekteki Sonuçları)


Görüldüğü gibi Marx’ın Hindistan üzerine yazıları sömürgeciliğe dizilmiş övgüler değil ezilen halkları kurtuluş yoluna götürecek bir pusuladır. Marx hiçbir zaman sömürgecilikten yana tavır takınmamıştır. Marx’ın buradaki yazısındaki amaç Hindistan’ın sömürgeciliğine artık bir son vermenin yollarını aramaktan başka bir şey değildir. Hindistan’ın ezilen halklarının kurtuluşunu kapitalist üretim biçimi ortadan kaldırmakla mümkün olacağını belirtmektedir. Marx’ın şu sözlerini işitmeyenlere bir daha hatırlatalım:

“ Öteki halkları ezen bir halk kendi zincirlerini kendisi imal eder.” (Karl Marx, Kugelmann’a Mektuplar, 28 Mart 1870, sayfa:136, Köz Yayınları)

Bu alıntı ile Marx’ın sömürgeciliğe karşı tutum takındığını görebiliyoruz. Sorun Marx’ın Hindistan’ı yanlış analiz etme sorunu değildir.(zaten yanlış analiz etmedi) Sorun, şayet Marx, Hindistan’ı yanlış analiz etmiş olsa idi biz onu yerden yere mi vurmalı mıydık? Yoksa hatasıyla sevabıyla biz Marx’ı sahiplenmeli miydik? Nasıl ki burjuvazi kendine hizmet eden insanları hatasıyla ve sevabıyla sahipleniyorsa bizde kendi değerlerimizi öyle sahiplenmeliyiz. Hatası olsa bile yeri geldiğinde hatası yoktur diye savunabilmeliyiz. Düşmanlarımıza karşı hatası olduğuna inanıyorsak bile “iyi ki öyle demiş” “iyi ki öyle yapmış” “iyi ki öldürmüş” demeliyiz. Çünkü Marxismin değerlerine yapılan saldırı proletaryanın çıkarlarına karşı girişilmiş bir saldırıdır. Proletaryanın çıkarları gereği, proletaryaya hizmet etmiş insanları hatasıyla ve sevabıyla sorgusuz sualsiz kesintisiz savunmalıyız. Bu insan çok ciddi hata yapsa bile bu çizgimizden ödün vermemeliyiz. Sonuç olarak günümüz marxistleri, Marx’ın bu konuda hiçbir hatası yokken onu suçlu gösterip onu “İngiliz kolonyalizmini” desteklemekle itham ederek affedilemez bir hata yapmaya devam ediyorlar ve burjuvazinin yapamadığını kendileri yapıyorlar: “Proletaryanın mücadelesini ve kahramanlarını itibarsızlaştırma.”

2 Nisan 2013 Salı

Marksizm Hiçbir Zaman Aydınlanmanın Güdümünde Olmadı


Marksizm Hiçbir Zaman Aydınlanmanın Güdümünde Olmadı
Aydınlanma çağının Marksizme etkileri üzerine, günümüzün marksizm içine sızmış burjuva düşünürleri Marksizmin, aydınlanma özelliği taşıyan bir ideolojik akım olduğu konusunda kitleleri uyutmaktadırlar. Bu düşünür dediğimiz ideolojik zehir tacirlerinin iddia ettiklerine göre:

“Marksizm, aydınlanma çağında ortaya çıkmaya başlayan sekülerliği,deney ve gözlem metodunu benimsemiş ve metafiziği reddetmesiyle birlikte daha sonra ortaya çıkan pozitivizmin kuyruğuna yapışmıştır.”

Bu kişilere sormak lazım Kant,Hume,Hegel,Leibniz,Descartes’ta metafizik öğeler yok mu? Ya da Comte,Locke,Darwin’in deneycilikleri bizim deney anlayaşımızla bizim hedeflerimizle bir mi? Bu iki kesimlede Marksizmin ilişkisi içerik açısından değil yöntemsel biçimdedir. Bazı filozoflarla ise hiçbir birliği bulunmamaktadır. Örnek olarak Marx, Hegel’den diyalektik yöntem alınmıştır ama içerik olarak Hegel’i metafizik olmakla suçlamıştır. Marksizmin etkilendikleri filozoflar ise şöyledir:

“Materyalist tarih görüşü ve proletarya ile burjuvazi arasındaki modern sınıf savaşımına özel uygulayımı ancak diyalektikle olanaklıydı. Ve Alman burjuvazisinin okul öğretmenleri, büyük Alman filozoflarının anısını ve onların verdiği diyalektiği boş bir seçmeciliğin ( Eklektizismus ) bataklığında boğdularsa, biz de gerçeklikle diyalektiğin korunması için modern doğabilime tanık olarak başvurmaya o derece zorlandık – biz Alman sosyalistleri yalnız Saint-Simon'dan, Fourier'den ve Owen'dan değil, ama Kanttan, Fichte'den ve Hegel'den de kaynaklandığımız için övünçlüyüz.”( Engels,Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, Almanca 1882 Birinci Baskıya Önsöz)

“Herkes bilir ki, Hegel diyalektik yöntemin babasıydı. Marx, bu yöntemi arındırdı ve geliştirdi. Anarşistler bunun farkındalar kuşkusuz. Hegel'in bir tutucu olduğunu biliyorlar, ve böylece, bundan yararlanarak, "restorasyonun" savunucusu diye Hegel'e şiddetli küfürler yağdırıyorlar, büyük bir gayretle, "Hegel'in restorasyonun filozofu olduğunu ... mutlak biçimiyle bürokratik anayasacılığı övdüğünü, onun tarih felsefesindeki genel düşüncenin restorasyon döneminin felsefi eğilimine bağlı olduğunu ve ona hizmet ettiğini" ve vesaire vesaire, "kanıtlamaya" çalışıyorlar… Biz iddia ediyoruz ki, bu yolla kendi cehaletlerinden başka hiç bir şeyi kanıtlayamazlar. Pascal ve Leibnitz devrimci değillerdi, ama keşfettikleri matematiksel yöntem, bugün bilimsel bir yöntem olarak kabul edilmektedir. Mayer ve Helmholtz devrimci değillerdi, ama fizik alanındaki buluşları bilimin temeli  olmuştur. Lamarck ve Darwin de devrimci değillerdi, ama onların evrimci yöntemi biyoloji bilimini ayakları üstüne oturtmuştur... O halde, tutuculuğuna rağmen, Hegel'in diyalektik yöntem denen bilimsel bir yöntem bulmayı başardığı neden kabul edilmesin?”(Stalin,Anarşizm mi Sosyalizm mi?, sayfa:17-18)

Açıktır ki, Cuvier'in afetleriyle, Marx'ın diyalektik yöntemi arasında ortak hiç bir şey yoktur. Öte yandan, darvinizm, yalnızca Cuvier'in afetlerini reddetmekle kalmaz, gelişmenin, devrimi de içeren, diyalektik yönden kavranmasını da reddeder; oysa, diyalektik yönteme göre, evrim ve devrim, nicel ve nitel değişmeler, aynı hareketin zorunlu iki biçimidir. Açıktır ki, "Marksizmin ... darvinizmi eleştirisiz kabul ettiğini" iddia etmek de yanlıştır.” (Stalin,Anarşizm mi Sosyalizm mi?, sayfa:24)

Görüldüğü gibi Marksizm aydınlanmadaki bilim adamlarının görüşlerini kabul etmiyor. Onlarla aynı sonuçlara varmıyor, onların yöntemlerini kullanarak onların tam tersi sonuçlara varıyor. Örnek olarak Hegel’in diyalektiğinden metafizik çıkarken Marx’ın diyalektiğinden materyalizm çıkıyor. Ya da Locke’un ve Comte’un deneyciliğinin çıktığı kapı liberalizm iken Marx’ın deneyciliğinin çıktığı kapı sosyalizmdir. Bir Marksist’in deneyi kullanma biçimi ise şöyledir:

“Carstanjen demek istiyor ki, Avenarius, Salt Deneyin Eleştirisi’nde, deneyi, yani her türlü “insansal anlatımları” bir inceleme konusu olarak alır. Avenarius, burada, diyor Carstanjen, bu anlatımların gerçek olup olmadıklarını ya da hayaletlerle ilişkili olup olmadıklarını kendine sormaz; sadece mümkün görünen hem idealist hem de materyalist bütün insansal anlatımları sorunun özüne inmeden düzenler, sistemleştirir ve alışılmış biçimde sınıflandırır…Böylece, hiç kuşku yok ki, felsefenin materyalist ve idealist eğilimleri olduğu kadar, Hume’ün ve Kant’ın eğilimleri de, “deney” terimi altında gizlenebilir, ama ne inceleme konusu olarak deneyin tanımı, ne de bir bilgi aracı olarak onun tanımı bu açıdan sorunu çözümlemez.” (Lenin,Materyalizm ve Ampriokritisizm,sayfa:162-63,Sol Yayınları)

Görüldüğü gibi deney idealist amaçlar için kullanılabilecek bir nesnedir Hume ve  Kant böyle kullanmıştır. Bir Marksist ise bunun tam tersi amaçlarla deneyi kullanır. Marksizme aydınlanmacı diyenlerin hepsi Marksizmin yöntemsel olarak kullandığı araçlar yüzünden Marksizmin aydınlanmadan etkilendiği söylemektedirler. Bu kişilere sormak lazım Taliban’da silah kullanıyor Maocu gerillalarda silah kullanıyor bu kafaya göre Maocu gerillalar silah kullandığı için Taliban’dan etkilendi demek gerekir(yöntemsel olarak ikisi de silah kullanıyor). Bu kafa ne kadar sağlıklı sonuç verir ise Marksizminin Aydınlanmanın alt kategorisi olduğunu söyleyen kafa aynı derecede sağlıklı sonuç verir yani Marksizmin aydınlanmanın bir kolu olması diye bir şey yoktur. Aydınlanma geleneği ile Marksizm birbirinden tam zıt sonuçlar ve tam zıt sınıflara hizmet eder. Bu yüzden bu eleştiriler saçmalıktır. Marx’ın Comte ve pozitivizm üzerine görüşleri şöyledir:

“Bu arada bir yandan Comte’u okuyorum, çünkü burada İngilizlerle Fransızlar bu herif hakkında epey şamata yapıyorlar. Onları büyüleyen şey ansiklopedik biçim, sentezler. Ama Hegel’le karşılaştırırsan zavallıca( Hem de Comte mesleği bakımından matematikçi ve fizikçi olarak Hegel’den üstün, yani ayrıntılarda üstün, ama insan bütününü düşündüğü zaman Hegel sonsuz derecede büyük). Ve bu süprüntü pozitivizm 1832’de ortaya çıktı!”( Marx’tan Manchester’daki Engels’e, 7 Temmuz 1866,Seçme yazılar cilt:1,sayfa:211)

Görüldüğü gibi Marksizmin pozitivizmle hiçbir alakası yoktur. Marx kendi ağzından pozitivizmi kuru bulur. Bunun yanında Hegel’i kuru bulmamakla beraber yalnız yöntemsel bir birliği mevcuttur. Yani Marksizm aydınlanma ile aynı yolun yolcusu değildir. Aydınlanma ticaret gemisi iken(olumsuzdur) Marksizm onu batırmak isteyen bir korsan gemisidir. (olumludur) İkisi de gemi diye ikisini aynı kefeye koymak ancak analiz yeteneği kötü bir insanın yapacağı birşeydir. Gelelim günümüz Marksistleri neden Marksizmle aydınlanmayı aynı çuvala koyuyorlar. Bu grupları iki kısıma ayırmalıyız:

1-Marksizmin aydınlanmanın alt aşaması olduğunu iddia eden sağ sapmanın Marksizm eleştirisi

Bu grubun amacı, Marksizmdeki devrimci dinamiği yok etmek için aslında Marksizmin önceki felsefi akımlardan ciddi bir farkı olmadığını, aydınlanma çağının etkisinden çıkmış bir ideolojik akım olduğunu, ideolojik yapısının o zamanın konjonktüründen etkilendiğini ve günümüzde “yeni çıkan araştırmalar” ile artık geçerliliğinin kalmadığını  ve revize edilmesi gerektiğini iddia eder. Buradaki amaç Marksizmi tasfiye etmek ve proleterlerin devrimci ideolojisi unutturmak için yapılan bir girişimdir. Yeni dünya konjonktüründe burjuvazinin pozitivizme ve aydınlanmaya karşı açtığı savaşta Marksizmi bu unsurlara dahil etmekte, Marksizmin bu unsurların zıddı olduğunu unutturmaya çalışmakta ve yeni dünya düzenindeki karşı-aydınlanmacı gruba Yeni-Marksizmi dahil edip burjuva ideolojisine entegre etme girişimi sağ grubun amacıdır.

Bu aydınlama düşmanı gruplar, eleştirilerine Marksizmi dahil edip onu din ile uzlaştırmaya çalışmakta, sınıfsal özelliğinden ayırmak istemekte, kimlik siyasetine dahil etmeye çalışmakta, temel Marksist görüş olan altyapının üstyapıya etkisini reddetmekte bazen üstyapı da altyapıya etki eder demekte, daha da ileri giderek sınıf tartışması yapmakta işçi sınıfının aynı düşünen bir topluluk olmadığını belirtmekte, işçi sınıfı diye bir oluşumun kurmaca olduğunu söylemekte ve insanlar bir grup oluşturmuşlarsa onlar bir sınıftır diye eklemektedirler. Devrimi reddedip bunun evrimsel olarak grupların uzlaşmasına yol açacak bir dönemin mümkün olduğu dahi ileri sürebilmektedirler

Sonuç olarak bu oluşum Marksizmi geliştireceğim diye yola çıkarken Marksizmden geriye hiçbir şey bırakmamaktadır. Bu gibi grupların üstyapı da altyapı etkiler demelerine kanmamak lazım eğer bir üstyapı hala var ise onu altyapı belirliyordur çünkü her egemen sınıfın belirlediği bir üstyapı vardır. Bunu değiştirmeye kalkanlar nihai olarak Marksizmi tahrif etmeye,  işçi sınıfının varlığını yok etmeye, hatta sınıfların olmadığını iddiaya kadar sürükleyecek ideolojik ihanet içinde olacaklardır. Sağ sapma, Marksizmle aydınlanmayı bir tutup buradan burjuvazi ile ittifak kurmayı amaçlayan siyasal pozisyon alma durumudur.

2-Marksizmin aydınlanmanın alt aşaması olduğunu iddia eden sol sapmanın Marksizm eleştirisi

Bu görüş ise Marksizmin aydınlanmanın alt aşaması olduğunu şöyle temellendirmektedir:       

“ Dünyada sosyalist blokun yıkılmasından sonra din karşıtı bir sosyalizmin mantığının başarılı olmayacağı ortaya çıktı. Biz yeni dönem Marksizmini dinleri dışlayarak değil dinsel grupların içinde olan devrimciliği çıkararak yapabiliriz. Tarihte dini sosyalist hareketler olmuştur. Bu yüzden halkı örgütlerken illa onların dini kimliklerini değiştirmek gibi bir iddiamız olmamalı halkı din düşmanı olarak karşımıza almamalıyız.”

Bu kesim tamamen pragmatik çıkarlar uğruna Marksizmi heba etmektedirler. Sol sapma, halkın kurtuluşu için gerekli olanı yapma konusunda doğru bir yöntem uygulayamamaktadır. Halk algısı ise şöyledir: “ nasıl düşünüyorsa düşünsün yeter ki emperyalizme karşı savaşsın.” Fakat halkın kurtuluşu için neye gerekli olduğu konusunda ona yol göstermezse halk tam anlamıyla nasıl kurtulabilir? Bu mantıkla sosyalizm zafer ile çıkabilir mi? Asla zafer kazanamaz bu mantık ile. Bu kafa yapısı tamamen Marksist bilincin zayıflamasına, proleter ideolojinin iflasına, burjuvazinin uzun vadeli zaferine neden olacak bir hatayı içinde barındırıyor. Aynı zamanda sağ sapmada ki kimlik siyasetini,üstyapının altyapıyı etkilemesi olgusunu,sınıf tartışmasını gündemine alıp Marksizmi çarptırıyor. Marx’ın uyarısına kulak verelim:

“Komünizmin mevcut dünya düzenine büsbütün karşıtlığına dair bilinci daha da zayıflatabilecek ve bulandırabilecek bütün boş söylemlere karşı durmak gerekiyor.”(Marx-Engels,Alman ideolojisi,sayfa:407,evrensel basım yayın)

Sonuç olarak Marksizmi aydınlanma ile yakınlaştırma çabaları ve bunun üzerinden verilen eleştiriler Emperyalizme yaramaktadır. Her kim Marksizm aydınlanmanın bir akımıdır diyorsa. Proletaryaya ve müttefiklerine ihanet ediyor ve burjuvaziye hizmet ediyordur.