Metin Kayaoğlu’nun Teori ve Politika’nın 60. Sayısında
çıkan “Marksizmin Furkanı İslamın Ayıracı” isimli yazısında Marksizmi dinle
yakınlaştırmaya çalışmakta ve kendince dini Marksizmin tekeline sokmaya
çalışmaktadır. Bunu kanıtlamak için Marksizmin daha önce Aydınlanmacı ve
ulusalcı akımların etkisinde olduğunu dile getirerek yapmakta ve bunun yerine
çözüm olarak yerine dinin konulmasını önermektedir ve kendince ciddi bir
Aydınlanma eleştirisi vermektedir.
“Türkiye’de Marksistler, yeterince laik, ateist,
ulusalcı, kozmopolit ve ideolojik modernist olmuşlardır. Bu sıfatlarla
Marksizim ne kadar mümkünse, “dinsel, teist, yerel” Marksizm de en azından o
kadar mümkündür.” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:7)
Sorunda zaten
bu bir insan laik ve ulusalcı olup Marksist olamaz. Ateizmi bir burjuvanın ateizmine
benzemez onun ateizmi “Marksist ateizmdir” o yüzden tek bir ateist tanımı
yapmak Marksist düşünceye uygun değildir ve bu aydınlanmadan izler taşımaktadır.
Modernist olgusunda ise Marksistler modernizmi güncel koşullar içinde en
gelişmiş üretim biçimi olarak algılarlar ve Marksistler için modern olmanın tek
bir koşulu vardır o da sosyalist sistemde yaşamak ve sosyalist yaşam tarzını
benimseyip ona uygun davranmaktır. Bu kendini daha sonra daha üst sistem olan
Komünizme götürecektir o zamana kadar modern algısı sosyalist tarz bir algıdır.
Yani yazarın anladığı tarz bir modernizim Marksizme uygun değildir. Bu yüzdende
bir Marksist, yazarın anladığı tarzda bir modernist olamaz. Olursa Marksist
değildir. Bundan dolayı yazarın birinci önermesindeki Marksizim mümkün olmadığı
için ikinci önermesindeki Marksizimde mümkün değildir. Marksist modernite
ilgili daha fazla bilgi için okuyucuların “G.Osipov, Toplumbilim” isimli kitabı
okumalarını öneririm. Yazarın içindeki aydınlanma düşmanlığına rağmen yazıda
ciddi aydınlanmacı öğeleri görmek beni gerçekten şaşırttı aşağıda bu noktalara
değinip yazarın aydınlanma eleştirisi yapabilecek durumda olup olmadığını
sorgulayacağız.
Yazardaki
Aydınlanma Esintileri
“Bu çalışma, bir islami yönelimle alaşım
olanaklarını sınama üzerinedir. Aradığımız, oluşmakta olduğuna ilişkin
işaretler gördüğümüz ezilenlerin(devrimci) İslamıdır. Biz, Marksizmin içinden
yoldaşlaşma sürecindekilere el uzatıyoruz.(Kahinler, kolumuzu kaptıracağımızı
söyleyecek!)” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:8)
Yazar “Kahinler, kolumuzu kaptıracağımızı söyleyecek!”sözü
ile Kahinlere bir aşağılamada bulunuyor. Bildiğim kadarıyla ,kahinlikten nefret,
aydınlanmanın temel yapıtaşlarından biridir. Her ne kadar yazar burada
aydınlanmacılardan da bahsetse kahinlik olgusuna karşı aldığı tutum onu
aydınlanmacılarla aynı safta tutuyor. Lenin asla kahinliğe karşı çıkmamıştı
görüldüğü üzere:
“Mucizeli kahinlik bir masaldır. Ama bilimsel kahinlik
bir olgudur. Ve, çevremizdeki utanç verici kederler ve hatta umutsuzlukla pek
sık karşı karşıya geldiğimiz şu günlerde doğru çıkan bilimsel bir kehaneti
anımsamakta yarar vardır.”(Lenin,Marx Engels Marksizm,Kahince
sözler,sayfa:408,sol yayınları) Marksist tarzdan kahinliğe bakış böyledir.
Şimdi diğer aydınlanmacı bakışlarına değinelim.
“Marksizm, özgülleşmenin çok önemli bir kaynağı
temin etti. Ama Aleviler Markist saflara Aleviliklerinden soyunma koşuluyla
kabul edildiler. Nesnel karşılığı olduğu için Alevilik kendini çeşitli yollarla
burada da gösterdi gerçi, ama amaç Marksizmin bu gelişmeye maruz kalması
olmamalıydı” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:15)
“Sünni Müslüman ezilen kitleye dönük Marksist ilgi
bazı önemli itirazlarla karşılaşacaktır: Bu kitle esas olarak işçi ve
emekçilerden oluşan, dolayısıyla Sünni Müslüman olarak nitelenmesi gerekmeyen bir
kitledir. İlişkilenme gerekirse, dininden ayırt edilerek ilişkilenmelidir.
Gerici bir dinsel inancın varlığı koşullarında bu kitle, gericiliğin önder
güçlerinin hegemonyasından kurtulamaz. Üstelik, bu kitle ideolojik kimliğiyle
ezilen değil ezen konumundadır.” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:15)
“Bu anlamda, örneğin, “ortak sınıf paydası” ezilenin
öznellik niteliğine kayıtsızlıktır, ve cevabını almıştır ve alacaktır.” (Teori
ve Politika,sayı:59-60,sayfa:16)
Yazarın yaptığı şey kimlik siyasetidir ve kimlik
siyaseti de aydınlanmadan alınmış bir olgudur. Bir Marksist sınıf siyaseti
güder kimlik siyaseti değil. Sünni ezilen müslümanı kazanamazsanız devrim yapamazsınız
çünkü kimlik siyaseti ile ezilen alevi veya kürt bujuvazisini özel mülkiyetin
kaldırılmasına ikna edemezsiniz çünkü bir kişi nasıl yaşarsa öyle düşünür. Sünni
proletaryadan da ümidinizi kestiğinizde yaptığınız şey, küçük burjuva tarzı bir
devrimci maceracılıktır. Bunun sonucunda ya ulusal kurtuluş savaşı veren
birleşik cephe siyasetine dahil olursunuz ya da ezilen bir grubun burjuva
demokratik hakları üzerine mücadele eden bir grubun siyasi temsilcisi olursunuz
ama asla proletaryanın ve onun ideolojisi olan Marksizmin, sesi, bayrağı ve çıkarı
için mücadele edenlerin temsilcisi olmazsınız. Karşı aydınlanmadaki
aydınlanmayı tespit ettikten sonra proletaryanın tarihsel kazanımlara karşı
yapılmış çarpıtmaları açıklayalım.
Proletaryanın
tarihsel kazanımlarına yapılmış hakaretler
“Bir anlamda, her ne kadar, aksi ve geleneksel
anlayış yaygın olarak dile getirilmeye devam edilse de, işçilerin ötekiler ve
köylüler üzerindeki hegemonyası değil, komünist partinin işçiler ve öteki bütün
ezilenler üzerindeki hegemonyası ima edilmektedir böylelikle.” (Teori ve
Politika,sayı:59-60,sayfa:13)
Bu yapılan Marksizmin liberal bir tahrifatıdır. Bu
konu Stalin zamanında da tartışılmış ve bugün bile hiç kimse Stalin’in söylediği“S.S.C.B
bir proletarya diktatörlüğüdür, parti diktatörlüğü değil” tezini
çürütememiştir. Bu yüzden okuyuculardan bu önemli konuda yapacağımız uzun
alıntılardan dolayı özür dileriz.
“Örneğin
Sorin şöyle diyor: "Proletarya diktatörlüğü, Partimizin diktatörlüğüdür."
Görüldüğü gibi bu tez,"Parti diktatörlüğü"nü, proletarya diktatörlüğüyle
özdeşleştiriyor. Leninizm zeminini terketmeden, bu özdeşleştirmeye doğru
denebilir mi? Hayır, denemez.” (Stalin,Leninizmin Sorunları,sayfa:165,İnter
yayınları)
“Birincisi.
Lenin'in Komintern II. Kongresi'ndeki konuşmasından yukarıya aktarılan alıntıda
Lenin, partinin önder rolünü asla proletarya diktatörlüğüyle özdeşleştirmiyor.
O sadece, "yalnızca sınıf bilinçli azınlığın (yani partinin —J. St.) geniş
işçi kitlelerini yönetip önderlik edebileceği"nden, işte bu anlamda
"proletarya diktatörlüğünden, esasında onun örgütlü ve sınıf bilinçli azınlığını
anladığı"mızdan söz ediyor.” (Stalin,Leninizmin Sorunları,sayfa:165, İnter
yayınları)
“İkincisi.
Proletaryanın kitle örgütlerinin bir tek de olsa hiçbir önemli kararı,
Parti'nin yönergeleri olmaksızın alınmaz. Bu tamamen doğrudur. Ancak bu,
proletarya diktatörlüğünün, Parti'nin yönergelerinde tükendiği [sadece
bunlardan ibaret olduğu —ÇN] anlamına mı gelir? Bu, Parti'nin yönergelerinin bu
sebepten ötürü proletarya diktatörlüğüyle özdeşleştirilebileceği anlamına mı
gelir? Elbette değil. Proletarya diktatörlüğü, Parti'nin yönergeleri, artı bu talimatların
proletaryanın kitle örgütleri tarafından uygulanması, artı halk tarafından
hayata geçirilmesinden oluşur. Görüldüğü gibi burada, proletarya diktatörlüğünün
hiç de önemsiz olmayan bir momentini oluşturan bir dizi geçişler ve ara
basamaklar söz konusudur. Parti'nin yönergeleri ile, onların hayata geçirilmesi
arasında, bundan dolayı, yönetilenlerin irade ve eylemleri, sınıfın irade ve
eylemleri, böylesi talimatları desteklemeye hazır olmaları (ya da
reddetmeleri), bu talimatları uygulama yetenekleri (ya da yeteneksizlikleri),
bu talimattan tam da durumun gerektirdiği gibi uygulama yetenekleri (ya da
yeteneksizlikleri) yatar.” (Stalin,Leninizmin Sorunları,sayfa:166, İnter
yayınları)
“Üçüncüsü.
"Proletarya diktatörlüğü", diyor Lenin, "zafer kazanmış ve
siyasi iktidarı ele geçirmiş olan proletaryanın sınıf mücadelesidir" (Bkz.
Lenin, Bütün Eserler, C. 24, s. 311, Rusça). Bu sınıf mücadelesi ifadesini
nerede bulabilir? Devrilmiş burjuvazinin saldırılarına ya da yabancı
burjuvazinin müdahalesine karşı proletaryanın bir dizi silahlı eyleminde
ifadesini bulabilir. Proletaryanın iktidarı henüz sağlamlaşmadıysa, iç savaşta
ifadesini bulabilir. İktidar sağlamlaştıktan sonra, bu esere geniş kitleleri de
çekerek proletaryanın geniş kapsamlı örgütlenme ve inşa çalışmasında ifadesini
bulabilir. Bütün bu hallerde aktör, sınıf olarak proletaryadır… Genelde o bu
eylemleri sadece yönetir, ve bunu da sınıfın desteğine sahip olduğu ölçüde yapar.
Çünkü Parti sınıfla örtüşemez, sınıfın yerine geçemez. Çünkü Parti, tüm önemli,
önder rolüne rağmen, yine de sınıfın bir parçası olarak kalır. Bu yüzden, kim
Parti'nin önder rolünü proletarya diktatörlüğüyle özdeşleştirirse, o, sınıfın
yerine Parti'yi geçirmiş olur.” (Stalin,Leninizmin Sorunları,sayfa:166-167, İnter
yayınları)
Bu
nedenlerden dolayı yazarın yaptığı proletaryanın tarihine bir hakarettir. Doğru
olan bir şeyi bozma girşimidir. Temelsiz argümanı vur kaç özelliği taşımaktadır.
Yazarın diğer bir saptırmasına değinirsek şöyle desek herhalde yerinde olur ‘Bu
konuda Troçkiden sonraki en inandırıcı çarpıtma’
“Marx-Engels’in
Komunist Manifesto’daki bütün ülkelerin işçilerine dönük birleşme çağrısına
ezilen halklar da katılmıştır. Bunun Marksizmin içinde bir devrim olduğu daha
net anlaşılmaktadır, açıktır. Marksizm sürekli kendi sınırları dışına
çıkmıştır.” (Teori
ve Politika,sayı:59-60,sayfa:13)
Yazarın teorik felaketi hat
safhalarda bakalım Marx bu konuda ne diyor:
“Köylülerin sömürüsü, sanayi
proletaryasının sömürüsünden yalnızca sömürünün biçimiyle ayırdedilir. Sömüren
aynıdır: Sermaye. Tek tek kapitalistler, tek tek köylüleri, ipotekler yolu ile ve tefecilik yolu ile
sömürürler. Kapitalist sınıfı, köylü sınıfı, devlet vergisi yolu ile sömürür.
Köylülüğün mülkiyet hakkı,sermayenin bugüne dek onu büyüsü altında tutmak için
kullandığı tılsım,onu sanayi proletaryasının karşısına dikmek için öne sürdüğü
bahanedir.ancak sermayenin yıkılması köylülüğü kalkındırabilir;ancak sermayeye
karşı bir hükümet,bir proleter hükümet onun ekonomik sefaletine,sosyal
zilletine son verebilir.anayasal cumhuriyet onun birleşik sömürücülerinin
diktatörlüğüdür;sosyal demokratik,kızıl cumhuriyet onun müttefiklerinin
diktatörlüğüdür."( Karl Marx, Fransada Sınıf Mücadeleleri, 13 haziran
1849’un sonuçları, sayfa 136-137)
Bir insan Marx’ın düşüncesini sırf Manifestodan öğrenmeye kalkarsa
sonu felakettir. Yazarın bu teorik hatası konusunda ne desek boş.
Kuran’da materyalizm arama gafleti
“Materyalist yaklaşım Kuran’da materyalizm bulur” (Teori ve
Politika,sayı:59-60,sayfa:20)
Bu bakış saçmadır çünkü Marx ile
Engels’in şu lafından her şeyden materyalizm bulunabileceği bize gösterilmiştir:
“Bu bakımdan ahlak, din metafizik
ve ideolojinin tüm geri kalan kısmı ve bunlara tekabül eden bilinç biçimleri,
artık o özerk görünümlerini yitirirler. Bunların tarihi yoktur, gelişmeleri
yoktur, tersine maddi üretimlerini ve karşılıklı ilişkilerini geliştiren
insanlar, kendilerine özgü olan bu gerçek ile birlikte hem düşüncelerini, hem
de düşüncelerinin ürünlerini değiştirirler. Yaşamı belirleyen bilinç değil,
tersine bilinci belirleyen yaşamdır.” (Marx-Engels,Alman
İdeolojisi,sayfa:45-46,sol yayınları)
Bu yüzden dinlerin çıkışı
konusunda araştırma yapan biri Kuran’danda materyalist şeyler bulur ama yazarın
dediği gibi bir materyalizm bulmak imkansızdır. Aşağıda görüldüğü gibi:
“ Kıvılcımlı bu bağlamda şöyle
der:
“ Hala ‘cennet’ ideali, Allah ülküsüyle;
inanılmaz bir imanla hayata muhalefete sarılan köylü uluslar-halklar ve
yığınlar, tarafından savunuluşu resmi sosyalizmlerce, değme Marksistlerce ve
laiklerce anlaşılmaz kalır… “Ve Muhammed’in görünmeyen bir Allah ve
Melekleriyle konuşması – vahiy alması- göğe çıkıp bütün Allah sistemini görmesi
– peygamberleri tanıması- biraz laikleşmiş veya maddeciliğe ulaşmış beyinlere ‘saçmalık’
olarak görünür.”
Anlatıldığına göre kendini
sorgulayanYahudilere Muhammed, bulutların görevli melekler tarafından kamçıyla
hareket ettirildiğini, gök gürültüsünün de meleklerin bulutlara bağırması
olduğunu söylemiş. Bu anlatımın, günümüz malumatı bakımından saçmalığı açık,
ancak bu gibi örneklerin bile mecazi olduğu söylenebilir. Nitekim, Yahudiler
de bu anlatımdan ikna olmuştur anlattığına göre… Yani, ortak bir simgeler ve
mecazlar düzenine göre konuşuyor Muhammed.” (Teori ve
Politika,sayı:59-60,sayfa:21-22)
Yukarıda söylediğimiz gibi çok
üstelersen herşeyden materyalizm bulursun ama bu onun özünde idealist olduğu
gerçeğini değiştirmez bu anlatılanda buna iyi bir örnektir. Mecazlar yoluyla
ite kaka materyalizm bulmak! Tam anlamıyla emek ziyanı. İlla Materyalizm
aranacaksa bunu Muhammed’in düşmanlarında arayabiliriz ve rahatlıkla buluruz.
“Görüldüğü gibi, İslamı, bugünün
rasyonalitesi ve apaçık gerçeklerle eleştirdiğini sananlara ilk cevap bizzat
Kuran’dan geliyor. Muhammed’in peygamberliğini ilan ettiği zaman da benzer ya
da aynı itirazlar, aynı tarz ve şekilde dile getirilmiştir. Sağduyunun akıllı
itirazlarınız Peygamber karşılayamamış ve sadece herkes gibi bir insan olduğunu
söyleyebilmiş. Zamanın egemenleri, bu nasıl Allah’mış ki, kendine inananlar
zavallı bir ömür sürüyor, inananlarını nasıl oluyor da korumuyor,diyormuş;
Kuran’dan öğreniyoruz. Muhammed’in buna cevabı ikili: Bir yandan, Allah’ın
inananlarını sevgili kullarını bu dünyada sınamaya aldığını söylüyor. Diğer
yandan, öte dünyada inananlara mutlu ve iyi bir yaşam müjdeliyor ve
inanmayanlara azap duygusu yapıyor.Ama sağduyuyu tatmin edemiyor hiçbir zaman…”
(Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:24)
Anlaşıldığı üzere Muhammed'in
düşmanları Muhammedin mistik yorumlarına gayet materyalist tarzda eleştiriler
getirirken Muhammedin cevabı gene idealizmin pençesinden kurtulamıyor ve
metafizik boyutlarına yeni boyutlar katıyor. Eğer amaç materyalist aramak ise
bu Muhammed değil aksine Muhammedin düşmanları olmalıdır ama burada amaç
farklı.
İpe sapa gelmez bir iddiada
İslamdaki ateizm konusu
“Sorunu aşmak için bir tersine
çevirme işlemi önerilecektir. Bazı düzlemlerde islamın aslında teist değil
ateist olduğu, Marksizmin ise teist olduğu…”(Teori ve
Politika,sayı:59-60,sayfa:32)
Açıklamaya bile değmez ama birazdan aşağıda islamda
ateizme değineceğim.
“İlk hristiyanlar gibi ilk Müslümanlar da “Biz
atalarımızı bir din üzerine bulduk. Onları izleyeceğiz diyen Mekke egemenleri
tarafından ateizmle suçlandı. Çünkü “ateizm daima geçerli tanrısallık
kavramının”, aynı anlamda verili iktidar ilişkilerinin “inkarı olmuştur. ”” (Teori ve
Politika,sayı:59-60,sayfa:32-33)
Açıklama eksik burada herkesin
anladığı ateizm yok. Buradaki ateizm mevcut dinin tanrılarını reddetme
anlamındaki ateizmdir. Tanrı tanımazlık değildir. Herkes kavramların tarihini
bilmeyebilir bu kadar kelimelerin etimolojik kökenlerini kimse bilmek zorunda
değil. Yapılan tam anlamıyla kitlelerin manipülasyonudur ve çok kaba bir
biçimde söylersek burjuvazinin en sevdiği yöntemlerden biridir. Bir Marksist
diğer konular üzerine gereksiz bir şekilde sayfalar yazıp bu konu üzerinde iki
satır bir şey yazıp ucunu açık bırakıyorsa bu kötü niyet göstergesidir.
“Kuran, Allah’ın varlığını materyalist argümanlarla
ortaya koyuyor. Teist bir materyalizmin örneğini veriyor.. Kuran’da mucize
materyalizmin , doğanın öznesizliğinin kendisidir.”Mucize, ‘aciz bırakılan şey’demektir.
Allah dışında özneliğe heves eden hiçbir varlık olamaz; her şey acizdir, her
şey, maddenin Allah tarafından vazedilen yasalarına tabidir.” (Teori ve
Politika,sayı:59-60,sayfa:33)
“Kuran’ın materyalist manifestosu şu ayetlerdedir: “Göklerin
ve yerin mülkü O’na aittir. Çocuk edinmemiştir. Mülkiyetinde ortağı yoktur. Her
şeyi yaratmış ve yarattığı her şeyin doğasını ve kapasitesini belirlemiştir.”(Teori ve
Politika,sayı:59-60,sayfa:34)
Burada tek kelime ile “idealist bir jakobenlik” vardır
idealist alandan materyalist alan üzerinde hakimiyet kurma konusu vardır. Yani
materyalizmin esamesi bile okunmuyor burada manifestosu nereden çıksın!
Bolşevizme haksız bir
hakaret
“Rusya’da Bolşeviklerle Menşeviklerin arasında ortaya
çıkan partiye üyelik ölçütleri tartışmasının “dinsel” olmadığı ileri sürebilir
mi? Eğer, dinsel olmayan- aynı anlama gelmek üzere, ideo-politik örgüsü gevşek-
bir partiden söz edilecekse, tam da Menşeviklerin savunduğu görüş geçerli
olmalıydı. Lenin havariler arıyordu; Martov akıllı veya romantik taraftarlar” (Teori ve
Politika,sayı:59-60,sayfa:43)
Baştan aşağıya hakaret bunu kanıtlayacak örnekler
vermeli. Bu haliyle hakaret olarak kalıyor neden bu konuda alıntı yapamadığını
ben söyleyeyim çünkü yok öyle bir şey yazar fantezi aleminde yaşıyor.
SONUÇ
“İdeolojisiz hiçbir toplum olmaz ve ideoloji, ne
bilimsel biçimlere ne de bilime bağlıdır. İdeoloji, Marksizm gibi “düşünülmüş”
örneklerinde bile “derinden bilinç dışıdır”. O halde, Marksizmimizde, bilinç dışı
için bir yer bırakalım. Marksizmin bilinç dışından da geçtiğini kabul edelim..
Din bir tür ideoloji olarak bilinçaltında işliyorsa, varsın bizim
bilinçaltımızda bu egemenliğe girsin.” (Teori ve Politika,sayı:59-60,sayfa:44)
Din egemenliğinde Marksizm! Bu tam anlamıyla ihanettir.
Hiçbir altyapısı olmayan bu tezi aklı selim sahibi kişilerin vicdanına
bırakıyorum. Yoldaş Gonzalo neyin tahrifat olduğunu neyin gereklilik olduğunu
çok güzel bir şekilde açıklıyor:
“Marks’ın bu muhteşem eseri, yeryüzünün görmüş
olduğu ve göreceği en yüksek kavrayıştır. Başta sınıfımız ve halklar olmak
üzere, insanları dünyayı dönüştürmek için teorik ve pratik bir araç ile ilk kez
kuşandıran dünya görüşü, bilimsel ideolojidir.” (Başkan Gonzalo konuşuyor,sayfa:5,Belge
yayınları)
“Marks bize şunu öğretmiştir: “Din halkın afyonudur”.
Bu bugün bütün gücüyle geçerli olan Marksist bir tezdir ve yarın da öyle olmaya
devam edecektir. Marks,dinin, sömürünün ürünü olan toplumsal bir olgu olduğunu,
ve sömürü ortadan kaldırılıp yeni bir toplum ortaya çıktıkça kendi kendine
söneceğini de belirtmiştir… Marks’ın tesis ettiği kanun kendini dayatacaktır:
sömürü ve baskı yerle bir edilip yok oldukça, din ortadan kaybolacaktır.
Papalık, sömürücü sınıflara hizmet ettiği için, ve gelecekteki, sömürücü bir
sınıf olmadığı için, Papalık hayatta kalmayacak ve dinin kendisi yok olacaktır.
O zamana kadar, yeni objektif şartlar içerisinde ilerleyen insanlık, açık
bilimsel ve dünyayı dönüştürücü bir bilinç elde edene dek, dini inanç özgürlüğü
tanıma zorundadır.”(Başkan Gonzalo konuşuyor,sayfa:9-10,Belge yayınları)
Görüldüğü gibi bir Marksistin yapması gereken dinin
egemenliğine girmek değil dini söndürmek için yollar aramaktır. Bu yapılan
Marksizmin katlidir. Teoriyi güncel koşullara uyarlamanın ötesinde teoriyi
güncel yollardan revize etmenin ve opotunizmin dümen suyuna girmenin bir
örneğidir ya da talihsizce yazılmış bir yazıdır. Ne yazarsak yazalım ne dersek
diyelim son sözü Proletarya söyleyecek o ne derse, ne yaparsa öyle olacak. Bu
konuda daha fazla tartışmanın gereği yok proletarya sokağa dökülmedikçe
yapılanlar ütopya üretmekten öteye geçemeyecek.Bu yüzden yapılan şey emek
israfıdır. Yazarın islami hayranlığından ötürü daha fazla israf etmemesini
öneriyor ve yaptığı israftan ötürü günaha girdiğini hatırlatıp kendisinin
üzerinde Allah'ın selamının daimi olmasını dileyip yazıya son veriyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.