Spesifik tarihsel örneklere bakarak, bugünkü belli olayları
bütünsel bir bakış açısıyla kavramımıza neden olabilecek korelasyonları
saptayabiliriz. Özellikle Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da(Bakur) yaşayan işçi ve
emekçi sınıfların genelinde idealist bir tarih anlayışı hakim olduğu için,
materyalist tarih anlayışı ile yorumlanmış belli tarihsel olguları bilmek ve bu
olguları güncel reel-politik ile benzer yanlarını bulup açığa çıkarmak,
proletaryanın, emperyalizme ve oligarşiye karşı içinde bulunduğu iktidar
mücadelesini zafere ulaştırmak için kilit bir rol oynamaktadır.
Yukarıdaki dediklerimizden yola çıkarak Bulgar Marksist
teorisyen Dimitir Blagoev’in Jön-Türkler üzerine yaptığı belli başlı değerlendirmeleri
tekrardan hatırlamalıyız.
Dimitir Blagoev’in,
Jön-Türkler Üzerine Tezleri
Dimitir Blagoev 1908 Jön-Türk devrimini analiz ederken,
idealist tarih yazımının papağan gibi tekrarladığı “monarşi-meşrutiyet”
anlayışları arasındaki savaşım olarak ifade etmek yerine, 1908 devrimini
sınıfsal bir temel üzerinden değerlendirmiştir. Blagoev, devrimi yapan Jön-Türk
komitelerini oluşturan kişilerin sınıfsal aidiyetlerini ve hedeflerini tespit
edip, komitelerin başlıca askeri beylerden, paşalardan, sultanın yakınlarından,
prenslerden, büyük toprak sahibi kimselerden oluştuğunu belirtiyordu. Özetle
devrimin motor gücü II. Abdülahmit ile aynı sınıfsal kökten gelmekteydi ancak
feodal sınıflar, II.Abdülhamit’in “aşırı” güçlenmesinden rahatsız olmuşlardı.
Padişah artık feodal sınıfların egemenliğini ve çıkarını savunacak durumda
değildi. Devrimin sınıfsal özünden dolayı devrim askeri ayaklanma biçiminde
yapılmıştı. Bu yüzden Jön-Türk devrimi bir sosyal devrimden ziyade politik
devrimdir.
“Başta bir numaralı
feodal en büyük çiftlikçi sultan olmakla Türkiye çiftlikçileri egemenliğini
bütünüyle kaybedeceğinden korktu. Devrim önce imparatorluğu, yani Türkiye
çiftlikçi sınıfını kurtarması gerekiyordu ve imparatorluğun iktidara doğrudan
doğruya katılması sayesinde bu sınıfı kalkındırması gerekiyordu. Başka deyişle
1876 “Osmanlı” anayasasıyla sultanın mutlak idaresini sınırlandırmak suretiyle
izlediği amaca ulaşmış oldu.” (Dimitir Blagoev, Seçmeler, Temel Yayınlar)
Özetle devrim bitmiş bir devrim değildi kadük bir devrimdi.
Devrimden sonra egemen sınıfların hiç kanlı çarpışmalara girmemesinin sebebi
devrimin söz konusu sınıfsal karakterinden gelmektedir. 1876 Anayasası kabul
edilince devrimi eyleyen özneler için “her şey” bitmişti. Jön-Türk partisi o
zamanlarda yavaş yavaş ayağa kalkan proletaryanın, kendiliğinden gelme yığınsal
grevlerinden hoşnutsuzluk duyuyor ve grevleri bastırmak için çaba harcıyordu.
Aynı zamanda ulusal burjuva devrimci akımlarını ve proletaryanın kendiliğinden
gelme hareketini kendi tarafına çekip sınıf egemenliğini, sömürgeci, ulusal ve
askeri hedeflerini gerçekleştirme yolunda kullanmaya çalışıyordu. Böylelikle Jön-Türkler
partisi devrimin gelişimini ve gidişatını engellemek için elinden geleni
yapıyordu. Dimitir Blagoev,
Jön-Türklerin politik perspektifini ve tarihsel sınırlarını söyle
belirtiyordu:
“1876 anayasasında en
önemli molan şu ki, Osmanlı ulusu dışında başka hiçbir ulusun varlığını
tanımaz. Doğaldır ki, bu ulusların özerkliğini, Türk İmparatorluğu sınırları
içinde bunların ayrı ayrı bir ulus olarak gelişmesini tanımlıyor demektir.
Başka deyişle 1876 anayasası yalnız bir ulusun varlığını Osmanlı ulusunu tanır,
yani bu anayasa eski imparatorluğun sadece yeni bir giysisidir. Rusya ve
Avusturya gibi büyük devletlerin istilacı akınlarını durduracak olan bir Balkan
ulusları federasyonunun anayasası değildir…Buraya kadar söylenenlere özet
olarak diyebiliriz ki, egemen Türk çiftlikçilerinin temsilcisi Genç Türkler
partisi 1876 anayasasından ve bir Osmanlı meşruti-monarşi merkeziyet
imparatorluğu ülküsünden daha öteye gidemeyecektir. Fakat, öte yandan bu parti
yeni devrimci güçlerin varlığını sahneye çıkardı, bugün bütün gücüyle kapatmaya
çalıştığı devrim kapılarını açtı. Ne var ki, devrimin bundan böyle gelişimi ve
başarılı sonuçları yalnız proletaryanın katılma derecesine işçi devrimi
biçimine girme derecesine bağlıdır.” (Dimitir Blagoev, Seçmeler, Temel
Yayınlar)
Görüldüğü gibi Jön-Türk devrimi, devrimi eyleyen öznelerin
sınıfsal aidiyetlerinin “sınırlarından” dolayı daha fazla ilerleyememiş ve daha
sonraki tarihsel gelişmelerle birlikte “hayal” ettikleri “dünya düzeni”nin reel
düzlemde hiçbir karşılığının olmadığı açığa çıkmıştı. Elbette bizim girişi
Jön-Türk devrimi ile yapmamız boşuna değildi. Amacımız tarihin, olgular
üzerinden değil, devrimci sınıfın(ya da sınıfların) gelecekteki siyasal
eğilimlerinin değişme potansiyeli üzerinden yapıldığı ve ilerlediğidir. İşte
tam bu noktada sorunu tarihsel düzlemden alıp reel-politik düzleme getirmemiz
gerekiyor. Ortalama ve altı solun referandum hezeyanından, hayır demenin güncel
politikada neye karşılık geldiğine, devrimci sınıfların reel düzlemde izlemesi
gereken politik stratejiye değinmek yazımızın temel hedefidir.
Sol Referandumda
Hayır Diyerek Oligarşinin Tuzağına Düştü
Ortalama kafa yapısına sahip bir insan ancak maddenin
görünüşü ile yetinir ya da elinde olmayan nedenlerden ötürü yetinmektedir. Yakın
geçmişe dönüp referandum tartışmalarına baktığımızda ana slogan “başkanlığa
hayır” “diktatörü durduralım” şeklinde ifadesini bulmuştu. Kendini “yeni bir
dünyanın yaratıcısı” sayan “öznelerin” görünenle yetinip politik hattını
görünen üzerinden kurgulaması, ya sınıfsal öngörüsüzlük ya da sınıfsal anlamda ait
olduğu sınıfa ihanetten başka bir şey değildir. Hayatı ve toplumu sınıfsal
ilişkiler üzerinden yorumlayıp değiştirme iddiasında olan öznelerin sınıf dışı
bir yorum ile referandumda hayır demeleri tam anlamıyla ideolojik olarak
oligarşinin bir kanadına yaslanıp kendilerini onların dümen suyuna bırakmaktan
başka bir şey değildir. Hayatı bilimsel sosyalizmin bakış açısından kavrayan,
yorumlayan ve değiştirmek isteyen bir kişi ya da parti, “kişisel bir
diktatörlüğün” olamayacağı diktatörlüğün sınıfsal olduğu ve belli sınıfın ya da
sınıfların egemenliği dışında bir iktidar anlayışının mümkün olmadığını bilir
ve buna uygun olarak referandum sürecini yorumlardı.
“Kişisel ve sınırsız otokratik yetkisinden dolayı bütün, tüm
yasaları yalnız Çar yapar, tüm memurları yalnız çar atar. Oysa çarın kendisi,
tüm Rus yasalarını ve tüm Rus memurlarını tanıyamaz. Ülkede olup biteni de
bilemez. O en önemli ve saygın birkaç düzine memurun istediklerini onaylamakla
yetinir. Ne kadar isterse istesin, tek bir insan Rusya kadar büyük bir ülkeyi
yönetemez. Rusya’yı yöneten çar değildir -tek bir insanın otokrasisinin ancak
sözü edilebilir-.” (Lenin, İşçi Sınıf ve Köylülük, Sayfa:59)
Görüldüğü gibi Çar bile tek başına “diktatör” olamazken ve
bu diktatörlük bir sözden ibaret ise sosyalizm iddiasındaki sol neden bu
şiarlar üzerinden “hayır” deyip kendi kitlesini düzene konsidile etmeyi tercih
etti? Halbuki referandumda hayır demek Tayyip Erdoğan’ın oligarşi içinde aşırı
güçlenmesinden rahatsız olan bazı oligarkların onun gücünü sınırlamak için
aldığı politik tutumdan başka neydi? Bu olgunun 1876 Anayasasına geri dönmek
için Jön-Türklerin 1908’de yaptığı girişimden sınıfsal tutum alma açısından ne
farkı var? Sosyalist olduğunu iddia eden sol, referandumda hayır demelerini özetle
“yığınlar sokağa
dökülmek için yanıp tutuşmuyorlar, referandumda hayır diyerek günden güne
güçlenip ilerleyen zamanlarda güçlü bir toplumsal muhalefet olabiliriz.”
Diyerek savunmaya çalıştı. Ancak böyle diyerek bile görünenle yetinmenin
sınırlarının dışına çıkamayan sol, referandumda neden oligarşinin bir kanadının
peşinden gittiğini açıklayamamaktadır. Reel-politik düzlemi 1917’nin Menşevikleri
gibi değerlendiren sol, böylece devrim iddiasının olmadığını kabul
etmiştir. Sosyalist Solun referandumda
hayır demesi mevcut devrimci durumun yadsınması ve iktidarın proletarya ve
emekçi sınıflar tarafından alınabileceği görüşünün fiiliyatta reddinden başka
bir şey değildir. O halde şimdi solun de facto kabul ettiği devrimci durumun
olmadığına dair görüşlerini nesnel gerçeklik üzerinden inceleyelim.
Devrimci Durum Var Mı?
Devrimin Güncelliği Mevcut Mu?
Lenin,
devrimci durumu, devrimci krizi ve ayaklanma için uygun zamanı tahlil ederken
hiçbir zaman sınıfların olgusal gelişmişlik düzeyi ve seviyesi üzerinden
düşünmemiştir. Lenin her zaman devrimci sınıfın politik eğiliminin hangi yöne
doğru evrildiğini nesnel gerçeklik üzerinden analiz edip ona göre politik tutum
almıştır. Yani Bolşevizmin alameti farikası, mevcut durum ile sınırlı düşünmek
ve günceli tahlil etmek değil, geleceğin nasıl şekilleneceğini öngörmek ve bunu
proletaryanın ve emekçi sınıfların lehine sonuçlanmasını sağlamaktır. Lenin
ayaklanma için uygun koşulları sıralıyor:
“1) Tüm ulus çapında devrimin yükselmesi; 2) eski hükümetin,
örneğin “koalisyon” hükümetinin moral ve politik açıdan tam iflası; 3) tüm ara
katmanların, yani daha dün hükümeti tamamen desteklemesine rağmen onu artık pek
desteklemeyen insanların kapında büyük yalpalamalar.” (Lenin,Seçme Eserler
Cilt:6)
Yukarıda Lenin’in saydığı maddeler üzerinden Türkiye’deki mevcut
durumu analiz edersek şu anda bir devrimci krizin yaşandığını kabul etmemiz
gerekmektedir. Mevcut hükümetin moral olarak iflas ettiği tartışma bırakmayacak
kadar açık bir halde olduğu kesindir. Destekçileri arasındaki yalpalama hiç
olmadığı kadar yüksektir ve devrim hiç olmadığı kadar güncel hale gelmiştir. Hükümet
içindeki pek çok kesimin birbirine düşmesi, iç tartışmalarını kendi gazete
köşelerinde ve twitter’da bile açık açık tartışmaları, Olağanüstü
Kongrelerindeki liste tartışmaları, sürekli ve kesintisiz bir şekilde devam
eden kadro tasfiyeleri, eski yol arkadaşları Fethullahçılarla yaşadıkları
politik mücadeleler şu andaki hükümetin moral ve politik açıdan iflas ettiğini
saptamak için yeterlidir.
“17-25 Aralık 2013 günlerinde açığa çıkacaktı. İş aynı işti,
sadece aktörler değişmişti. Cemaatçilerin elinden İsrail bağlantılı kara para
trafiği alınmış, yerine İran bağlantılı Rıza Zerrab gibi mafya bozuntuları geçmişti.
Bu daha sonraki bir hikaye, ama kavganın boyutlarına bakmak gerek.”
(Setenay Berdan ,Yeni Evrenin Devrimleri,Sayfa:136)
Devletin ekonomik ve politik olarak iflas ettiğine en iyi kanıt,
eski “yoldaşları” Fethullaçılarla yaşadıkları kaçakçılık yolları üzerine çıkan pazar
kavgası ve daha sonra aralarındaki bu krizin antagonist bir çatışma şekline
evrilmesiyle birbirleriyle yaşadıkları çatışmadır. Aralarında yaşadıkları Pazar
sorunu ve ezilen sınıfları “kontrol” altında tutma konusunda yaşadıkları görüş
ayrılıkları kendini darbe girişimi altında ete kemiğe büründürecekti. Genel
kanının aksine yaşanılan darbe girişimi salt Fethullahçı komplocu bir örgütün
planı olmaktan ziyade oligarşinin yönetememe krizinin bir sonucuydu. Oligarşi
yükselen toplumsal hoşnutsuzluğun ve ezilen sınıfların artık böyle yaşamak
istemediğinin farkındadır. Ezilen sınıfları kontrol altında tutmak için
oligarşinin çeşitli kanatları arasında görüş ayrılıkları zaman içinde
birbirleriyle çatışmalarına neden olacak tarzda gelişmiştir. Özellikle bizim
gibi yeni-sömürgecilikle yönetilen ülkemizde ordu dışa yönelik değil içe
yönelik dizayn edilmiştir. Bizim gibi ülkelerde orduların tek bir amacı vardır
o da yeri ve zamanı geldiğinde darbe yapmaktır. Ezilen sınıflar, oligarşinin
iktidarına tehdit oluşturduğunda ve oligarşi bu hoşnutsuzluğu diğer baskı
aygıtlarıyla durduramadığı süreçlerde ordu devreye sokulur. Özetle sorun
Fethullahçı bir komplodan ziyade oligarşi içindeki krizi soğurtmaya yönelik
verilen “farklı” cevaplardır. En basitinden Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın
yapıyor oldukları açlık grevi eyleminde onların tutuklanmasına neden olan
savcının “Gezi ve Tekel gibi ayaklanma çıkmasını sağlıyorlar” sözü Türkiye’de
ayaklanmanın ve devrimin güncel olduğunu göstermeye yeter de artar bile.
Emperyalizm ve oligarşi şu anda Türkiye’de bir ayaklanma beklemektedir(1) ve bu
ayaklanmaya karşı bir darbe girişimi hazırlamaktadır.(2)
Peki oligarşi bile Türkiye’deki emekçi sınıflardan bir ayaklanma
beklerken, neden ezilen sınıflara mensup bazı kişi ve kurumlar Türkiye’de
gelişmekte olan ayaklanmayı görememektedirler? Bu soruyu tam anlamıyla
cevaplamaya çalışsak bir kitap yazmamız gerekir. Ancak Sosyalist solun devrimi
ve ayaklanmayı güncel görememesini kendilerinin savundukları belli başlı
argümanların politik olarak neye karşılık geldiğini irdeleyerek, devrim ve ayaklanma
korkularının altında yatan nedeni açıklayacağız.
Ortalama Sol diyor ki: “Yığınlar
sokağa dökülmek için yanıp tutuşmuyorlar. Aşırı-gerici basının, çamur
medyasının son derece yaygın bir durum alması kötümserliği doğrulayan
belirtilerden biridir."
Sol, bu sözleri söyleyerek oligarşiye karşı
duyduğu amansız korkuyu itiraf etmekte, politik olayların Marksist değerlendirmesinin
yerine küçük burjuva aydın gözlemciliğini kendine ölçü olarak almaktadır. Yukarıda
da değindiğimiz gibi tarihsel süreci olgular üzerinden okumamanın ne kadar
anti-marksist bir çizgi olduğunu ortalama sosyalist solun, kitlelere sunduğu bu
argümanda da görmekteyiz. Ortalama sol
için her şey kapkaradır. Sınıf savaşımının ve olayların akışının siyasal tahlilinin yerini, yığınların ruhsal durumu üstüne
öznel izlenimler almaktadır. Siyasal
sağlamlığın, kitlelerin devrimci yöne doğru eğilimlerinin özellikle devrimin
kritik anlarını belirleyen bir etken oluşturduğunu "tam zamanında"
unutmaktadır. Ortalama sola göre kitlelerin ayaklanmaya niyeti yoktur! Bu
argümanlarını desteklemek için Ortalama Sol şu argümanı kullanıyor.
Ortalama Sol
diyor ki: “Kitleler arasında genele yayılmış bir umutsuzluk var. Kitleler bir
umut ve çıkış yolu kendilerine bulamıyorlar.”
Aslında devrimci durumu tersten de
olsa ortalama sol itiraf etmektedir. Ezilen yığınlar arasında umutsuzluk
olmadan, yıkılmanın eşiğine gelmiş bir kapitalist toplumu tahlil etmek olanaklı
mıdır? Kitleler zamanının gelmesini bekleyen bilinçli öğeler ile umutsuzluğa
düşmüş ya da umutsuzluğa düşmeye hazır bilinçsiz öğeler arasında bölünmemiş
midir? Lenin kitlelerin içinde bulunduğu umutsuzluk üzerinden devrimi güncel
görmemiş miydi? Ekim devrimi umutlu yığınlar tarafından mı yapıldı? Ortalama
sol, 2017’de tekrardan Menşevik argümanları piyasaya sürerek devrime giden
yolda ipe un sermek için elinden geleni yapmaktadır. Artık emperyalizm ve
oligarşinin bile açık açık tahlil ettiği “devrimci krizi” ortalama sol kafasını
kuma gömerek, bu krizin sonuçlarından kendini korumaya çalışıyor. Bu konu
üzerine bir de Lenin’e kulak verelim:
“Ezilen
yığınlar arasında umutsuzluk olmadan, çöküntünün
eşiğinde bulunan bir kapitalist toplumu kavramak olanaklı mıdır? İçinde
bilinçsiz öğelerin çok kalabalık olduğu yığınların umutsuzluğu, her türden
ağıların tüketiminin her artışında kendi kendini ifade etmemesi olanaklı mı?”
(Lenin, Seçme Eserler Cilt:6)
(Lenin, Seçme Eserler Cilt:6)
Ortalama Sol durmuyor (tutabilene aşk olsun)
içinde olduğu politik tutarsızlığa daha da tutarsızlık ekleyerek “yoluna” devam
ediyor ve şöyle diyor:
Ortalama Sol diyor ki: “Günden
güne güçlenmeliyiz. Güçlü bir toplumsal muhalefet hareketi olmaya çalışmalıyız.
Neden her şeyi bir olasılık üzerinden değerlendirip tehlikeye atalım?”
Tabiri caiz ise dananın kuyruğu tam anlamıyla
burada kopuyor. İktidar perspektifine sahip olmayan her özne gibi ortalama sol
da “toplumsal muhalefet” hareketi olmayı kendine misyon biçiyor. Böylece çarpık
kapitalist düzene karşıt bir alternatif dünya görüşünün olmadığını itiraf eden
ortalama sol, bütün sorunların çözümünü düzen içi bir muhalif hareket olmakta
görüyor. Bütün bunlar "anayasal hayallerin" ve ahmaklığın
şampiyonlarından gelmiş ifadelere benziyor. Toplumsal muhalif bir hareket ile
ne halkın geçim sıkıntısı, ne de iktidarın proletarya ve emekçi sınıflara devri
ile ilgili bir soruna çözüm bulabiliriz. Bir düşünün KHK’lar ile işinden atılan
akademisyenlerin yaptıkları açlık grevi yüzünden ayaklanma kabusu gören bir
iktidar altında yaşayan emekçi sınıflar için bu düzen içinde “muhalif” olma
şansı var mıdır? En ufak bir “demokratik” hak talebini vermesi durumunda bile
iktidarın ayaklarının altından kayacaklarının farkında olan faşist-oligarşik
düzende “muhalefet hareketi” olma hayali kurmak neye karşılık gelir? Ortalama Sol’a
sormak lazım: “Argümanlarınız IŞİD’e karşı demokratik mücadele yürütüyoruz
demek kadar size saçma gelmiyor mu?” Ortalama sol kendi gerçekliği ile
yüzleşmemek için çırpınıyor ancak çırpındıkça kendi küçük-burjuva bataklığında
daha çok batıyor.
Ortalama Sol diyor
ki: “Bir Marksist Parti ayaklanmayı askeri bir komploya indirgeyemez. Halk
arasında çoğunluğa sahip değiliz ve bu koşul mevcut değil ise ayaklanma da
mümkün değildir.”
Ortalama Sol çaresiz bir şekilde kendi kafasındaki
gerçekliği nesnel gerçeklik olarak göstermeye çalışmaktadır. Tarihin hangi
devrinde ortalama solun kafasındaki gibi bir güvence ile bir ayaklanma çıktı ya
da başarıya ulaştı? Marksizm son derece
derinliği olan ve karmaşık bir öğreti olsa da Lenin’in aşağıdaki alıntısı
ayaklanma konusunda “Marksizmin amentüsüdür” bakalım Ortalama Sol’un kurgusu
ile M-L gerçekliği birbiriyle örtüşüyor mu?
“Böyle konuşabilen insanlar ya gerçeği bilerek
değiştirmektedirler ya da devrimin gerçek durumunu hiç hesaba katmaksızın, her
halde, Bolşevik Partisinin bütün ülkede oyların tam tamına yarıdan bir
fazlasına sahip olduğu yolunda önceden bir güvence elde etmek isteyen onmaz
formalistlerdir. Tarih, hiç bir zaman, hiç bir devrimde böyle güvenceler
vermemiştir, kesinlikle veremez de. Böyle bir isteği dile getirmek
dinleyicilerle alay etmektir, bu kendisinin gerçekten kaçışını gizlemek
demektir." (Lenin, Seçme Eserler
Cilt:6)
Ortalama
Sol’un hayal alemi ile gerçekliğin birbiriyle örtüşmediğini tespit ettiğimize
göre. Güncel durumda Türkiye’de devrimci krizin hat safhada olduğu ve
ayaklanmanın öngününde olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Elbette her
devrimci kriz ve ayaklanma zaferle sonuçlanmak zorunda olmasa bile bize düşen
görev gelişmekte olan ayaklanmaya kendi sınıf perspektifimizden
hazırlanmalıyız. Eğer bu sürece hakkı ile hazırlanamaz isek emperyalist ve
oligarşik kuvvetler ayaklanmayı kendi potasında eritmeye çalışacaktır. Bu
çabaları ayaklanmayı manipüle etme ya da zor yoluyla(kitlesel katliamlar, darbe
vs.) bastırmaya çalışacaktır. Özetle tarihsel meşruluk düzleminden bir milim
bile sapmadan kendi sınıf çıkarımız gereği bazı gerçekleri itiraf edip yazımızı
sonlandıralım.
“İTİRAF EDİYORUZ! Savcılar,
yargıçlar, bizi mahkum etmeye çalışan egemen sınıflar! Rahatlayın!.. Evet, biz
suçların en büyüğünü işledik!.. Ülkemizin her yanını işgal ettiler, her
metrekaresini üsleri, tankları, topları, nükleer bombaları ve füzeleriyle
donattılar. Onları biz çağırmadık!..
İTİRAF EDİYORUZ: Emperyalistleri, ayak izlerine kadar ülkemizden
silmek için, bağımsızlık şiarını haykırma suçunu işledik! ''Kemer sıkma'' diye
diye, halkımızın boğazına İMF zincirini doladılar. İMF ile masaya biz
oturmadık. İpotek anlaşmalarına biz imza atmadık!
İTİRAF EDİYORUZ: Beşikteki bebekten evdeki emekliye kadar,
halkımızın kanını kene gibi emenlerin korkulu rüyası olma suçunu işledik!
Coplarıyla, süngüleriyle, zindanları ve yasalarıyla faşizm, halkımızın üzerinde
terör estirdi. Bu faşist devleti biz kurmadık.
İTİRAF EDİYORUZ: Faşist devleti yıkıp, her türlü güzelliğin boy
vereceği, devrimci halk iktidarını kurmak için savaşmak suçunu işledik!
Ülkemizin sokakları, fabrikaları, köyleri, okulları işgal edildi. Maraş'ta
hamile kadınları ağaçlara çivileyen, çocukları katledenler biz değildik!
İTİRAF EDİYORUZ: Halkı canından, evinde, yurdundan, okulundan eden
CIA uşaklarını, sermayenin faşist sürülerini cezalalandırma suçunu işledik!
Açlar ordusunu, işsizler ordusunu biz yaratmadık. İntiharı, fuhuşu,
uyuşturucuyu biz yaymadık. Rüşveti, yolsuzluğu, ahlaksızlığı erdem sayan biz
değildik!
İTİRAF EDİYORUZ: Çürümenin, yozlaşmanın, kokuşmanın karşısında
olma, emeği en yüce değer sayma suçunu işledik. Bir gece vakti halkımızın
şafağı karartıldı. İnsanlarımız kan uykularından çığlık çığlığa uyandırıldı.
Bir anda insanlar sokaklardan toplanırken, emirlerini yağdıran beş Yankee
işbirlikçisi biz değildik
İTİRAF EDİYORUZ: Biz halkız, sırtımıza saplanan 12 Eylül hançerine
karşı direnme suçunu işledik! Ellerinde manyetoları, falaka sopaları,
askılarıyla geldiler. Adsız insan kanlarıyla dolu işkence yuvalarını biz
yaratmadık!
İTİRAF EDİYORUZ: Ana karnındaki bebekten ak sakallı dedelere kadar
elektrik verenlerden hesap sorma suçunu işledik!
İŞTE SUÇLARIMIZ!..
TÜM DÜNYAYA İLAN EDİYORUZ Kİ: BU SUÇLARI İŞLEMEYE DEVAM EDECEĞİZ!.”(Haklıyız
Kazanacağız)
Dipnotlar:
1-https://tr.sputniknews.com/abd/201705111028431355-abd-turkiye-bu-yil-gerilim-artabilir/
2-http://odatv.com/bu-yil-turkiyede-darbe-ihtimali-yuksek-0202171200.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.