İnsanlığın gelişimini açıklamaya çalışırken
araştırmacılar çeşitli yöntemler kullanmakta ve çeşitli sonuçlara
varmaktadırlar. Araştırmacıların vardıkları sonuçların doğruluğunu araştırmada
kullandıkları yöntem bir hayli etkilemektedir. Geçmiş zamanlardan kalma
alışkanlıkların bir ürünü olan ve kapitalist sistemin bize empoze ettiği
eklektik yöntemle yapılan araştırmalar mevcut sistemde en çok saygı duyulan ve
en çok propagandası yapılan araştırma türleridir. Kapitalist sistemin bu tür
araştırmaları desteklemesinin sebebi bu
araştırmaların “bir yandan diğer bir yanı” göstermesidir yani hep “biri ve
diğeri” gibi dikotomik yaklaşım biçiminden açığa çıkan sığ ilişkiler sisteminde
bir konuyu ele almaktadır. Oysa bir araştırmada iki yandan daha çok yan vardır
ve araştırmacılar bu yanların hepsini araştırmaya çalışmalıdır yani diyalektik
bir yöntem kullanılması gerekmektedir.
Kapitalist sistemin havalara uçurduğu, insanlığın
eşitsiz gelişimini açıkladığını düşündüğü, okullarda belgesellerini gösterdiği,
kitaplarını dillerden dillere çevirdiği eklektik yöntemin bir ürünü olan
Tüfek,Mikrop ve Çelik adlı çalışmada yukarıda saydığımız kriterlerin
somutlaşmış halinden başka bir şey değildir. Tüfek, Mikrop ve Çelik insanlığın
eşitsiz gelişiminin ana nedeni olarak “coğrafya”yı göstermiş böylece de eklektik
bir yöntemin kurbanı olmuştur.
“Avrupa kökenli insanlar o zamandan bu yana aynı
şekilde askeri güç, gelişmiş mikroplar ve gelişmiş teknolojiden oluşan bir
bileşimle dünyaya hakim oldular fakat bu avantajları başlangıçta nasıl elde
edilmişti ve dünyada bu kadar eşitsizlik nasıl ortaya çıktı?” (Tüfek,Mikrop ve
Çelik, Bölüm:1 Part:1,Dakika:00-29,1-67)
“Diamond dünyada sahip olanlar ve sahip olmayanlar
biçiminde ikiye bölünmesini araştırmak için yola koyuldu” ?(Tüfek,Mikrop ve
Çelik, Bölüm:1 Part:1,Dakika:9-19,9-25)
Eklektik bir yöntemin ürünü olarak bu belgesel
dünyayı Avrupa’lılar ve diğerleri diye ayırmaktadır. Fakat Avrupa’lılar bir
bütün mü hepsi aynı yaşam koşullarına, aynı imkanlara, aynı kültür birikimine
mi sahipler? Hepsi aynı sınıftan mı geliyor? Hepsinin mi askeri gücü vardı?(sınıfsal
olarak bahsediyorum) Hepsinin mi gelişmiş teknolojisi vardı? Bu Avrupalılardan
açlık çeken yok muydu? . Bu belgeselde soyut bir şekilde kurgulanmış “Avrupa
kökenli insanlar” vardır. İşte bu yüzden belgesel bu tür sorularla
ilgilenmediğinden ulaştığı sonuçlar tatmin edici olmaktan çok uzaktır.
Belgeseli biraz daha derinlemesine inceleyelim:
“Avcı ve toplayıcı toplumların nüfuslarının seyrek
olmasının sebebi budur(sagu(yerel bir yemek) toplamak için harcanan zamanın çokluğu
yüzünden nüfus azdır) eğer çok fazla insan beslemek istiyorsanız farklı bir
yiyecek sağlama yöntemi ve verimli bir çevre bulmak
durumundasınız?”(Tüfek,Mikrop ve Çelik, Bölüm:1 Part:2,Dakika:4-52,5-07)
“Ortadoğu’da yaşanan bir kuraklığın ortasında insanlar kendi
yiyeceklerini yetiştirmeye başladılar” (Tüfek,Mikrop ve Çelik, Bölüm:1
Part:3,Dakika:00-00,00-09)
“Birden bir şeylerin farkına vardım tarım insan
eşitsizliğinin hikayesini anlamak için çok önemliydi fakat yapılan tarımın türü
de aynı derecede önemliydi en verimli ürünlere ulaşımı olan insanlar en üretken
çiftçiler haline gelmişti. Sonuçta her şey coğrafi şansa bağlanıyordu.”
(Tüfek,Mikrop ve Çelik, Bölüm:1 Part:3,Dakika:7-13,7-33)
“Endüstri devriminden önce yük hayvanları
yeryüzündeki en güçlü makinalardı bir sabana bağlanmış daha fazla insanı
beslemesi gerekiyordu. Yeni Gine’de ise insanlar hiçbir zaman saban
kullanmadılar. Çünkü sabanı çekecek hayvanlara hiçbir zaman sahip olmadılar.”
(Tüfek,Mikrop ve Çelik, Bölüm:1 Part:4,Dakika:1-00,1-35)
“Dünyadaki en iyi ekinlere sahip olan bölge aynı
zamanda en iyi hayvanlara da sahip idi”. (Tüfek,Mikrop ve Çelik, Bölüm:1
Part:4,Dakika:7-10,7-30)
“Papua Yeni Gine halkının modern teknolojiyi
geliştirememesinin nedeni beceri eksikliği değildi aslında sorunun cevabı
tamamen coğrafyada yatıyor.” (Tüfek,Mikrop ve Çelik, Bölüm:1 Part:5, Dakika: 8-25,8-47)
Önce bir şeyi açığa çıkarmak gerekiyor coğrafya tabi
ki insanlığın gelişiminde etkide bulunmuştur bunu kimse inkar edemez. Hatta Yeni
Gine’de neden hala avcı-toplayıcıların olduğunu da açıklayabilir. Fakat
coğrafya asla Ortadoğu’da tarımın başlamasıyla birlikte insanların tarım
ürünlerini depolamasından sonra bazı insanların diğer insanlardan daha fazla
artı ürüne sahip olduğunu açıklayamaz. Neden tarımın ortaya çıktığı topraklarda
avcı-toplayıcı toplumdaki sınıfsız toplumun yerini sınıflı toplumun aldığını
açıklayamaz. İnsanların Ortadoğu'da daha çok üretmesine rağmen o ürünün büyük
çoğunun belli insanların tekelinde olduğunu açıklayamaz ve bu gibi olguları açıklayamadığı için dikotomik
bir yaklaşım içine girerek “Gelişmiş Avrupa’lılar” gibi bir yargıya ulaşması
kaçınılmazdır. Ortadoğu’da ve hatta Avrupa’da Avrupa’lı toplumların gelişmesini
belli coğrafi şartlardan öte o toplumların kendi içsel yapısı ve sınıfsal durumu
açıklayabilir. Belgeselin tüfek kısmına gelirsek:
“Toledo dünyanın en iyi kılıç ustalarına sahipti
fakat buradaki insanlar ölümcül çelik silah yapabilirken İnkalar neden hala
bronz silah yapıyorlardı?” (Tüfek,Mikrop ve Çelik, Bölüm:2 Part:2,Dakika:7-59,
8-10)
“Amerika kıtası Avrasya’nın tam zıddıydı Amerika
kıtasında bir ucundan diğer ucuna yapılan kuzeyden güneye olan bir seyahat
farklı gün uzunluklarının görüldüğü, farklı iklim bölgelerinden geçilen ve
farklı bitki örtülerinin görüldüğü bir yerde bu bitkilerin yanında fikirlerin
değişimini de engelledi.” (Tüfek,Mikrop ve Çelik, Bölüm:2
Part:4,Dakika:00-00,00-43)
Belgesel burada Amerika kıtasında çelik’in
yapılamamasını kıtaların dağılımına bağlamaktadır. Fakat o zaman düşündüğümüzde
dünyada mitralyözler yoktu ve ağızdan doldurmalı tüfekler ile klasik savaş
silahları arasında bugünkü gibi büyük farklar bulunmamaktaydı. Atahualba
ordularını silahlı yollasaydı 100
kişilik İspanyolları yok edeceği çok açıktı. Belgeselin kaçırdığı yer
burasıdır.
“16 Kasım sabahı 1632. Atahualba İspanyollarla
buluşmayı kabul eder ve kaderini etkileyecek bir karar verir ve askerlerini
silahsız gönderir.” (Tüfek,Mikrop ve Çelik, Bölüm:2 Part:4,Dakika:2-37,2-53)
Yani İspanyolların İnkalar üzerinde zafer kazanması
gelişmiş teknolojiden ileri gelmemektedir aslında İspanyolların zafer kazanması
bizzat İnkaların içsel hatalarından kaynaklanmaktadır. Bunun nedeni ise İnka
halkının İspanyolları tanrı olarak görmesinden kaynaklanıyordu. İnkalar
hayatlarında ilk defa ata binen birini görmekte, İspanyolların giyimi
kuşamındaki farklılıklar yüzünden İspanyollara ilahi bir anlam
yüklemekteydiler. Fakat İnka kralı Atahualba İspanyolların tanrı olmadığını
biliyordu ve elindeki insan sayısının gücüne dayanarak İspanyolları güç
kullanmadan yeneceğinin hesabını yaparak “Tanrıları güç kullanmadan yenen kişi”
olma hesapları yaparak aslında iktidarını daha da sağlamlaştırmanın derdindeydi.
Eğer Atahualba güç kullansa idi orada İspanyolların
“İ”si bile kalmayacağı çok açıktı. Ayrıca ileri teknolojinin zafer için tek
neden olmadığı bugün çok net bir biçimde görülmüştür. İleri teknoloji sadece
zafer üzerinde avantaj sağlamaktadır fakat zafer için tek koşul değildir. Bu
belgeselin gösterdiği yöntem asla geri teknolojiye sahip Vietnam’lıların ileri
teknolojiye sahip A.B.D ve Fransa gibi
iki büyük emperyalist orduyu arda arda nasıl yendiğini açıklayamamaktadır. Belgeselin bir diğer
kısmı olan “Mikrop”’a geçersek:
“Sıtma yüzünden binlerce Avrupalı ölürken
Afrikalılar ölmedi çünkü alışkınlardı”
“Tarih,coğrafya,tüfek,mikrop ve çelik Zambianın
bugünkü kötü durumu hakkında neler söyleyebilir?”
(Tüfek,Mikrop ve Çelik,
Bölüm:3 Part:4,Dakika:9-29,9-47)
“Tropik bölgedeki Afrikalılar bir zamanlar geniş
alanlara yayılmış yerlerde yaşıyorlardı ve bu sıtmanın yayılımını en aza
indiriyordu. Fakat artık yüksek nüfus yoğunluğuna sahip modern şehirlerde ve
kasabalarda yaşıyorlar ve enfeksiyon oranı önemli ölçüde arttı.” (Tüfek,Mikrop
ve Çelik, Bölüm:3 Part:5,Dakika:00-55,1-18)
“Önemli iktisatçılar son yarım asır boyunca
Afrika’daki yüzde 1’lik büyümenin önemli ölçüde sıtmaya bağlanabilceğini tahmin
ediyorlar.” (Tüfek,Mikrop ve Çelik, Bölüm:3 Part:2,Dakika:1-46,1-54)
Belgeselde Avrupalıların, Afrika üzerinde Amerika
kıtasındaki gibi egemen olamamasının sebebini “sıtma”ya bağlamaktadır. Bu gibi
bir yargının eksik bilgiden kaynaklandığını düşünmeme rağmen belgeselde daha
ilgimi çeken bir noktaya değineceğim. Belgesel Afrika’da ekonomik gelişmenin
önündeki engel olarak “sıtma”yı göstermektedir. Belgeseli hazırlayanlara sormak
lazım 21.yy’da sıtmanın tedavisi mi bulunmadı? Yoksa kapitalist ülkeler daha
fazla sömürü imkanı sağlamak ve Afrika’nın gelişmemesinin kendi çıkarlarına
daha uygun olduğunu düşündükleri için mi Afrika’da sıtmayı tedavi etmemekte ve
görünürde yardım eli uzatmaktadırlar?
Live 8 konserlerini düşünün bu konserlerin amacı
dünyadaki zenginlerin servetindeki paraların sadece yüzde 5’lik kesimini
Afrika’ya bağışlasalardı Afrika’da açlığın biteceğini biliyorlardı ve bu yüzden
harekete geçmişlerdi. Dünya tekelleri paralarının yüzde 5’i vermek şöyle dursun
paralarının faizini bile verselerdi Afrika’da açlık bitecekti. Fakat bu bile
çok görüldü ve bu proje iflasa sürüklendi. Asıl sorun kapitalist sistemin iç
yasalarından kaynaklanıyordu ve eğer sadece servetlerinin yüzde 5’lik kısmını
tekeller verirlerse diğer tekellerin kendilerinin pazarlarını ele geçirme
korkusundan bu girişim çuvallamış oldu.
Sonuç olarak Afrika'nın gelişememesi kapitalist
sistemin iç yasalarından kaynaklanmaktaydı. Sıtma gibi hastalık tali
nitelikteydi. Ayrıca Ortadoğu’da tarımın çıkmasıyla birlikte insanlar kollektif
bir üretimin yerine özel mülke dayalı bir üretim sisteminin içinde
yaşamaktaydı. Bunun nedeninin coğrafyada olmadığı çok açıktır. Çünkü eğer
insanlığın gelişmesini coğrafya ile açıklamaya kalkarsak eşitsizliğin kaynağına
doğal bir nitelik yüklemiş oluruz ve sömürü sisteminin bir övgüsüne, onun
doğallığına ve yok edilemez oluşuna ilişkin bir sonuca ulaşırız. Belgeseli
hazırlayanlar eşitsizliğin yok olmayacağına inanmadıklarını söylüyorlar fakat
onların tezleri bu eşitsiz gelişimin olumlanması gibi bir sonuç doğmasına neden
olmaktadır.(Her ne kadar niyetleri o olmasa da ve bunu inkar etseler de) Kim
İspanyol sömürgecilere gidin Amerika’yı işgal edin ve sömürün dedi? Coğrafya mı
dedi bunu? Bunun nedeninin de coğrafyada olmadığı çok açıktı. Bir toplumu ve
insanlığın gelişimini açıklamak istiyorsak toplumların içsel koşullarının
birincil nitelikte olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Mao Ze Dung’tan yaptığımız
ilgili alıntıyla yazımızı sonlandırıyoruz.
“Birçok ülkeler, aynı
coğrafya ve iklim koşulları altında oldukları halde, gelişmeleri birbirinden
çok farklıdır. Coğrafyasında, ikliminde hiç bir değişme olmadığı halde, aynı
ülkede büyük toplumsal değişmeler olabilir. Her iki ülkenin de coğrafyasında,
ikliminde herhangi bir değişme olmadığı halde, emperyalist Rusya, sosyalist
Sovyetler Birliği; feodal ve tecrit edilmiş Japonya, emperyalist Japonya haline
gelmiştir. Uzun süre feodalizmin hüküm sürdüğü Çin, son yüzyıl içinde büyük
değişmeler geçirmiş ve şimdi bağımsız ve özgür yeni bir Çin olma yolunu
tutmuştur. Oysa Çin'in ne coğrafyasında, ne de ikliminde bir değişme
olmamıştır. Dünyanın coğrafyasında, ikliminde bütünüyle bazı değişmeler olmakla
birlikte, toplumdaki değişmelerle karşılaştırılınca, bunlar pek az önemlidir.
Doğal koşullardaki değişmeler, kendisini, binlerce, milyonlarca yılda
gösterdiği halde, toplumdaki değişmeler bin yılda, yüz yılda, on yılda, hatta
birkaç yılda, ya da ayda (devrim zamanlarında olduğu gibi) meydana gelir.
Materyalist diyalektik görüşe göre, doğadaki başlıca değişmeler, doğadaki iç
çelişkilerin gelişmesiyle olur. Toplumdaki başlıca değişmeler de, toplumdaki iç
çelişkilerin, yani üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişkilerin,
sınıflar arasındaki çelişkilerin, yeni ile eski arasındaki çelişkilerin
gelişmesiyle olur. Bu
çelişkilerin gelişmesi, toplumu ileri iter ve eski toplumun yerine, yeni
toplumun geçmesi süreci başlar.”(Mao Ze Dung,Teori ve Pratik,Sayfa:37,Evren
Yayınları)
“Materyalist diyalektik, dış nedenleri hiç hesaba katmaz mı?
Elbette katar. Materyalist diyalektik, dış nedenleri değişmenin koşulu, iç
nedenleri ise değişmenin temeli olarak görür. Dış nedenler, iç nedenlerin
aracılığı ile etkili hale gelir. Uygun bir sıcaklıkta yumurta civcive dönüşür.
Ama bir taşı civciv yapabilecek bir sıcaklık yoktur, çünkü bu iki şey, aslında
farklıdır.” (Mao Ze Dung,Teori ve Pratik,Sayfa:37-38,Evren Yayınları)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.