6 Mart 2023 Pazartesi

DARBE İÇİNDE DARBELER DÖNEMİ

 

Coup d'état kulağa çok şiirsel gelse de Türkçe karşılığı hükümet darbesi ya da darbe olarak ifade edilir. Darbeyi en kaba ve kısa şekilde şöyle: “bir hükümetin ve onun yetkilerinin ele geçirilmesi ve görevden alınması” tanımlayabiliriz. Darbenin kanlı, kansız, yumuşak, sessiz, gizli olması darbenin darbe olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Darbeler, ortaya çıktığı anın üretim biçimine ve onun sahip olduğu üretim ilişkilerinin genel eğilimlerine uygun biçimde oluşur. Bu demek değildir ki darbeleri sadece egemen sınıflar yapar. Üretim biçiminin tel tel dökülmeye başladığı tarihsel anlarda devrimci sınıflarda egemenlere darbe yapabilir. Bu yüzden emekçi sınıflar açısından toptan bir darbe karşıtlığı diye bir şey söz konusu olamaz. Emekçi sınıflar açısından önemli olan, tarihsel bir anda vuku bulan ya da bulacak olan bir darbenin kurmay zekasını kimlerin temsil ettiği ve komuta kademesinin hangi sınıfın ya da sınıfların hizmetinde olduğudur. Tarihsel açıdan yönetim organlarından bilerek uzak tutulan emekçi sınıflar, emperyalizm çağında mali oligarşi ve burjuvazi kadar bu alanlarda ustalığa sahip değildir. Haliyle bu deneyim eksikliği politik arenada belli hatalar ve nesnel gerçekliğinin farkına varılamaması sorunlarını da beraberinde getiriyor. Rekabetçi kapitalizmin hakim olduğu zamanlardan beri proletarya ve emeğiyle var olabilen sınıflar belli politik değişimleri görememektedir. Bu miyopluğun en önemli sebebi ise deneyim eksikliğidir. Bu yazımızda darbe mefhumu üzerinden emekçi sınıfların muzdarip olduğu kronik miyopluğu incelemeye çalışacağız.


Darbeyi illa asker postallarını sokakta görmekle bir tutan zihniyet açısından Louis Bonaparte darbeyi 2 Aralık 1851'de yapmış ve Ulusal Meclisi feshedip başkanlığını kendisi için 10 yıl güvence altına almıştı. Darbeden sonra Napoleon işçi sınıfını hedefleyen açık bir sınıf terörünün egemenliği altında kendisini imparator III. Napoleon olarak ilan etmiş. Böylece Fransa'da Eylül 1870'e kadar sürecek ikinci imparatorluk kurulmuş olacaktı. Halbuki yaygın kanının aksine darbe 2 Aralık 1851’de değil 31 Mayıs 1850 yılında olmuştu. Nasıl ki bir deprem olduğunda onu takip eden artçı sarsıntılar oluyorsa Napoleon’un 1851 darbesi 1850’de yapılmış darbenin artçısıydı. İlk darbe Napoleon’un darbesini tetiklemişti. Marx, 1850 darbesini anlayamayan küçük burjuvaziye zamanında şu şekilde isyan ediyordu:


31 Mayıs 1850 yasası, burjuvazinin " coup d'etat"sı oldu.13 Haziranda "Hele genel oy sistemine bir dokunmaya kalksınlar da görürüz" diye bağıran küçük-burjuva demokratlara gelince, onlar, kendilerine çarpan karşı-devrimci darbenin bir darbe olmadığını, 31 Mayıs yasasının ise bir yasa olmadığını düşünerek kendilerini avutuyorlardı.”(Karl Marx, 18 Brumaire, Syf.73)


1850’li yıllarda Napoleon döneminde yaşanmış olan miyopluğu emekçi sınıflar çok ağır bir bedel ödeyerek atlamışlardı. Günümüze ve yakın tarihe gelecek olursak dünyadaki emekçi sınıfların politik miyopluk sorunundan kurtulamadığını görebiliyoruz. En acı bir şekilde Türkiye’de 27 Mayıs darbesiyle gördüğümüz bu miyopluk zaman içinde katlanarak artmıştır. Darbe vuku bulduktan sonraki yakın dönemde şiddetli olmayan miyopluk aradan geçen onlarca yıl içinde artarak devam etmektedir. Aşağıdaki alıntı miyopluk döneminin hafif olduğu anlara ait bir kesiti tanımlamaktadır.


"27 Mayıs hareketine karakterini veren orta burjuvazi, emperyalizme başından teslim olmuştu. İktidarı işbirlikçi büyük burjuvaziye ve toprak ağalarına bıraktı. Tarih bir kere daha gösterdi ki, emperyalizm ve işbirlikçilerinin iktidarını yıkacak biricik güç, proletarya önderliğinde halkın teşkilatlı gücüdür. Bununla beraber 27 Mayıs'ın getirdiği 1961 Anayasasıyla halkımız sınırlı da olsa, bazı demokratik haklar kazandı ve devrimci fikirlerin hızla yayıldığı elverişli bir ortam doğdu."(TİİKP Davası, Belgeler 1, Sayfa:23)


Miyopluğun düşük dozlu ilerlediği dönemde 27 Mayıs hareketinin sınıfsal özü görece doğru tahlil edilmiş ancak 61 Anayasası kısmında darbeye ilişkin duyulan sempati gözlerden kaçmamaktadır. NATO’cu olan, emperyalizm ve büyük burjuvazi ile hiçbir sorunu olmayan bir hareketin hazırladığı Anayasa’nın “demokratik hakları” hangi sınıfa tanıdığı konusu Marksizmin alfabesine aşina olanlar için oldukça açıktır. Bu elverişli ortama sahip olanların emekçi sınıflar olmadığı tartışmaya açık bir konu değildir. Haliyle bu miyopluk, yaşlılığın gösterdiği komplikasyonlarla artmış ve kendini 27 Mayıs Devrimi şeklinde göstermiştir. Körlüğe doğru giden bu miyop bakış açısından sağlıklı bir görüş elde etmek imkansızıdır. 27 Mayıs’ın sınıfsal kökenini anlamadan mevcut güç mücadelesini anlamak imkansızdır. 27 Mayıs gibi birbiriyle benzemeyen unsurların bir araya gelmesi darbe içinde darbe sürecinin hiç olmadığı kadar uzamasına neden olmuştur.


27 Mayıs'ı gerçekleştiren kadrolar iki grup tur. Dış bağlantıları olmayan yurtsever kişiler ile ABD kontrolünde, CIA bağlantısı olan, gelecekteki politik eylemlerinde netleşecek olan diğer grup. 27 Mayıs'ın temel dinamiklerini Ortadoğu'da ABD eksenli anti-komünist özel savaşın içeriğinde bulmak mümkündür.” (Suat Parlar Osmanlıdan Günümüze Gizli Devlet syf:257)


Çürük bir sebze çorbası kıvamındaki 27 Mayıs darbesinin “devrimin kendi evlatlarını yeme” ilkesine uymasını kaçınılmazdı. Önce ortak düşmanlarını tasfiye eden 27 Mayıs’çılar daha sonra birbirlerini kanlı ya da kansız tasfiye etmişlerdir. 27 Mayıs’ın ilk kurbanlarından emekli büyükelçi komünist Mahmut Dikerdem yaşadığı süreci şöyle açıklamıştır:


"Sami Küçük'e; "Albayım, sizinle meşgul olamadım ama siz de, hiç bana görünmediniz." demiştim. Aynı Albay'ın 27 Mayıs darbesini hazırlayanlardan biri olduğunu, üstelik Dışişleri ile yetkilendirildiğini öğrenince kendi kendime; "Tamam dedim, ben kendisiyle meşgul olamamıştım ama o benimle 'meşgul' olmuş. Herhalde Zorlu ile yakınlığımı görüp beni geri aldırttı". Oysa yanılmışım. Beni görevimden azlettiren başka bir Albaymış ve adı da Alparslan Türkeş'miş. Bunu yurda dönünce öğrenecektim...Örneğin, askerlik hizmetim sırasında tanıdığım ve sonraları da dostluk ilişkileri sürdürdüğüm General Cevdet Sunay -ki o sırada Genelkurmay Başkanıydı- ziyaretine gittiğimde beni çok iyi karşılamış, fakat benim için bir şey yapamayacağını hissettirmişti. Sunay: "Bu albaylara söz geçirmek zor." diyordu."

(Mahmut Dikerdem, Hariciye Çarkı: Anılar, Syf:139-148)


Mahmur Dikerdem’in anılarında kendisini tasfiye eden kişinin Alpaslan Türkeş olduğunu belirtmektedir. Daha sonra Alpaslan Türkeş, NATO’cu olmanın verdiği avantajdan yararlanıp kansız darbenin kurbanı olacaktır. Ondörtler diye bilinen grubun içinde olan Türkeş, Türkiye’deki devlet geleneğine uygun olarak ceza olarak yurt dışına sürülmüştür. Ayrıca Dikerdem’in anılarında darbe içi darbe döneminin son başarılı darbesinin lideri olacak Sunay’ın, albaylardan duyduğu rahatsızlığı gizlememesi oldukça önemlidir. 27 Mayıs’ın NATO kurmay aklı olan Milli Birlik Komitesi, bir grup subay ile darbenin seyri üzerine anlaşmazlığa düşmüştür. İktidarı bırakma yanlısı olmayan, siyasi reformlara karşı çıkan bu subaylar seçim ve demokrasi kisvesi altında MBK komitesi tarafından tasfiye edilecek ve sessiz darbenin(soft coup) kurbanı olacaklardır. İlk darbe içi darbe diye tanımlayacağımız bu darbeden sonra, Albay Talat Aydemir’in başarısız darbesi ona karşı bir darbe somutlaşacak ve 27 Mayısçılar kendi içlerinde Talat Aydemir’in asılmasıyla kanlı darbe ile tanışmış olacaklardı. 27 Mayıs’ın doğal afet boyutundaki darbe için darbe durumu iç ve dış gelişmelerden ötürü duramayacak. En son darbenin ve NATO’nun gözbebeği Cemal Gürsel’in tasfiyesi ile içinden çıkılması güç bir kaos ortamına doğru evrilecekti. Son tasfiye sürecini Suat Parlar şu şekilde ifade etmektedir:

 “Bu arada belirtilen belgenin satır aralan bir gerçeği daha açığa çıkarıyor. Rapor, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’i kastederek “bozulan sağlığının yeni problemlere neden olacağı açıktır. Tedavi fikri hala tartışılmaktadır” diyor ve “durumu”nun “yeni bir Cumhurbaşkanı seçilmesini zorunlu” kılabileceğinden söz ediyor. Cemal Gürsel bu tespitlerden sonra “kuşkulu” biçimde ABD’ye gönderiliyor. Tedavi amacıyla ABD’ye gidecek olan Gürsel’i ziyaret etmek İsteyen 27 Mayısçı tabii senatörlere randevu verilmiyor. 27 Mayısçılar görüşmede ısrar ediyor ve randevusuz olarak Çankaya köşküne gidiyorlar. Amaçları, Gürsel’le görüşerek ABD’ye gitmekten vazgeçirmekti. Bir “tertip” hazırlandığını sezmişlerdir, bu tertibi bozmaya çalışmaktadırlar. ABD’ye yapılacak yolculuk 30.000 feet yükseklikte yapılacak ve 15 saat sürecektir. Gürsel’in bu yolculuğa dayanması zordur. Ancak Gürsel’ in özel doktorluğunu yapan Tuğgeneral Lütfü Vural da yolculuğu onaylamaktadır. Sonuçta yolculuk gerçekleşir ve Gürsel ABD’de “koma”ya girer. Gürsel’in cenazesi Gülhane’ye getirildiğinde de 27 Mayısçı senatörler oradadır, oldukça kuşkuludurlar, “bazı sivil doktorlar”ın da katılımıyla bir rapor düzenlenir ve ilan edilir. Daha sonra kontenjan senatörü Prof. Dr. Ragıp Üner istifa ettirilerek Genel Kurmay Başkanlığından “istifa” eden Orgeneral Cevdet Sunay kontenjan senatörü olur ve birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı seçilir. Operasyon tamamlanmış, ABD imparatorluğu seçimin koşullarını ve seçilmesi muhakkak adayı belirlemiştir. Dickson raporu olarak bilinen belgede bir başka açıklık daha var, buna göre: “Ordu komutanlığı bizim ülkedeki gerçek etkimizi kabule başlamıştır ama askerler adına bazı müdahalelerle bulunulması gözden uzak tutulmamalıdır” deniliyor. 9 Mart’ta tasfiye edilen “milliyetçi-devrimci” alt kadro subay hareketinin ABD tarafından oldukça erken tespit edildiği ve tedbirlerin 1965’ten itibaren alınmaya başlandığı ortaya çıkıyor. 1965 yılının Dev-Kurt planının kaynakları ve o yılla birlikte açılan iç savaşın çizgileri daha da netleşiyor. Ancak 27 Mayıs’m öncü kadroları ile ABD’nin güven problemi olduğu kuşkuludur! Ama ABD’nin 27 Mayıs hareketi, kadrosuna güven duymadığı söylenemez.” (Emin Değer, Uğur Mumcu ve 12 Mart, s. 157). ABD nasıl güven duymasın ki? ABD Dışişleri Bakanlığının 27 Mayıs ihtilalinden bir yıl sonra hazırladığı rapor, darbecilerin karakterine varıncaya kadar açıklıyor. Gizliliği sona erdiği için açıklanan raporda, başta Orgeneral Cemal Gürsel olmak üzere MBK üyelerinin çoğunluğu Amerikan yanlısı olarak nitelendirilmiş.”(Suat Parlar, Kontgerilla Kıskacında Türkiye, syf:345-346)


27 Mayıs’ın has kadroları, Nato veya ABD ekseni dışında çıkmasa bile ABD’nin Türkiye içindeki politik amaçlarına ulaşabilmek için belirlediği hız limitine ayak uyduramadığı için tasfiye edilmişlerdir. ABD’nin kaygısı 27 Mayısçıların sınıfsal aidiyetleri değil ABD’nin o zamanki sınıf mücadelesinin nasıl sürdürülmesi gerektiği yönündeki bakış açısıdır.


Benzer bir durum 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan politik kaos ortamına da rahatlıkla uygulanabilir. ABD’nin 2013 sonrası Rusya ile savaşa hazırlanmasının ortaya çıkardığı politik zorunluluk ABD ve onun suni-peyklerinde radikal ve hızlı bir değişim ihtiyacını gündeme getirmiştir. ABD’nin bu varoluş sorununda kendisine ayak bağı olma ve zaman kaybetmesine sebep olacak bürokrasi ve yargı gibi gerçeklikten kopmuş idealist ayaktakımından kurtulmak için yapılan 15 Temmuz darbesi başarıya ulaşmıştır. Lakin 31 Mayıs 1850 darbesini politik miyopluktan ötürü anlamayan Fransız emekçi sınıflara benzer bir şekilde Türkiye’deki emekçi sınıflarda 15 Temmuz darbesinin “başarısız bir darbe girişimi” olduğu yönünde yanılsamaya kapılmaktadırlar. Kendisine ayak bağı olacak unsurlardan görece kurtulan yumuşak ve kanlı darbe konseptlerini oldukça uyumlu bir şekilde uygulamayı başaran gizli cunta şu anda tarihin çok hızlı akmasından dolayı bağlı olduğu güç odaklarında memnuniyetsizliğe neden olmaktadır. Özellikle Rusya ile ilgili konularda politik atalet gösteren hükümete duyulan öfke oldukça şiddetlidir. Hükümetin seçim kampanyasında seçtiği sloganı “yeter söz milletin” olarak belirlemesi ve seçim gününü 14 Mayıs olarak seçmesi kesinlikle tesadüf değildir. Hükümetin, 27 Mayıs darbesi ile indirilen Menderes üzerinden gönderme yapması oldukça önemlidir. Lakin bir benzerlik yapılacaksa mevcut hükümetle Menderes arasında bir analoji yapılamaz. Menderes ilk darbe ile koltuğundan edilmişti. Haliyle Menderes’in konumuyla Pensilvanya’daki CIA’cı arasında bir analoji yapılabilir. Bu yüzden mevcut hükümetin tarihsel benzeri Menderes değil, Cemal Gürsel’dir. Mevcut hükümetin bir darbe kurbanı olduğu şu an için kesindir. Politik miyopluğa sahip olmayan gözler onun ülkeyi yöneten bir güç olmadığını rahatlıkla görebilir. Şu an için belirsiz olan mevcut hükümetin bir seçim darbesi gibi(soft coup) bir darbe ile mi gideceği yoksa hükümet darbesi ile mi gideceğidir. Cevabı biz değil tarih verecektir.