Bir önceki yazımızda Brejnev ile Debray’nin askeri yaklaşımlarındaki benzerliklere değinmiştik. Şimdi bu benzerlikleri daha da derinlemesine inceleyip SSCB’nin 20.yy’daki dünyadaki devrimci hareketlerin fikri düzlemdeki yakınlıklarını ele alacağız. Bazı kişilere bu sözler çok iddialı gelebilir ve kafalarda “böyle bir şey nasıl olur”? Soruları canlanabilir, hatta çoğu kişi için bu tarz yakınlıklar tabu olabilir. Ancak nesnel bir gerçeklikle savaşmanın sonunun hüsran olacağını bu tarz düşünen hayal alemindeki Don Kişot’lara bir kez daha hatırlatmak isteriz.
İlk önce SBKP’nin 20.Kongre kararlarının maalesef bütün devrimci dünya kamuoyu tarafından eksik değerlendirildiğini belirtmek isteriz. Evet SBKP’nin 20. Kongre Kararları içte tarihsel bir gerilemeye tekabül ediyordu lakin bu geriliğin aynı ölçüde SSCB’nin dış politikasına sirayet ettiği genellemesi bizleri tarihi hatalı değerlendirmeye ittiğini çok rahatlıkla söylemek zorundayız. Madeni paranın bile iki yüzü var iken SSCB gibi ülkenin “bir anda” yıllardan 1956’da her şart altında gericileştiğini söylemek kişileri ve özneleri burjuva tarih yazımının alanına dahil eder. Evet 1956 yılı buzun çözüldüğü ve çubuğun kapitalist yola kırıldığı bir tarihsel andır. Fakat bu kırılma sürece yayılmıştır ve kendi içinde ilerleme ve gerileme süreçlerini de barındırmaktadır. Kruşçev ile Brejnev dönemi nasıl aynı çizgi üzerinden okunabilir? Ya da Andrapov, Çernenko ve Gorbaçov nasıl aynı potada eritilebilir?
Bir çerçeve çizdiğimize göre bu yazımızın konusu 20. Kongrenin SSCB içindeki iç gericileşmesi olmayacaktır. SSCB’nin genel dış politikası ve ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesine verdiği dolaysız destek olacaktır.
Dış politik değerlendirmemize SSCB’nin Büyük Vatanseverlik Savaşı sonrası kazandığı zaferden sonraki süreci ele alarak başlayacağız. Bilindiği gibi ABD’nin Japonya’ya attığı nükleer bombalardan sonra dünyadaki askeri güç ABD lehine dönmüştü. SSCB, ABD’nin bu kuşatmasını yarmak için Nükleer silah denemelerine başlamış ve 1950’lerin başında ilk nükleer silahlarını geliştirmeye başlamıştır. Kore savaşı süresince iki nükleer güce sahip ülke birbirlerine karşı ilk ‘vekil’ savaşlarını da vermiş oldular.
“SORU. -Sovyetler Birliği'nde bir atom bombasının denenmesi dolayısıyla bugünlerde yabancı basında kopan gürültü hakkında ne düşünürsünüz?
YANIT. -Gerçekten, yakında, bizde, atom bombası tiplerinden bir tanesinin deneyi yapılmıştır. ülkemizin saldırgan İngiliz-Amerikan bloku tarafından hücuma uğramasına karşı hazırlanan savunma planı uyarınca gelecekte de çeşitli çapta atom bombalarının deneyleri sürdürülecektir.
SORU. - Üçüncü bir dünya savaşı bugün için mi daha yakındır, iki ya da üç yıl önce mi daha yakındı?
YANIT. -Hayır, [yakın] değildir.
SORU. -Kapitalizm ile komünizmin bir arada yaşaması hangi temel üzerinde mümkündür?
YANIT. - Eğer karşılıklı olarak el birliği etmek isteği bulunuyorsa, eğer yapılan sözleşmeleri yerine getirmeye hazır olurlarsa, eğer başka devletlerin içişlerine karışmamazlık ve eşitlik ilkeleri uygulanırsa, kapitalizm ile komünizm arasında barış içinde bir arada yaşama pekala mümkündür.”(Stalin Son Yazılar)
Görüldüğü gibi Nükleer silahlar dünyadaki savaş mantığını ve pratiğini “devrimci” bir şekilde değiştirmiştir. Nükleer silahların ortaya çıkması yüzünden kapitalist kamp ile sosyalist kamp birbirleri ile bir dünya savaşı düzleminde çatışmaktan özenle kaçınmaktaydı. Ancak minor ve bölgesel savaşlar üzerinden birbirleriyle kesintisiz mücadele etmeye devam etmekteydiler. Bu yüzden ilk olarak Stalin’in kullandığı “barış içinde bir arada yaşama” doktrinini kapitalist kamp ile sosyalist kamp arasındaki bölgesel ve minor savaşların katastrofik yükselişi şeklinde değerlendirmemiz lazım. Stalin gazetecilere bu demeci verirken ABD ile Kore sathında savaşıyordu. Düşünen bir insanın “bu nasıl barış” diye sorması gerekirken bazı sahte sol oluşumlar metinsel düzlem üzerinden hareket edip Stalin’e “uzlaşmacı, sağcı” diye “eleştiri” getirmekten geri durmadı.
Bilindiği gibi insana en acı veren kesiklerin başında kağıt kesiği gelir. Kağıttan kaplan olan emperyalizmin kesiğinin verdiği acıya dayanmak istemeyen “sol” özneler 20. Kongre ile başlayan SSCB’deki iç gericiliği “genelleştirip” SSCB’nin geliştirdiği bütün politik hamleleri mahkum etmeye başlamışlardı. Nasıl bir insanın yaptığı her şey yüzde yüz doğru değil ise SSCB’nin yaptığı her şeyin yanlış, hatalı olamayacağını göremeyecek kadar gözlerini kapamayı seçtiler. Kağıdın kesiğinin meydana vereceği acıdan öyle bir korkmakta ve terörize olmaktadılar ki sorunun kaynağının kendi içsel gerilimleri olduğunu kabul etmemeye kadar durumu ilerletmişlerdi. Emperyalizmin sopası olan kağıt kesiğinin terörize ettiği “özneler” kendilerinin gerilimini “sol” söylem altında maskeleme yolunu tuttu.
Türkiye özgülünde 1956 sonrası meydana gelen bu değişimi en çok eleştiren hareketlerin mevcut konteksteki en sağcı çizgide hareket eden yapılar olduğunu hatırlatmakta fayda var. Halkın Sülalesi ve Aydınlık çevresi 60’ların sonu ve 70’ler sürecinin en sağcı hareketleri olmalarına rağmen metinlerindeki “radikalizm” ile kimse yarışamıyordu. Metinlerindeki radikalizmin sebebinin “kağıt kesiği korkusu” olduğunu aşikardır.
THKP-C’nin 71 sonrası örgütsel yenilgisinden sonra “günah çıkaran” eski THKP-C’liler Aydınlık Gazetesine verdikleri röportajda şöyle demekteydiler:
“Aydınlık: THKP-C üzerinde Latin Amerika etkileri ve diğer etkiler nelerdir?
Kamil Dede: Hapishaneye Joao Quaratum'un bir yazısı gelmişti. "Brezilya devrimi ve. Regis Debray”. Kesintisiz Devrim satır satır bu yazı gibiydi. Politikleşmiş askeri savaş kavramı da bu yazıdan alınmıştır.
Necmi Demir: İlk başlarda görüşler tam Che Guevera Lin Biao karışımıydı, eylemler, döneminde Latin Amerika etkisi ağır basıyor. Kaçıştan sonraki Kesintisiz Devrim II-III’de Rusya'ya yaklaşma eğilimi görülüyor.
İlkay Demir: Kesintisiz Devrim II-III' de revizyonist yazar Varga'dan satır satır kopya vardı. Bu yazı Kruşçev'in tezlerine dayanıyor.” (Aydınlık, Yıl:1979)
Bir İnsanın olguları doğru aksettirmesi onu tarihsel süreci ya da hakikati somut bir şekilde değerlendirdiğini göstermez. Eski THKP-C’lilerde benzer bir durum söz konusudur. Evet çoğu metni Sovyetik yayınevlerinden okunup etkilenme sürecine girilmiştir. Evet, Çayan’ın Kesintisiz Devrim II-III metini üzerinde Eugen Varga kitabının etkisi tartışmasız vardır(1 yazının sonunda Varga’nın kitabının benzer yanlarının alıntılarını vereceğiz). Ancak genel sağcı çizginin aksettirdiği gibi “Barış İçinde Bir Arada Yaşama” doktrini Kruşçev’in “icadı” değildir ve sağcı çizginin ifade ettiği bir içeriği kapsamamaktadır. Ne Stalin ne Kruşçev ne de Varga yeni bir dünya savaşı ihtimalini dışlamıştır. Kruşçev’in:
"Bizi sevmiyorsanız, davetlerimizi kabul etmeyin ve sizi görmeye davet etmeyin. Beğenseniz de beğenmeseniz de tarih bizden yana. Sizi gömeceğiz."
(Nikita Kruşçev, Kremlin'deki Bir Resepsiyondaki Konuşması, 17 Kasım 1956)
Söylemi üstü kapalı bir nükleer tehdit ve yeni dünya savaşına yapılmış bir davetiye olduğu kasti olarak sağcılarımız tarafından görmezden gelinmektedir. Kruşçev o kadar “Barış İçinde Bir Arada Yaşama” heveslisi ki Küba’ya balistik füzeler yerleştiriyor ve Emperyalizmin diplomatlarını nükleer silah kullanma ile tehdit ediyor.
SSCB’nin emperyalist kampa topkeyün saldırısı ve ulusal ve sosyalist kurtuluş hareketlerini kesintisiz desteklemesi nükleer güç açısından dünyanın bir numaralı güç olmasıyla bağlantılıdır. Bu da SSCB döneminde Brejnev’in Genel Sekreterliği dönemine denk düşmektedir. SSCB için önemli olan tek şey emperyalist kampı geriletmesidir. Destek verdiği yardım ettiği öznelerin kendisi ile aynı düşünüp düşünmemesinin hiçbir önemi yoktur. Bu durum gerçekten devrimcilik yapmak isteyen özneler için oldukça pozitif bir gelişme iken kağıt kesiğinden terörize olanlar için “niye açıktan destek olmuyor” şeklinde yorumlanmaktadır. Bu beyler, nükleer silahlar çağında açıktan desteğin bir nükleer imha olduğunu göremeyecek kadar kağıt kesiğinden korktukları için kendilerinden politik standartlara uygun bir yorum beklemek oldukça “iyimser” ve saf bir yaklaşım olacaktır.
Jeopolitika her ne kadar burjuvazinin kavram konsepti alanı dahlinde olsa da Çayan’ın aşağıdaki satırları Jeopolitikaya Marksist bir gözden nasıl bakılabileceğinin iyi bir örneğini sunmaktadır.
"Nükleer vurucu güçlerin dünya çapında erişmiş olduğu seviye ve de esas tayin edici olarak da, dev dünya sosyalist blokunun varlığı emperyalistler arası had safhaya ulaşmış olan uzlaşmaz çelişkilerin ekonomik plandan, askeri plana sıçramasına engel olmaktadır. Bir yandan çelişkiler keskinleşip derinleşirken, öte yandan da entegrasyona gidilmektedir."(Mahir Çayan Kesintisi Devrim II-III)
"Vasıtasız İhtiyatlar:
- Kemalist aydın çevre
- Dünya sosyalist bloku
- Sömürge ülkelerdeki, özellikle Ortadoğu'daki milli
kurtuluş hareketleri."
(Mahir Çayan, Stratejik Hedefimiz: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Devrimdir)
Çayan’ın devrimin dolaysız yedeği olarak dünya sosyalist bloğunu görmesi oldukça önemlidir. Keza Ortadoğu’daki milli kurtuluş hareketlerinin ana destekçisinin SSCB olması akıllardan çıkmamalıdır. SSCB’nin içteki gerici politik çizgisine rağmen dünya sathında devrimci mücadelenin gelişmesine ve dünya devrimine isteği dışında sağladığı katkı tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıktır.
SSCB: Ne İstediğiniz de Vermedi?
SSCB’nin dünyadaki devrimci mücadelenin gelişmesine verdiği katkılara birkaç örnek ile değinmekte fayda vardır.
"1970'lerin sonunda, bakanlık ve benim departmanım terörü bir taktik olarak kullanan güçlerle bir dizi ittifaka girdi: Filistin Kurtuluş Örgütü; serbest çalışan Venezüellalı terörist ve suikastçı Ilyich Ramirez Sanchez Çakal Carlos olarak bilinir; ve kendisine Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) adını veren ancak liderleri Andreas Baader ve Ulrike Meinhof'tan sonra Baader-Meinhof çetesi olarak da bilinen Batı Alman terörist grubu. Bu tür ortaklıklara olan hevesimiz, o zamanlar alenen itiraf edebileceğimden çok daha fazla, vakadan vakaya değişiyordu."(Marcus Wolf, Bir İstihbarat Şefinin Anıları, Sayfa: 277)
"Kızıl
Tugayların arkasında kim var?
İtalya eski Devlet Başkanı Aldo Moro'nun Kızıl Tugaylar denen tedhiş örgütü tarafından kaçırılması ve sonunda öldürülmesi ile, bu ülkedeki siyasi şiddet olayları doruk noktasına varmıştır. Kızıl Tugaylar, ülkede dehşet yaratmakta, birbiri ardına suikastlerle ülkeyi siyasi kargaşalığa ve istikrarsızlığa sürüklemektedir. Bu terör örgütünün, Çekoslovak gizli servisleri ve KGB tarafından silahla beslendiği ve desteklendiği ortaya çıkmıştır. Kızıl Tugayların mutlaka Sovyetlerle ideolojik görüş birliği içinde olması gerekmemektedir. Tam tersine, Sovyetlerle ideolojik ayrılıklar içinde olması Moskova'nın da işine gelmektedir. Çünkü böylece KGB ve Rusya'nın İtalya'daki terör olaylarıyla somut bağı ve parmağı olduğunu inkar etmek kolaylaşmaktadır. Amaç, bir NATO ülkesini sarsmak ve zayıflatmaktır. Kızıl Tugaylar da KGB'nin elinde bu amaca hizmet eden araçtır."(Aydınlık, Yıl: 1979)
Görüldüğü gibi RAF, Kızıl Tugaylar gibi devrimci mücadele yürüten örgütlere Varşova Paktı ülkelerinin ve SSCB’nin desteği tartışmaya yer bırakmayacak şekilde açıktır. Doğu Alman Dış İstihbarat Servisi HVA’nın eski başkanı Marcus Wolf’un anıları bu konuda tarihsel bir önem ihtiva etmektedir. Gözünün üstünde kaşın var tarzı eleştiri sunma alışkanlığı olanlar tabi ki bu süreci eleştirmeye kalkacaktır. Tabi ki bizim asıl yapmak istediğim şey sizlere bir tarih dersi vermek değildir. Sizlere güncel politik süreçler üzerinde bir değerlendirme de sunmak istiyoruz.
Ukrayna’ya Özel Askeri Operasyon: Kılıçlar Çekildi Bu Bir Nükleer Düello
Bilindiği gibi ABD, SSCB yıkıldığından beri Rusya’yı kuşatma ve bölme politikası altında yerel vekiller kullanarak Rusya’ya saldırmaktadır. Aktörler zaman içinde değişse bile ABD’nin politik hedefleri değişmemektedir. ABD’nin sahadaki son müttefikleri ise Faşist Ukrayna Devleti ve Ukrayna’nın Neo-Nazi paramiliter ordu mensuplarıdır. Rusya’nın başlattığı özel operasyondan önce Rus ve Ruşça konuşan azınlığa etnik soykırım yapan, Rusça konuşulmasını yasaklayan, Sendika binalarında insanları diri diri yakan, Komünist partileri kapatan ve Sovyet sembollerini yasaklayan, Rus azınlığın kafalarını kesip toplu mezarlara gömen terörist bir devletti Ukrayna. Haliyle Rusya şu anda içte kapitalist bir devlet olmasından dolayı gerici yanları olsa da dış politikada dünya devriminin dolaysız müttefiği durumundadır. Rusya kendi varlığını devam ettirmek için ABD’yi ve emperyalizmi geriletecek bütün öznelere kesintisiz destek sunmaya son derece açıktır. Medvedev’in gerekirse nükleer silah kullanabiliriz(2 ilgili kısım notlarda verilecektir) açıklaması artık Rusya’nın geri adım atacak imkanı kalmamasından kaynaklanmaktadır. Rusya için bir adım daha geri adım atmak uçurumdan düşmek demektir. Özellikle Konstantin Yaroshenko’nun Rusya’ya iade edilmesi ve yakında Viktor Bout’un Rusya’ya iade edilecek olması gerçekten devrimcilik yapmak isteyen bütün öznelere inanılmaz bir alan sunmaktadır. Rusya bütün dünyaya “ne istiyorsunuz da vermiyoruz” demektedir. Putin’in aşağıdaki açıklamaları ABD ile politik derdi olan herkese yeşil ışık yakma şeklinde okunmalıdır.
"Rusya Federasyonu Komünist Partisi Merkez Komitesi Başkanı, Komünist Parti Devlet Duması grup lideri Gennady Zyuganov: Sayın Başkan,
Ve yeni stil ve fikriniz: çıkmaza mı girdi? Kapitalistler sadece çıkmaza girmezler. Çıldırıyorlar. Tek panzehir var çünkü kapitalizm sadece Nazizm, faşizm ve Bandera hareketlerini yaratıyor. Sosyalizmden başka hiçbir şey onu yenemez.
Bu nedenle bir sonraki konuşmanızda sosyalist hedefler belirlemenizi bekliyorum. Birleşik Rusya'nın bile destekleyeceğini düşünüyorum. Vyacheslav Volodin gülümsüyor, bu fikri beğendiğini görebiliyorum. Devlet Duması'ndaki ana konulardaki önemli oturumlara başkanlık eder. Son zamanlardakilerden biri, eğitim üzerine parlak bir oturumdu. Eğitim yasamızı herkes için uygulamaya hazırız...Toplumun konsolidasyonu ve desteği bugün ana konudur. Bandera'nın ve Amerikan küreselizminin destekçileri olan Nazizm'e karşı ortak bir mücadelede ulusal güvenliği ve birliği güçlendirme konusundaki adresinizi ve politikanızı destekleyeceğiz. Bu bir prensip meselesidir ve bizim tarihsel hayatta kalmamızdır.
Teşekkürler.
Vladimir Putin: Çok teşekkür ederim.
Rusya Federasyonu Komünist Partisi üyelerinin tam olarak bu pozisyona bağlı olduklarından şüphem yok. Sosyalist düşünceye gelince, bunda kötü bir şey yok. Bu fikri özellikle ekonomik alanda ete kemiğe büründürmeliyiz. Bazı ülkeler buna özünü vermiştir ve bu, piyasa düzenleme biçimleri vb. ile bağlantılıdır. Bu fikir oldukça etkili bir şekilde çalışıyor. Buna bakmamız gerekiyor.
Devletin katılımı ile ilgili olarak, ilgili tartışma bu katılımın kapsamı ve biçimleri üzerinde odaklanmaktadır. Devletin ekonomik faaliyetlerini nasıl düzenlemesi gerektiğini görmeliyiz. Bunu tartışmalarımız sırasında kesinlikle ele alacağız. Halkın ve ülkenin çıkarlarının tehlikede olduğunu idrak ederek bu çözümleri bulacağımızı düşünüyorum.
Çok teşekkürler."
Rusya hem iç hem de dış politikada ABD ve emperyalizmle yaşadığı sorunlar yüzünden keskin bir kopuş yaşamanın eşiğindedir. Ve bu kopuşta dünyadaki bütün devrimci nüve barındıran yapılarla karşılıklı kazan-kazan temelinde ilişkiye girmek istemektedir. Ancak Avro-Komünizmin yereldeki yansıması olan ‘Ortadoğu Sosyalizminin’ temsilcileri tarafından bu olumlu gelişme görmezden gelinmektedir. Kağıt kesiğinden terörize olan emperyalizme biat etmiş bu özneler bu süreçte direkt “sol” söylem maskesi takıp “Rusya”ya “sol”dan saldırıp ABD ile politik olarak aynı düzlemde yer almışlardır. Rusya’ya açıktan karşı çıkmayıp cılız bir şekilde “Donetsk ve Luhansk Halkının Yanındayız” açıklaması yapanlar ise ağzı başka konuşup zihninde AB ve ABD’nin çizdiği koşullarda siyaset yapmaya devam etme niyetleri olduğu için Rusya tarafından hayal kırıklığı ile karşılanmıştır. Toparlarsak geçmişte de günümüzde de devimci bir tutum almaktan kaçınmak için “sol” söylemler piyasaya sürülmekte ve Emperyalist-kapitalist sistemle uzlaşmanın üstü örtülmeye çalışmaktadır. Artık Türkiye’de bütün yapılar ‘Ortadoğu Sosyalizminin’ alanı dahilinde dükkanlarını açmış bulunmaktadırlar. Bu dükkanlar kapanmadan devrimci bir mücadele yürütmek bölgedeki öznelerin içsel dinamikleri yüzünden yakın bir gelecekte pek mümkün görünmemektedir.
Notlar:
1:
“BÖLÜM
V: KAPİTALİZMİN GENEL KRİZİNİN YENİ (ÜÇÜNCÜ) AŞAMASI
Kasım
1960'ta Moskova'da yapılan Komünist ve İşçi Partileri
Temsilcileri Toplantısı tarafından yayınlanan bildiri, Komünist
ve İşçi partilerinin programatik belgeleri, SBKP'nin Yirmi İkinci
Kongresinde yapılan konuşmalar. ve C.P.U.'nun Programı, mevcut
dünya durumunun derinlemesine bir analizini sağlar ve daha fazla
gelişme için beklentileri gösterir. Çağımızın ana içeriği,
başlangıcı Rusya'daki Büyük Ekim Sosyalist Devrimi olan
kapitalizmden sosyalizme geçiştir. Bu, iki karşıt dünya sosyal
ve ekonomik sistemi arasındaki mücadele çağıdır, sosyalist
devrimler çağı ve ulusal kurtuluş devrimleri çağı,
emperyalizmin çöküşü ve sömürgeci sistemin ortadan
kaldırılması çağıdır, giderek dünyadaki daha fazla halk
sosyalizm ile komünizmin dünya çapındaki zaferi yolundaki çağa
giriş yapıyor.”(Eugen Varga 20. Yüzyıl Kapitalizmi)
“Sovyetler Birliği, yalnızca atom silahlarındaki Amerikan tekelini kırmakla kalmadı, aynı zamanda bilim ve teknolojinin bazı çok önemli dallarında, özellikle en modern silahlar alanında ABD'nin önüne geçti; bu, sosyalist dünyanın dünya meselelerinde belirleyici bir rol oynamasını sağlayan önemli bir faktör olmuştur. Bu tesadüfi bir şey değildir, ancak nihai analizde, sosyal sistemin farklı doğasından kaynaklanmaktadır...Kapitalizmin genel krizinin yeni aşamasının belirgin özelliği, bir dünya savaşıyla bağlantılı olarak değil, iki sistem arasındaki rekabet koşullarında, güçler dengesinin giderek daha fazla değiştiği koşullarda ortaya çıkmış olmasıdır. Sosyalizm lehine ve emperyalizmin tüm çelişkilerinde büyük bir şiddetlenme var. Barışsever güçlerin barışçıl bir arada yaşamanın kurulması ve güçlendirilmesi için başarılı mücadelesinin, emperyalistlerin saldırgan eylemleriyle dünya barışını bozmalarına izin vermediği koşullarda, kitlelerin demokrasi, ulusal kurtuluş, sosyalizm ve özgürlük mücadelesinde bir yükseliş durumu mevcuttur...Sosyalist kampın gücü, tüm sosyalist ülkelerin toplamından çok daha fazladır. Sosyalizmin, kapitalist dünyada, sermayeye karşı ekonomik ve politik mücadeleye girişen işçi sınıfının da aralarında bulunduğu güçlü destekçileri vardır. Özellikle Marksist-Leninist partilerin rehberliğinde kapitalist sistemin yıkılması için siyasi mücadele yürüten proletaryanın öncüsü vardır. Sosyalizmin destekçileri arasında toprak ağalarına ve tekelcilere karşı savaşan köylüler, emperyalistlere karşı mücadele eden sömürge halkları ve eski sömürge ülkeleri vb. vardır.”(Eugen Varga 20. Yüzyıl Kapitalizmi)
“Kapitalizm ile sosyalizm arasında bir savaş olarak üçüncü bir dünya savaşı, tüm ülkelerin halkları barış mücadelesinde aktifse ve savaş sorununa aklı başında düşünebilen kapitalist devletler tarafından karar verilirse, çıkması pek olası değildir. Modern silahlarla yürütülen bir savaşın, zaferin onları telafi edemeyeceği kadar büyük can ve malzeme kayıplarına yol açabileceğinin, Sovyetler Birliği'nin roketteki üstünlüğünün kanıtlanmış bir gerçek olduğunun ve halkın ezici çoğunluğunun iradesi (büyüyen barış hareketinin gösterdiği gibi) kapitalist sistemin sonu anlamına gelir bunun burjuva devlet adamları tarafından gerçekleştirilmesi bir üçüncü dünya savaşını pek olası kılmaz.”(Eugen Varga 20. Yüzyıl Kapitalizmi)
“Ancak militaristlerin sorumsuzca davranışları ve hatta radar sinyallerinin yanlış yorumlanması sonucu, kapitalist ülkelerde şakayıkların iradesine ve aklı başında devlet adamlarının iradesine karşı bir üçüncü dünya savaşı başlatılabilir. Emperyalist ülkelerdeki nefretin kör ettiği silah temininden çıkar sağlayan tekeller, militaristler ve sosyalizm düşmanları, genel ve tam silahsızlanmayı ve gerçek barışçıl bir arada yaşamayı engelliyor ve engellemeye devam edecek...Emperyalist ülkeler ve kapitalist kamptaki muhalif gruplar arasındaki mücadele devam edecektir. Kaçınılmaz muazzam kayıplar ve zafer durumunda olası kazanç arasındaki eşitsizlik ve özellikle kapitalist sistemin kaderine ilişkin korkular, bu gruplar arasında bir savaşın çıkmasını önleyecektir. "Küçük" savaşlar, özellikle yarı-sömürgelerin emperyalist boyunduruktan (Güney Amerika) kurtuluşu için yapılan savaşlar hem olası hem de mümkündür. Gelişmiş kapitalist ülkelerde sermayenin yoğunlaşması ve daha hızlı teknik ilerleme, kalıcı işsizler ordusunun artmasına yol açacak ve sınıf mücadelesini şiddetlendirecektir.”(Eugen Varga 20. Yüzyıl Kapitalizmi)
2:“Medvedev: Rusya’ya katılan toprakları korumak için nükleer dahil her silah kullanılabilir
Medvedev, Telegram hesabından yaptığı açıklamada, "Referandumlar yapılacak ve Donbass cumhuriyetleri ile diğer bölgeler Rusya'ya kabul edilecek. Bağlanacak tüm toprakların koruması, Rusya Silahlı Kuvvetleri tarafından önemli ölçüde güçlendirilecek. Rusya, bu korumanın sağlanması için yalnızca seferberlik imkanlarını değil, stratejik nükleer silahlar ve yeni ilkelere dayanan silahlar da dahil herhangi Rus silahını kullanabileceğini ilan etti" dedi.”(Sputnik Türkiye)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.