Türkiye
Devriminin Yolu vol:III
Hepimizin de bildiği
gibi maddi güç maddi güç tarafından alt edilir. Herhangi bir sınıfın politik ve
ekonomik meşruiyeti de bağlı bulunduğu konjonktürden ayrı düşünülemez. Bu yüzden
meşruluğu anakronik bir yaklaşımla okumak yerine güncel politik anda neye
tekabül ettiğini tespit etmek oldukça önemlidir. Clausewitz’in meşhur sözünü
hatırlamakta fayda var: “Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır.” Görüldüğü üzere Clausewitz’in zamanında çığır
açan ama şu anda gerçekliği tam anlamıyla ifade etmekten uzak olan bu sözü bize
savaşın bir araç olduğunu hatırlatmaktadır. Günümüzde kitleleri, halkları,
sınıfları, ekonomik, ideolojik, politik ve zor aygıtlarıyla olmak üzere emperyalist
kapitalist sistem çeşitli baskı araçlarını kendi “müseses nizamını” devam
ettirmek için kullanmaktadır. Lakin günümüzde artık kitlelerin bilinci bütün
çabalarına rağmen “tam anlamıyla” kontrol atlında tutulamıyor ve emperyalist
kapitalist sistem devrimci bir krizle karşı karşıya kalıyor.
Emperyalist-kapitalist sistem artık kitlelerin özlemlerine uygun bir yaşam
tahayyülüne cevap veremiyor ve halkların gözünde “yeni Ortaçağın” ekonomik ve
politik temsilcileri olarak görülüp bir an önce tarih sahnesinden indirilmesi
gereken siyasal ve ekonomik kadavralar olarak bir izlenime sahip oluyor.
Kitleler emperyalist-kapitalist sistemin alandaki “zaferlerini” tali olarak
görmekte aslında stratejik olarak çöküşlerini kavramaktadırlar.
“Yüz savaşta yüz zafer
kazanmak ustalığın en doruk noktası değildir. Düşmanı savaşmadan yenmek
ustalığın en doruk noktasıdır."
(Sun Tzu)
(Sun Tzu)
"Stratejik
etkenlerin çoğunu kendi safında bulunduran kimse daha savaşa girmeden
karargâhta kazanmış; bunların azını elinde tutan kimse daha savaşa girmeden
yenilmiş sayılır - hele hiç bulundurmayanların vay haline. Bu noktadan
hareketle, yenen ile yenileni hemen görebilirsin."
(Sun Tzu)
(Sun Tzu)
Emperyalist-kapitalist
sistemin zor aygıtları güncel kontekste sürekli “cephede” kazandık “savaşta”
kazandık gibi ucuz hamaset edebiyatına sarılmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Lakin
kitleler binlerce yıllık sınıf savaşımının deneyimiyle yüz savaşa girip yüz
zafer kazanmanın bir önemi olmadığını ve “düşmanın” “karargahta” yenileceğini
çok net bir şekilde bilmektedirler. “Savaşta kazandık masada kaybettik” lafı
nasıl Osmanlı toplum yapısının çöküşünü sembolize ediyorsa şu anda emperyalist-kapitalist
sisteminin zor aygıtlarının boş hamasetleri de aynı çöküşün farklı bir anına
karşılık gelmektedir. Bu sefer çöküş tek bir devlet ekseninde değil bütün
dünyadaki bir çöküşe karşılık gelmektedir. Bu yüzden devrimin öngününde olan
proletarya ve emekçi sınıfların doğru bir düşman ve mücadele tahlili yapması
kendi zaferleri için elzemdir. Bu yazıdaki amacımız emperyalist-kapitalist
sisteme karşı yönelteceğimiz namlunun yönünü tayin etmekten başka bir amaç
taşımamaktadır. Bambudan sopalarla dönemin güçlü sömürücü sınıflarına karşı
indirdiğimiz darbelerdeki berraklık ve zafer şu andaki namlumuzun yönünde “tekrardan”
vücut bulmaktadır. Hologramdan kaplanlara karşı iktidar ve zaferimiz namlunun
ucundadır. Doğru politik ve stratejik hamlelerle düşmanı alt etmeye çok yaklaştık.
Bunun için belli tespitler ışında bu sürecin nasıl olacağına dair
değerlendirmelerimizi sizlere sunuyoruz. Bunun için emperyalist sistemin içinde
bulunan sınıfları, bunların birbiriyle olan sınıf mücadelelerini ve emperyalist
zinciri kıracak hem kendini hem de emperyalist-kapitalist sistemi yok edecek “öznenin”
mücadele edimine bakmamız gerekmektedir.
“Eskiden proletarya
devriminin, yalnızca, belirli bir ülkenin iç gelişmesinin bir sonucu olduğu
düşünülürdü. Artık bu görüş de yetersizdir. Şimdi proletarya devriminin, her
şeyden önce, emperyalizmin dünya sistemindeki çelişkilerinin gelişmesi sonucu,
emperyalist cephe zincirinin şu ya da bu ülkede kırılmasının sonucu olarak
düşünülmesi gerekir.(Stalin, Leninizmin İlkeleri)
Stalin’in yukarıdaki tespitleri bizleri aydınlatmaya hala
devam etmektedir. Emperyalist cephe zincirinin nereden kırılacağını tespit
etmek ve ona göre konumlanmak bizi rüzgarda savrulan yaprak durumundan kurtaracak
ve karanlıkta dokuna dokuna yolumuzu aramak gibi “ütopik” çaresizliğe
karşı bir panzehir işlevi görecektir. Stalin
gene aynı kitapta emperyalizm ve proletarya devrimi çağının başlıca dört
çelişmesi olduğunu belirtmişti: 1.Proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişme
2.Mali gruplar ve emperyalist devletler arasındaki çelişme 3.Emperyalizmle
ezilen milliyetler arasındaki çelişme 4. Sosyalist ülkelerle kapitalist sistem
arasındaki çelişme. Ezilen milliyetlerle emperyalizm arasındaki çelişme günümüzde
ön plana çıkmış ve belirleyici bir önem kazanmıştır. Emperyalizmin jandarmalığını
ise geçmişte ABD emperyalizmi yapmaktaydı(aşağıda konuyu daha detaylı
inceleyeceğiz). Böylece ABD emperyalizmi ile dünya halkları arasındaki çelişme baş
çelişme niteliğini kazanmıştı. Şu anda bütün
dünyada mücadele, temelde sosyalizmin güçleri ile kapitalizmin güçleri
arasındaki mücadeledir. Ayrıca milli
kurtuluş mücadeleleri, çağımızda dünya proleter devriminin bir parçasıdır. İşte
bu nedenlerle bugün dünyamızın temel çelişmesi, emperyalist-kapitalist sistem
ile sosyalizm arasındaki çelişmedir. Baş çelişme ise üç emperyal devlet(ABD.
Rusya ve Çin sosyal emperyalizmi ile dünya halkları arasındaki mücadeledir).
Baş çelişme bize en fazla tecrit etmemiz gereken düşmanı belirlemeye yaramaktadır.
Bu da tabi ki “barış kisvesi” altında “Bir Kuşak Bir Yol Projesinin” “mimarı” Xi Jinping öncülüğündeki “yeni çarlardan”
başkası değildir. Şu anda azgın ve yayılmacı tarzı ile pazar avcılığına
başlayan Neo-Hitlerci Çin sosyal emperyalzmi bütün Ortadoğuyu ve Avrupa’yı ele
geçirmeye çalışmaktadır. Baş çelişme, belli bir aşamada güçler arasındaki
dengeyi hesaba katarak tespit edilir. Bu yaşadığımız tarihi aşamanın
stratejisini belirlemektir. Başka bir deyişle baş çelişme, devrimde güçlerin
mevzilenmesini ve esas darbenin doğrultusunu(baş düşman ve ittifaklar
meselesini) ortaya koyar. Temel çelişme belirlenmeden, baş çelişme üzerinde
fikir yürütülemeyeceği için ilk önce temel çelişmeyi açıklamak durumundaydık.
İşçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki temel çelişmenin çözümü bu düğümü çözecek
strateji üç emperyal süper devlete karşı ezilen halkların bu baskı ve sömürü
kuvvetlerine karşı bulundukları yerelde iç savaş konsepti ile cevap vermesinde
yatmaktadır.
“Siyasal stratejinin görevi, her şeyden önce
Marksizmin teori ve programından hareketle ve bütün ülkelerin işçilerinin
devrimci mücadele tecrübesini göz önüne alarak belirli bir tarihi dönemindeki
ana yönünü bir şekilde tespit etmektir.”(Stalin, Strateji ve Taktik)
Görüldüğü gibi, baş çelişme temel çelişmeyi tespit etmeden
tayin edilemez. Her şeyden önce ülke gerçeği bulunmalıdır. İkincisi, baş
çelişme dünyadaki devrim ile karşı devrim arasındaki cepheleşmeye sımsıkı
bağlıdır. Mao Ze Dung’a göre esas darbenin yolunu gösteren baş çelişme, bu yerelde
üç emperyal süper devletle ezilen halklar arasındaki milli çelişme baş çelişme
haline gelmiştir. Emperyalizmin gizli işgali altındaki sözde “bağımsız” ve “milli”
devletin gerçek yüzü emperyalist güç ilişkilerinin değişmeye başladığı şu
tarihsel anlarda kitlelerin bilincinde daha da berrak bir hal almaktadır.
Devrimci bir kriz kitlelere yüzlerce kitap okusa edinemeyeceği bilinci günler
altında kazanmasını sağlamaktadır. Covid-19 “pandemisi” ve emperyalist “güçlerin”
bu “virüs” karşındaki Ortaçağ yöntemlerinden medet umması adete kitlelerin
gözünde “kral çıplak” nidalarının
yükselmesine neden olmaktadır. Kara Ölüm’deki maske ucubesi şu andaki “bilimsel”
kurulların “tek çaresi” olarak ortaya çıkmakta ve çözüm olarak “sabun”
önermektedirler. İbni Sina’nın sirkesinden medet uman emperyalist-kapitalist
sistemin yaşam dışılığı kitlelerin alttan alta hoşnutsuzluğu ile beraber ilerlemektedir.
Emperyalist-kapitalist sistem arabayı uçuruma doğru sürürek falezlerden aşağıya
yuvarlanmak üzeredir. Covid-19’dan önce sözde ölümsüzlüğü bulan emperyalist-kapitalist
sistemin bilim insanları saçma sapan gribin bir türevi olan virüse aşı geliştirememe
başarısının altına imzalarını atmışlardır. Ayrıca o çok propagandasını yaptıkları
“açlıkla mücadele” yalanına kitlelerin inancı kalmamaktadır. Sözde sosyalist
sistemlerde oluşan “kıtlıklar” mevcut teknolojiden kuvvet almış
emperyalist-kapitalist sistemde katastrofik bir şekilde ortalıkta
dolanmaktadır. Açlık şu anda bütün emperyalist-kapitalist sistemlerde
çoğunluktadır. İkinci Dünya Savaşından sonraki üç emperyal süper devlet
arasındaki çelişmenin keskinleşmesi ve hegemonya mücadelesine karşı milli
çelişmemiz baş çelişme olmaktadır. Bütün çelişkilerin çözümü bu çelişkinin
çözümüne bağlıdır. Bilindiği gibi gönülden herkesi birden devirmek geçer lakin
herkesi birden devirmeye kalkanların kimseyi deviremeyeceği ve kendilerinin
devrileceği de açıktır. Milli çelişmenin ağır bastığı dönemlerde, buna uygun bir
ittifak siyaseti izlemezsek politik düzlemde hezimete uğrayacağımız kesindir.
“Kurşunlarımız baş
düşmanı vuracağı yerde ikinci dereceden düşmanlarımızı ve hatta müttefiklerimiz
vurur. Bu da baş düşmanı vuramamak ve cephede israf etmek anlamına gelir. Bu
düşman kampında ve düşman cephesinde zorla bulunan herkesi ve bugün düşman
olduğumuz ancak yarın dostumuz olabilecek kimseleri kendi saflarımıza çekememek
anlamına da gelir.”(Mao Ze Dung, Seçme Eserler Cilt:1)
İttifak unsurlarımız baş düşmanlarımızla birleştikleri ve
teslimiyet gösterdikleri yerde ve ölçüde onlara da darbe indirecek,
direndikleri yerde ve ölçüde onları destekleyeceğiz. Bu ittifakın bileşenleri
ise(parti düzlemi üzerinden konuşmadığımıza dikkat ediniz) şu anda işçi sınıfı
ile bütün emekçi sınıflardır.
“Emperyalizm böyle bir ülkeye savaş açtığı
zaman, bir avuç hain dışındaki bütün sınıflar, emperyalizme karşı ulusal bir
savaş vermek için, geçici bir süre birleşirler. Bu gibi zamanlarda emperyalizm
ile bu ülke arasındaki çelişki, baş çelişki olur ve ülkedeki çeşitli sınıflar
arasındaki çelişkiler (feodal sistem ile büyük halk kitleleri arasındaki baş
çelişki de dahil) geçici olarak ikincil duruma düşer. Çin'de, 1840 Afyon Savaşı 1894 Çin-Japon Savaşı, 1900 Yi Ho
Tuan Savaşı ve bugün Çin-Japon Savaşında durum budur. Ama başka bir
durumda, çelişkiler konum değiştirir. Emperyalizm, sömürüsünü sürdürmek için,
savaş baskısını tam uygulamayıp, işine geldiği ölçüde nispeten yumuşak siyasal,
ekonomik ve kültürel önlemleri benimserse, bu yarı-sömürge ülkelerdeki egemen
sınıflar, emperyalizm ile anlaşarak, büyük halk kitlelerini birlikte sömürmek
üzere bir ittifak kurarlar. Bu gibi zamanlarda, genellikle, halk kitleleri,
emperyalizm ile feodal sınıfın kurduğu ittifaka karşı başkaldırarak iç savaşa
girişir. Emperyalistler ise doğrudan doğruya harekete geçmeksizin, halkın
sömürülmesi ve ezilmesi için, bu ülkelerin gericilerine dolaylı yardım
yollarını benimserler. Böylece iç çelişki, iyice şiddetlenir. Çin'deki, 1911 Devrim
Savaşı, 1924-1927 Devrim Savaşı ve 1927'den beri süren Tarımsal Devrim
Savaşında durum budur. Yarı-sömürge ülkelerdeki çeşitli gerici egemen
topluluklar arasındaki iç savaşlar da (Çin'deki savaş ağaları arasındaki
savaşlar gibi) aynı kategoriye girer. Devrimci bir iç savaş, emperyalizm ile
ortaklarını —içteki gericileri— tehdit eder bir duruma geldi mi, emperyalizm,
egemenliğini sürdürmek için yukarıda söylenilenden başka yolları da
benimsemekten çekinmez. Ya devrimci cepheyi içeriden bölmeye çalışır, ya da
içteki gericilere yardım için silahlı kuvvetler gönderir. Böyle zamanlarda,
yabancı [olan] emperyalizm ile yerli [olan] gericilik, açıkça, bir kutupta;
büyük halk kitlesi öteki kutupta toplanır ve böylece öteki çelişkilerin
gelişmesini belirleyen ya da etkileyen baş çelişki meydana gelmiş olur.”
(Mao Ze Dung, Çelişki Üzerine)
Mao Ze
Dung’un yukarıdaki sözleri baş çelişmeyi çözmek için bir klavuz işlevi
görmektedir. Baş çelişmeyi tespit ederken dikkat etmemiz gereken şey olgular
üzerinden düşünmek değil eğilimler üzerinden hareket etmektir. Eğer Lenin
olgular üzerinden hareket etse idi Ekim Devrim olmayacaktı. Eğilimi görme
sorununu ideolojik olarak yaşayan Menşevikler Nisan 1917’de Lenin, ‘devrimin
öngünündeyiz’ dediğinde ona “deli” “blanquist” “80.000 kişi ile 150 milyonluk
ülkede nasıl iktidarı alacaksın?” gibi gayet olgulardan ve rasyonal akıldan
temellerini alan eleştiriler yapmışlardı. Lakin Rasyonal ve olgusal düşünme ve
ona göre politika yapma politik andaki değişen eğilimi görmekten aciz olduğu
için zafer kazanan politik hat Lenin’in savunduğu hat oldu. Bundan dolayı yeni
menşevizmin temsilcileri şu anda “ülkede ABD’nin gizli işgali var” “her yerde
ABD üssü var” “en saldırgan güç ABD” tek bir emperyalist kuvvet var o da ABD
emperyalizmidir.” Gibi beylik ve ezberin hüküm sürdüğü ve aslında yanlış olan
bir politik okuma yapmaktadırlar. ABD’nin gizli işgalinin ve üslerinin olduğu
doğrudur lakin ABD şu anda “saldırgan” değil savunmaya geçmiş kendi nüfus
alanlarını elde tutmaya çalışan kendi zincirinin izin verdiği ölçüde “saldırıya”
geçen aslında “savunmada” olan gerileyen bir emperyalist güçtür. ABD nüfus
alanı olan Avrupa’yı, Ortadoğu’yu, Latin Amerika’yı Çin sosyal emperyalizmine
kaptırmamak için canla başla mücadele etmektedir. Tarihten örnek vermek
gerekirse İkinci Dünya Savaşından önce, iktidarda olsun veya olmasın her ülkede
Alman emperyalistleri ve ajanları baş düşman olarak alınmaktaydı. Çünkü
saldırgan emperyal kuvvet Alman emperyalistleriydi. 70’lerde Yunanistan’ı
yöneten Karamanlis ve benzer dönemlerde Türkiye’de hükümet organının başında
olan Ecevit hükümeti Avrupa güdümünde bir politik hattın temsilcileriydi lakin
iki ülkedeki baş düşman ABD ve Sovyet Sosyal
Emperyalizmi(özellikler Sovyetler) idi. Çünkü saldırgan güç bu ikisi özellikle
Sovyet sosyal emperyalizminden oluşmaktaydı. Şimdi ise onun tarihsel devamı olan
Rusya üç emperyal kuvvet arasında en zayıf güç durumunda ve aslında Çin sosyal
emperyalizminin Avrupa’yı ele geçirmesine karşı bir tampon ve kalkan işlevi
görmektedir. Lakin o tampon ve kalkan deliktir ve Çin sosyal emperyalizmi çok
rahat bir şekilde şu anda Ortadoğu ve Avrupa’yı çaktırmadan “kuşatma” altında
almıştır. Tekerlek kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur. Marksistlerin
görevi tekerleği kırmadan doğru yoldan ilerlemektir. Bu yüzden şu anda Çin
sosyal emperyalizminin gerçek yüzüne uygun mücadele hattı kurulmaz ise
gelecekte söyleneceklerin ve yapılacak politikaların bir anlamı olmayacaktır.
Baş Düşmanımız Üç Emperyal Süper
Devlet ve Başta Çin Sosyal Emperyalizmidir!
Bugün bu yerelde kapıdan kovulmaya çalışılan bir kurt
vardır. Bu kurt, ABD emperyalizmidir. Kaplan ise, artık evin bacasında
değildir. Ezilen halkımız kurdu kovmak için mücadele ederken, kaplan bacadan süzülmüş evin
mutfağına inmiştir. Şimdi dişlerini bilemekte, tırnaklarını göstermekte ve evin
tek efendisi olmaya hazırlanmaktadır. Kaplanın rakibi olan kurt kocamıştır,
bütün dünya halklarından yediği dayaklar yüzünden yaralanmış, birçok dişi
dökülmüştür. Kurt, bu yerelde de önemli darbeler yemiştir ve eskisi gibi
hükümferman değildir. Gerek kaplan, gerekse onunla işbirliği eden revizyonist
çakallar, Türkiye halkının yalnız kocamış kurdu evden atmak için mücadele
etmesini istiyorlar. Kaplan, kurtla beraber kendisinin de baş düşman olarak
görülmesini istemiyor. Böylece o, rakibi olan kurt evden kovulurken evin tek
efendisi olmayı ve çakalların faşist diktatörlüğünü kurmayı planlamaktadır. Bu kaplan
Çin sosyal emperyalizmden başkası değildir.
Çin’e sosyal emperyalist tespitini ilk olarak yapmadığımızı ifade etmem
gerekiyor. Hindistan’ın 3/1’inde kızıl siyasi iktidar kurmuş Naksalitler’de Çin’i
sosyal emperyalist olarak görmektedir.(1)
Görüldüğü gibi baş düşman siyasi bir kavramdır. Devrime belirli bir anda
karşı çıkan en önemli gücü ifade etmektedir. Bu sebeple baş düşmanı hakim
sınıflar içinde ağır basan emperyalist veya en fazla sömüren en çok sermayesi
olan emperyalist olarak tespit etmiyoruz. Belli bir emperyalistin askeri
üslerinin bulunması da mutlaka o emperyalistin baş düşman olmasını gerektirmez.
Bırakalım askeri üs bulunmasını Çin toprağının bir parçası olan Tayvan adası,
ABD’nin askeri işgali altındaydı. Bu topraklar üzerinde zamanında otuz milyon
Çinli yaşamaktaydı. Fakat Çin, baş düşman olarak ABD emperyalizmini değil o
dönemde Sovyet sosyal emperyalizmini görüyordu. Daha da çarpıcı bir örnek
verelim. İkinci Dünya Savaşında, Japon emperyalistleri saldırdığı zaman Vietnam
bir Fransız sömürgesiydi. Bu durumda Vietnam devrimcileri baş düşmana karşı
ortak mücadeleye çağırdılar Ho Şi Minh bu olayı şu sözlerle anlatmaktadır:
“9 Marttan önce birkaç
defa Vietnam Birliği Fransızları Japonlara karşı ittifak yapmaya davet etti.”
(Ho Şi Minh, Milli Kurutuluş
Savaşımız, Toplum Yayınları, Sayfa:76)
Fransa’nın bu “ittifak” teklifini kabul etmesinden bağımsız Ho
Şi Minh’in doğru baş düşman tahlili bütün devrimciler için dersler
bulunduruyor. Çin sosyal emperyalizmi şu anda dünyanın en büyük ihracatçısı ve dünyanın
ikinci büyük ekonomisidir.(2) Aynı zamanda sıkışan ekonomisindeki krizi aşmak
için yeni Pazar alanları aramakta ve bölgesel kışkırtıcılığı yaymaktadır. Çin
sosyal emperyalizminin Işid’e karşı örtülü desteği bu süreçlerde hep göz ardı
edilmiştir.(3) Blackwater hamiliğinde tekelci kapitalistlerin önemli bir
kanadının mali oligarşiye diz çöktürme girişimi olan bir kuşak bir yol
projesinin ne kadar “barışçıl” olduğunu takdiri sizlerindir. Bilindiği gibi
Blackwater şirketi Irak’ın ABD tarafından işgalinde kilit rol oynamış bir “güvenlik”
“şirketidir”. Arkasına Blackwater’ı almış “barışçıl” sosyal emperyalist
yolcuların istihbarat kuvvetleri bu projeyi şu şekilde lanse etmektedirler:
“Medeniyetin önemli doğum yerlerinden biri olan “Üç
Kıta Beş Deniz”i içinde barındıran Ortadoğu, süregelen savaşlardan çok acı
çekti. Ortadoğu’nun güvenliğini uzun vadeli kargaşaya dönüştüren büyük
ülkelerin oyunları, etnik ve dini çatışmalar, aşırıcılık yanlısı güçler gibi
faktörler de bu kargaşanın temelinde yatıyor. Ortadoğu’daki güvenlik sorunun
çözümünde kritik nokta ise kalkınma. İstikrar ve kalkınma arayışı, söz konusu
bölgenin genel eğilimine ve halkın iradesine yansıyor.
Çin, barışçıl gelişmeyi, gelişme aracılığıyla istikrar ve barışı hızlandırmayı, işbirliği ve ortak kazanca dayalı uluslararası ilişkiyi savunuyor. Böylece Çin ve Ortadoğu’nun, kavram ve vizyon hakkında birçok ortak konuda fikir birliğine varması mümkündür. Ortak istişare, ortak inşa ve ortak paylaşım ilkesine bağlı olan “Kuşak Yol” inisiyatifinin ilan edilmesiyle birlikte, Çin ve Ortadoğu arasında, bölgesel kalkınma vizyonu ve bu vizyonun uygulanmasında daha fazla fikir birlikleri oluştu... Çin, 18 Arap ülkesi ile “Kuşak Yol” işbirliğine imza attı, 7 Arap ülkesi AIIB’nin (Asya Altyapı Yatırım Bankası) kurucu üyesi oldu. Bu sayede iki taraf arasındaki altyapı, üretim kapasitesi, enerji ve finans alanlarındaki iş birliği istikrarlı bir şekilde ilerlemeye devam ediyor... Çin ve Türkiye inisiyatifi uyumlaştırmaya ilişkin bir mutabakat muhtırası imzaladı. İki tarafın üretim kapasitesi ve altyapı işbirliği parlak ve umut vericidir. Ankara-İstanbul yüksek hızlı demiryolunun ikinci etabı, Çin şirketleri tarafından yapılan ilk denizaşırı yüksek hızlı tren hattıdır. İsrail’in de “Kuşak Yol”a tutumu olumlu oldu, Çinli şirketler İsrail’de birçok altyapı projesine imza attı ve iki ülke “Yenilikçi ve kapsamlı bir ortaklık ilişkisi” kurdu.”(5)
Çin, barışçıl gelişmeyi, gelişme aracılığıyla istikrar ve barışı hızlandırmayı, işbirliği ve ortak kazanca dayalı uluslararası ilişkiyi savunuyor. Böylece Çin ve Ortadoğu’nun, kavram ve vizyon hakkında birçok ortak konuda fikir birliğine varması mümkündür. Ortak istişare, ortak inşa ve ortak paylaşım ilkesine bağlı olan “Kuşak Yol” inisiyatifinin ilan edilmesiyle birlikte, Çin ve Ortadoğu arasında, bölgesel kalkınma vizyonu ve bu vizyonun uygulanmasında daha fazla fikir birlikleri oluştu... Çin, 18 Arap ülkesi ile “Kuşak Yol” işbirliğine imza attı, 7 Arap ülkesi AIIB’nin (Asya Altyapı Yatırım Bankası) kurucu üyesi oldu. Bu sayede iki taraf arasındaki altyapı, üretim kapasitesi, enerji ve finans alanlarındaki iş birliği istikrarlı bir şekilde ilerlemeye devam ediyor... Çin ve Türkiye inisiyatifi uyumlaştırmaya ilişkin bir mutabakat muhtırası imzaladı. İki tarafın üretim kapasitesi ve altyapı işbirliği parlak ve umut vericidir. Ankara-İstanbul yüksek hızlı demiryolunun ikinci etabı, Çin şirketleri tarafından yapılan ilk denizaşırı yüksek hızlı tren hattıdır. İsrail’in de “Kuşak Yol”a tutumu olumlu oldu, Çinli şirketler İsrail’de birçok altyapı projesine imza attı ve iki ülke “Yenilikçi ve kapsamlı bir ortaklık ilişkisi” kurdu.”(5)
Yeni Naziler bu “barışçıl”
niyetleri ile dünyayı ele geçirmeye çalışmaktadırlar. Halbuki bu sosyal
emperyalistlere ekonomik anlamda verecek her taviz onları dizginlemekten öte
daha da saldırgan hale getirmektedir. Hitler’e İngiliz emperyalizmi tarafından
verilen tavizlerin onu dizginlemekten öte daha da saldırgan hale getirdiği
tarihsel bir gerçektir. Dünya’daki emperyal kuvvetlerin Çin ile pasif agresif “ticaret
savaşları” Çin sosyal emperyalizminin katlanarak güçlenmesini sağlamaktadır.
Türkiye’deki emperyalizme göbekten bağlı
işbirlikçi burjuvazi bekle-gör ve emperyalistler arasında şantaj politikası ile
herkese mavi boncuk dağıtarak şu anda Çin sosyal emperyalizminin yayılmacı politikalarına
göz kırpmaktadır:
“Xi, modern İpek Yolu projesi olarak bilinen 'Bir
Kuşak ve Bir Yol' girişimi için düzenlenen zirvenin kapanış konuşmasını yaptı.
Tüm Kuşak ve Yol işbirliği projelerinde ortak pazar kurallarının uygulanacağını
söyleyen Xi, imza atılan girişimin çevre dostu ve yüksek kaliteli bir gelişim
göstereceğinin altını çizdi. İlgilenen tüm ülkeleri 'Kuşak ve Yol' girişimine
davet ettiklerini belirten Çin lideri konuşmasını "Giderek daha fazla
sayıda dost ülke Kuşak ve Yol işbirliğine katılacak. Bu işbirliği daha kaliteli
ve parlak beklentilere cevap verecek" şeklinde sonlandırdı... TÜSİAD
Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, Kuşak ve Yol inisiyatifinin Türkiye
ile Çin arasında ekonomik ve ticari işbirliğinde hızlandırıcı rol oynadığını
belirtti. Simone Kaslowski Beijing
(Pekin)'de devam eden 2. Kuşak ve Yol Uluslararası İşbirliği Forumu'nu önemli
bir diyalog platformu olarak niteledi ve yeni ticari işbirliği fırsatları
aramak için TÜSİAD heyetinin zirveye katıldığını söyledi. Çin'in Türkiye'nin üçüncü büyük ticaret ortağı
olduğuna dikkat çeken Kaslowski, Türkiye'de yatırım yapan Çinli şirket
sayısının artığını ve Çin'den gelen yatırımın Türkiye ekonomisinde çok önemli
rol oynadığını kaydetti.”(6)
Üç emperyal süper devleti baş düşman almak hakim sınıflara
karşı mücadeleden vazgeçmek değildir. Baş düşman tespitimiz hakim sınıflara
karşı özellikle hangi noktada mücadele
edeceğimizi tayin edecektir. Böylece sınıf mücadelesinde körler gibi davranmayacak
en başta çözmemiz gereken güçlere darbe indireceğiz. Merkezi görevimiz üç
emperyal süper devlete karşı iç savaşı örgütlemek için mücadeledir. Çin sosyal emperyalizmi başta 5g teknolojisi olmak
üzere bütün dünyadaki ezilen halkları kontrol altında tutmaya çalışmakta, meta
ve sermaye ihraç ederek yeni pazarları ele geçirmeye ve yağmalamaya
çalışmaktadır. Çin “ayısının” 5g
teknolojisi konunun “uzmanı” olan “bilim adamları” tarafından bile bir ölüm
makinası olduğu utangaç bir şekilde kabul edilmekte ve “barışçıl” kuvvetlerin yeni
toplama kampı ve soykırım modelleri ifşa olmuş durumdadır.
“Bununla birlikte, WHO, Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC) ile birlikte (mobil sinyallerinin bir parçası olan)
tüm radyo frekansı radyasyonunu "muhtemelen kanserojen" olarak sınıflandırmıştır...
Bununla birlikte, AB'ye 5G'nin sunulmasının durdurulmasını isteyen bir grup bilim adamı ve doktor var.”(7)
Buna karşı dünya halkları tehlikenin farkında olarak baz istasyonları imha etmeye başlamışlardır.(8)
Baz istayonları ve 5G ile mücadele dünyadaki ezilen halkların Çin sosyal emperyalizmine karşı başlatmış olduğu için savaşın bir cephesini oluşturmaktadır.
Çin sosyal emperyalizminin yayılmacılığına ve onun içteki beşinci kolu olan özellikle Perinçek ve
“yerli” uşaklarına karşı her alanda mücadele etmek merkezi görevimizi oluşturmaktadır.
Perinçek’in şu anda “millici” kılıfa girmiş olduğu pozlar zamanında ona karşı yapılan bir “ayıbın” kötü bir tekrarı olmaktan öteye gidemiyor.
Sayın beşinci kol Perinçek siz ve “millicilik” ayıp oluyor gerçekten ayıp oluyor!
"Bu kadar yüzsüzlük artık ayıp oluyor. H. Birliği şefleri iki gün önce Aydınlık'tan öğrendiklerini
gene Aydınlık'a taş atmak için kullanmaya kalkıyor ve gülünç oluyorlar." (Doğu Perinçek, Türkiye Devriminin Yolu)
Dipnotlar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.