Bir durum tespiti yapmanın vakti geldiğine
inanıyorum özellikle Gezi ayaklanmasının yıldönümünün üzerinden bir seneden
daha uzun bir zamanın geçmiş olması ve bu ayaklanmanın yarattığı politik
sonuçların ne olduğu üzerine bir analizin proletaryanın ve ezilenlerin yapması
gereken bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum.
İlk önce her sosyalistin bir olguyu değerlendirirken
mutlaka somut durumun somut tahlili ilkesine göre hareket etmesi gerektiğini
düşünmekteyim çünkü somut durumun somut bir tahlilini yapamazsak bu bizi
idealizmin sularına sürükleyecek ve neticesinde yaptığımız değerlendirmeler
burjuvazinin hanesine artı olarak yazılacaktır.
Bundan yola çıkarsak sosyalistlerin, Gezi
ayaklanması, Yolsuzluk operasyonu, Soma’daki katliam ve diğer meydana gelen olayları
somut durumun somut tahlili ilkesine göre değerlendiremediğini söylemek
zorundayım. Sosyalistler her ne kadar kendilerinin tarihsel materyalizme bağlı
olduklarını ilan etseler de maalesef fiiliyat bunun tam tersidir.
Sosyalistlerin azımsanamayacak kadar büyük bir kısmı
Gezi ayaklanmasını ve bu ayaklanmadan sonraki dönemi yanlış okumuştur. Daha
Gezi ayaklanmasının ilk meydana geldiği sırada toplumsal zafere aç
sosyalistlerimiz Gezi parkında bir komün kurulduğunu söyleyecek kadar ileriye
gitmişlerdir. Bunu söylemelerinin birçok nedeni olabilir fakat Gezi’de bir
komünün kurulmadığı kesindir. Komün dediğimiz olgu bir üretim biçiminin
yansımadır. Gezi parkındaki dayanışmayı komün diye adlandırmak komün olgusunu
değersizleştirmek ve komün gerçeğini çarpıtmaktan öteye geçmez. Herkes en
sıradan bir izci kampında bile yemeklerin ortak bir şekilde yapılıp yendiğini,
çadırların birlikte kurulduğunu vs. bilir o zaman yazarların mantık yürütmesine
göre her izci kampını da komün diye adlandırmamız gerekmektedir.
Sorun tam da burada çıkmaktadır en ufak başarıya
bile aç kalmış sosyalistlerimiz en ufak bir galibiyette bile hemen başarı
sarhoşluğuna kapılmakta ve sosyal olguları mitolojik bir sosa bulayıp
kitlelerin önüne sermektedirler. Gezi ayaklanmasının politik düzlemdeki
tarihsel ve sınıfsal bir analizini yapacakları yerde bu ayaklanmanın mitolojik
bir okumasını yapmaktadırlar. Okuduğumuz çoğu yazıda Gezi ayaklanmasını değil
Gezi mitolojisini gördük ve görüyoruz.
Bir sosyalist, toplumsal bir olguya sınıfsal durumun
incelemesinden yola çıkarak bir değerlendirmede bulunur. Hatırlanacağı üzere
Lenin Nisan Tezleri Ve Ekim Devrimi kitabında 1917 Ekim devrimine giden süreçte
o dönemin sınıfsal bir analizini yapmıştır. Sosyalistlerin başarıya ulaşması
için kendi döneminin sınıfsal bir değerlendirmesini yapmaları gerekmektedir.
Fakat sınıfsal bir değerlendirme yapma iddiasında olan sosyalistler bile Gezi
ayaklanmasının ve ondan sonra oluşan politik atmosferin sınıfsal bir
değerlendirilmesini doğru bir şekilde yapamamıştır.
Gezi ayaklanmasının küçük burjuvazinin ideolojik
hegemonyasında olduğu tespitini yapanların sayısı bir elin parmağını geçmez.
Biz her ne kadar bunun böyle olmadığına dair kendimizi kandırmaya çalışdıysak
da gerçekler bize kendini dayatmaktadır. Ya gerçekleri görüp ona göre politika
yapacaktık ya da yenilginin şarabını tadacaktık. Biz ikincisini seçtik.
Sosyalistlerin politika üretememenin politikasını
yaptıkları özellikle Gezi ayaklanmasından sonraki süreçte daha net bir şekilde
görüldü Gezi ayaklanmasının kendiliğindenci bir özellik taşıyan niteliği ve politik
öznelerin hegemonyasının altına girmemesi ancak bu öznelerin politik
yetersizliği ile açıklanabilir. Lenin’in Ne Yapmalı kitabını yazdığından beri
her sosyalist kendiliğinden hareketleri kendi partilerinin hegemonya alanı
altına sokmak ister ve buna uğraşır. Sosyalistler bunu denemelerine rağmen
başaramamışlardır. Deve kuşu gibi başlarını toprak altına gömüp bu durumun bir
özeleştirisini vermekten bile korkmuşlarıdır. Her dergide,kitapta,blogda,internet
sitesinde “Gezi Zaferi, Gezi Komünü” gibi söylemler gırla dolaşırken Gezi
ayaklanmasının eksik ve başarısız olan yanları görmezden gelinmiştir. Bir
sosyalist nasıl gerçeklere küser? Nasıl gerçeklere sırt çevirebilir? Gerçeklere
sırt çeviren bir sosyalist olabilir mi? İşte sorun tam da buydu sosyalistler
Gezi ayaklanmasından sonra gerçeklere karşı sırt çevirmeyi daha çok
arttırmışlardı. Toplumdan izole olmaları Gezi ayaklanması ile ayyuka çıktı. Bir
noktada sosyalistler gerçekten kelimenin tam manasıyla marjinal olmuşlardı(öncü
olmaları gerekecekleri yerde)
Gezi
ayaklanmasını yanlış okumanın sonuçları
Yaşadıkları toplumdan yabancılaşmış olan
sosyalistlerimiz Gezi ayaklanmasını yanlış okudukları için bundan sonra ortaya
çıkacak durumu doğru okumalarını beklemek herhalde polyanacılık olurdu. Gezi
ayaklanması gibi bir kırılmayı değerlendiremeyen sosyalistlerimiz maalesef
Gezi’nin altında kalmışlardır. Yolsuzluk operasyonları ve Soma Katliamı gibi
kendi coğrafyalarında olan süreçleri bile doğru okuyamamış ve değerlendirememişlerdir.
Halkın büyük bir kesimi yolsuzluk operasyonuna “komplo” ve Soma Katliamına
“kader” demiştir. Sosyalistlerin bu süre zarfında yaptığı onca refleks eylem
her seferinde daha az bir katılımla gerçekleştirilmiştir. Halbuki beklenti
bunun tam tersiydi. Yapılan eylemlerden tutun da kitlelerin ideolojik hegemonya
altına alınmasına kadar her alanda burçları burjuvaziye teslim eden
sosyalistlerimiz hala öz eleştirel bir değerlendirme yapmamaları
düşündürücüdür. Geziden sonra Kadıköy’de eylemlere tencere tava çalarak destek
veren “teyzeler”in Soma eylemlerinde eylemcileri polise ihbar etmelerine
götüren olguda sosyalistlerin uyguladıkları yanlış politikalar yatmaktadır.
Kendi eliyle bir alanı kurutan örgütlerin öncü
olması da o toplumun haklarının savunucusu da olması beklenemez. Örnek olarak
hangi örgüt kelimenin tam manasıyla bir işçinin, Alevinin, ezilen bir cinsin,
vs. hakkını savunuyor. Bir işçi gibi düşünmeyen ve yaşamayan biri nasıl
işçilerin haklarını savunabilir ya da işçilerin güvenini kazanabilir?
İşçilerden, Alevilerden, Gençlikten, küçük burjuvaziden diğerlerinden
sosyalistler o kadar çok uzaklaşmış ki ne onları anlayabiliyor ne onlar gibi
düşünebiliyor ne de onların sorunlarına çözüm bulabiliyor.
Ne demek istediğimi daha da somutlaştırırsam. Şu ana
kadar sosyalistler işçiler ve diğer ezilen unsurlar için en fazla basın
açıklaması, eylem, bildiri dağıtımı gibi aslında o kesimler için soyut
faaliyette bulunmaktadırlar. Örnek olarak “Zorunlu din dersi kaldırılsın” demek
bir sosyalistin Alevinin hakkını savunduğunu göstermez ve de onun güvenini
kazanmasını sağlamaz. Bir sosyalistin Alevinin hakkını savunması için Alevi
halkın bunu pratik olarak anlaması gerekmektedir. Bunun için sadece Aleviler
için eylem yapmak yetmez hayatın her anında Alevilerin yanında olmak gerekir.
Mesela onlarla birlikte yaşamak gerekir, onlarla oturup çay içmek gerekir,
onların hayatlarında yaşadıkları sorunların dinlemek ve onların arkasında olmak
gerekir, Bir saldırı anında onlarla birlikte faşist saldırıyı püskürmeye
çalışmak gerekir vb. yani özetle bir öncü olmak için hizmet ettiğin katmanla
yediğinin içtiğin ayrı gitmemesi gerekir onların hassasiyetlerini bilmek ve
buna göre politikanın belirlenmesi gerekmektedir.
Yoksa sonuç Gezi ayaklanmasından maksimum kazanımla
ayrılacağımız yerde minimum kazanımla ayrılmamıza neden olmakta, Kadıköy’de
halkın olumsuz tepkisine neden olmakta ve diğer alanlarda politika yapmamıza
engel olmaktadır. 600 kişinin öldüğü(resmi 301 kişi) Soma’da Türkiye’deki
halkın bu kadar tepkisiz(aktif bir tepki yerine pasif bir tepki vermeleri)
kalmalarına neden olan şey sosyalistlerin yanlış politika gütmeleridir. Kendi
coğrafyamızı ütopik okumanın olumsuz sonuçlarını Kürdistan coğrafyasında
yaşanan maden kazasında görmekteyiz. Kürt halkı haklı bir şekilde neden Soma
için gösterilen tepkiler orada(Kürdistan’da) ölen madenciler için gösterilmedi
dediğinde sosyalistlerden doyurucu bir cevap gelmemesine şaşırmamak lazım.
Çünkü kendi politik alanında bile gerçekçi politika üretemeyen sosyalistler nasıl
Kürdistan’da olan bir olay için kendi alanlarında yani Batı’da gündem
yaratabilirler? Kendi halkından bile yabancılaşmış bir örgütler denizi(Türkiye
sol hareketi) nasıl kendi halkını harekete geçirip bir toplumsal duyarlılığa
neden olabilir?
Sonuç
Ütopyalar, yabancılaşmalar, hayaller aleminde olan
sosyalistlerimiz maalesef Gezi dozerinin altıda kalmışlardır. Güncel
politikanın bir numaralı ihtiyacı olan örgütlenme meselesini yanlış tahliller
ve yanlış politikalar ile yerle bir etmişlerdir. Hatta sorun öyle bir hal
almıştır ki örgütlerin çoğunda örgütsel krizler kronik hale gelmiş ve ayrışma
ve tartışma süreçleri yaşanır olmaya başlamıştır. Sosyalistler bu krizden
çıkmak için çok geç kalmışlardır(bütün Türkiye solu) fakat zararın neresinden
dönülürse kardır. Bu yüzden bir an önce ütopyalar,yabancılaşmalar ve hayaller
alemine bir son verilmesi gerekmektedir.