17 Haziran 2013 Pazartesi

Ekim Devrimi Yolumuzu Aydınlatırken Rosa Luxemburg Midemizi Bulandırıyor!


Sosyalist devrimini Lenin değil de Rosa Luxemburg ve tayfaları yapsaydı o devrim nasıl bir devrim olurdu diye kendime soramadan edemiyorum. Bir insan ancak Ekim devriminin başarısız olmasını başından beri istiyorsa Rosa Luxemburg gibi bir tutum takınır. Rosa gerek teorik öngörüsüzlüğüyle gerek Rus devrimi kitabındaki bazı yerlerde ki yarı-anarşist sapmasıyla sözde Ekim Devriminin neden başarılı olamayacağını kanıtlamaya çalışmaktadır. Rosa Luxemburg devrimin ilk yıllarında yazdığı bu yazıyla(zaten ömrü ilerleyen aşamaları görmesine mani olacaktır.) dereleri görmeden paçaları sıvar bir edayla “Ekim devrimi başarılı olamaz çünkü geri bir ülkede oldu zaten ondan da fazlasını beklemek yanlış olur” gibi bir tutum takınarak okuyucuya Ekim devrimin boğazlanmasından mutluluk duyacağı hissi uyandırmaktadır.

Rosa Luxemburg’un eleştirilerinde Ekim Devriminin eksik yanlarına dair tek bir eleştiri noktası yoktur aksine Ekim devriminin doğru yaptığı işleri yanlışmış gibi gösterip Sovyetler Birliğini tuzağa sürükleyecek politik manevralar vardır. Bu yüzden gerek Rosa gerek Troçki gibi eleştirmenlerin eleştirisi Marxism dışıdır. Bu eleştirmenlerin eleştirileri liberal bir nitelik taşımaktadır. Lenin ve Sovyetler Birliği bu eleştirileri dinleseydi özellikle Troçki’den daha liberal eleştiri yapma özelliğine sahip Rosa Luxemburg’u dinleseydi Ekim Devrimi emek sömürüsünü dünya üzerinden süpürüp atmanın ilk adımı olmak yerine burjuvazinin egemenliğinin geriye dönüşü olmayacak bir şekilde pekişmesinin ilk adımı olacaktı. Rosa Luxemburg’un ellerini ovuşturan bir kapitalist edasıyla Ekim devrimine ve Sovyetler Birliğine şöyle saldırmaktadır:

Rosa Luxemburg ve Köylülük Sorunu

“Komiteler olsun veya olmasın, Rus köyünde gücü elinde bulunduran köy burjuvazisini oluşturanlar, zengin köylüler ve tefecilerdir. Toprak reformundan en çok yararlananlar da bunlar oldular. Bunu anlamak için orada olmaya da gerek yok. Toprağın dağıtılması esnasında köylüler arasındaki toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin ortadan kaldırılmadığını, tersine arttığını ve sınıf karşıtlığının daha da şiddetlendiğini herkes fark edebilir.”( Rosa Luxemburg,Rus Devrimi, Yazılama yayınevi, sayfa:33)

Rosa Luxemburg burada hata yapmaktadır. En çok yararlanan unsur büyük toprak sahipleri değil “bütün olarak köylülüktür” ayrıca egemen grup küçük burjuvazidir. Aynı zamanda sınıf karşıtlığının şiddetlenmesinden daha doğal bir şey yoktur çünkü proletarya iktidarı ele geçirince sınıf savaşımı bitmez aksine daha çok artar. Rosa Luxemburg’un bu temel Marxist kuralı bilmeme ihtimali olamaz. Cevap açık Rosa kötü niyetlidir. Lenin bu olayı şöyle açıklamıştır.

Bu köylü ülkesinde, proletarya diktatörlüğünden ilk kazançlı çıkan, en fazla kazançlı çıkan, ve hemen kazançlı çıkan bir bütün olarak köylülük olmuştur.” (Lenin,Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, Proletarya Diktatörlüğü Döneminde Ekonomi-Politika )

“ Proletarya diktatörlüğü sınıflar savaşımının sonu değildir; onun yeni biçimler altında sürmesidir. Proletarya diktatörlüğü, yenilmiş, ama direnmeyi bırakmak şöyle dursun, direncini daha da yoğunlaştırmış, yok olmamış, ortadan kalkmamış burjuvaziye karşı siyasal iktidarı eline geçirmiş bulunan proletaryanın sınıf savaşımıdır.” (Lenin,Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü,Halkı Özgürlük ve Eşitlik Sloganları ile Nasıl Aldatıyorlar Konuşmasının Baskısına Önsöz)

 “Açıktır ki, bir küçük-köylü ülkesinde egemen unsur küçük-burjuva unsurdur. Ve bu böyle olmak zorundadır, çünkü büyük çoğunluk, toprağı işleyenlerin büyük çoğunluğu, küçük meta üreticileridir…Bugün Rusya'da küçük-burjuva kapitalizmi egemendir; ve buradan, hem büyük-çapta devlet kapitalizmine ve hem de sosyalizme giden ve "üretimin ve dağıtımın, ulusal muhasebesi ve denetimi" adını alan tek ve aynı ara duraktan geçen tek ve aynı yol vardır. Bunu anlayamayanlar iktisat biliminde bağışlanmaz bir hata işlemektedirler. Ya yaşantının gerçeklerini bilmiyor, neyin gerçekten varolduğunu görmüyor ve gerçeğin çıplak yüzüne bakamıyorlar, ya da kendilerini "kapitalizm"le "sosyalizm"in soyut bir biçimde  karşılaştırılmasıyla sınırlıyor ve ülkemizde yer almakta olan geçiş döneminin somut biçim ve aşamalarım incelemiyorlar.” (Lenin,Seçme Eserler cilt:9,Ayni Vergi Üzerine,Yeni Politikanın Önemi ve Koşulları) 

Rosa Luxemburg’un buradaki çuvallaması açıktır bir de kitapta illa Rusya’ya gitmeye gerek yok gün gibi açık demektedir. Keşke bir Sovyetler Birliğine gitseydin Rosa’da böyle hatalar yapmasaydın! Diğer bir hataya gelirsek:

“Ancak şimdi Rus köylüsü toprağı kendi bilek gücüyle elde etti, Rusya’yı toprağı borçlu olduğu devrimi savunmayı bile düşünmüyor. Sahip olduklarına kendisini inatla gömdü ve devrimi düşmanlara, devleti çürümeye, kentli nüfusu açlığa terk etti”( Rosa Luxemburg,Rus Devrimi, Yazılama yayınevi, sayfa:33)

Rosa Luxemburg küçük burjuvazinin nasıl hareket edeceğini bilmiyor. Marxism zaten köylülüğün  proletarya ile burjuvazi arasında yalpalayacağını ve proletarya başarılı olmak istiyorsa onu kendi safına çekmesi gerekliliğini belirtir. Rosa ne bekliyordun? Köylülük kendi sınıf bilincine uygun hareket ediyor marifet onu proletaryanın yanına çekebilmek! Lenin hiçbir zaman Rosa gibi ümidsizliğe düşmemişti aksine köylülüğün bu özelliğinden faydalanmıştı. Rosa’ya sormak lazım köylülük bizden yana sırtını döndüğünde meydanı burjuvaziye mi bıraksaydık? Bu Rosa Luxemburg’un kötü bir politikacı olduğunu gösteriyor ayrıca devrimin neden Almanya’da olmadığına iyi bir örnek. Almanya’nın en iyi politikacısı Rosa olduğuna göre Almanya’da sosyalist devrimin neden olmadığına ve Faşizmin çıktığına bu örnekten sonra şaşırmıyorum. Yetenekli biri  köylülüğün bu durumda şöyle davranır:

“Yurtseverlik şimdi onu bize doğru itmektedir; işte olan budur, tarih onu bu şekilde hareket etmeye zorladı. Ve biz hepimiz bu tarihi deneyi yığınlar ölçüsünde dikkate almalıyız.(İşçi ve Köylü İttifakı,Sayfa:71)”
Lenin köylülüğün yurtsever duyguları yüzünden 6 Aralık 1918’de böyle demişti. Mevcut koşullardan faydalanıp buradan proletaryanın muzaffer olmasını planlıyordu. Rosa gibi “Ben demiştim Rusya’dan bir cacık olmaz” demek yerine başka bir tutum takınmıştı. Eğer Rosa haklı olsaydı Sovyetler Birliğinin 1920’lerde çökmesi gerekiyordu fakat Sovyetler Stalin döneminde sancılı bir şekilde de olsa tarım ve kollektif sorununu çözmüşlerdi. Sovyetler birliğini köylülük değil Brejnev döneminde iktidarı ele geçiren ve bir daha bırakmayan Sovyet tipi ağır sanayi burjuvazisi yıktı. Bunun öncülünü ise hafif sanayi burjuvazisinin temsilcisi olan Kruşçev attı.

Rosa Luxemburg ve Ulusların Kaderlerini Tayin Etmesi Sorunu

“Lenin ve arkadaşlarının bu slogana ne kadar büyük bir inatla ve katı bir kararlılıkla sarıldıklarını görmek çarpıcıdır. Bu slogan, başka siyasi başlıklarda sergiledikleri sözünü sakınmaz merkeziyetçilikleriyle ve öteki demokratik ilkeler karşısındaki tutumlarıyla büyük bir çelişki içindedir.”( Rosa Luxemburg,Rus Devrimi, Yazılama yayınevi, sayfa:35)

Rosa Luxemburg ne köylülükten anlıyor ne de Ulusların bağımsız bir devlet kurması ya da özerk olmasının merkeziyetçilik ilkesiyle çelişmeyeceğinden haberdar. Aksine Ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi merkeziyetçiliğin olmazsa olmaz bir koşuludur. Bir düşünün Osmanlı İmparatorluğu mu daha merkeziyetçi bir devletti yoksa Türkiye Cumhuriyeti mi? Tarih bilen herkes Türkiye’nin Osmanlı’ya oranla daha merkeziyetçi olduğunu bilir. Geniş sınırların olunca daha merkezi olmuyorsun. Rosa bunu gözden kaçırıyor.

“Ekonomi ya da yaşayış tarzı alanında az da olsa özellikleri olan, özel bir ulusal bileşimi bulunan vb. her bölge için böyle bir özerklik tanımayan gerçekten modern bir devlet düşünülemeyeceği besbellidir. Kapitalizmin gelişmesi için gerekli merkeziyetçilik ilkesi böyle bir (yerel ya da bölgesel) özerklikle çelişmez; tersine, ancak bunun sayesinde bürokratik olmayan, demokratik bir biçimde işleyebilir. Aynı zamanda, sermayenin yoğunlaşmasını, üretici güçlerin gelişmesini burjuvazinin ve proletaryanın bütün devlet ölçüsünde gruplaşmasını kolaylaştıran böyle bir özerklik olmadan kapitalizmin geniş ölçüde, özgür ve hızlı gelişmesi olanaksız olurdu ya da hiç değilse son derece zorlaşırdı…Kesinlikle söylenebilir ki, kapitalizmin bugünkü gereksinmeleri arasında, nüfusun ulusal bileşiminin mümkün olduğu kadar türdeş hale getirilmesi gereği de bulunacaktır, çünkü iç pazarın tam olarak ele geçirilmesi için ve iktisadi ilişkilerin tam serbestliği için ulusal nitelik, dil birliği, önemli bir etkendir.”(Ulusların Kaderlerini Tayin Etme Hakkı, Merkezileşme ve Özerklik)

Rosa Luxemburg burada da durmuyor Lenin’i küçük burjuva olmakla suçluyor:

“Burada çok açık olan çelişki, biraz daha etraflı düşünüldüğünde daha anlaşılmaz hale geliyor. Çünkü göreceğimiz gibi her ülkede siyasal hayatın demokratik biçimi sosyalist politikanın en değerli ve vazgeçilmez temel niteliğiyken, “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” derin bir çukur, küçük burjuva ifade tarzı ve bir martavaldır. (Rosa Luxemburg,Rus Devrimi, Yazılama yayınevi, sayfa:36)”

“Lenin ve yoldaşları, “ayrılma hakkını” tanıyacak kadar  ulusal özgürlük savunucusu olduklarından Finlandiya, Ukrayna, Polonya, Litvanya, Baltık ülkeleri, Kafkasya ve diğerlerinin, Rus Devrimi’nin samimi müttefikleri haline geleceklerini bekliyorlardı; ancak aksinin yaşandığına tanık olduk. Bu “uluslar” kendilerine tanınan özgürlüğü birbiri ardına, Rus Devrimi’nin ezeli düşmanı olan Alman emperyalizmi ile ittifak kurmak ve Almanya’nın himayesinde karşı-devrim bayrağını Rusya’ya taşımak için kullandılar.( Rosa Luxemburg,Rus Devrimi, Yazılama yayınevi, sayfa:37)”

Rosa yukarıda da görüldüğü gibi Lenin’in Ulusların kaderlerini tayin etmesinin burjuvaziye yaradığından bahsetmektedir. Rosa Ulusal soruna sığ bakarken Lenin analitik bakıyor:

İşçi sorunuyla karşılaştırıldığında, ulusal sorunun tali önemi Marx için kuşkusuzdu. Fakat teorisi, ulusal hareketleri görmezlikten gelmekten fersah fersah uzaktır.” (Ulusların Kaderlerini Tayin Etme Hakkı,Ütopist Karl Marx ve Pratik Rosa Luxemburg)

Görüldüğü gibi Lenin ulusal sorunun işçi sorunlarına karşı ikincil önemde olduğunu belirtmesinin yanında ulusal soruna göz yumamayız demektedir.Ulusların kaderlerini tayin etmesi kitabında ulusların ayrılmasının tıpkı komünizme geçmek için proletarya diktatörlüğü nasıl gerekliyse proletarya dikatörlüğüne geçmek için ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi gerek diye belirtmiştir. Yani ulusların kaderlerini tayin hakkını sosyalizme geçişin bir aşaması olarak görmektedir. Rosa’nın bahsettiği ilk ayrılma hakkı Brest barışı gibi taktikseldi proletaryanın çıkarı gereği yapılmıştı. Bilindiği üzere çoğu yerler Lenin zamanında kalan kısımlarsa Stalin zamanında özgürleştirilmiştir. Bu yüzden Rosa ulusal sorunda proletaryanın alacağı tutumu küçümseyerek stratejik bir hata yapmıştır.

Rosa Luxemburg’un Lenin’in Devlet Teorisi Hakkındaki Bilgi Eksikliği

“Lenin’in (Devlet ve Devrim:Kapitalizmden Komünizme Geçiş’te) söylediği gibi burjuva devleti işçi sınıfına karşı bir baskı aracıdır, sosyalist devlet ise burjuvaziye karşı aynı işlevi görür. Sosyalist devletin bir yere kadar kapitalist devletin baş aşağıya çevrilmiş hali olduğunu söyler. Bu basitleştirilmiş yaklaşım en hayati noktayı gözden kaçırmaktadır.

Fakat Lenin uygulanması gereken yöntem konusunda tamamen yanılıyor. Emir, fabrika yöneticisinin diktatöryal gücü, katı cezalar, terörün hakimiyeti –tüm bunlar sadece yatıştırıcı olabilir. Yeniden doğuşun tek yolu kamu hayatının kendi okulu, en sınırsız ve en geniş demokrasi ile kamuoyudur. Terörün iktidarı sadece yıldırır.”( Rosa Luxemburg,Rus Devrimi, Yazılama yayınevi, sayfa:51-53)”

Rosa Luxemburg’a sormak lazım Lenin’in devlet teorisinin senin dediğin gibi olduğunu nereden çıkarıyorsun? Sanki Lenin salt terörün başarısız olmaya mahkum olduğunu bilmiyordu. Rosa’nın Rus Devrimi kitabı bir manipülasyon kitabıdır. Bazı yerlerinde ulusların köleleştirmesine yarayan parçalar varken burada olduğu gibi özgürlük havarisi kesildiği parçalar bulunmaktadır. Rosa Luxemburg’a şunu söylemek gerekir “proletarya bu tuzağı yemez!” Lenin’i çarpıttığın için tarih seni affetmeyecek! Lenin yoldaşa bir kulak verelim bu konuyla ilgili:

“Tekrar, öğrenmenin anasıdır.İktisadi inşanın temel doğrularını şimdi yinelememizin bizi yanıltmasına izin vermiyoruz.Bunları daha birçok kez yineleyeceğiz...dev zorluklarla ve çalışmalarımızın sürekli akamete uğratılmasına rağmen, iktisadi görevleri pratikte saptamaya gittikçe daha çok ve somut yaklaşıyoruz.Kendimizi daha sık yineleyeceğiz.Sayısız tekrar olmadan,eskiye belli bir geri dönüş olmadan,sınama olmadan, tek tek düzeltmeler olmadan,yeni yöntemler olmadan,geri ve hazırlıksız olanların inandırılması için güçler harekete geçirilmeden inşa çalışmasında hiçbir şey yapılamaz... Proletarya diktatörlüğü,zor ve ikna yöntemlerini birleştirmeyi bildiği için başarılı oldu.”(Lenin,seçme eserler cilt:8,sayfa:271-272).


Özgürlük Havarisi olan Rosa Luxemburg’un İçindeki Yarı-Anarşist Sapma

“İktidarı ele geçiren proletarya sosyalist kararları en güçlü, boyun eğmez ve ikirciksiz bir biçimde hayata geçirmeli, başka bir deyişle, diktatörlüğe geçmelidir; fakat bu bir sınıf diktatörlüğüdür, bir partinin ya da kliğin diktatörlüğü değildir –sınıf diktatörlüğü sınırsız bir demokrasi içinde halk kitlelerinin en aktif, en sınırsız biçimde katılımının sağlandığı bir diktatörlüktür.

Burjuva toplumunun köklü haklarına ve ekonomik ilişkilerine yönelik güçlü ve kararlı saldırılarla örülür. Bu saldırılar olmadan sosyalist dönüşüm gerçekleştirilemez. Ama bu diktatörlük sınıf adına hareket eden küçük bir yönetici azınlığının değil, sınıfın işi olmalıdır yani kitlelerin aktif katılımıyla adım adım ilerlemelidir; kitlelerin doğrudan etkisine açık olmalı ve tam bir halk etkinliğinin denetimine tabi kılınmalıdır; halk kitlelerinin artan siyasal eğitiminden doğmalıdır.”( Rosa Luxemburg,Rus Devrimi, Yazılama yayınevi, sayfa:57-58)

Rosa sap ile samanı birbiriyle karıştırıyor partinin korumasının altında olması Sovyetleri parti dikatörlüğü olduğunu göstermez. Parti tek başına ülkeyi yönetmiyordu bunu proletaryanın desteğiyle ve proleterlerin bu talimatlara uymasıyla yapıyordu. Parti eylemleri ancak proletayanın desteğine göre uygulanabiliyordu. Eğer proletarya desteklemeseydi karşılığını iç savaşlarda bulacaktı. Yani parti, proletaryanın azınlığının proleterlerin çıkarına işlemesinden sorumlu bir kurumdu. Proletarya destek olmasaydı 1 gün bile duramazdı. Marxism tek bir adamın yönetim ile bütün halkın yönetiminin konjonktürel olduğunu belirtir bunların özü birdir proletarya diktatörlüğü. Sovyetler Birliğinde bunun proletaryanın azınlığının yönetimi altında olması onun proletarya diktatörlüğü olduğunu dıştalamaz. Aşağıda Engels’ten alıntıladığım uzun alıntı bire bir Rosa’nın söylediklerini kapsamasada büyük bir kısmına cevap niteliğindedir.

“Büyük sanayideki otoriteyi ortadan kaldırmayı istemek, sanayiin kendisini ortadan kaldırmayı, gerisin geriye çıkrığa dönmek üzere buharlı çıkrığı yoketmeyi istemekle aynı şeydir. Bir başka örnek olarak demiryolunu alalım. Burada da sayısız bireylerin işbirliği yapmaları mutlaka zorunludur, ve bu işbirliği kesenkes saptanmış olan saatler içinde yapılmalıdır ki hiç bir kaza olmasın. Burada da, işin ilk koşulu, bütün ikincil sorunları çözümleyen bir egemen iradenin —bu irade ister tek bir delege tarafından, ya da ister ilgili kimselerin çoğunluğunun kararlarını uygulamakla yükümlü bir komite tarafından temsil ediliyor olsun— bulunmasıdır. Her iki durumda da, çok belirgin bir otorite vardır. Dahası, demiryolu sorumlularının sayın yolcular üzerindeki otoritesi kaldırılacak olsa, harekat ettirilen ilk trenin başına neler gelmez ki? 

Ama, otorite, hem de müstebit bir otorite zorunluluğu, açık denizdeki bir gemideki kadar başka hiç bir yerde bu denli açık değildir. Burada, bir tehlike anında, herkesin yaşamı, herkesin tek bir kişinin iradesine anında ve kayıtsız şartsız uymalarına bağlıdır.Bu gibi savları anti-otoritercilerin en azgınlarının karşılarına koyduğumda, verebildikleri tek yanıt şu oldu: Evet, bu doğru, ama bu durumda bizim delegelerimize verdiğimiz şey otorite  değil,  yetki devridir!  Bu baylar şeylerin adlarını değiştirdiklerinde şeylerin kendilerini değiştirdiklerini sanıyorlar. Bu derin düşünürler tüm dünyayı işte böyle alaya alıyorlar…Öte yandan gördük ki, üretimin ve dolaşımın maddi koşulları, büyük sanayi ve büyük tarım ile kazınılmaz olarak gelişmektedir ve bunlar bu otoritenin alanını gittikçe genişletme eğilimindedirler.

Demek ki, otorite ilkesinden mutlak olarak kötü, ve özerklik ilkesinden de mutlak olarak iyi bir şey diye sözetmek saçmadır. Otorite ve özerklik, kapsamları toplum gelişmesinin çeşitli evreleriyle birlikte değişen göreli şeylerdir. Eger özerklikçiler, gelecekteki toplumsal örgütlenmenin, otoriteyi, olsa olsa üretim koşullarının onu kaçınılmaz kılacağı sınırlar içersine hapsedeceğini söylemekle yetinselerdi, birbirimizi anlayabilirdik; ama onlar otoriteyi zorunlu kılan bütün olgulara gözlerini kapamışlar, hırsla sözcüğün kendisine saldırıyorlar. Anti-otoriterciler niçin siyasal otoriteye, devlete karşı çıkmakla yetinmiyorlar? Siyasal devletin, ve onunla birlikte siyasal otoritenin de önümüzdeki toplumsal devrimin sonucu olarak yokolacağı, yani kamu işlevlerinin siyasal niteliklerini yitirecekleri ve toplumun gerçek çıkarlarını gözetmek olan basit yönetsel işlevler haline gelecekleri düşüncesini bütün sosyalistler paylaşmaktadırlar. Ama anti-otoriterciler, otoriter siyasal devletin, bir çırpıda, hatta onu yaratmış bulunan toplumsal koşullar yokolmazdan önce, ortadan kaldırılmasını istiyorlar. Bunlar, toplumsal devrimin ilk işinin otoritenin ortadan kaldırılması olmasını istiyorlar. Bu baylar hiç bir devrim görmüşler midir?

Devrim, elbette ki, en otoriter olan şeydir; bu, nüfusun bir bölümünün kendi iradesini, nüfusun öteki bölümüne tüfeklerle, süngülerle ve toplarla —akla gelebilecek bütün otoriter araçlarla— dayattığı bir eylemdir; ve eğer muzaffer olan taraf yok yere yenik düşmek istemiyorsa, bu egemenliğini, silahlarının gericiler üzerinde yarattığı terör ile sürdürmelidir. Paris Komünü, silahlı halkın otoritesini burjuvaziye karşı kullanmamış olsaydı, bir gün olsun dayanabilir miydi? Tersine, Paris Komününü bundan yeterince serbest bir biçimde yararlanmamış olmakla suçlamamız gerekmiyor mu? O halde, şu iki şeyden birisi: anti-otoriterciler ya neden sözettiklerini bilmiyorlar, ki bu durumda kafa karışıklığından başka bir şey yaratmış olmuyorlar; ya da bunu biliyorlar, ki bu durumda da proletaryanın hareketine ihanet ediyorlar. Her iki durumda da gericiliğe hizmet etmiş oluyorlar” (Engels,otorite üzerine)

Ortaçağ’ın Kaçkın Kahini Rosa Haykırıyor: “Zaten Yıkılmaya Mahkumdu!”

“Rus Devrimi bütün büyük devrimlerin temel dersini, var olma yasasını hatırlattı: Ya devrim hızlı, fırtınalı, kararlı bir tempoyla, demir bir elle tüm bariyerleri yıkarak ve kendi hedeflerini daha da devrimcileştirerek ilerleyecek ya da kısa süre içinde zayıf kalkış noktasının daha da gerisine savrulacak ve karşı devrim tarafından bastırılacak.

Devrimin doğası hızlı kararlar gerektirir: Ya lokomotif tarihsel yükselişin en uç noktasına kadar tam gaz yol alacak ya da bütün ağırlığıyla dipteki başlama noktasına doğru çökecek ve lokomotifi tepeye varmadan yokuşun yarısında zayıf güçleriyle tutmaya çalışanları da, ne çare, dipsiz kuyuya doğru kendisiyle birlikte sürükleyecek.

Lenin ve yoldaşları iktidarlarının kısa bir döneminde, iç ve dış çalkantıların ortasında, sayısız düşman ve muhalif tarafından çevriliyken onlardan devrimin en zorlu görevlerinden birini – güvenle söyleyim sosyalist dönüşümün en zorlu görevini- başarmalarını beklemek kötü bir şaka olurdu. Batı’da bile iktidara geldiğimizde, en güçlüğüyle uğraşmaya daha sıra gelmeden bu çetin cevizle çok dişimizi kırardık.”(Rosa Luxemburg,Rus Devrimi, Yazılama yayınevi, sayfa:26-32)

“Hepimiz tarihin yasalarına bağımlıyız ve sosyalist bir düzen ancak enternasyonal olarak mümkündür. Bolşevikler tarihin izin verdiği sınırlar içinde gerçek bir devrimci partinin yapabileceği her şeyi yapabilecek güçte olduklarını gösterdiler. Onlardan mucize beklemiyoruz. Yalıtılmış, savaşın tükettiği, emperyalizmin boğmaya çalıştığı ve uluslar arası proletaryanın ihanetine uğramış bir ülkede ideal bir model, kusursuz bir proleter devrimi bir mucize olurdu.”( Rosa Luxemburg,Rus Devrimi, Yazılama yayınevi, sayfa:59)

Rosa Luxemburg bütün kitabında Bolşeviklere küfür etmiştir bunlar eleştiri değil dost görünümlü bir düşmanın tavsiyesidir. Felaket tellalı Rosa bütün hikayesini Sovyetlerin başarılı olamaması üzerine kurmuştur. Rosa’ya sormak lazım madem yıkılmaya ve karşı devrim tarafından bastırılmaya mahkumdu o yüzden mi Sovyetler Birliği 74 yıl ayakta kaldı? Bak sen şu işe? Rosa Luxemburg’a göre değil 74 yıl 10 yıl bile durması mucizeydi. Bu yüzden Rosa Sovyetlerin neden 74 yıl ayakta durduğunu bu saçma kitabıyla açıklayamamaktadır. Rosa’nın eleştirdiği noktalarda Sovyetler haklıydı Rosa değil. Lenin’in şu stratejisi olmasaydı Sovyetler Lenin döneminde yıkılmıştı:

Sömürücüler bir tek ülkede yenilgiye uğratılmış olsa da – ve tipik durum elbette budur, çünkü bir dizi ülkede eşzamanlı devrim ender bir istisnadır- sömürülenlerden daha güçlüdürler, çünkü sömürücülerin uluslararası ilişkileri uçsuz bucaksızdır. Orta köylüler, zanaatçılar vb. arasında, sömürülen yığınların en az gelişmiş bir bölümünün de sömürücülerle birlikte yürüdüklerini ve yürümeye yatkın olduklarını, Komün de içinde (çünkü Versailles birlikleri arasında, -bilginler bilgini Kautsky'nin "unuttuğu" şey,-proleterler de vardı), daha önceki bütün devrimler göstermiştir. Her derin devrimde, sömürülenler üzerinde yıllar boyu büyük gerçek üstünlükler sürdüren sömürücülerin uzun, direngen, umutsuzbir direnç gösterdikleri yolundaki gerçeği. Sömürücüler -son, umutsuz bir savaşta, bir savaşlar dizisinde- üstünlüklerinden yararlanmaksızın, sömürülenler çoğunluğunun iradesine, iyilik taslayan alık Kautsky'nintatlı imgeleme gücü dışında, hiçbir zaman boyun eğmeyeceklerdir.  Kapitalizmden komünizme geçiş, koca bir tarihsel dönemdir. Bu dönem tamamlanmadıkça, sömürücüler bir geriye dönme umudunu, geriye dönme girişimlerine dönüşen bir umudu kaçınılmaz olarak korurlar. Bir ilk ağır yenilginin ardından, devrilmeyi hiç beklemeyen, buna hiç inanmayan ve bunun fikrini bile kabul etmeyen sömürücüler, öylesine tatlı bir yaşam süren ve şimdi "aşağılık halk"ın yıkım ve sefalete (ya da "aşağılık" çalışmaya...) mahkum ettiği aileleri bakımından yitirilmiş bulunan "cennet"i yeniden ele geçirmek için, on kat artmış bir güç, zorlu bir öfke; yüz kat artmış bir düşmanlık ile savaşa atılırlar.”(Lenin, Proleter devrim ve dönek kautsky,sayfa:40-41)

Sorulması Gereken Bir Soru: O Zaman Lenin Rosa’yı  Neden Övdü?

“ “Kartallar bazen tavuklardan daha alçak uçabilirler, ama tavuklar asla kartalların katına yükselemezler” Ros Luxemburg Polonya’nın bağımsızlığı konusunda yanılmıştı; 1903 Menşevizmi değerlendirirken yanılmıştı; sermaye birikimi teorisinde yanılmıştı; Temmuz 1914’te Plehanov, Kautsky ve diğerleriyle beraber Bolşeviklerle Menşevikler arasında birliği savunduğunda yanılmıştı; 1918’de hapishaneden yazdıklarında yanılmıştı (1918 sonu ve 1919 başında salıverildikten sonra bu yanlışlarından birçoğunu düzeltmişti). Ama yanlışlarına karşın Rosa Luxemburg bir kartaldı ve öyle kalacaktır.”(Lenin,Komintern,sayfa:246,Agora Kitaplığı)


Sonucu bunu cevaplamaya bıraktım. Lenin burada taktiksel bir tutum takınmaktadır. Alman emperyalizmi tarafından öldürüldüğü için Rosa Luxemburg Lenin tarafından sahiplenilmektedir. Dikkat edilirse Lenin Rosa’nın hatalı yanlarını açıklamaktadır ve bu hatalı yanlar aslında Rosa’nın bütün teorisini oluşturmaktadır. Görüldğü üzere Rosa hatalarından geri dönmüşte değildir öldürülmeseydi bu kitabı tamamlayacaktı. Lenin tipik bir politikacı gibi davranarak Rosa’ya: “öldü ve sınavı geçti” demiştir. Rosa’nın övülmesi ancak bu şekilde açıklanabilir. Lenin taktiksel olarak ne derse desin tarih seni affetmedi ve affetmeyecek Rosa!