Sosyalist devrimini Lenin değil de Rosa Luxemburg ve
tayfaları yapsaydı o devrim nasıl bir devrim olurdu diye kendime soramadan
edemiyorum. Bir insan ancak Ekim devriminin başarısız olmasını başından beri
istiyorsa Rosa Luxemburg gibi bir tutum takınır. Rosa gerek teorik
öngörüsüzlüğüyle gerek Rus devrimi kitabındaki bazı yerlerde ki yarı-anarşist
sapmasıyla sözde Ekim Devriminin neden başarılı olamayacağını kanıtlamaya
çalışmaktadır. Rosa Luxemburg devrimin ilk yıllarında yazdığı bu yazıyla(zaten
ömrü ilerleyen aşamaları görmesine mani olacaktır.) dereleri görmeden paçaları
sıvar bir edayla “Ekim devrimi başarılı olamaz çünkü geri bir ülkede oldu zaten
ondan da fazlasını beklemek yanlış olur” gibi bir tutum takınarak okuyucuya
Ekim devrimin boğazlanmasından mutluluk duyacağı hissi uyandırmaktadır.
Rosa Luxemburg’un eleştirilerinde Ekim Devriminin
eksik yanlarına dair tek bir eleştiri noktası yoktur aksine Ekim devriminin
doğru yaptığı işleri yanlışmış gibi gösterip Sovyetler Birliğini tuzağa
sürükleyecek politik manevralar vardır. Bu yüzden gerek Rosa gerek Troçki gibi
eleştirmenlerin eleştirisi Marxism dışıdır. Bu eleştirmenlerin eleştirileri
liberal bir nitelik taşımaktadır. Lenin ve Sovyetler Birliği bu eleştirileri
dinleseydi özellikle Troçki’den daha liberal eleştiri yapma özelliğine sahip
Rosa Luxemburg’u dinleseydi Ekim Devrimi emek sömürüsünü dünya üzerinden
süpürüp atmanın ilk adımı olmak yerine burjuvazinin egemenliğinin geriye dönüşü
olmayacak bir şekilde pekişmesinin ilk adımı olacaktı. Rosa Luxemburg’un
ellerini ovuşturan bir kapitalist edasıyla Ekim devrimine ve Sovyetler
Birliğine şöyle saldırmaktadır:
Rosa
Luxemburg ve Köylülük Sorunu
“Komiteler olsun veya olmasın, Rus köyünde gücü
elinde bulunduran köy burjuvazisini oluşturanlar, zengin köylüler ve
tefecilerdir. Toprak reformundan en çok yararlananlar da bunlar oldular. Bunu
anlamak için orada olmaya da gerek yok. Toprağın dağıtılması esnasında köylüler
arasındaki toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin ortadan kaldırılmadığını,
tersine arttığını ve sınıf karşıtlığının daha da şiddetlendiğini herkes fark
edebilir.”( Rosa Luxemburg,Rus Devrimi, Yazılama yayınevi, sayfa:33)
Rosa Luxemburg burada hata yapmaktadır. En çok
yararlanan unsur büyük toprak sahipleri değil “bütün olarak köylülüktür” ayrıca
egemen grup küçük burjuvazidir. Aynı zamanda sınıf karşıtlığının
şiddetlenmesinden daha doğal bir şey yoktur çünkü proletarya iktidarı ele
geçirince sınıf savaşımı bitmez aksine daha çok artar. Rosa Luxemburg’un bu
temel Marxist kuralı bilmeme ihtimali olamaz. Cevap açık Rosa kötü niyetlidir.
Lenin bu olayı şöyle açıklamıştır.
“Bu köylü ülkesinde, proletarya diktatörlüğünden ilk kazançlı çıkan, en
fazla kazançlı çıkan, ve hemen kazançlı çıkan bir bütün olarak köylülük
olmuştur.” (Lenin,Burjuva Demokrasisi ve Proletarya
Diktatörlüğü, Proletarya Diktatörlüğü Döneminde
Ekonomi-Politika )
“ Proletarya
diktatörlüğü sınıflar savaşımının sonu değildir; onun yeni biçimler altında
sürmesidir. Proletarya diktatörlüğü, yenilmiş, ama direnmeyi bırakmak şöyle
dursun, direncini daha da yoğunlaştırmış, yok olmamış, ortadan kalkmamış
burjuvaziye karşı siyasal iktidarı eline geçirmiş bulunan proletaryanın sınıf
savaşımıdır.” (Lenin,Burjuva Demokrasisi ve Proletarya
Diktatörlüğü,Halkı Özgürlük ve Eşitlik Sloganları ile Nasıl Aldatıyorlar
Konuşmasının Baskısına Önsöz)
“Açıktır
ki, bir küçük-köylü ülkesinde egemen unsur küçük-burjuva unsurdur. Ve bu böyle
olmak zorundadır, çünkü büyük çoğunluk, toprağı işleyenlerin büyük çoğunluğu,
küçük meta üreticileridir…Bugün Rusya'da küçük-burjuva kapitalizmi egemendir;
ve buradan, hem büyük-çapta devlet kapitalizmine ve hem de sosyalizme giden ve
"üretimin ve dağıtımın, ulusal muhasebesi ve denetimi" adını alan tek ve aynı ara duraktan geçen tek ve aynı yol vardır. Bunu anlayamayanlar
iktisat biliminde bağışlanmaz bir hata işlemektedirler. Ya yaşantının
gerçeklerini bilmiyor, neyin gerçekten varolduğunu görmüyor ve gerçeğin çıplak
yüzüne bakamıyorlar, ya da kendilerini "kapitalizm"le
"sosyalizm"in soyut bir biçimde karşılaştırılmasıyla sınırlıyor
ve ülkemizde yer almakta olan geçiş döneminin somut biçim ve aşamalarım
incelemiyorlar.” (Lenin,Seçme Eserler
cilt:9,Ayni Vergi Üzerine,Yeni Politikanın Önemi ve Koşulları)
Rosa Luxemburg’un buradaki çuvallaması açıktır bir de kitapta
illa Rusya’ya gitmeye gerek yok gün gibi açık demektedir. Keşke bir Sovyetler
Birliğine gitseydin Rosa’da böyle hatalar yapmasaydın! Diğer bir hataya
gelirsek:
“Ancak şimdi Rus köylüsü toprağı kendi bilek gücüyle
elde etti, Rusya’yı toprağı borçlu olduğu devrimi savunmayı bile düşünmüyor.
Sahip olduklarına kendisini inatla gömdü ve devrimi düşmanlara, devleti
çürümeye, kentli nüfusu açlığa terk etti”( Rosa Luxemburg,Rus Devrimi, Yazılama
yayınevi, sayfa:33)
Rosa Luxemburg küçük burjuvazinin nasıl hareket
edeceğini bilmiyor. Marxism zaten köylülüğün
proletarya ile burjuvazi arasında yalpalayacağını ve proletarya başarılı
olmak istiyorsa onu kendi safına çekmesi gerekliliğini belirtir. Rosa ne
bekliyordun? Köylülük kendi sınıf bilincine uygun hareket ediyor marifet onu
proletaryanın yanına çekebilmek! Lenin hiçbir zaman Rosa gibi ümidsizliğe
düşmemişti aksine köylülüğün bu özelliğinden faydalanmıştı. Rosa’ya sormak
lazım köylülük bizden yana sırtını döndüğünde meydanı burjuvaziye mi bıraksaydık?
Bu Rosa Luxemburg’un kötü bir politikacı olduğunu gösteriyor ayrıca devrimin
neden Almanya’da olmadığına iyi bir örnek. Almanya’nın en iyi politikacısı Rosa
olduğuna göre Almanya’da sosyalist devrimin neden olmadığına ve Faşizmin
çıktığına bu örnekten sonra şaşırmıyorum. Yetenekli biri köylülüğün bu durumda şöyle davranır:
“Yurtseverlik şimdi onu bize doğru itmektedir; işte olan budur,
tarih onu bu şekilde hareket etmeye zorladı. Ve biz hepimiz bu tarihi deneyi
yığınlar ölçüsünde dikkate almalıyız.(İşçi ve Köylü İttifakı,Sayfa:71)”
Lenin köylülüğün yurtsever duyguları yüzünden 6 Aralık
1918’de böyle demişti. Mevcut koşullardan faydalanıp buradan proletaryanın
muzaffer olmasını planlıyordu. Rosa gibi “Ben demiştim Rusya’dan bir cacık
olmaz” demek yerine başka bir tutum takınmıştı. Eğer Rosa haklı olsaydı
Sovyetler Birliğinin 1920’lerde çökmesi gerekiyordu fakat Sovyetler Stalin
döneminde sancılı bir şekilde de olsa tarım ve kollektif sorununu çözmüşlerdi.
Sovyetler birliğini köylülük değil Brejnev döneminde iktidarı ele geçiren ve
bir daha bırakmayan Sovyet tipi ağır sanayi burjuvazisi yıktı. Bunun öncülünü
ise hafif sanayi burjuvazisinin temsilcisi olan Kruşçev attı.
Rosa Luxemburg ve Ulusların Kaderlerini Tayin
Etmesi Sorunu
“Lenin ve arkadaşlarının bu slogana ne kadar büyük
bir inatla ve katı bir kararlılıkla sarıldıklarını görmek çarpıcıdır. Bu
slogan, başka siyasi başlıklarda sergiledikleri sözünü sakınmaz
merkeziyetçilikleriyle ve öteki demokratik ilkeler karşısındaki tutumlarıyla
büyük bir çelişki içindedir.”( Rosa Luxemburg,Rus Devrimi, Yazılama yayınevi,
sayfa:35)
Rosa Luxemburg ne köylülükten anlıyor ne de
Ulusların bağımsız bir devlet kurması ya da özerk olmasının merkeziyetçilik ilkesiyle
çelişmeyeceğinden haberdar. Aksine Ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi
merkeziyetçiliğin olmazsa olmaz bir koşuludur. Bir düşünün Osmanlı
İmparatorluğu mu daha merkeziyetçi bir devletti yoksa Türkiye Cumhuriyeti mi?
Tarih bilen herkes Türkiye’nin Osmanlı’ya oranla daha merkeziyetçi olduğunu
bilir. Geniş sınırların olunca daha merkezi olmuyorsun. Rosa bunu gözden
kaçırıyor.
“Ekonomi ya da yaşayış tarzı alanında az da olsa
özellikleri olan, özel bir ulusal bileşimi bulunan vb. her bölge için böyle bir
özerklik tanımayan gerçekten modern bir devlet düşünülemeyeceği
besbellidir. Kapitalizmin gelişmesi için gerekli merkeziyetçilik ilkesi böyle
bir (yerel ya da bölgesel) özerklikle çelişmez; tersine, ancak bunun sayesinde
bürokratik olmayan, demokratik bir biçimde işleyebilir. Aynı zamanda,
sermayenin yoğunlaşmasını, üretici güçlerin gelişmesini burjuvazinin ve
proletaryanın bütün devlet ölçüsünde gruplaşmasını kolaylaştıran böyle
bir özerklik olmadan kapitalizmin geniş ölçüde, özgür ve hızlı gelişmesi
olanaksız olurdu ya da hiç değilse son derece zorlaşırdı…Kesinlikle
söylenebilir ki, kapitalizmin bugünkü gereksinmeleri arasında, nüfusun ulusal
bileşiminin mümkün olduğu kadar türdeş hale getirilmesi gereği de bulunacaktır,
çünkü iç pazarın tam olarak ele geçirilmesi için ve iktisadi ilişkilerin tam
serbestliği için ulusal nitelik, dil birliği, önemli bir etkendir.”(Ulusların Kaderlerini
Tayin Etme Hakkı, Merkezileşme ve Özerklik)
Rosa Luxemburg burada da
durmuyor Lenin’i küçük burjuva olmakla suçluyor:
“Burada çok açık olan çelişki, biraz daha etraflı
düşünüldüğünde daha anlaşılmaz hale geliyor. Çünkü göreceğimiz gibi her ülkede
siyasal hayatın demokratik biçimi sosyalist politikanın en değerli ve
vazgeçilmez temel niteliğiyken, “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” derin
bir çukur, küçük burjuva ifade tarzı ve bir martavaldır. (Rosa Luxemburg,Rus
Devrimi, Yazılama yayınevi, sayfa:36)”
“Lenin ve yoldaşları, “ayrılma hakkını” tanıyacak
kadar ulusal özgürlük savunucusu
olduklarından Finlandiya, Ukrayna, Polonya, Litvanya, Baltık ülkeleri, Kafkasya
ve diğerlerinin, Rus Devrimi’nin samimi müttefikleri haline geleceklerini
bekliyorlardı; ancak aksinin yaşandığına tanık olduk. Bu “uluslar” kendilerine
tanınan özgürlüğü birbiri ardına, Rus Devrimi’nin ezeli düşmanı olan Alman
emperyalizmi ile ittifak kurmak ve Almanya’nın himayesinde karşı-devrim
bayrağını Rusya’ya taşımak için kullandılar.( Rosa Luxemburg,Rus Devrimi,
Yazılama yayınevi, sayfa:37)”
Rosa yukarıda da
görüldüğü gibi Lenin’in Ulusların kaderlerini tayin etmesinin burjuvaziye
yaradığından bahsetmektedir. Rosa Ulusal soruna sığ bakarken Lenin analitik
bakıyor:
“İşçi sorunuyla karşılaştırıldığında, ulusal sorunun tali önemi Marx
için kuşkusuzdu. Fakat teorisi, ulusal hareketleri görmezlikten gelmekten
fersah fersah uzaktır.” (Ulusların Kaderlerini Tayin Etme
Hakkı,Ütopist Karl Marx ve Pratik Rosa Luxemburg)
Görüldüğü gibi Lenin ulusal sorunun işçi sorunlarına
karşı ikincil önemde olduğunu belirtmesinin yanında ulusal soruna göz yumamayız
demektedir.Ulusların kaderlerini tayin etmesi kitabında ulusların ayrılmasının
tıpkı komünizme geçmek için proletarya diktatörlüğü nasıl gerekliyse proletarya
dikatörlüğüne geçmek için ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi gerek diye
belirtmiştir. Yani ulusların kaderlerini tayin hakkını sosyalizme geçişin bir
aşaması olarak görmektedir. Rosa’nın bahsettiği ilk ayrılma hakkı Brest barışı
gibi taktikseldi proletaryanın çıkarı gereği yapılmıştı. Bilindiği üzere çoğu
yerler Lenin zamanında kalan kısımlarsa Stalin zamanında özgürleştirilmiştir.
Bu yüzden Rosa ulusal sorunda proletaryanın alacağı tutumu küçümseyerek stratejik
bir hata yapmıştır.
Rosa
Luxemburg’un Lenin’in Devlet Teorisi Hakkındaki Bilgi Eksikliği
“Lenin’in (Devlet ve Devrim:Kapitalizmden Komünizme
Geçiş’te) söylediği gibi burjuva devleti işçi sınıfına karşı bir baskı
aracıdır, sosyalist devlet ise burjuvaziye karşı aynı işlevi görür. Sosyalist
devletin bir yere kadar kapitalist devletin baş aşağıya çevrilmiş hali olduğunu
söyler. Bu basitleştirilmiş yaklaşım en hayati noktayı gözden kaçırmaktadır.
Fakat Lenin uygulanması gereken yöntem konusunda
tamamen yanılıyor. Emir, fabrika yöneticisinin diktatöryal gücü, katı cezalar,
terörün hakimiyeti –tüm bunlar sadece yatıştırıcı olabilir. Yeniden doğuşun tek
yolu kamu hayatının kendi okulu, en sınırsız ve en geniş demokrasi ile
kamuoyudur. Terörün iktidarı sadece yıldırır.”( Rosa Luxemburg,Rus Devrimi,
Yazılama yayınevi, sayfa:51-53)”
Rosa Luxemburg’a sormak lazım Lenin’in devlet
teorisinin senin dediğin gibi olduğunu nereden çıkarıyorsun? Sanki Lenin salt
terörün başarısız olmaya mahkum olduğunu bilmiyordu. Rosa’nın Rus Devrimi
kitabı bir manipülasyon kitabıdır. Bazı yerlerinde ulusların köleleştirmesine
yarayan parçalar varken burada olduğu gibi özgürlük havarisi kesildiği parçalar
bulunmaktadır. Rosa Luxemburg’a şunu söylemek gerekir “proletarya bu tuzağı
yemez!” Lenin’i çarpıttığın için tarih seni affetmeyecek! Lenin yoldaşa bir
kulak verelim bu konuyla ilgili:
“Tekrar,
öğrenmenin anasıdır.İktisadi inşanın temel doğrularını şimdi yinelememizin bizi
yanıltmasına izin vermiyoruz.Bunları daha birçok kez yineleyeceğiz...dev
zorluklarla ve çalışmalarımızın sürekli akamete uğratılmasına rağmen, iktisadi
görevleri pratikte saptamaya gittikçe daha çok ve somut yaklaşıyoruz.Kendimizi
daha sık yineleyeceğiz.Sayısız tekrar olmadan,eskiye belli bir geri dönüş
olmadan,sınama olmadan, tek tek düzeltmeler olmadan,yeni yöntemler olmadan,geri
ve hazırlıksız olanların inandırılması için güçler harekete geçirilmeden inşa
çalışmasında hiçbir şey yapılamaz... Proletarya
diktatörlüğü,zor ve ikna yöntemlerini birleştirmeyi bildiği için başarılı oldu.”(Lenin,seçme
eserler cilt:8,sayfa:271-272).
Özgürlük
Havarisi olan Rosa Luxemburg’un İçindeki Yarı-Anarşist Sapma
“İktidarı ele geçiren proletarya sosyalist kararları
en güçlü, boyun eğmez ve ikirciksiz bir biçimde hayata geçirmeli, başka bir
deyişle, diktatörlüğe geçmelidir; fakat bu bir sınıf diktatörlüğüdür, bir
partinin ya da kliğin diktatörlüğü değildir –sınıf diktatörlüğü sınırsız bir
demokrasi içinde halk kitlelerinin en aktif, en sınırsız biçimde katılımının
sağlandığı bir diktatörlüktür.
Burjuva toplumunun köklü haklarına ve ekonomik
ilişkilerine yönelik güçlü ve kararlı saldırılarla örülür. Bu saldırılar
olmadan sosyalist dönüşüm gerçekleştirilemez. Ama bu diktatörlük sınıf adına
hareket eden küçük bir yönetici azınlığının değil, sınıfın işi olmalıdır yani
kitlelerin aktif katılımıyla adım adım ilerlemelidir; kitlelerin doğrudan
etkisine açık olmalı ve tam bir halk etkinliğinin denetimine tabi kılınmalıdır;
halk kitlelerinin artan siyasal eğitiminden doğmalıdır.”( Rosa Luxemburg,Rus
Devrimi, Yazılama yayınevi, sayfa:57-58)
Rosa sap ile samanı birbiriyle karıştırıyor partinin
korumasının altında olması Sovyetleri parti dikatörlüğü olduğunu göstermez.
Parti tek başına ülkeyi yönetmiyordu bunu proletaryanın desteğiyle ve
proleterlerin bu talimatlara uymasıyla yapıyordu. Parti eylemleri ancak proletayanın
desteğine göre uygulanabiliyordu. Eğer proletarya desteklemeseydi karşılığını
iç savaşlarda bulacaktı. Yani parti, proletaryanın azınlığının proleterlerin
çıkarına işlemesinden sorumlu bir kurumdu. Proletarya destek olmasaydı 1 gün
bile duramazdı. Marxism tek bir adamın yönetim ile bütün halkın yönetiminin
konjonktürel olduğunu belirtir bunların özü birdir proletarya diktatörlüğü.
Sovyetler Birliğinde bunun proletaryanın azınlığının yönetimi altında olması
onun proletarya diktatörlüğü olduğunu dıştalamaz. Aşağıda Engels’ten
alıntıladığım uzun alıntı bire bir Rosa’nın söylediklerini kapsamasada büyük
bir kısmına cevap niteliğindedir.
“Büyük sanayideki otoriteyi ortadan
kaldırmayı istemek, sanayiin kendisini ortadan kaldırmayı, gerisin geriye
çıkrığa dönmek üzere buharlı çıkrığı yoketmeyi istemekle aynı şeydir. Bir başka örnek olarak demiryolunu
alalım. Burada da sayısız bireylerin işbirliği yapmaları mutlaka zorunludur, ve
bu işbirliği kesenkes saptanmış olan saatler içinde yapılmalıdır ki hiç bir
kaza olmasın. Burada da, işin ilk koşulu, bütün ikincil sorunları çözümleyen
bir egemen iradenin —bu irade ister tek bir delege tarafından, ya da ister
ilgili kimselerin çoğunluğunun kararlarını uygulamakla yükümlü bir komite
tarafından temsil ediliyor olsun— bulunmasıdır. Her iki durumda da, çok
belirgin bir otorite vardır. Dahası, demiryolu sorumlularının sayın yolcular
üzerindeki otoritesi kaldırılacak olsa, harekat ettirilen ilk trenin başına
neler gelmez ki?
Ama, otorite, hem de müstebit bir otorite
zorunluluğu, açık denizdeki bir gemideki kadar başka hiç bir yerde bu denli
açık değildir. Burada, bir tehlike anında, herkesin yaşamı, herkesin tek bir
kişinin iradesine anında ve kayıtsız şartsız uymalarına bağlıdır.Bu gibi
savları anti-otoritercilerin en azgınlarının karşılarına koyduğumda,
verebildikleri tek yanıt şu oldu: Evet, bu doğru, ama bu durumda bizim
delegelerimize verdiğimiz şey otorite değil,
yetki devridir! Bu baylar şeylerin adlarını
değiştirdiklerinde şeylerin kendilerini değiştirdiklerini sanıyorlar. Bu derin
düşünürler tüm dünyayı işte böyle alaya alıyorlar…Öte yandan gördük ki,
üretimin ve dolaşımın maddi koşulları, büyük sanayi ve büyük tarım ile
kazınılmaz olarak gelişmektedir ve bunlar bu otoritenin alanını gittikçe
genişletme eğilimindedirler.
Demek ki, otorite ilkesinden mutlak olarak kötü, ve özerklik ilkesinden
de mutlak olarak iyi bir şey diye sözetmek saçmadır. Otorite ve özerklik,
kapsamları toplum gelişmesinin çeşitli evreleriyle birlikte değişen göreli
şeylerdir. Eger özerklikçiler, gelecekteki
toplumsal örgütlenmenin, otoriteyi, olsa olsa üretim koşullarının onu
kaçınılmaz kılacağı sınırlar içersine hapsedeceğini söylemekle yetinselerdi,
birbirimizi anlayabilirdik; ama onlar otoriteyi zorunlu kılan bütün olgulara
gözlerini kapamışlar, hırsla sözcüğün kendisine saldırıyorlar. Anti-otoriterciler niçin siyasal otoriteye,
devlete karşı çıkmakla yetinmiyorlar? Siyasal devletin, ve onunla birlikte
siyasal otoritenin de önümüzdeki toplumsal devrimin sonucu olarak yokolacağı, yani
kamu işlevlerinin siyasal niteliklerini yitirecekleri ve toplumun gerçek
çıkarlarını gözetmek olan basit yönetsel işlevler haline gelecekleri
düşüncesini bütün sosyalistler paylaşmaktadırlar. Ama anti-otoriterciler,
otoriter siyasal devletin, bir çırpıda, hatta onu yaratmış bulunan toplumsal
koşullar yokolmazdan önce, ortadan kaldırılmasını istiyorlar. Bunlar, toplumsal
devrimin ilk işinin otoritenin ortadan kaldırılması olmasını istiyorlar. Bu
baylar hiç bir devrim görmüşler midir?
Devrim, elbette ki, en otoriter olan
şeydir; bu, nüfusun bir bölümünün kendi iradesini, nüfusun öteki bölümüne
tüfeklerle, süngülerle ve
toplarla —akla gelebilecek bütün otoriter araçlarla— dayattığı bir eylemdir; ve
eğer muzaffer olan taraf yok yere yenik düşmek istemiyorsa, bu egemenliğini,
silahlarının gericiler üzerinde yarattığı terör ile sürdürmelidir. Paris
Komünü, silahlı halkın otoritesini burjuvaziye karşı kullanmamış olsaydı, bir
gün olsun dayanabilir miydi? Tersine, Paris Komününü bundan yeterince serbest
bir biçimde yararlanmamış olmakla suçlamamız gerekmiyor mu? O halde, şu iki şeyden birisi:
anti-otoriterciler ya neden sözettiklerini bilmiyorlar, ki bu durumda kafa
karışıklığından başka bir şey yaratmış olmuyorlar; ya da bunu biliyorlar, ki bu
durumda da proletaryanın hareketine ihanet ediyorlar. Her iki durumda da
gericiliğe hizmet etmiş oluyorlar”
(Engels,otorite üzerine)
Ortaçağ’ın Kaçkın Kahini Rosa Haykırıyor: “Zaten Yıkılmaya
Mahkumdu!”
“Rus Devrimi bütün büyük devrimlerin temel dersini,
var olma yasasını hatırlattı: Ya devrim hızlı, fırtınalı, kararlı bir tempoyla,
demir bir elle tüm bariyerleri yıkarak ve kendi hedeflerini daha da
devrimcileştirerek ilerleyecek ya da kısa süre içinde zayıf kalkış noktasının
daha da gerisine savrulacak ve karşı devrim tarafından bastırılacak.
Devrimin doğası hızlı kararlar gerektirir: Ya
lokomotif tarihsel yükselişin en uç noktasına kadar tam gaz yol alacak ya da
bütün ağırlığıyla dipteki başlama noktasına doğru çökecek ve lokomotifi tepeye
varmadan yokuşun yarısında zayıf güçleriyle tutmaya çalışanları da, ne çare,
dipsiz kuyuya doğru kendisiyle birlikte sürükleyecek.
Lenin ve yoldaşları iktidarlarının kısa bir
döneminde, iç ve dış çalkantıların ortasında, sayısız düşman ve muhalif
tarafından çevriliyken onlardan devrimin en zorlu görevlerinden birini –
güvenle söyleyim sosyalist dönüşümün en zorlu görevini- başarmalarını beklemek
kötü bir şaka olurdu. Batı’da bile iktidara geldiğimizde, en güçlüğüyle
uğraşmaya daha sıra gelmeden bu çetin cevizle çok dişimizi kırardık.”(Rosa
Luxemburg,Rus Devrimi, Yazılama yayınevi, sayfa:26-32)
“Hepimiz tarihin yasalarına bağımlıyız ve sosyalist
bir düzen ancak enternasyonal olarak mümkündür. Bolşevikler tarihin izin
verdiği sınırlar içinde gerçek bir devrimci partinin yapabileceği her şeyi
yapabilecek güçte olduklarını gösterdiler. Onlardan mucize beklemiyoruz.
Yalıtılmış, savaşın tükettiği, emperyalizmin boğmaya çalıştığı ve uluslar arası
proletaryanın ihanetine uğramış bir ülkede ideal bir model, kusursuz bir
proleter devrimi bir mucize olurdu.”( Rosa Luxemburg,Rus Devrimi, Yazılama
yayınevi, sayfa:59)
Rosa Luxemburg bütün kitabında Bolşeviklere küfür
etmiştir bunlar eleştiri değil dost görünümlü bir düşmanın tavsiyesidir. Felaket
tellalı Rosa bütün hikayesini Sovyetlerin başarılı olamaması üzerine kurmuştur.
Rosa’ya sormak lazım madem yıkılmaya ve karşı devrim tarafından bastırılmaya
mahkumdu o yüzden mi Sovyetler Birliği 74 yıl ayakta kaldı? Bak sen şu işe?
Rosa Luxemburg’a göre değil 74 yıl 10 yıl bile durması mucizeydi. Bu yüzden
Rosa Sovyetlerin neden 74 yıl ayakta durduğunu bu saçma kitabıyla
açıklayamamaktadır. Rosa’nın eleştirdiği noktalarda Sovyetler haklıydı Rosa
değil. Lenin’in şu stratejisi olmasaydı Sovyetler Lenin döneminde yıkılmıştı:
“Sömürücüler bir tek ülkede yenilgiye uğratılmış olsa da – ve tipik
durum elbette budur, çünkü bir dizi ülkede eşzamanlı devrim ender bir
istisnadır- sömürülenlerden daha güçlüdürler, çünkü
sömürücülerin uluslararası ilişkileri uçsuz bucaksızdır. Orta köylüler,
zanaatçılar vb. arasında, sömürülen yığınların en az gelişmiş bir bölümünün de
sömürücülerle birlikte yürüdüklerini ve yürümeye yatkın olduklarını, Komün de
içinde (çünkü Versailles birlikleri arasında, -bilginler bilgini Kautsky'nin
"unuttuğu" şey,-proleterler de vardı), daha önceki bütün devrimler göstermiştir. Her derin devrimde, sömürülenler
üzerinde yıllar boyu büyük gerçek üstünlükler sürdüren sömürücülerin uzun, direngen, umutsuzbir
direnç gösterdikleri yolundaki gerçeği. Sömürücüler -son, umutsuz bir savaşta,
bir savaşlar dizisinde- üstünlüklerinden yararlanmaksızın, sömürülenler
çoğunluğunun iradesine, iyilik taslayan alık Kautsky'nintatlı imgeleme gücü
dışında, hiçbir zaman boyun eğmeyeceklerdir. Kapitalizmden
komünizme geçiş, koca bir tarihsel dönemdir. Bu dönem tamamlanmadıkça,
sömürücüler bir geriye dönme umudunu, geriye dönme girişimlerine dönüşen bir umudu kaçınılmaz
olarak korurlar. Bir ilk ağır yenilginin ardından, devrilmeyi hiç beklemeyen,
buna hiç inanmayan ve bunun fikrini bile kabul etmeyen sömürücüler, öylesine
tatlı bir yaşam süren ve şimdi "aşağılık halk"ın yıkım ve sefalete
(ya da "aşağılık" çalışmaya...) mahkum ettiği aileleri bakımından
yitirilmiş bulunan "cennet"i yeniden ele geçirmek için, on kat artmış
bir güç, zorlu bir öfke; yüz kat artmış bir düşmanlık ile savaşa atılırlar.”(Lenin, Proleter devrim ve dönek
kautsky,sayfa:40-41)
Sorulması Gereken Bir Soru: O Zaman Lenin Rosa’yı Neden Övdü?
“ “Kartallar bazen tavuklardan daha alçak
uçabilirler, ama tavuklar asla kartalların katına yükselemezler” Ros Luxemburg Polonya’nın
bağımsızlığı konusunda yanılmıştı; 1903 Menşevizmi değerlendirirken yanılmıştı;
sermaye birikimi teorisinde yanılmıştı; Temmuz 1914’te Plehanov, Kautsky ve
diğerleriyle beraber Bolşeviklerle Menşevikler arasında birliği savunduğunda
yanılmıştı; 1918’de hapishaneden yazdıklarında yanılmıştı (1918 sonu ve 1919
başında salıverildikten sonra bu yanlışlarından birçoğunu düzeltmişti). Ama yanlışlarına
karşın Rosa Luxemburg bir kartaldı ve öyle kalacaktır.”(Lenin,Komintern,sayfa:246,Agora
Kitaplığı)
Sonucu bunu cevaplamaya bıraktım. Lenin burada taktiksel
bir tutum takınmaktadır. Alman emperyalizmi tarafından öldürüldüğü için Rosa
Luxemburg Lenin tarafından sahiplenilmektedir. Dikkat edilirse Lenin Rosa’nın
hatalı yanlarını açıklamaktadır ve bu hatalı yanlar aslında Rosa’nın bütün
teorisini oluşturmaktadır. Görüldğü üzere Rosa hatalarından geri dönmüşte
değildir öldürülmeseydi bu kitabı tamamlayacaktı. Lenin tipik bir politikacı
gibi davranarak Rosa’ya: “öldü ve sınavı geçti” demiştir. Rosa’nın övülmesi
ancak bu şekilde açıklanabilir. Lenin taktiksel olarak ne derse desin tarih
seni affetmedi ve affetmeyecek Rosa!