Son zamanlarda Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın mevcut “sol”
özneleri tarafından sürekli gündemden düşürülmeyen “birlik” tartışmaları bu
coğrafyada yaşayan sosyalist kişilerin ve kurumların ister istemez hayatına
girmekte ve onları bu tartışmada belli bir konum almaya sevk etmektedir. Bazı
özneler, sorgusuz sualsiz bu birliği desteklerken, diğer bir kesim ise bu
birliğe mesafeli durmaktadır. Mevcut öznelerin bu birliğe karşı aldıkları
politik tavırdan ziyade burada güç birliğinin ve programatik birliğin
Marksist-Leninist tarzda nasıl ele alınması gerektiğine değineceğiz. Geçmiş
deneyimlerden yararlanarak PKK liderliğinde “birlik” olan “sosyalist”
“özne”lerin bir eleştirisini sunacağız. Bu yazımızda Üçüncü Enternasyonalin
kuruluş aşamasındaki durumunu, Üçüncü Enternasyonalin, kapitalizme karşı
saldırı stratejisini ve sosyalist devrimlerin gerilemeye başladığı zamandan
sonraki stratejik görüşlerinden yararlanarak şu andaki birlik anlayışını ve
yapılan birliği değerlendirmeye çalışacağız.
İkinci Enternasyonal’den
Kopuş ve Üçüncü Enternasyonal’in Kuruluş Süreci
Emperyalist Dünya Savaşı sırasında, uluslararası işçi ve
sosyalist hareketi içinde üç akım işçiler üzerinde hakimiyet kurmuştu. Bu
akımlar: sosyal-şovenizm, merkezcilik ve devrimci enternasyonalizmdi.
Sosyal-şovenistler “anayurdun savunulması” şiarı ile direkt kendi ülkelerinin
burjuvalarına açık destek olurken, merkezciler ise küçük burjuva
yanılsamalarından dolayı sözde savaşa karşı olmalarına rağmen eylemde
sosyal-şovenistlerle birlikte tavır almaktaydılar. Merkezciler, devrimci
hareketin henüz olgunlaşmamış olduğu tespitinden hareket ederek sağ önderlerin
işçilerin gözünde politik olarak iflas etmesini önlemeye çalıştılar. Devrimci
Enternasyonalistler ise devrimci durumun egemen olduğunu ve işçilerin kendi
ülkelerindeki iç savaşı büyütmesi gerektiği yönünde şiarlarda bulunarak,
savaşın ancak devrim ile bitebileceği görüşündeydiler.
Devrimci bir durumda merkezcilerin liderlerinden biri olan
Karl Kautsky “Savaşta-barış mücadelesi, barışta-sınıf mücadelesi” şiarını
ortaya atarak aslında tüm ülkelerin işçilerinin barış zamanı birleşmesini,
savaş zamanı birbirini boğazlamasını salık veriyordu. “Ne zafer ne yenilgi”
şiarının savunucuları olan Kautsky, Troçki ve David’in küçük burjuva dünya
görüşleri yüzünden aslında uluslararası devrimci durumu reddetmekte, devrime
olan inançsızlıkları yüzünden kendi ülkelerin burjuvalarına destek vermekteydiler. Hal böyleyken, Zimmerwald Konferansında İkinci Enternasyonalin
temsilcileri ile devrimciler arasında aşağıdaki görüş ayrılıkları
belirginleşmekteydi:
“Zimmerwald Solu,
belgelerinde, emperyalist savaşa son vermek için tek yolun, toplumun sosyalist
örgütlenmesi amacıyla politik iktidarı kazanmak için, işçi kitlelerini
kapitalist hükümetlere karşı devrimci bir mücadeleye açıkça çağırmak ve onları
yönetmek olduğunu belirtti. Kautskyciler
ve yandaşları, aksine, devrim zamanının henüz gelmediğini ve bu nedenle,
devrimci sloganları öne sürmek ve emperyalizme karşı mücadelede proletaryanın
somut taktiklerilerini belirlemek için çok erken olduğunu ileri sürdüler.
Onlara göre, konferans kendisini genel bir barış çağrısıyla sınırlamalı ve asla
eski enternasyonale muhalif yeni bir örgütün yaratılmasına kalkışmamalıydı.”(Alexander
Sobolev, Üçüncü Enternasyonalin Kısa Tarihi, Sayfa:35)
Zimmerwald Konferansında devrimciler politik iktidarı almak
için işçileri ve emekçi kesimleri devrimci mücadeleye çağırırken reformizmin
temsilcileri ise kitleleri devrimci mücadeleden alı koymak için “devrimci bir
durumun” yaşanmadığını ve “henüz çok erken” olduğu tespitinde bulunmaktaydılar.
Devrimci politikadan uzaklaşan İkinci Enternasyonal’den ayrılmaya karşı olan
merkezciler, onların ideolojik önderleri böylece devrimci durumu boğmaya ve
proletaryanın kurtuluşuna karşı çıkmaktaydılar. Sonuç olarak konferansta her
iki tarafı uzlaştıran bir karar çıkması üzerine Bolşeviklerin ve onların
hegemonyasındaki unsurlar Üçüncü Enternasyonal’i kurma çabalarına hız
kazandırdılar.
Lenin: “Oportünizme
karşı mücadeleye sıkı sıkıya bağlı olmayan emperyalizme karşı mücadele ya boş
bir deyimdir ya da sahtekarlıktır. Zimmerwald ve Kienthal’ın başlıca
kusurlarından biri, Üçüncü Enternasyonal’in bu ceninlerini bir fiyaskoyla
sonuçlanabilme olasılığının başlıca nedenlerinden biri, oportünizmle savaşma
meselesinin, oportünistlerden kopma
gereğinin açıklanması anlamında çözülmesi bir yana açık açık ortaya bile
konmamış olmasıdır.”(Lenin, Toplu Eserler, cilt:23,Sayfa:83)
Zimmerwald ve Kienthal Konferanslarını, Üçüncü
Enternasyonal’in cenini olarak lanse eden Lenin, bu konferansların
başarısızlıkla sonuçlanabilme nedenleri arasında oportünizmle uzlaşmak ve
onlardan kopma gereğinin açık açık ortaya konmaması şeklinde açıklamıştı. Yani
Lenin devrimci bir durumda örgütlerin sayısına bakmadan, kendi programından
herhangi bir taviz vermeden, gerekirse işçi kitlelerini bölerek bir savaşım
yürütmüştü. Lenin için birlik ancak programatik bir hegemonya ekseninde
anlamlıydı. Lenin için güç birlikleri ve programatik birlikler, Marksist bir
ideolojik eksende değilse “zararlı” bir faaliyetti. Lenin aslolanın Marksist
bir program ve örgüt olması gerektiğini söyleyerek aslında Türkiye sosyalist
hareketinin birlik sevdasıyla alay etmekteydi. Lenin için önemli olan birkaç
tane örgütün birleşmesi ya da bu örgütlerin sayısı değil, devrimci duruma hazır
bir parti ve ona uygun bir programın olup olmamasıydı. Lenin için devrim,
partilerin-örgütlerin birleşmesiyle olacak bir şey değildi, koşulları doğru
okuyan bir öznenin olup olmamasıyla, o öznenin bu duruma hazır olup olmamasıyla
alakalıydı. Lenin Üçüncü Enternasyonal’in kuruluş aşamasındaki söyledikleri
aslında Türkiye sosyalist hareketinin somut bir eleştirisiydi:
“Çok sayıda katılımcı
beklemek ve şu anda az olmalarından şaşkınlığa kapılmak ölçülemeyecek derecede
ahmaklık olur. Çünkü şimdilik böyle bir kongre, katılanların sayısından
bağımsız olarak manevi bir güç olacaktır.”(Lenin,Toplu Eserler,
Cilt:35,Sayfa:321) (Sayfa:44)
Üçüncü Enternasyonal’in kuruluşuna katılan delegelerin çoğu
bilimsel sosyalist grup ve partilerin temsilcilerinin yanında sol sosyal
demokrat partilerin temsilcileriydiler. Üçüncü Enternasyonal’in görevleri ile
ilgili Alexander Sobolev şöyle yazmaktaydı:
“Zaten, o dönemde
Üçüncü Enternasyonal’in başlıca görevlerinden biri sol sosyalistlerin ve dünya
işçi sınıfı hareketinin ilk yabancı müfrezelerinin kendilerini ideolojik ve
örgütsel olarak resmileştirmelerine ve Leninist kuram ve uygulamanın zeminine
sağlamca basmalarına yardım etmekti.”(Alexander Sobolev, Üçüncü
Enternasyonalin Kısa Tarihi, Sayfa:64)
Üçüncü Enternasyonal kurulduğunda, programatik olarak,
proletarya diktatörlüğünün kurulmasını bir çok kapitalist ülke için acil
ihtiyaç olarak tarif ediyordu. Programda proletaryanın politik iktidarını
kazanmasının, yalnızca hükümetteki bazı kişilerin değişmesine
indirgenemeyeceğine, proletaryanın politik iktidarını kazanmasının ancak eski
devlet aygıtının ordusuyla, polis kuvvetiyle, burjuvazinin
silahsızlandırılmasıyla, bürokrasisinin tasfiye edilmesiyle mümkün
olabileceğini açıklamakta ve yerine proleter yönetim örgütlerinin inşa edilmesi
ile proletaryanın politik iktidarı kazanabileceğini belirtmekteydi. Üçüncü
Enternasyonal kuruluşunu ilan ederek dünya proleter devriminin ilk adımını
atmış ve tüm ülkelerin işçilerinin, oportünist görüşlerin etkisi altında
kalmadan Leninizm bayrağı altında ideolojik ve örgütsel birliğinin temellerini
atmıştı.
Hatalı Bir Birlik
Çabası Olarak Macar Sovyet Cumhuriyeti
21 Mart 1919’da Macaristan’da Sovyet Cumhuriyetinin
kurulmasında önemli rol oynayan özneler Macar Sosyalist Partisi’ni kurdular.
Lenin bu birleşme sürecinin karmaşıklığından ve çeşitli etkilerinden söz etti.
Programatik olarak proletarya diktatörlüğünü Macar Sovyet Cumhuriyeti’nin kabul
etmesine rağmen Lenin, hızla bilimsel
sosyalist olan dünün sosyal demokratları arasında ihanetler ve kararsızlık
yaşanabileceğini belirtip, bunun proletarya diktatörlüğünü mahvedebileceği
konusunda uyarıda bulundu. Daha sonraki olayların akışı, bilimsel sosyalist bir
program benimsemiş olan birleşik partinin safları arasında salt devrimci
işçiler değil, proletarya diktatörlüğüne ancak sözde inanan merkezciler ve sağ
sosyal-demokratlar da olduğunu gösterdi. Ne yazık ki, Macaristan’da Sovyet
egemenliğini sağlamlaştırmak için yiğitçe savaşan bilimsel sosyalistler ve sol
sosyalistler, birleşik parti saflarını, hükümet yapılarını ve Sovyet
Cumhuriyetinin diğer kurumlarını hain ve kaypak unsurlarından temizleyemediler.
Bu unsurlar devrimi en güç anda arkadan vurdular. Sağ kanat
sosyal-demokratların ihaneti ve merkezcilerin yufka yürekliliği ve
kararsızlığı, uluslararası karşı devrimin Macaristan’daki proletarya
diktatörlüğünü alaşağı etmesini kolaylaştırdı. Durum bu vaziyete iken Lenin
Macar Sovyet Cumhuriyeti ile ilgili şöyle diyecekti:
“Lenin: Hiçbir
devrimci, Macar Sovyet Cumhuriyetinin derslerini unutmamalı, Macar
devrimcilerinin reformistlerle birleşmiş olması, Macar proletaryasına pahalıya
mal oldu.”(Lenin,Toplu Eserler, Cilt:31, Sayfa:207)
Özetle Lenin, birlik ile ilgili sadece metinsel anlamda
bilimsel sosyalist kavramları kabul etmesinden bahsetmemekteydi. Lenin için
birlik, ancak öznelerin teorik ve pratik anlamda tahakküm altına alınmasıyla
kabul edilebilir bir şeydi. Aksi halde sonuçları pahalıya mal olabilirdi. Hal
böyleyken bazı kurumların Birleşik Devrim Hareketinin açıklamasında söylediği
“Halk İktidarı” kavramını “sosyalistlerin Kürt hareketi üzerinde hegemonya
kurması” olarak yorumlamaktadırlar. Ancak salt halk iktidarı demenin bir özneyi
devrimci yapmayacağını herkes bilir. Halk iktidarını uygulayacak bir aygıt
sunulmuyorsa(mesela Geçici Devrim Hükümeti) halk iktidarı nasıl egemenliğini
kuracağı gerçekten merak konusudur. Ya da açıklamada yer alan özyönetim
kavramının teorik olarak nasıl Marksizm-Leninizmle uyumlu olduğu iddia
edilebilir? Lenin, sendikalar sorunu üzerinde “özyönetim” anlayışı ile mücadele
etmişti. Lenin’in, özyönetimlerin proletarya diktatörlüğünü yıkımına neden
olacağını söylediğini herhalde bu birliğe katılan öznelerin “unutmuş” olması
gerekiyor.
Yukarıdaki Macar Sovyet Cumhuriyeti örneği şu anda kurulan birlikten
ideolojik ve hegemonik olarak kat kat ileri olmasına rağmen Lenin bu birliği
eleştirmekteydi. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki öznelerin bu birlik üzerine
Marksist-Leninist anlamda kaile değer hiçbir hegemonyası olmamasına rağmen bu
birliğe “Leninizm” adına girmesi düşündürücüdür. Yukarıda da gördüğümüz gibi
Lenin, “devrimci bir durumda” “bir iç savaş” aşamasında birlik ile ilgili
günümüz sözde Leninistlerinden 180 derece farklı bir pozisyondaydı. Çünkü Lenin
örgütlerin üye sayısına değil, işçilere ve kitlelere güveniyordu. Lenin için
önemli olan nicelik değil nitelikti! Aslında Birleşik Devrim Hareketine katılan
bütün özneler kitlelere güvenmemekte, kendilerinin devrimci durumu
karşılayabileceğine inanmamakta, her ne kadar yazınlarında komünizmi güncel
görseler de gerçekte komünizmi güncel görmemektedirler. Eğer gerçekten
komünizmi güncel görüp işçilere ve kitlelere güvenselerdi asla bu kadar geri
bir deklarasyon altında PKK ile birlik olmazlardı. Müthiş “devrimci” Birleşik
Devrim Hareketinin PKK dışındaki “enternasyonal 9’lusu” işçilerden,
emekçilerden çok PKK’ye güvenmekte ve ona inanmaktadır. Bu birlik ancak böyle
açıklanabilir!
Üçüncü Enternasyonal’in
Üçüncü ve Dördüncü Kongresi
Tarihsel süreçte tüm ülkelerdeki burjuvazi artık hem
ekonomik hem de politik olarak emekçi kitlelere karşı saldırıya geçmişti.
Proletaryanın iktidarı için devrimci mücadelesinde dünya ölçeğinde bir
yavaşlama görülmekteydi. Ancak hala emperyalist savaş sonrası denge yeniden
kurulamamıştı. Bu yüzden, sosyalist devrimlerin baştaki büyük hızıyla
kesintisiz olarak ilerlediği tespitini bırakıp güncel duruma uygun bir
stratejik hat çizilmesi gerekmekteydi. Proletaryanın bugünkü savunma savaşını
yönetmek, yaymak, genişletmek ve birleştirmek için bu savaşı akışına uygun
olarak nihai politik mücadeleye doğru yöneltmek gerekmekteydi. Bu yüzden
Komünist Enternasyonal bu evrede birleşik bir proleter cephe oluşturma işine
girdi. Ancak bu aşamada bile Komintern, sağ unsurların birleşik cepheyi İkinci
Enternasyonal’le ideolojik bir uzlaşma aracı olarak görmeye çalışmalarına karşı
bilimsel sosyalist partilerin oportünistlerle ilkesiz bir blok içine
girmelerini kabul etmiyordu. Komintern, bu oportünist yorumun birleşik cephenin
gerçekleşmesinde esneklikle devrimci politika ilkelerini sıkı sıkıya savunmayı
birleştirmeyi gerektiren taktiklerle ortak hiçbir yanı olmadığını söylüyordu.
“Lenin, birleşik
cephe için esnek taktiklerin gereğini savunurken, Parti ve Sovyet hükümetini,
dünya bilimsel sosyalist hareketini zayıflatabilecek politik ilke ödünleri
verilmesine şiddetle karşı çıktı.”(Alexander Sobolev, Üçüncü Enternasyonalin Kısa Tarihi, Sayfa:187)
Savunma aşamasında bile Komintern, Türkiye’deki sosyalist
hareketler gibi bir birlik içine girmemişti. Komintern’in en taviz vermiş hali
bile Türkiye sosyalist hareketinden daha “sekter”di! Üstelik Komintern, savunma
aşaması için bu tavizleri verirken, Türkiye sosyalist hareketinin “iç savaş” “devrimci
durum” tespiti yapıp Birleşik Devrim Hareketi’ne girerken verdiği tavizlerle (aslında
hiç taviz vermemeleri gerekmekteydi şayet bahsettikleri gibi bir durum olsa
idi.) 20.yy’ın Leninistlerinin verdiği tavizler açısından ilkesel olarak bir
benzerlik bulunmamaktadır. Komintern’in taviz olarak adlandırdığı programatik
görüşünde ise şöyle denmekteydi:
“Program taslağı, proletaryanın bağımsız kitle hareketinin
belirli bir düzeye ulaştığı, proletarya, burjuvazi ve bunlarla ilişki içindeki
işçi önderleri arasındaki uçurumun genişlediği, ama proletaryanın çoğunluğunun
burjuva demokrasinin çerçevesini kırmaya henüz hazır olmadığı bir dönemde, bir işçi hükümeti talebinin proleter kitlelerin
burjuvazi iktidarından kurtuluşunu ilerletmenin uygun bir aracı olduğuna işaret
ediyordu… İşçi hükümeti, silahlanmış işçilere dayanarak, biçimsel olarak
burjuva sistemi çerçevesi içinde kalmakla birlikte, aslında sermaye
sahiplerinin mülkünü ve kapitalist karlarını kullanma haklarını kısıtlayacak
bazı politik, ekonomik ve mali önlemler alacaktı. Burjuvazinin direnişi, işçi
hükümetini bu kısmi önlemlerin ötesine gitmeye doğal olarak çekecekti ve
kitlelere üretim araçlarının burjuva mülkiyetini tamamen ortadan kaldırma
gerekliliğini, eski burjuva devlet mekanizmasının ortadan kaldırılıp, proleter
diktatörlüğünün kurulması gerektiğini gösterecekti.” (Alexander Sobolev, Üçüncü
Enternasyonalin Kısa Tarihi, Sayfa:203)
Özetle Üçüncü Enternasyonal’in savunma aşamasında
geliştirdiği “işçi hükümeti” şiarı aslında “geçici devrim hükümeti” şiarı ile
birbirine benzemektedir. Lakin Komintern, yükselmekte olan faşizm tehlikesine
rağmen ilkesel bir ödün vermemiş ve Marksist-Leninistlerin politik olarak diğer
unsurlar üzerinde hegemonya kurmasına devam etmesi gerektiğini belirtmişti. Yani,
İşçi hükümeti sloganı, reformistlerin burjuva çıkarları doğrultusunda burjuva
partileriyle koalisyon hükümetleri oluşturma çabalarına karşı çıkmak için
tasarlanmıştı.
Sonuç olarak, Marksist-Leninistler birlik sevdalısı
olamazlar. Birliğe ancak programatik ve reel anlamda diğer unsurlar üzerinde
tahakküm kurmak üzerinden birliğe yaklaşırlar. Özellikle “iç savaş” “devrimci
durum” “komünizmin güncelliği” “ayaklanmalar yüzyılı” tespitlerini yaptıktan
sonra Halkların Birleşik Devrim Hareketi gibi bir yapılanmanın içine girmeye
gerek duymazlar. Türkiye sosyalist hareketi bu birliğe girerek programatik
anlamda PKK’ye biat etmiş ve PKK’nin sahip olduğu bütün artıları ve eksilere “ortak”
olmuştur. İradesini hem eylem hem de program açısından PKK teslim eden bu “enternasyonal
9’lu” böylece kendini tam anlamıyla tasfiye etmiştir. Eskiden özne olan
unsurlar artık nesne olmuştur!