Bir kişinin kendisi hakkında düşündüğü ve söyledikleri ile
gerçekte ne olduğu ve de ne yaptığının birbiriyle aynı olmadığını çoğu insan
teoride de olsa kabul etmektedir. Ancak iş, kişilerin kendisine ya da ait
olduğu kurumlara gelince bu ideolojik bakış açısı unutulmakta ve tabiri caiz
ise gerçeklik sümen altı edilmektedir. Büyük görev ve mesuliyetlerin aynı
zamanda büyük tehlike ve sıkıntıları beraberinde getireceği bir gerçeklik ise,
büyük laflar etmek ve yüksek politika yapmakta beraberinde büyük sorunları
ortaya çıkaracağı kesindir. Bundan dolayı birey, bir kurumu “sosyal şoven” diye
suçlarken kendi kurumuna ya da kendisine bakmadığı takdirde yaptığı eleştirinin
hiçbir kıymeti harbiyesi bulunmamaktadır. Ne demek istediğimizi daha da
somutlarsak Marksist Teoride Ziya Ulusoy imzasıyla yayımlanan “Yürüyüş’ün
İnceltilmiş Sosyal Şovenizmi"
başlıklı yazısı yukarıda bahsettiğimiz şeyin pratik olarak somutlaşmış halidir.
Bu yazımızda Yürüyüş dergisini savunmaktan ziyade Ziya Ulusoy’daki ve üyesi
olduğu ESP’deki gizli sosyal şovenizmi açıklamaya çalışacağız.
Yürüyüş’e Yapılan Haksız
eleştiriler:
Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün Dev-Sol
geleneğinden “farkını” ortaya koymak için yazısında çeşitli iddialar ortaya
atmıştır ancak düzenli bir şekilde Yürüyüş okuyan biri Ziya Ulusoy’un
yazdıklarıyla gerçekliğin uyuşmadığını hemen anlayacaktır. Yürüyüş dergisi,
Mahir Çayan’ın ideolojik görüşlerini ve daha sonraki Dev-Sol geleneğinin bu
ideolojik görüş açısını yorumlamasını herhangi bir güncel değerlendirmeye tabi
tutmadan noktasına ve virgülüne kadar kabul ettiği bütün herkesin bildiği bir
gerçekliktir. Ancak Ziya Ulusoy bütün herkesin bildiği bu gerçekliği
değiştirerek mevcut durumun doğru bir değerlendirmesini kasti olarak
yapmamaktadır.
Ziya Ulusoy’un iddiası:
“Haklıyız Kazanacağız adlı savunma yine
de antiemperyalist mücadeleyi faşizme karşı mücadeleye tabi biçimde ele
alıyordu. Yürüyüş’ün yaptığı gibi bütün kendini antiemperyalist sayan
güçleri birleştirme görevini önüne koymuyordu. Yürüyüş ise, antiemperyalizmi
ulusal kurtuluşçu bakışla ele alıyor, bütün diğer görevleri ona tabi kılıyor,
önceliği her kim kendini antiemperyalist ilan etmişse bütün bu güçleri
birleştirmeye veren görüşü vazediyor.” (Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün İnceltilmiş
Sosyal Şovenizmi)
Gerçekte olan: “Faşizmle
yönetilen yeni-sömürge bir ülkede egemenlerin göstermelik olarak tanıdığı kısmi
hak ve özgürlükler hayata geçmez. Halka karşı açılan savaşta kendi yasalarını
dahi çiğneyen faşizme karşı silahlı mücadele temeldir. Faşizmi yıkacak
anti-oligarşik, anti-emperyalist devrimi gerçekleştirecek olan halk savaşı
stratejisidir.”(Yürüyüş, Sayı:440,Sayfa:4)
Görüldüğü gibi Ziya Ulusoy,
Dev-Sol’un “Haklıyız Kazanacağız” adlı savunması ile Yürüyüş’ün güncel
görüşünün farklı olduğunu iddia etmektedir. Lakin Yürüyüş’te tıpkı “Haklıyız
Kazanacağız” daki savunma gibi anti-emperyalist mücadeleyi faşizme karşı
mücadele ekseninde ele almaktadır. “Haklıyız Kazanacağız” metnini okuyanlar
bilir yukarıdaki Yürüyüş’ten alıntıladığımız kısım “Haklıyız Kazancağız”daki
ilgili yerlerin bire bir kopyası gibidir. Bu yüzden Ziya Ulusoy’un eleştirisi
gerçeği yansıtmamaktadır. Ziya Ulusoy’un bir başka iddiasına geçelim.
Ziya Ulusoy’un iddiası: “KUÖH’ne
karşı ideolojik mücadeleyi, sosyal şovenizme karşı ideolojik mücadeleden öne
çıkarıyor. “Kürt milliyetçi hareket” diye aşağılıyor… Dev-Sol geleneği, KUÖH’ne
olumlu yönden bakıyordu. Savunmada ulusal özgürlükçülüğün sosyalistlikten farkı vurgulanırken “küçük burjuva milliyetçiliği
tabanındaki hareket” kavramı kullanılıyordu.” (Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün İnceltilmiş
Sosyal Şovenizmi)
Gerçekte olan: “Kürt milliyetçi hareket ise
başlangıçta ML’den etkilenmiş, ancak ayrı örgütlenmeyi, ayrı devrimi savunan küçük burjuva milliyetçi bir hareket olarak
ortaya çıkmıştır.”(Yürüyüş, Sayı
391, Sayfa:23)
Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün Kürt Hareketine bakış açısını
“milliyetçi burjuva hareket” olarak iddia etmekte ve böylece Dev-Sol
geleneğinden sözde farklı olduğunu belirtmektedir. Ancak Yürüyüş’te, Kürt
hareketinin sosyalist hareketten farkını vurgularken tıpkı Dev-Sol döneminde
olduğu bu hareketi “küçük burjuva” olarak görmekte ve değerlendirmektedir.
Özetle Ziya Ulusoy’un iddia ettiği gibi Kürt Hareketine yaklaşım farkı Yürüyüş
Dergisinde bulunmamaktadır. Bir diğer iddiaya geçelim şimdi.
Ziya Ulusoy’un iddiası: “Ama
yeni-sömürgecilik sisteminde de emperyalistler örneğin devrimi ezmek için açık
işgal yapıncaya değin, devrimin sınıfsal yanının ağır basacağını belirtiliyor.”
(Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün İnceltilmiş Sosyal Şovenizmi)
Gerçekte olan: “Çok uluslu yeni-sömürgelerde ulusal-baskının
ekonomik sosyal temeli, emperyalizm ve oligarşi olduğu için, UKKTH, emperyalizm
ve oligarşinin yıkılmasından geçer. UKKTH, ancak bu koşulla pratikleşebilir.
Buna paralel olarak da, ezilen ulusun işçi ve emekçilerinin ulusal ve sosyal
kurtuluşu aynı mücadele potasında iç içe geçmiştir. …Mesele şudur; aslında
ulusal kurtuluş mücadelesi anti-emperyalist, anti-oligarşik bir muhtevada
olması gerektiğinden dolayı, sınıfsal bir özellik kazanmıştır. Ezilen ulus
milliyetçiliğinin dar görüşlülüğü, bunun görmezden gelinmesine yol
açmaktadır.”(Yürüyüş,Sayı:133,Sayfa:28)
Çok ilginç bir şekilde Ziya Ulusoy, Yürüyüş dergisini
“sınıfsal yanının zayıf olmasıyla” eleştirmektedir. Ancak okuyucular eğer Ziya
Ulusoy’un bu yazısını okurlarsa yazıda bir sınıf vurgusu ve sınıf perspektifi
göremeyeceklerdir. Ziya Ulusoy’un kendisinde olamayan nitelikleri neden
Yürüyüş’ten beklediğini gerçekten anlamadık. Sınıfsallığı başkalarına uygulamak
ne kadar Marksizmin alanı dahilindedir? Ayrıca Yürüyüş Dergisi hem Kürdistan
için hem de batı için yaptığı değerlendirmelerde ESP’den her zaman daha sınıf
eksenli bir bakış açısına sahip olmuştur. Bu yüzden yapılan bu eleştiriyi Ziya
Ulusoy’un yapmasının hiçbir haklı yanı bulunmamaktadır.
Ziya Ulusoy’un Kendisinde Olmayan
Özelliği Başkalarına Önermesi:
“Örneğin
Lenin ezilen ulusların özgürlüğü sorununda her iki ulustan proletaryanın nasıl
tavır takınması gerektiğine işaret eder. Ezen ulus proletaryasının ayrılma
özgürlüğünü savunmaya ağırlık vermesi, ezilen ulus proletaryasının birleşme
özgürlüğünü savunmaya ağırlık vermesi gerektiğini vurgular.” (Ziya Ulusoy,
Yürüyüş’ün İnceltilmiş Sosyal Şovenizmi)
Okuduğunuz
kısım bir çoğunuzu şaşırtmış olabilir ancak teoride yüzde yüz doğru olan bu sözleri
Ziya Ulusoy söylüyor. Leninistler, her zaman ezen ulus proletaryasının, ezilen
ulusun ayrılma özgürlüğünün ajitasyonunu yapması gerektiğini söylemişlerdir.
Böylece Leninist Parti, güncel siyasi çizgisini belirlerken Kürdistan’daki
durumu yukarıdaki gibi ele almış, kendi sorumluluğunu yerine getirip hep tam
hak eşitliğine dayalı UKKTH ilkesinden hareket etmiştir. Bu ilke yüzünden ezen
ulusun, özerkliğin ve federasyonun propagandasını yapamayacağını şayet yaptığı
takdirde UKKTH ilkesini çiğneyeceğini, bunu yapan kişi veya kurumların
sosyal-şoven anlayışla hareket ettiklerini belirtmiştir. Şimdi başa dönelim,
Ziya Ulusoy’un da belirttiği gibi “ezen ulus ayrılma özgürlüğünü savunur”.
Lakin Ziya Ulusoy’un mensubu olduğu ESP’de, yukarıda açıklanmış olan Marksist
bakış açısını göremiyoruz.
“Partimiz, Kürt halkının kendi ülkesinde kendi kendisini
yönetmesini, bunun hangi biçimde yapacağını kendisinin karar vermesini en
doğal, en meşru ve en demokratik hak olarak görüyor. Bunun biçimi ne olacaksa,
özyönetim mi olacak, yoksa ayrı devlet biçiminde mi olacak, en nihayetinde Kürt
halkının kendi kaderini tayin hakkını sonuna kadar destekliyoruz. Programatik
görüş açısından biz halk cumhuriyetleri birliğini esas alıyoruz. Ama özyönetim ilanının doğrudan
demokrasinin ileri bir örneği olarak, güncel bir ihtiyaca yanıt verdiğini
düşünüyoruz. Bugün Kürt özgürlük hareketi, demokratik kolektif haklarının
kabulü bakımından belki de olabilecek en geri noktadan bir biçim öneriyor. Hem
Kürt halkının kendi kaderini tayininde bir biçim olarak, hem de daha ileri
taleplerin elde edilmesinde önemli basamak olması itibariyle destekliyoruz.
Bunun inşa edilmesi sürecinde de bütün emeğimizi ve çabamızı ortaya
koyacağımızı kongrede ifade etmiştik… Sosyalist
yurtseverler olarak Kürdistan’da bulunduğumuz her kentte özyönetim
direnişlerinde yer aldık. Direnişlerin büyümesi için de elimizden gelen emeği
ortaya koyduk. Bundan sonra da böyle olacak. Batı bakımından ise esas olarak sorumluluğumuzu, işçilere, emekçilere,
kadınlara, gençlere özyönetim fikrini anlatmak, hem doğrudan demokrasinin
örneği olarak, hem de Kürt halkının kendi ülkesinde nasıl yönetileceğine
kendisinin karar vermesinin meşru hak olduğu gerçeğinden hareketle aydınlatma
çalışması olduğunu düşünüyoruz.”(Sultan Ulusoy) (1)
Sultan Ulusoy’un belirttiği şey UKKTH değildir. Eğer ESP, tam
hak eşitliğine dayalı ayrılma hakkının propagandasını yapmıyorsa(ki
metinlerinde yapmadığı ortaya çıkıyor) UKKTH’nı savunmuyor demektir. Özerkliği,
özyönetimi Kürt hareketi istiyor diye savunmak ESP’yi sosyal şoven yapmaktan
alı koymayacaktır. Çünkü özerklik olsa bile Türk burjuvazisinin Kürdistan üzerindeki
egemen rolü devam edecektir. ESP tam hak eşitliğine dayalı ayrılma hakkını
savunmadığı, propagandasını yapmadığı, Kürt hareketinin peşinden sürüklendiği için
ezen ulusun proletaryasının bu konudaki taşıması gereken misyonunu yerine getirememektedir.
Böylece görünüşte ne kadar “enternasyonalist” olsa da ESP’nin bu politikası
ezen ulusun ayrılacağını devam ettirecek bir politika olduğu için ESP aslında sosyal-şoven
niteliğe sahip bir partidir. Görüldüğü gibi Ziya Ulusoy’un yazdıkları ile
ESP’nin güncel politikası birbiriyle çelişmektedir. Ziya Ulusoy, ESP’den
bağımsız bir kişi değildir. Bu yüzden ESP’nin politikaları Ziya Ulusoy’u da
bağlamaktadır. Kürt hareketi ile birlikte hareket etmek bir yapıyı sosyal-şoven
nitelikte olmasından alı koymaz. Bu yüzden Yürüyüş ne kadar sosyal-şoven ise
ESP’de o kadar sosyal-şovendir. Leninistler ise bu konuyu aşağıdaki gibi
açıklamaktadırlar.
“İster tüm Kürdistan toprağı üzerinde ister
ayrı ayrı parçalarda gerçeklesin, özerklik uluslararasında tam hak eşitliğini
sağlamaz.” (Ulusal Soruna Leninist Bakış, Sayfa: 33, Yeni Dönem Yayıncılık)
“Kürdistan ulusal hareketinin burada
eleştirileceği yön egemen ulusla yapılması düşünülen bir anlaşmanın,
Kürdistan’ın ilhakına son vermemesi, tam hak eşitliğine dayanmaması, Kürt
ulusunun ayrılma hakkını içermemesidir. Kendini bazı kültürel haklar ve
sınırlı politik haklara bağlamasıdır. Bu UKKTH değildir ve olamaz. Böyle bir
sonuç Kürt halkına özgürlük getirmez. Bu durumda UKH’nin yapması gereken şey
özgürlük mücadelesini sonuna dek götürmek ve birleşik devrimi öne çıkarmaktır… eğer Türkiye sosyalist hareketi tam da
enternasyonal bir tavır anlamına gelen Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı
yönünde bir ajitasyon yapmazsa, sosyal-şoven
bir konuma düşer. Asıl eleştirilmesi gereken UKKTH ilkesine bağlı
kalmayan Türkiye sosyalist hareketi içindeki sosyal-şoven eğilimlerdir.”
.”(Ulusal Soruna Leninist Bakış, Sayfa:15, Yeni Dönem Yayıncılık)
Ziya Ulusoy’un Kafa Karışıklığı:
Kürdistan Hem Sömürge Hem de İlhak Nasıl Olabiliyor?
“İrlanda, diğer sömürgelerden farklı olarak İngiliz
emperyalizminin “iç sömürgesiydi”. Kuzey Kürdistan’da Türk burjuvazisinin “iç
sömürgesidir.” (Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün İnceltilmiş Sosyal Şovenizmi)
Ziya
Ulusoy, şaşırtıcı olmayan bir şekilde Kürdistan gerçekliğini doğru bir şekilde
tahlil edemiyor. Böylece Kürdistan’ın Türkiye’nin sömürgesi olduğu şeklinde yanlış
bir görüş ortaya atıyor. Ancak Kürdistan, Türkiye’nin sömürgesi değildir.
Kürdistan, Türkiye tarafından ilk başta politik daha sonra da ekonomik olarak
ilhak edilmiştir. Bunun için sömürge ve ilhak kavramlarını açıklamamız
gerekmektedir. Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde uygulanan sömürgecilik
ekonomik temel açısından, sömürgelerde bulunan ham maddelerin, sömürgeci
devletlerde işlendikten sonra tekrar sömürge ülkelere taşınması üzerinde
kuruluydu. Yani sömürge ülke ile sömürgeci ülke arasında üretim biçimi olarak
aynı gelişme düzeyinde olmaması gerekirdi. Aynı zamanda bu eşitsiz ekonomik
temel kendini sosyal, idari, siyasal ve kültürel alanda da sömürge ülke ile
sömürgeci ülke arasında belli bir farklılığın olmasına yol açmıştır. Bunları
biraz olsun somutlaştırırsak, sömürgeleri olan bir ülke, sömürge ülkeye bir “genel
vali” atayarak yönetmiş, sömürge ülke için ayrı yasalar çıkartmış, kendi
yurttaşı ile sömürge ülkenin yurttaşını yasalar karşısında eşitsiz kılmış,
sömürge ülkenin mensuplarını sömürge sahibi ülkenin seçimlerinde seçme ve
seçilme hakkı tanımamış, ayrı bir kimlik kullandırmıştır. Bununla birlikte Sömürgeci
ülkelerin kendi sermayeleri varken sömürge ülkelerin kendi sermayeleri yoktur
ve mali sermaye altında siyasal bağımlılık koşulu dışında hiçbir sömürge valisi
sermaye sahibi olamaz.
Özetle
bir ülke için sömürge tespiti yapılıyorsa, bu örgütler için ayrı örgütlenmeyi
gerektirir(sömürgeci ve sömürge ülke olmak üzere) ve bu birleşik devrimin reddi
demektir. Çünkü iki ülke arasındaki koşullar farklıdır. Bu yüzden ESP’nin
ideolojik olarak savunduğu “sömürge Kürdistan” ve “birleşik devrim” tezleri
tamamen eklektik bir yapıya sahiptir. Olayı bütüncül alan bir yaklaşım “ilhak
edilmiş Kürdistan” ve “birleşik devrim” tespiti yapmak zorundadır.
Bu
yüzden Kürdistan sömürge değildir. Çünkü sömürgeci devletin güçlü bir sermayesi
varken sömürge ülkenin bundan yoksun olması gerekmektedir ancak Kürdistan burjuvazisinin
sermaye birikimi mevcuttur ve Türk burjuvazisi ile iç içe geçmiştir. Ayrıca
sömürgeci ülke ile sömürge ülkenin iki ayrı Pazar olması gerekirken Kürdistan
için bu durumun bir gerçekliği bulunmamaktadır. Buna ek olarak siyasal, sosyal,
anayasal yönden de Kürdistan sömürge bir ülkeye benzememektedir. Bu yüzden
Kürdistan, Lenin’in aşağıdaki ilhak tanımına uymaktadır.
“İlhak kavramı genellikle şunları içerir: (1) Zor kavramını
(zorla kendine bağlama); (2) başka bir ulus tarafından ezilme kavramını ("yabancı" bölgelerin ülke
topraklarına katılması vb.), ve, bazen de (3) statükonun bozulması
kavramı”(Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, İlhak Nedir?)
Leninistler,
bu konuda aşağıdaki doğru tespiti yapmaktadırlar.
“Kürdistan’da geçmişte sömürgeci ülkelerle, sömürge
ülkeler arasında var olan farklı üretim biçimi olgusu yoktur. Kürt ulusunu ezen
uluslarla, bu uluslar tarafından ezilen Kürt ulusu aynı üretim biçimi olan
kapitalist üretim biçimine dayanıyorlar. Böylece geçmiş zaman sömürgelerinde
görülen en önemli etken, Kürdistan ile ezen devlet arasında görülmüyor.” .”(Ulusal
Soruna Leninist Bakış, Sayfa:29, Yeni Dönem Yayıncılık)
Şimdi Ziya Ulusoy’un kafa karışıklığına gelelim. Bir ülke
hem nasıl ilhak edilmiş ve aynı zamanda sömürgeleştirmiş oluyor bunun cevabını
gerçekten çok merak ediyoruz.
“Birleşik devrimin Türkiye’de temel sorunu faşist
diktatörlüğü yıkmak, işçi sınıfının bütün emekçi ve ezilen sınıf, inanç, cins
ve kesimlerinin politik özgürlüğünü gerçekleştirmektir. Sömürgeci-ilhakçı boyunduruğu tasfiye, kirli-sömürgeci savaş düzeyine
dek şiddetlenmiş bu boyunduruğu yıkmak ve ürettiği şovenist zehirlenmeye karşı
mücadele, antifaşist mücadelenin Türkiye tarafında öne çıkan görevi haline
gelmiştir.” (Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün İnceltilmiş Sosyal Şovenizmi)
Yukarıda değindik bir ülke hem sömürge hem ilhak olamaz
ikisinden biri olmak zorunda. Ziya Ulusoy, Marksist literatüre yeni bir “trajedi”
ekliyor. Ancak metinde bundan daha talihsiz bir tanım var. “kirli-sömürgeci
savaş” diye tanımladığı ya da genel anlamda “kirli savaş” diye kullanılan tanım
sosyal-şovenizm için turnusol kağıdıdır. İster bu tanıma sömürgeci eklensin ya
da direkt kirli savaş olarak kullanılsın, bu tanımı kullanan kişi ya da kurum
sosyal-şovenizmini ele verir. Daha önce Emeğin Bayrağının düştüğü tuzağa şimdi
de Ziya Ulusoy düşmekte.
“Emeğin Bayrağından hemen sayı 112’de yazılanları
aktararak başlayalım: “Krizin Faturasını Krizi Yaratanlar Ödesin” üst başlığı
altında karşı karşıya olunan krizin nedenlerini üç maddede toplamışlar:
1)Kredibilitenin düşmesi, 2)Kirli Savaş,
3)Devletin Yağmalanması… İkinci sebep olarak ele aldığı Kirli savaş kavramı
üzerine birazcık bile düşünmemiş ve moda kavramlarla olguyu açıklamaya devam
etmiş. Oysa ki, onun Kirli Savaş diye
nitelendirdiği, Kürt Ulusal Savaşıdır ve bu savaşın çıkmasındaki büyük etken
Kürt Ulusal Hareketidir.”(Baki Yaş, Ekonomizmin Eleştirisi, Sayfa:111,112)
Ziya Ulusoy’un bütün çabası “kirli-sömürgeci savaş”
demesiyle bir çırpıda tersine dönmektedir. Çünkü bu savaşın çıkmasındaki en
büyük etken Kürt Ulusal Hareketi olduğu için bu savaştan “Kirli” diye bahsetmek
aslında bu savaşı meşru görmemenin bir yansımasıdır. Haliyle bu savaş meşru
görünmeyince “enternasyonal” bir dayanışmadan bahsetmek imkansızdır. Ziya
Ulusoy istediği kadar görünüşte Kürt hareketine destek sunsun aslında bu tabiri
ile sosyal-şovenizme saplanmıştır.
Tarih Ziya
Ulusoy’u Değillerken
“1993’ten itibaren PKK’nin
ateşkesler başlatmasını reformizmle ve uzlaşıcılıkla eleştiren Yürüyüş,
1999’dan itibaren de PKK’yi ideolojik-siyasi teslimiyetle suçlamakta. Bu
suçlamasına bağlı olarak Oslo sürecini de, 2013’te
başlatılan süreci de, emperyalizmin belirleyiciliğindeki olgu olarak
eleştiriyor. Oysa 2004’te PKK’nin
yeniden başlattığı silahlı mücadele, emperyalist tasfiye girişimine
başkaldırının da ifadesiydi ve Türk egemen sınıflarını da emperyalizmi de
ateşkes ve “görüşme sürecine”ne zorladı.” (Ziya Ulusoy, Yürüyüş’ün İnceltilmiş
Sosyal Şovenizmi)
Ziya Ulusoy 2004 yılında PKK’nin başlattığı silahlı
mücadele için emperyalist tasfiye girişimine karşı başkaldırının ifadesiydi
diyebilmektedir. Ancak ESP’nin 2004 yılındaki görüşleri Ziya Ulusoy’un
belirttiğinin 180 derece zıddıydı. Sedat Şenoğlu’nun derlediği Postmodern
Hiçlik kitabında Öcalan için “uzlaşmacı” ve ideolojik olarak AB’nin yörüngesindedir
tespitleri mevcut. Özetle Yürüyüş’ün, Kürt Hareketi için “ABD emperyalizmine
karşı yersiz hayaller kuruyorsunuz” tespitini o zamanlar ESP yapmaktaydı.
Özetle hangisi doğru? 2004’ten sonraki Ziya Ulusoy mu? Yoksa 2004’ten önceki
mi? Kendi kendini değillemenin en güzel örneği aşağıdaki gibidir.
“Öcalan’ın
doktrinin politik özü, işte bu “sınıflı toplum güçleri’nin “uzlaşması”
stratejisine dayalı olduğu için teorisinin ucu, gerekli olduğu her durumda
kolayca oraya doğru bükülüyor… Tıpkı
AB’nin ve ABD’nin yaptığı ya da yapmaya çalıştığı gibi “Apocu doktrin’in
politik klavuzu AB’dir…Biz bu
“gerçekliğin” en acı yanını onun ABD emperyalizmi hakkında beslediği
“hayal”lerde buluyoruz. Savunmasında şöyle yazıyor Öcalan; “Daha önce rejim
ayrımı yapmadan işbirlikçilere verdiği desteği giderek daha çok insan hakları
ve demokratik gelişmelere bağlamaya çalışmaktadır. Zaten kapitalizmin talancı
karakterinden uzaklaşması buna bağlıdır.” Peki ya 11 Eylül? Öncesini bir yana
bırakalım da, 11 Eylül sonrasında ABD emperyalizminin Hristiyan faşist bir
resmi ideoloji geliştirmeye çalışarak “insan hakları” ve demokrasinin canına
okumaya başlaması da ne oluyor? Afganistan’da ne oldu, Şimdi Irak’ta,
Kürdistan’da ve Ortadoğu’da ne oluyor?”(Postmodern Hiçlik, 2004, Derleyen: Sedat Şenoğlu, Sayfa:167-169,
Ceylan Yayınları)
Sonuç olarak Ziya Ulusoy’un “Yürüyüş’ün İnceltilmiş Sosyal Şovenizmi" yazsında bir sürü
yanlış tespit ve haksız eleştiri mevcuttur. Bir kişi Yürüyüş’ü sosyal-şovenizmle
eleştirirken önce kendisine bakması gerekmektedir. Yazımızda bir takım olguları
elimizden geldiğince açıklamaya çalıştık. Yürüyüş ile ESP’nin birbirlerinden bu kadar çok nefret etmelerinin
nedeni ideolojik farklılık olmaktan ziyade politik hegemonya mücadelesidir. Özetle aynılar aynı
yerdedir. Düşman kardeşler birbirlerinden ne kadar haz etmese de sosyal-şovenizm
konusunda aynı yerde durmaktadırlar.
Dipnotlar: