Bir kişiyi, grubu ve kurumu söylediği sözlere, yazdığı
yazılara göre değerlendirmememiz gerektiğini aslında hepimiz biliyoruz. Bu
kişileri, grupları ve kurumları yaptıkları eyleme göre değerlendirmemizin şart
olduğu konusunda aslında çoğumuz hemfikiriz. Lakin bizler için Marx’ın vakti zamanında belirtmiş olduğu bu
olgu, bugün bizim adımıza ne kadar içselleştirilmiş bir şey olarak
gözükmektedir?
Bu soruya hemen acele bir şekilde cevap verilmemesi
gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye ve Kürdistan’da bulunan bütün “devrimci”
örgütler bu olguyu “içselleştirdiklerini” söyleyeceklerdir. Lakin gene işçi
sınıfının içindeki politik mücadele tarihinden kesitlere baktığımızda sırf
yazılanlar ve söylenenler üzerinden bir değerlendirme yaparsak en devrimci
kişinin Kautsky olacağı kuşku götürmez bir hal almış olur, ancak gerçeklik
bunun tam tersidir.
Aşağıda yapacağımız işçi sınıfının, politik mücadele
tarihinden vereceğimiz kesitlerle, günümüz sosyalist hareketinin aslında hangi
ekolü temsil ettiğini, devrimin güncelliğine dair inancını ve bundan dolayı
oluşmuş sanat anlayışını en genel hatlarıyla incelemeye çalışacağız.
Yazımızda neye değinmek istediğimizi biraz açtığımıza
göre artık tarihsel örneklere geçebiliriz. Bilindiği gibi Rus burjuvazisinin
vakti zamanındaki ideolojik ve örgütsel temsilcilerinden olan Menşeviklerin,
Rusya’nın kapitalist yoldan gelişmesi zorunluluğunu mekanik bir şekilde kabul
etmeleri yüzünden ortaya çıkan sonuç, Rusya’nın bir an evvel kapitalist
gelişmesini tamamlaması gerektiği olmuştu. Menşeviklerin, bu mekanik bakış
açısı yüzünden, bu gelişmenin öncü kuvveti mutlaka burjuvazi olmak zorundaydı.
Lakin bu gelişme hayli ilerledikten sonra burjuvazi, feodalizmin kalıntılarını
saf dışı etmeyi başardığı anda ve onun yerine modern, kapitalist, demokratik
bir ülke kurduktan sonra, ancak o zaman proletarya bağımsız bir aktör olarak
tarih sahnesine çıkmalıydı. Dolayısıyla proletarya, Menşeviklere göre burjuvazinin
yedeği olarak dikkate alınmalıydı.
Görüldüğü gibi bu bakış açısıyla Menşevikler devrimin
güncelliği sorununu reddetmekte ve proletaryayı özne olarak görmemektedirler.
Haliyle proletaryayı burjuvazinin yedeği olarak gören bu bakış açısının
1.paylaşım savaşında kendi emperyalist ülkelerini destekleyip ‘anavatan
savunması’ altında burjuvaziye yedeklenmelerinde şaşılacak bir şey yoktur. İşte
Lenin ise bu bakış açısının aksine toplumsal durumu çok iyi değerlendirip
devrimin güncel bir sorun olduğu tespit etmiş ve burjuvazinin artık ilerici bir
özelliği kalmadığını saptayıp, emperyalizm çağındaki tek devrimci sınıfın
proletarya olduğunu belirtmiştir. Lenin bunları saptamakla da yetinmemiş işçi
sınıfının ideolojik olarak burjuvazinin etkisinde kalmaması için işçi sınıfının
öncü bir partiye ihtiyaç duyduğunu belirtmiş ve öncü partinin işçi sınıfına toplumsal
kırılma anlarında yol gösterme sorumluluğunun olduğunu belirtmiştir.
Lenin’e göre devrim, artık 20.yüzyılda bizim
irademizden bağımsız bir şekilde güncel bir şeydir. İşte Lenin’in mevcut durumu
dahiyane bir şekilde okuyarak ve ona göre bir hazırlık içinde bulunarak 1917
Rusya’sında Ekim devrimi zaferle sonuçlanmıştır. Ekim devriminin zafere
ulaşmasında Lenin’in iradesinin yanında Lenin’in iradesinden bağımsız olguları
doğru bir şekilde iradi olanla birleştirmesinin yapmış olduğu katkıyı
unutmayalım.
Peki Lenin vakti zamanında devrimin güncelliğini
tespit edip ona göre hareket ederken, 21. Yüzyıldaki Türkiye ve Kürdistan’daki
sosyalist hareketler nasıl bir politik çizgi belirlemiştir? Bu soruya cevap
vermeden önce şunu açıklayalım. Lenin’in, devrimin güncelliği tespitini
yaparken kullandığı enstrümanlar arasında diyalektik, evrensellik, büyük
anlatı, özne, yabancılaşma vardır. Günümüz sosyalist hareketine bakınca illa
öncü olarak işçi sınıfı demese bile, günümüz sosyalist hareketi eylemde yani
gerçekte tarihin öznesi olarak hangi sınıfı görmektedir? Evrenselci midir?
21.yy’da bir büyük anlatı oluşturabilmiş midir? Diyalektiği ne kadar
kullanıyordur? Yoksa mevcut yapıyı(kapitalist sistemi) kabul edip onun içinde
mi politika yapıyordur? Yapının değiştirileceğine dair inancı kalmış mıdır?
Bu sorulara cevap vermek gerekirse günümüz sosyalist
hareketinin lafta ne kadar diyalektiği, evrenselciliği, büyük anlatıyı, özne
olma durumu kabul etse de aslında bunların hiçbirini uygulamamakta ve kendisinin
bunları uygulanabileceğine de ihtimal vermemektedir. Üstelik devrimin
20.yy’daki gibi güncel olma durumu 21.yy’da hala mevcut iken. Ezilenciliği,
halkçılığı, sola sempati duyan en ileri halk kesimlerini yanlış okuyan günümüz
solu bu kesimleri örgütlemek için bu kesimlerin peşine takılmıştır.
Yani günümüzün sosyalist hareketi kendiliğindenciliğin
esiri olmuş durumdadır. Yeni çıkan Birleşik Haziran hareketinden tutalım,
HDP’sine ve hatta Halk Cephesine hepsi günümüzün Menşevikleridir, hepsi
Kauskycidir, hepsi ne kadar farklı görünseler de aynı düzemde siyaset
yapmaktadırlar. Çünkü hepsi kültürcüdür, hepsi etnik siyaset üzerinden siyaset
yürütmektedir, hepsi devrimin güncelliğini aslında (komünist bir devrimi)
reddetmektedirler. Bu kesimlerin tek bir hedefi vardır demokratik reform ve ya
devrim. Hiçbirinde evrenselcilik ve büyük anlatı yoktur, hiçbiri aslında
kendini öncü olarak görmemektedir, hiçbiri diyalektiği bir yöntem
benimsememiştir.
İşte bu yüzden Marx’ın aşağıda belirttiği olgular
21.yy’ın sosyalist hareketleri için bir anlam taşımamaktadır:
“Belli bir çağda devrimci düşüncelerin var olabilmesi
için devrimci bir sınıfın var olması
şarttır.”(Marx,Engels,Lenin,Sanat Ve Edebiyat Üzerine,Sayfa:55)
“Kendinden önce egemen olan sınıfın yerine geçen her
yeni sınıf, sırf kendi amacına ulaşmak için kendi düşüncelerine evrensellik
biçimi vermek ve bunları akılsal, evrensel olarak geçerli biricik düşünceler
olarak göstermek zorundadır.” (Marx,Engels,Lenin,Sanat Ve Edebiyat
Üzerine,Sayfa:56)
Sosyalist
Hareketin İçinde Bulunduğu Durumun Sanata Yansıması: Lukacs’a Karşı Brecht
Sosyalist hareketin içinde bulunduğu bunalım
yıllarının haliyle sanat alanında da yansımaları olacaktır. Toplumsal olarak
devrimci bir durum altında bulunuyorsak mutlaka bu sanat alanına da yansır. Örnek
olarak Ekim devriminin ilk yıllarında Sovyetlerin sinemadaki ilerleyişi ve bir
nebze de olsa Gezi ayaklanmasında gördüğümüz sanatsal kıvılcımlar devrimci bir
andaki sanatın canlılığına örnektir.
Eğer biz devrimin güncelliğini kabul ediyorsak ve
komünist bir toplum kurma yolunda ilerliyorsak mutlaka sanattaki felsefi
akımların etkisine bir göz atmalıyız. Felsefi anlamda diyalektiği, hümanizmi,
yabancılaşmayı ve evrensel bir insanın özünü benimsemişsek, yani kendimizi
tarih yapıcı olarak görüyorsak, bunun sanattaki karşılığı gerçekçilik olmalı ve
yeni bir insanın nasıl olması yönünde eserler yaratılmalıdır. Bu tarz aslında
Lukacs’ın tarzdır yani büyük anlatının izinden giden devrimci bir anlayıştır.
Komünistlerin içinde bulunduğu çağda devrimin
güncelliği devam etmesine rağmen neden sanatta ayağa kalkmayı başaramadığı
tartışmalı bir sorudur Ostrovski gibi bir yazar neden 21.yy’da yoktur? Neden Ostrovski’yi
ilerletecek bir edebiyatçı çıkmamıştır da Orhan Pamuk gibi biri edebiyatta söz
sahibi olmuştur? Mekanik düşünen insanlar bunlara yapısal sorunlar deyip işin
işinden sıyrılacaktır halbuki hiç de öyle değildir. Sığ düşünen insanlar,
devrimin güncelliğini görmez. Sığ düşünen insanlar günlük toplumsal
bunalımlardan ileriye doğru bir çıkarım yapamazlar. Herhangi bir gazeteyi
elinize alıp 3. Sayfadaki haberlere baktığınızda orada devrimin güncelliğini
görmüyorsanız kendinize komünist demeyin.
Brecht:
Kendiliğindenci Hareketin Sanata Yansımış Hali
Sosyalizmin günümüzdeki sorunlarının aslında tarihsel
bir arka planı olduğu kuşku götürmez bir gerçek. Bu sorunları yaratanlardan bir
tanesi de Brecht’in sanat anlayışıdır. Aşağıda da görecemiz gibi Brecht’in
sanat anlayışı, kitleleri değiştirmekten çok kitlelerin peşine takılmanın
anlayışıdır.
“Teknikleri bozmakla değil geliştirmekle uğraşır.
İnsanın yeniden insan olması yığınlardan bir adım önde gitmekle değil,
yığınlara daha derin gömülmekle olur.”(Bertolt Brecht, György Lukacs’karşı)
“Bir öncü, yolu çıkmaza da götürebilir, güvenilir bir
yere de. Öylesine önden gidebilir ki, gözden kaybolduğu için ya da benzeri bir
nedenle, asıl gövde onu izleyemez.” (Bertolt Brecht, György Lukacs’karşı)
Brecht’in bu anlayışı öncü partinin de, özne olma
durumunun da reddidir. Brecht aslında komünist bir sanat anlayışının
yerleşeceğini düşünmemektedir onun tek derdi mevcut durumun yansıtılması ve
korunmasıdır. Aslında Brecht her ne kadar dünyayı yapan tarihi değiştiren bir
halk var dese de gerçekte öyle midir? Halk ne zaman tarihte öncü olmuştur?
Halkın ilerici kesimi dediği şey aslında kimdir? Bu sorulara cevap vermek için
Brecht’in halkçılık tanımına bakmak gerekiyor.
“Halkçı şu anlama gelir: geniş yığınlarca
anlaşılabilir olmak, onların anlatım biçimlerini benimseyip zenginleştirmek/
onların görüş açısını kabul edip bunu pekiştirmek ve düzeltmek/ halkın en
ilerici kesimini yansıtarak onun önderliği elde etmesine yardım etmek ve
böylelikle öteki kesimlerine de bunu anlatmak/ geleneklerle bağ kurup
geliştirmek.” (Bertolt Brecht, György Lukacs’karşı)
Brecht aslında, geniş yığınlar mevcut koşullarda ne
kadar anlıyorsa, bu kesimlere anladıklarından fazlasıyla gidilmemesi
gerektiğinin teorisini yapmaktadır. Onların görüş açılarının benimsenmesi,
pekiştirilmesi, geleneklere bağ kurulması ve düzenlenmesi aslında bu kesimin
yeniden üretimdir. Bu kesimin gelenekleriyle bağ kurmak, görüş açılarını kabul
etmek aslında küçük burjuvaziyi halkın en ilerici kesimi olarak görüyorum
demenin başka bir şeklidir. Bu yüzden Brecht’in yazısındaki bir sürü kafa
karışıklığı ve mevcut durumdan duyduğu endişenin nedeni şu anda açığa çıkmış
durumda! Brecht’in komünist bir sanat anlayışının
oluşmaması için gösterdiği çabalar ve ‘sanatsal manevralar’ gerçekten insanı
hayran bırakıyor:
“Kapitalizmin ilk ağaçlarının dikildiği erken
dönemlerde bireyler bireylere ve grup halinde bireylere karşı savaşıyorlardı.
Bireyselliklerini belirleyen de bundan başka bir şey değildi. Bizlere şimdi
aynı biçimde yapılmış ama doğal olarak bunlardan farklı olacak bireyler
yaratmaya, yeniden bireyler yaratmaya devam etmemiz salık veriliyor.
Öyleyse?... aileler, içinde bireylerin ‘yetiştiği’ organizmalardır. Özel
mülkiyetin kalmasıyla, genellikle kabul edildiği üzere aile bireyleri
biçimlendiremez olacağı için böyle hücreler mi yoksa Sovyetler ve fabrikalar mı
kurmalıyız?
Günümüzde bireyleri biçimlendiren ve şüphesiz çok yeni olan bu
kurumlar aileye karşılaştırıldığında, tam anlamıyla ‘monte’ edilerek
oluşmuşlardır.” (Bertolt Brecht, György Lukacs’karşı)
Brecht böyle diyerek sırf komünist bir sanat
anlayışının inşa edilmesine karşı duyduğu çekinceleri dile getirmemektedir aynı
zamanda mülk sahiplerinin düşünsel
‘özgürlüğünü’ de savunmaktadır. Brecht böyle tarihi bir hatayı, bilinçli
bir şekilde mi yoksa bilinçsiz bir şekilde mi yaptığı tartışma konusudur.
Ancak, proletarya iktidarı ele geçirdiğinde bile burjuvaziden görece güçsüz
olduğu bir gerçek değil midir? Burjuvaziyi ideolojik olarak zayıflatmak için
onun ideolojik ve sanatsal damarlarını kesmek, Lenin’in uyguladığı bir tarz
değil midir?(burjuvazinin basın ve diğer kurumlarını kapatması gibi). Haliyle
aşağıda vereceğimiz alıntı ile Brecht hangi sınıfın hakkını savunmaktadır?
“Ama ben, özgürlük edimlerinin de her zaman ciddiye
alınması gerektiğine inanıyorum. Bugün hala birçok insan, özgürlükçü edimlerin
sırf özgürlükçü oldukları için baskıya uğramasından kaygı duyarak bunlara
toptan saldırılmasını hoş karşılamıyorlar, çünkü böyle saldırılarda, mülk
sahiplerini anlatmaya yarayan anlatım biçimlerini, mülk sahipleri kendileri
ortadan kalktıktan sonra bile korumak niyetini seziyorlar.” (Bertolt Brecht,
György Lukacs’karşı)
Özgürlükçü edim nedir? Kime özgürlük hangi kesime
özgürlük? Brecht açık açık demese de niyetini belli etmektedir. Sonuç olarak
21.yy’ın komünist hareketi devrimin güncelliğinden hareket edip her
anlamda(ekonomik, politik , sanatsal) bir atılım mı yapacak yoksa mevcut yapı
içinde kalıp kapitalist sisteme daha mı bağlanacak? Bundan sonra bizim için iki
seçenek var: “Ya Kautsky ya Lenin” “Ya Menşevizm ya Bolşevizm” “Ya Lucaks ya
Brecht”. İşte asıl sorunumuz bu! Ne kadar kapitalist sistemle bir derdimiz var?
Ne kadar Komünistiz?