Gerçekliğe ulaşmak herhangi kuyudan su çekmeye
benzer, kovayı ne kadar dibe ulaştırırsak suya o kadar yaklaşırız. Toplumsal
olayları algılayabilmek de buna benzer. Bir şeyi ne kadar derinlemesine
incelersek günümüzü anlamak daha da kolaylaşır. Mesela mahallemizdeki esnaf
kendi bölgesindeki direniş pratiklerini görünce “eskiden böyle şeyler olmuyordu
her şey bu lanet hükümet yüzünden oluyor” diye bir yorum geliştirebilirken daha
iyi araştırma yapabilen biri ise dünyadaki direniş pratiklerini incelemiş
olabilir ve Amerika, Almanya,Yunanistan,Türkiye,Meksika,Hindistan vb. mücadele
girişimlerini tespit edip sorunun lokal bir sorun olmayıp küresel bir sorun
olduğunu çıkarabilmektedir.
Bu sorunu daha da derinlemesine inceleyen bir kişi
ise isyanların niteliklerini inceleyip bu isyanların neden çıktığına dair bir
yorum geliştirebilir. İsyanların ekonomik,ekolojik, kentsel dönüşümden dolayı
meydana gelen mülksüzleştirme, sınıfsal, demokratik hak talepleri, özyönetim
gibi nedenlerden kaynaklandığını tespit edebilmektedir. Daha da derinlemesine
inceleyebilen biri ise bu gibi isyanların geçmişle bağlantısını bulup
kapitalizmin özündeki düşünce yapısını bulabilir ve sömürücü sınıfların
tahakküm mekanizmasının nasıl çalıştığını bulabilmekte ve bu sorunun çözümünü
görebilmektedir. Bu yüzden bugünkü pratikleri anlamak için geçmişten bugüne mücadele
deneyimlerine bakacağız.
Ortaçağ,
Serfler ve Ezenler
Ortaçağ’daki efendi ve köle arasındaki değişim
sebebiyle serfler doğrudan üretim araçlarına tekrar ulaşma şansına sahip
oldular. Bununla birlikte serfler, feodal lordun toprağında yerine getirmesi
zorunlu olan işleri yapması(angarya) karşılığında kendi geçimlerini
sağlayabilecekleri ve evlatlarına miras bırakabilecekleri toprak parçasına da sahip
oluyorlardı. Bu yüzden feodal lordlar, serfleri açlıkla tehdit etme şansları
bulunmamaktaydı çünkü serfler sahip oldukları toprak parçasında ihtiyaçlarını
karşılayabilmekteydiler. Lordlarla anlaşmazlıkların en uç noktaya geldikleri
anda bile lordlar serfleri topraklarından atamamakta(kapalı ekonominin doğurduğu
zorunluluklar nedeniyle) ve aralarındaki anlaşmazlıkları aşırı güç kullanımı
ile gidermeye çalışmaktaydılar. Toprakların kullanımı ortak alanları da
beraberinde getirdi(otlaklar, ormanlar, göller, çayırlar). Ortak alanlar köylü
ekonomisine çok önemli katkı sağlamasının yanında toplumsal kaynaşmayı ve
dayanışmayı arttırdı ve komünal özyönetimler oluşmaya başladı. Hatta bize
öğretilmiş kalıpların aksine kadınlar ortaçağdaki komünalite nedeniyle
erkeklere daha az bağımlıydılar ve yaptıkları işler bugünkü gibi bir
değersizleştirmeye maruz kalmamıştı.
“Feodal köyde malların üretimi ile işgücünün yeniden
üretimi arasında toplumsal bir ayrım bulunmamaktaydı, yapılan her iş ailenin
geçimini sağlamaya yönelikti. Kadınlar çocuk bakmanın, yemek yapmanın, çamaşır
yıkmanın, yün eğirmenin ve şifalı otlar yetiştirmenin yanı sıra tarlada
çalışıyorlardı. Evlerinde yaptıkları bu işler ev işinin gerçek bir işten
sayılmadığı para-ekonomisinde olduğu gibi değersizleştirilmiyor,
erkeklerinkinden farklı toplumsal ilişkiler içermiyordu.” (Silvia Federici,
Caliban ve Cadı, Sayfa:42, Otonom Yayınları)
“Ortaçağ kentlerinde kadınlar demirci, kasap,
fırıncı şamdan yapımcısı, şapka yapımcısı, biracı, yün tarakçısı ve perakendeci
olarak çalışıyorlardı.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:50, Otonom
Yayınları)
Ortaçağ’da aynı zamanda özel mülkiyete karşı isyan
pratikleri de yaşanmaktaydı. Marksizmin atası diye niteleyebileceğimiz heretik
hareketler, egemen sınıflar karşında bir direniş destanı yazmışlardı. Bu
direniş destanı egemenleri tir tir titretmekte ve korkutmaktaydı
ayrıcalıklarını kaybetmekten korkan sömürücü sınıflar daha çok şiddet
uygulamalarına rağmen olaylara hakim olamamaktaydılar. Bunun sonucunda 1378’de Ghent’te
ilk proletarya diktatörülüğünü kurmayı başardılar.
“Heretik hareket ise aksine yeni
bir toplum yaratma yolunda bilinçli bir çabaydı. Belli başlı heretik
mezheplerin aynı zamanda dini gelenekleri yeniden yorumlayan toplumsal bir
programı vardı. Yeniden üretimleri, fikirlerinin yaygınlaştırılması ve hatta öz
savunmaları açısından iyi örgütlenmişlerdi. Tam da bu yüzden uğradıkları aşırı
zulümlere karşın uzun ömürlü olabilmiş, feodalizm karşıtı mücadelede oldukça
önemli bir rol oynamışlardır.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı,
Sayfa:53, Otonom Yayınları)
“Toplumsal hiyerarşileri, özel mülkiyeti ve servet
birikimini kınarken insanlar arasında yeni ve devrimci bir toplum anlayışının
yayılmasını sağlamıştı.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:54, Otonom
Yayınları)
“Bu isyan prens, soylu sınıf, ruhban sınıfı ve
burjuvaziyi de içeren muazzam bir koalisyon tarafından bastırıldıktan sonra,
dokumacılar 1378’de bir deneme daha yaptılar ve tarihte bilinen ilk “proletarya
diktatörlüğü” olarak geçecek bir başarı elde ettiler.”(Ghent) (Silvia Federici,
Caliban ve Cadı, Sayfa:69, Otonom Yayınları)
Sömürücü sınıflar kendi iktidarlarının tehlikeye
düştüğünü gördüklerinde ve salt güç kullanarak isyanları bastıramayacaklarını
anladıklarında çareyi tahakküm yöntemlerini değiştirmekte buldular. Artık
sömürücü sınıflar salt güç kullanmanın yanında daha etkili bir silahı yürürlüğe
soktular. Bu silah ezilen sınıfları birbirlerine düşürmekti. Ezilen sınıfları
sırf ırk ekseninde değil aynı zamanda kadın ve erkek biçiminde de birbirine bölmeyi
amaçlayan(sonunda bölen) sömürücü sınıflar böylece kendi çıkarlarını
koruyabileceklerdi. Bu iş ilk önce kadının erkeğin metası durumuna
getirilmesiyle sonuçlanacaktı.
“Ancak 15.yüzyılın sonlarına gelindiğinde toplumsal
ve siyasi alanın her düzeyinde bir karşıdevrim baş göstermekteydi. İlkin,
siyasi otoriteler en genç ve isyankar işçilerin cinselliğe özgürce ulaşmalarını
sağlayan, hain bir cinsellik politikası izleyerek bu işçileri kendi saflarına
katmaya çalıştı ve sınıf antagonizmasını proleter kadınlara karşı bir
antagonizma haline getirdi. Jacques Rossiaud’nun Medieval Prostitution’da da
belirttiği üzere, Fransa’da belediye yetkilileri, kurbanların alt sınıf
kadınlar olması koşuluyla, pratikte tecavüzü suç olmaktan çıkardı.” (Silvia
Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:75, Otonom Yayınları)
“Yoksul kadınlara devlet destekli bir şekilde
tecavüz edilmesi, feodalizm karşıtı mücadelelerde sağlanan sınıf dayanışmasını
zedelemişti.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:76, Otonom Yayınları)
Egemenlerin
Ezilenleri Bölmesi ve Kadınları Erkeğe Tabi Kılması
Ortaçağ’da toprağın sınırlı kullanımı nedeniyle
köylülerin ve esnafların fazla çocuk sahibi olma girişimleri ne istenilen, ne
arzu edilen ne de mümkün olabilen bir şeydi. Yalnız özellikle Kara Veba diye
adlandırabileceğimiz salgından sonra Avrupa’da nüfusun 3/1 oranında düşmesiyle
egemen sınıflar başka yollar aramaya koyuldular özellikle daha sonraları oluşan
pre-kapitalist dönemle birlikte egemen sınıflar işgücünü arttırmak için doğum
kontrol yöntemlerini, kürtajı yasaklamışlar ve daha fazla çocuk doğurmayı
teşvik etmişlerdi. Aynı zamanda birahanelerin yasaklanması ve cadı avları da işgücünün
arttırılması için yapılan önlemlerden oluşmaktaydı.
“Daha da ileri giderek “cadılar”a uygulanan
işkencenin artmasının ve bu dönemde devletin doğurganlığı düzenlemek ve
kadınların doğum üzerindeki kontrolünü yok etmek için uygulanan yeni disiplin
yöntemlerinin de yine bu krize bağlanması gerektiğini düşünüyorum.” (Silvia
Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:128, Otonom Yayınları)
“İngiltere’de 1601-1606 yılları arasında sadece
birahaneleri düzenlemek için 25 yasa çıkarıldı…Ancak asıl amacın, işgücünün
yeniden üretimin toplumsallığı ve kolektifliğini çözmek ve boş zamanın çok daha
üretken bir biçimde kullanılmasını dayatmak olduğunu görebiliriz.” (Silvia
Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:123, Otonom Yayınları)
“Bununla birlikte, bu politikanın nüfusu ve
böylelikle de orduyu ve işgücünü genişletme çabasına dayanan aynı zamanda
“yayılmacı” bir yönü olduğu da görülebilir.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı,
Sayfa:130, Otonom Yayınları)
Egemen sınıfların genellikle yoksul ve kimsesiz olan
kadınları cadı diye yaftalamasının bir sebebi vardı. Bu kadınlar genellikle
doğum kontrol yöntemlerini bilmekte, kürtaj yapabilmekteydiler ve aynı zamanda
yaptıkları büyüler ile insanların çalışmadan bir şey elde edilebileceği duygusu
yarattıkları için o zamanın kapitalist iş düzenini tehdit etmekteydi. Bu yüzden
sömürücü sınıflar tarafından tarafından vahşi yöntemler kullanılarak
öldürülmüşlerdi. Kapitalist sistemin çıkarı gereği “cadılar” öldürülürken
kadınlar ise eve mahkum edilmişlerdi bunun nedeni ise emek gücünün yeniden
kurulma merkezi olarak aile kurumunun düşünülmesiydi. Artık kadın ortaçağdaki
görece özerkliğini kaybetmiş ve erkeğin egemenliğine girmişti bir nevi kadın
artık sömürgenin sömürgesiydi.
Cadı avlarının Avrupa’da çitlemelerin olduğu
yerlerde daha yoğun yaşanması belki de cadı avları ile ilgili mistik
düşüncelerin somutlaşmasına katkı sağlayacağını düşünüyorum. Yani cadı
avlarının metafizik nedenlerden ötürü değil tamamen dünyevi nedenlerden dolayı
yapıldığını belirtiyorum. Sömürücü sınıflar, ortak alanların çitlemesi ve
buraları kendi mülkü ilan etmesinden sonra ortaçağdaki komünalite çökmüş ve
insanlar sıkıntıya girmişti. Özellikle bundan en fazla etkilenen kesim yoksul
ve yalnız kadınlardı. Yani kurulmakta olan kapitalist sistem hem ihtiyacı
duyduğu işgücünü arttırılması için, çitlemeler yaparak kendine özel alan inşa
etmek için ezilen sınıfları kadın-erkek, zenci-beyaz diye bölmüştür. Kapitalizm
salt zor kullanımının yanında yeni elde ettiği silah ile ezilenleri bölmenin ve
buradan iktidarını devam ettirmenin yöntemi bulmuştur.
“Sınıf antagonizmasının erkekler ile kadınlar
arasındaki bir antagonizma olarak çarpıtılmasına hizmet etmiştir. Bu nedenle
ilksel birikim, her şeyden önce, işçileri birbirine ve hatta kendilerine
yabancılaştıran farklılıkların eşitsizliklerin, hiyerarşilerin, ayrımların bir
birikimi olmuştur.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:171, Otonom
Yayınları)
Akıl
ve Beden Ayrımının Nedenleri Üzerine
Kapitalizm için hayatın tek bir manası vardır o da
kârın hayatın esas amacı haline gelmesidir. Yani bir kapitalist ihtiyaçlarının
karşılanması için kazanmaz para kazanmak için yaşar. Bu yüzden bir metelik bile
eksik kazanmasına neden olacak olan durumlardan hem kendisini hem de işçileri “kurtarmalıdır”.
Bu yüzden kapitalizm sağduyuyu, uysallığı, affetmeyi, çalışkanlığı aklın
melekeleri olarak kurgularken, tembelliği,kini,şiddeti,cinselliği, ise bedensel
özellik diye kurgulamaktadır. Kapitalizm her zaman akıldan yana tavır takınırken
bedenin karşısında yer almıştır çünkü beden “ilkelliği” sembolize ederken akıl “uygarlığı”
sembolize etmektedir. Haliyle zaman içinde kapitalizm bedenden bir tiksintiyi
doğurmuştur. Nasıl yemek yiyeceğimizden, görgü kurallarına kadar her şey akıl
ve beden ayrımında bedenin aleyhine işletilmiştir. Küfür bile insanlığın
bedensel özelliği sayılmıştır. Akıl ve beden arasında ortaya çıkan çelişkinin
nedeni ise burjuvazinin korkusundan kaynaklanmaktaydı.
“Bedenin reformu burjuva etiğinin özünü oluşturur,
çünkü kapitalizm kazancı ihtiyaçların karşılanmasının bir aracı olarak değil, “hayatın esas amacı”
haline getirir, bu da hayatın bütün kendiliğinden keyiflerinden feragat etmeyi
gerektirir. Kapitalizm aynı zamanda, doğanın sınırlarını yıkarak ve güneşin,
mevsimsel döngünün ve bedenin kendisinin koyduğu sınırları aşacak şekilde
işgününü uzatarak, sanayileşme öncesi toplumda kurulduğu haliyle “doğa durumu”nun
da üstesinden gelmeye çabalar.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:194,
Otonom Yayınları)
“Bu “emek gücünü her daim” “kendi mülkü, kendi
metası” gibi kollaması gerektiğini anlamına gelir. Bu da yine şeyleşen, kişinin
kendini artık dolaysızca özdeşleştiremediği bir nesneye indirgenmiş olan
bedenden bir ayrılık duyguna yol açar.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı,
Sayfa:194, Otonom Yayınları)
“İnsan bedenle ilgili bu takıntının proletaryanın
hakim sınıfta yarattığı korkudan kaynaklandığını söylemeden edemiyor. Bu korku,
sokaklarda ve seyahatlerde, gittikleri her yerde dilenen, kendilerini soymaya
hazır, korku saçan bir güruh tarafından etrafları sarılan burjuvazinin ve
asillerin korkusuydu. Bu aynı zamanda birlikleri durmaksızın ayaklanma ve
toplumsal kargaşa tehdidiyle sarsılan-yine de bu tehdit tarafından belirlenen-
devlet yönetiminin başında bulunanların bir korkusuydu.” (Silvia Federici,
Caliban ve Cadı, Sayfa:196, Otonom Yayınları)
Sonuç
Tarihimizden(sömürenlerin değil sömürülenlerin tarihi)
elde ettiğimiz dersler bizi kapitalizmin amacının özsel olarak değişmediğini
göstermektedir. Kapitalizm azami kar elde etmek için var olduğundan ve başka
hiçbir amacı olmadığından dolayı bu amacına ulaşmak için her türlü yöntemi
denemekte, kullanmakta, işine yaramadığı zamanlar o yöntemi ıskartaya
çekmektedir.
Son zamanlarda Türkiye’de gördüğümüz kürtajın ve alkolün
kısıtlanması, kadınları eve mahkum etmek için en az 3 çocuk yapın diye baskı
uygulanması, Avrupa’daki çitlemelerin bir benzeri olarak kentsel dönüşümlerin
uygulanması Türkiye’deki işlemekte olan emperyal ekonomik sistemin
hayatımızdaki bir yansımasıdır. Burjuvazi yayılmacı politikası gereği(Türkiye’nin
Ortadoğu politikası) nüfusu ve işgücünü arttırmaya çalışmakta ve bunun için 3
çocuk propagandası yapmakta ve kürtaja kısıtlamalar getirmektedir. Alkole
getirilen kısıtlama ise çalışan kesimlerin boş zamanlarını emperyal sistem yararına
daha “faydalı” hale getirilmesinin bir ürünü olarak görünmektedir. Kentsel
dönüşümlerde ise burjuvazi, emekçi sınıfımızı yaşadıkları yerdenler sürgün edip
orada “havuzlu” ve “akıllı evler” yaparak keyif çatmanın hayallerini
kurmaktadır. Avrupa’da çitlemelere karşı direnenleri nasıl vahşice öldürdülerse
Gülsuyu’nda şehit düşen Hasan Ferit Gedik’te aynı nedenlerden dolayı öldürülmüştür:Egemenlerin
çıkarına zarar verdiğin için.
Nasıl ki cadı avı kadınla erkeği birbirine düşman
etmenin bir aleti olmuşsa ve bütün erkeklerin kadınlardan şüphe etmesine ve
onlardan korkmasına yol açmışsa. Bugünkü “terörist avı” “vatan hainliği” de
aynı şeye yol açmaktadır. Burjuvazi halkın evlatlarından bir kısmını “terörist”
ilan edip halkın kalan kesiminden bu “terörist”leri yalıtmaya çalışmakta ve
onları “cadıları” öldürdükleri gibi öldürmek istemektedir.
Sonuç olarak AKP’nin uygulamalarını “muhafazakarlık”
ekseninden öte emperyalizmin ekonomik ihtiyaçlarının bir ürünü olarak
değerlendirilmesi gerekmektedir bir kısım sosyalist solunda AKP’yi
muhafazakarlık üzerinden eleştirmesi emperyal sistemin anlaşılmamasından
kaynaklanmaktadır. Sorunun kaynağı Tayyip ya da muhafazakarlık değil emperyalizmdir
dünyanın her yerinde işçi sınıfını ve müttefiklerini sömürmekte ve onları
geleceksizliğe mahkum etmektedir. Dünyanın her tarafında direniş destanları bu
sömürü düzenine karşı oluşmaktadır. Emperyal sistemin zincirinin en zayıf
halkasından kopması bizim doğru politikamıza bağlıdır ve onu görmek neredeyse 100
sene sonra hiç bu kadar yakın olmamıştı.