8 Mart 2014 Cumartesi

Kürtaj, Kadın ve Emek Sömürüsü Üzerine

Gerçekliğe ulaşmak herhangi kuyudan su çekmeye benzer, kovayı ne kadar dibe ulaştırırsak suya o kadar yaklaşırız. Toplumsal olayları algılayabilmek de buna benzer. Bir şeyi ne kadar derinlemesine incelersek günümüzü anlamak daha da kolaylaşır. Mesela mahallemizdeki esnaf kendi bölgesindeki direniş pratiklerini görünce “eskiden böyle şeyler olmuyordu her şey bu lanet hükümet yüzünden oluyor” diye bir yorum geliştirebilirken daha iyi araştırma yapabilen biri ise dünyadaki direniş pratiklerini incelemiş olabilir ve Amerika, Almanya,Yunanistan,Türkiye,Meksika,Hindistan vb. mücadele girişimlerini tespit edip sorunun lokal bir sorun olmayıp küresel bir sorun olduğunu çıkarabilmektedir.

Bu sorunu daha da derinlemesine inceleyen bir kişi ise isyanların niteliklerini inceleyip bu isyanların neden çıktığına dair bir yorum geliştirebilir. İsyanların ekonomik,ekolojik, kentsel dönüşümden dolayı meydana gelen mülksüzleştirme, sınıfsal, demokratik hak talepleri, özyönetim gibi nedenlerden kaynaklandığını tespit edebilmektedir. Daha da derinlemesine inceleyebilen biri ise bu gibi isyanların geçmişle bağlantısını bulup kapitalizmin özündeki düşünce yapısını bulabilir ve sömürücü sınıfların tahakküm mekanizmasının nasıl çalıştığını bulabilmekte ve bu sorunun çözümünü görebilmektedir. Bu yüzden bugünkü pratikleri anlamak için geçmişten bugüne mücadele deneyimlerine bakacağız.

Ortaçağ, Serfler ve Ezenler

Ortaçağ’daki efendi ve köle arasındaki değişim sebebiyle serfler doğrudan üretim araçlarına tekrar ulaşma şansına sahip oldular. Bununla birlikte serfler, feodal lordun toprağında yerine getirmesi zorunlu olan işleri yapması(angarya) karşılığında kendi geçimlerini sağlayabilecekleri ve evlatlarına miras bırakabilecekleri toprak parçasına da sahip oluyorlardı. Bu yüzden feodal lordlar, serfleri açlıkla tehdit etme şansları bulunmamaktaydı çünkü serfler sahip oldukları toprak parçasında ihtiyaçlarını karşılayabilmekteydiler. Lordlarla anlaşmazlıkların en uç noktaya geldikleri anda bile lordlar serfleri topraklarından atamamakta(kapalı ekonominin doğurduğu zorunluluklar nedeniyle) ve aralarındaki anlaşmazlıkları aşırı güç kullanımı ile gidermeye çalışmaktaydılar. Toprakların kullanımı ortak alanları da beraberinde getirdi(otlaklar, ormanlar, göller, çayırlar). Ortak alanlar köylü ekonomisine çok önemli katkı sağlamasının yanında toplumsal kaynaşmayı ve dayanışmayı arttırdı ve komünal özyönetimler oluşmaya başladı. Hatta bize öğretilmiş kalıpların aksine kadınlar ortaçağdaki komünalite nedeniyle erkeklere daha az bağımlıydılar ve yaptıkları işler bugünkü gibi bir değersizleştirmeye maruz kalmamıştı.

“Feodal köyde malların üretimi ile işgücünün yeniden üretimi arasında toplumsal bir ayrım bulunmamaktaydı, yapılan her iş ailenin geçimini sağlamaya yönelikti. Kadınlar çocuk bakmanın, yemek yapmanın, çamaşır yıkmanın, yün eğirmenin ve şifalı otlar yetiştirmenin yanı sıra tarlada çalışıyorlardı. Evlerinde yaptıkları bu işler ev işinin gerçek bir işten sayılmadığı para-ekonomisinde olduğu gibi değersizleştirilmiyor, erkeklerinkinden farklı toplumsal ilişkiler içermiyordu.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:42, Otonom Yayınları)

“Ortaçağ kentlerinde kadınlar demirci, kasap, fırıncı şamdan yapımcısı, şapka yapımcısı, biracı, yün tarakçısı ve perakendeci olarak çalışıyorlardı.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:50, Otonom Yayınları)

Ortaçağ’da aynı zamanda özel mülkiyete karşı isyan pratikleri de yaşanmaktaydı. Marksizmin atası diye niteleyebileceğimiz heretik hareketler, egemen sınıflar karşında bir direniş destanı yazmışlardı. Bu direniş destanı egemenleri tir tir titretmekte ve korkutmaktaydı ayrıcalıklarını kaybetmekten korkan sömürücü sınıflar daha çok şiddet uygulamalarına rağmen olaylara hakim olamamaktaydılar. Bunun sonucunda 1378’de Ghent’te ilk proletarya diktatörülüğünü kurmayı başardılar.

Heretik hareket ise aksine yeni bir toplum yaratma yolunda bilinçli bir çabaydı. Belli başlı heretik mezheplerin aynı zamanda dini gelenekleri yeniden yorumlayan toplumsal bir programı vardı. Yeniden üretimleri, fikirlerinin yaygınlaştırılması ve hatta öz savunmaları açısından iyi örgütlenmişlerdi. Tam da bu yüzden uğradıkları aşırı zulümlere karşın uzun ömürlü olabilmiş, feodalizm karşıtı mücadelede oldukça önemli bir rol oynamışlardır.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:53, Otonom Yayınları)

“Toplumsal hiyerarşileri, özel mülkiyeti ve servet birikimini kınarken insanlar arasında yeni ve devrimci bir toplum anlayışının yayılmasını sağlamıştı.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:54, Otonom Yayınları)

“Bu isyan prens, soylu sınıf, ruhban sınıfı ve burjuvaziyi de içeren muazzam bir koalisyon tarafından bastırıldıktan sonra, dokumacılar 1378’de bir deneme daha yaptılar ve tarihte bilinen ilk “proletarya diktatörlüğü” olarak geçecek bir başarı elde ettiler.”(Ghent) (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:69, Otonom Yayınları)

Sömürücü sınıflar kendi iktidarlarının tehlikeye düştüğünü gördüklerinde ve salt güç kullanarak isyanları bastıramayacaklarını anladıklarında çareyi tahakküm yöntemlerini değiştirmekte buldular. Artık sömürücü sınıflar salt güç kullanmanın yanında daha etkili bir silahı yürürlüğe soktular. Bu silah ezilen sınıfları birbirlerine düşürmekti. Ezilen sınıfları sırf ırk ekseninde değil aynı zamanda kadın ve erkek biçiminde de birbirine bölmeyi amaçlayan(sonunda bölen) sömürücü sınıflar böylece kendi çıkarlarını koruyabileceklerdi. Bu iş ilk önce kadının erkeğin metası durumuna getirilmesiyle sonuçlanacaktı.

“Ancak 15.yüzyılın sonlarına gelindiğinde toplumsal ve siyasi alanın her düzeyinde bir karşıdevrim baş göstermekteydi. İlkin, siyasi otoriteler en genç ve isyankar işçilerin cinselliğe özgürce ulaşmalarını sağlayan, hain bir cinsellik politikası izleyerek bu işçileri kendi saflarına katmaya çalıştı ve sınıf antagonizmasını proleter kadınlara karşı bir antagonizma haline getirdi. Jacques Rossiaud’nun Medieval Prostitution’da da belirttiği üzere, Fransa’da belediye yetkilileri, kurbanların alt sınıf kadınlar olması koşuluyla, pratikte tecavüzü suç olmaktan çıkardı.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:75, Otonom Yayınları)

“Yoksul kadınlara devlet destekli bir şekilde tecavüz edilmesi, feodalizm karşıtı mücadelelerde sağlanan sınıf dayanışmasını zedelemişti.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:76, Otonom Yayınları)

Egemenlerin Ezilenleri Bölmesi ve Kadınları Erkeğe Tabi Kılması

Ortaçağ’da toprağın sınırlı kullanımı nedeniyle köylülerin ve esnafların fazla çocuk sahibi olma girişimleri ne istenilen, ne arzu edilen ne de mümkün olabilen bir şeydi. Yalnız özellikle Kara Veba diye adlandırabileceğimiz salgından sonra Avrupa’da nüfusun 3/1 oranında düşmesiyle egemen sınıflar başka yollar aramaya koyuldular özellikle daha sonraları oluşan pre-kapitalist dönemle birlikte egemen sınıflar işgücünü arttırmak için doğum kontrol yöntemlerini, kürtajı yasaklamışlar ve daha fazla çocuk doğurmayı teşvik etmişlerdi. Aynı zamanda birahanelerin yasaklanması ve cadı avları da işgücünün arttırılması için yapılan önlemlerden oluşmaktaydı.

“Daha da ileri giderek “cadılar”a uygulanan işkencenin artmasının ve bu dönemde devletin doğurganlığı düzenlemek ve kadınların doğum üzerindeki kontrolünü yok etmek için uygulanan yeni disiplin yöntemlerinin de yine bu krize bağlanması gerektiğini düşünüyorum.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:128, Otonom Yayınları)

“İngiltere’de 1601-1606 yılları arasında sadece birahaneleri düzenlemek için 25 yasa çıkarıldı…Ancak asıl amacın, işgücünün yeniden üretimin toplumsallığı ve kolektifliğini çözmek ve boş zamanın çok daha üretken bir biçimde kullanılmasını dayatmak olduğunu görebiliriz.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:123, Otonom Yayınları)

“Bununla birlikte, bu politikanın nüfusu ve böylelikle de orduyu ve işgücünü genişletme çabasına dayanan aynı zamanda “yayılmacı” bir yönü olduğu da görülebilir.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:130, Otonom Yayınları)

Egemen sınıfların genellikle yoksul ve kimsesiz olan kadınları cadı diye yaftalamasının bir sebebi vardı. Bu kadınlar genellikle doğum kontrol yöntemlerini bilmekte, kürtaj yapabilmekteydiler ve aynı zamanda yaptıkları büyüler ile insanların çalışmadan bir şey elde edilebileceği duygusu yarattıkları için o zamanın kapitalist iş düzenini tehdit etmekteydi. Bu yüzden sömürücü sınıflar tarafından tarafından vahşi yöntemler kullanılarak öldürülmüşlerdi. Kapitalist sistemin çıkarı gereği “cadılar” öldürülürken kadınlar ise eve mahkum edilmişlerdi bunun nedeni ise emek gücünün yeniden kurulma merkezi olarak aile kurumunun düşünülmesiydi. Artık kadın ortaçağdaki görece özerkliğini kaybetmiş ve erkeğin egemenliğine girmişti bir nevi kadın artık sömürgenin sömürgesiydi.

Cadı avlarının Avrupa’da çitlemelerin olduğu yerlerde daha yoğun yaşanması belki de cadı avları ile ilgili mistik düşüncelerin somutlaşmasına katkı sağlayacağını düşünüyorum. Yani cadı avlarının metafizik nedenlerden ötürü değil tamamen dünyevi nedenlerden dolayı yapıldığını belirtiyorum. Sömürücü sınıflar, ortak alanların çitlemesi ve buraları kendi mülkü ilan etmesinden sonra ortaçağdaki komünalite çökmüş ve insanlar sıkıntıya girmişti. Özellikle bundan en fazla etkilenen kesim yoksul ve yalnız kadınlardı. Yani kurulmakta olan kapitalist sistem hem ihtiyacı duyduğu işgücünü arttırılması için, çitlemeler yaparak kendine özel alan inşa etmek için ezilen sınıfları kadın-erkek, zenci-beyaz diye bölmüştür. Kapitalizm salt zor kullanımının yanında yeni elde ettiği silah ile ezilenleri bölmenin ve buradan iktidarını devam ettirmenin yöntemi bulmuştur.

“Sınıf antagonizmasının erkekler ile kadınlar arasındaki bir antagonizma olarak çarpıtılmasına hizmet etmiştir. Bu nedenle ilksel birikim, her şeyden önce, işçileri birbirine ve hatta kendilerine yabancılaştıran farklılıkların eşitsizliklerin, hiyerarşilerin, ayrımların bir birikimi olmuştur.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:171, Otonom Yayınları)

Akıl ve Beden Ayrımının Nedenleri Üzerine

Kapitalizm için hayatın tek bir manası vardır o da kârın hayatın esas amacı haline gelmesidir. Yani bir kapitalist ihtiyaçlarının karşılanması için kazanmaz para kazanmak için yaşar. Bu yüzden bir metelik bile eksik kazanmasına neden olacak olan durumlardan hem kendisini hem de işçileri “kurtarmalıdır”. Bu yüzden kapitalizm sağduyuyu, uysallığı, affetmeyi, çalışkanlığı aklın melekeleri olarak kurgularken, tembelliği,kini,şiddeti,cinselliği, ise bedensel özellik diye kurgulamaktadır. Kapitalizm her zaman akıldan yana tavır takınırken bedenin karşısında yer almıştır çünkü beden “ilkelliği” sembolize ederken akıl “uygarlığı” sembolize etmektedir. Haliyle zaman içinde kapitalizm bedenden bir tiksintiyi doğurmuştur. Nasıl yemek yiyeceğimizden, görgü kurallarına kadar her şey akıl ve beden ayrımında bedenin aleyhine işletilmiştir. Küfür bile insanlığın bedensel özelliği sayılmıştır. Akıl ve beden arasında ortaya çıkan çelişkinin nedeni ise burjuvazinin korkusundan kaynaklanmaktaydı.

“Bedenin reformu burjuva etiğinin özünü oluşturur, çünkü kapitalizm kazancı ihtiyaçların karşılanmasının  bir aracı olarak değil, “hayatın esas amacı” haline getirir, bu da hayatın bütün kendiliğinden keyiflerinden feragat etmeyi gerektirir. Kapitalizm aynı zamanda, doğanın sınırlarını yıkarak ve güneşin, mevsimsel döngünün ve bedenin kendisinin koyduğu sınırları aşacak şekilde işgününü uzatarak, sanayileşme öncesi toplumda kurulduğu haliyle “doğa durumu”nun da üstesinden gelmeye çabalar.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:194, Otonom Yayınları)

“Bu “emek gücünü her daim” “kendi mülkü, kendi metası” gibi kollaması gerektiğini anlamına gelir. Bu da yine şeyleşen, kişinin kendini artık dolaysızca özdeşleştiremediği bir nesneye indirgenmiş olan bedenden bir ayrılık duyguna yol açar.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:194, Otonom Yayınları)

“İnsan bedenle ilgili bu takıntının proletaryanın hakim sınıfta yarattığı korkudan kaynaklandığını söylemeden edemiyor. Bu korku, sokaklarda ve seyahatlerde, gittikleri her yerde dilenen, kendilerini soymaya hazır, korku saçan bir güruh tarafından etrafları sarılan burjuvazinin ve asillerin korkusuydu. Bu aynı zamanda birlikleri durmaksızın ayaklanma ve toplumsal kargaşa tehdidiyle sarsılan-yine de bu tehdit tarafından belirlenen- devlet yönetiminin başında bulunanların bir korkusuydu.” (Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Sayfa:196, Otonom Yayınları)

Sonuç

Tarihimizden(sömürenlerin değil sömürülenlerin tarihi) elde ettiğimiz dersler bizi kapitalizmin amacının özsel olarak değişmediğini göstermektedir. Kapitalizm azami kar elde etmek için var olduğundan ve başka hiçbir amacı olmadığından dolayı bu amacına ulaşmak için her türlü yöntemi denemekte, kullanmakta, işine yaramadığı zamanlar o yöntemi ıskartaya çekmektedir.

Son zamanlarda Türkiye’de gördüğümüz kürtajın ve alkolün kısıtlanması, kadınları eve mahkum etmek için en az 3 çocuk yapın diye baskı uygulanması, Avrupa’daki çitlemelerin bir benzeri olarak kentsel dönüşümlerin uygulanması Türkiye’deki işlemekte olan emperyal ekonomik sistemin hayatımızdaki bir yansımasıdır. Burjuvazi yayılmacı politikası gereği(Türkiye’nin Ortadoğu politikası) nüfusu ve işgücünü arttırmaya çalışmakta ve bunun için 3 çocuk propagandası yapmakta ve kürtaja kısıtlamalar getirmektedir. Alkole getirilen kısıtlama ise çalışan kesimlerin boş zamanlarını emperyal sistem yararına daha “faydalı” hale getirilmesinin bir ürünü olarak görünmektedir. Kentsel dönüşümlerde ise burjuvazi, emekçi sınıfımızı yaşadıkları yerdenler sürgün edip orada “havuzlu” ve “akıllı evler” yaparak keyif çatmanın hayallerini kurmaktadır. Avrupa’da çitlemelere karşı direnenleri nasıl vahşice öldürdülerse Gülsuyu’nda şehit düşen Hasan Ferit Gedik’te aynı nedenlerden dolayı öldürülmüştür:Egemenlerin çıkarına zarar verdiğin için.

Nasıl ki cadı avı kadınla erkeği birbirine düşman etmenin bir aleti olmuşsa ve bütün erkeklerin kadınlardan şüphe etmesine ve onlardan korkmasına yol açmışsa. Bugünkü “terörist avı” “vatan hainliği” de aynı şeye yol açmaktadır. Burjuvazi halkın evlatlarından bir kısmını “terörist” ilan edip halkın kalan kesiminden bu “terörist”leri yalıtmaya çalışmakta ve onları “cadıları” öldürdükleri gibi öldürmek istemektedir.

Sonuç olarak AKP’nin uygulamalarını “muhafazakarlık” ekseninden öte emperyalizmin ekonomik ihtiyaçlarının bir ürünü olarak değerlendirilmesi gerekmektedir bir kısım sosyalist solunda AKP’yi muhafazakarlık üzerinden eleştirmesi emperyal sistemin anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır. Sorunun kaynağı Tayyip ya da muhafazakarlık değil emperyalizmdir dünyanın her yerinde işçi sınıfını ve müttefiklerini sömürmekte ve onları geleceksizliğe mahkum etmektedir. Dünyanın her tarafında direniş destanları bu sömürü düzenine karşı oluşmaktadır. Emperyal sistemin zincirinin en zayıf halkasından kopması bizim doğru politikamıza bağlıdır ve onu görmek neredeyse 100 sene sonra hiç bu kadar yakın olmamıştı.